Her yıl aynı gün benzer olaylar yaşanıyor. Mustafa Kemal’in iki yakasından tutmuş çekiştirenler anma gününde aşırı heyecana kapılıyor.Anlamsız düzeysiz hakaretlerle kendi tribününden alkış almaya çalışanlarla, Mustafa Kemal sömürüsünü hayatlarının önemli bir unsuru olarak yaşayanlar benzer gösterileri yapıyorlar.Mustafa Kemal’i sevmeyenler olacağı gibi, Atatürk yerine Mustafa Kemal demeyi onun kişiliğine daha uygun bulanlar da olabilir.Ama asıl ağırlık hala kendi küçük veya büyük iktidarlarını Mustafa Kemal Atatürk’ü kullanarak korumak, pekiştirmek, geliştirmek isteyenlerin elindedir.Bunun için söylediği sözler kitaplardan, arşivlerden çıkarılmış, söylemediği sözler sağa sola yazılmış, bambaşka nedenlerle söyledikleri belli amaçlar için çarpıtılmıştır.Bunun karşı beslemesi de yıllar içinde belli bir cesamet kazanmış, sürekli gösteri malzemesi olarak kullanılmıştır.Mustafa Kemal, Birinci Dünya Savaşı’nın yıkıntılarının içinden bir ülke çıkartırken, bu ülke için öngördüğü hattı da gizlememiş, içinde demokrasinin de yer aldığı bir “muasır medeniyet” hedefini yarattığı Türk toplumunun önüne koşmuştur.Her yaptığı da tartışılır, her söylediği de tartışılır. Ama bu hiçbir zaman Yirminci Yüzyıl’ın önemli liderlerinden biri olmasını sağlayan hasletlerini yok etmeyeceği gibi, politik kişiliğinin kuvvetini de azaltmaz.Onun niteliklerini de gücünü de sürekli erozyona uğratanlar, “düşmanlar” değildir, “Atam sen kalk da ben yatam” edebiyatlarının sahipleri, her yerde onun düşmanlarını arayanlar, bilerek veya bilmeyerek vasatlık dünyasına sürükleyenlerdir.Mustafa Kemal’i hala solcu yapmaya çalışanların varlığı da kendi hesabımıza bir başka zihinsel dramdır.Bu 10 Kasım’da bir gazete son derece düzeysiz bir “9’u 5 geçe hela” çağrısı yapıyor. Bu düzeysizliğe tepki gösterilmesi doğaldır. Ama aynı büyüklükte bir tepki de, bir TV kanalının haberinde “9’u 5 geçe” yerine “9’u 10 geçe” denmesine geliyor. Basit bir yanlışın, dil sürçmesinin üzerine bu kadar kuvvetle atlamanın Mustafa Kemal’i, Atatürk’ü aşağıya çekmekten başka bir şey olmadığı göremeyenlerin sayısının da bu kadar çok olması bu toplum adına hayra alamet değildir.Yakasını bırakın artık Mustafa Kemal’in, Atatürk’ün, Mustafa Kemal Atatürk’ün. Milletin onu koyduğu yerde duruyor, sahte sevgilere de ihtiyacı yok, iki yüzlü gösteri meraklılarına da ihtiyacı yok.
Barış sürecinin yol haritasıyla, haritalarıyla ilgili yeni bilgiler kamuoyuna ulaşıyor. Bunlardan ilk anlaşılması gereken, barış sürecine ilişkin siyasi iradenin devam ettiğidir.Hükümet tarafı, Kobane eylemleri sonrasındaki tartışma ve suçlamalar arasında bu iradenin devam ettiğini birçok kez söylemiştir. Sürecin diğer tarafındaki başaktör ve diğer aktörler ise “icraatsızlık” şikayetlerine devam etmektedir.HDP’nin Öcalan ile görüşme taleplerine bir süredir cevap verilmemekte, iletişim fiilen kesilmiş olmaktadır. Öcalan’ın sürecin ilerlemesi için irtibat alanının genişlemesi, bunun için bir tür sekretarya oluşturulması konusu da “pratik” olmayan önerilerle soğutulmuş görünmektedir.Barış sürecinin tamamına erdirilebilmesinin tamamlayıcı iradesinin adı Abdullah Öcalan’dır ve sürecin ilerlemesinin yollarını açık tutacak olan da Öcalan’ın iletişim alanının genişlemesidir.Gerçek hayatta karşılığı olmayan, uygulama sorunlarıyla ağırlaştırılmış önerilerden oluşan “yol haritaları”nın derde deva yol haritaları olması mümkün değildir. Çok fazla heyet, komite, komisyon vesaire oluşturmak da görünürde “çok çalışılıyor” duygusu yaratabilir ama pratikte yine de derde deva olmayabilir.Barış sürecinin Kürt tarafının tepesinde Abdullah Öcalan vardır. HDP, toplumdaki etkinliğini artırdığı sürece de daha kuvvetli bir siyasi organ olarak sürecin önemli unsurudur. Kandil’de de, geçen otuz yılın ağırlığının yarattığı bir alan vardır. Bu yapının en tepesinde bulunan Abdullah Öcalan’ın hareket kabiliyetini artıran önlemleri almak, yol haritasının kaçınılmaz ve olmazsa olmaz unsuru haline gelmiştir.İzleme, gözetleme ve takip için kurulacak heyetler de, ancak Hükümetin dışında bir güç sahibi olursa işlevini yerine getirebilir. Buna karşılık heyet çokluğu da her zaman kanalların karışması tehlikesine yol açma potansiyeline sahiptir.Yol haritasının basit, net ve açık olmasını sağlayacak manevi koşullar tamamlanmıştır. Bu manevi koşulların en önemlisi de şu anda Öcalan’ın konumudur. Bunun sayesinde de yol haritası daha da basit ve net olabilecektir.Yol haritalarını yapanlar da insanlardır, uygulayacak olanlar da insanlardır. Bunların hangi insanlar olduğu iyice kesinleştiğine göre, her dolambaçlı yol biraz daha zaman kaybı olur.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, partisindeki ulusalcıların hareketlenmesi üzerine verdiği bir beyanatta “ulusalcılık vatanseverliktir” dedi.Kılıçdaroğlu, ülkenin en eski siyasi partisini, ana muhalefet partisini “sol” bir siyasi hatta yerleştirmek, ülkeye bir sol siyasi iktidar alternatifi oluşturmak üzere yola çıkmış bir siyasetçi. En azından Baykal sonrası CHP tartışılırken bize böyle söylendi.Ama Kılıçdaroğlu’nun “ulusalcılık” kelimesinin siyasi içeriğiyle ilgili “farkındalık” durumunun bayağı eksik olduğu anlaşılıyor.“Ulusalcılık”, milliyetçilik kelimesinin öz Türkçe tercümesidir. Milliyetçilik kelimesi varken ortaya bir ulusalcılık kavramının ortaya çıkması, geleneksel milliyetçi muhafazakar siyasi hatta bir “sol makyaj” yapılmasından başka bir şey değildir.Ulusalcıların temel siyasi açıları klasik milliyetçi devletçi ve demokrasi korkusu hattının aynısıdır, ancak ulusalcılar kendilerini siyasi yelpazenin solunda sayarlar.Türkiye’de solun, sosyal demokrasinin, sosyalizmin çeşitli kesimlerinin devletçi-Kemalist vesayet altına girmesi 1960 sonrası ortaya çıkmış bir gelişmedir.İrtica ve bölünme korkusuBu dönemde ortaya çıkan “zinde güçler” kavramı, kendilerini solda sayan, ama geleneksel devletçi Kemalist çizginin içinde yer alan askerleri anlatmak için ortaya atılmıştı.“Zinde güçler” devletin zaafa düştüğü ve ülkenin bölünme veya irticanın eline geçme tehlikesinin arttığı dönemlerde harekete geçme görevini kendi kendilerine vermiş ve “asker-sivil aydın” zümre olarak da nitelenen bir “siyasi ve silahlı güc”ün adı olmuştur.Bu gücün kendi solculuğunu kanıtlamak için daha solda müttefiklere ihtiyacı vardı, daha soldaki bazı siyasetler için de bu ittifak müstakbel cunta iktidarının bir köşesine ilişivermenin yoluydu. Bu ittifakın sol açısından meşrulaştırılması için de ortaya “sağ Kemalistler-sol Kemalistler” ayırımı atıldı.Solun devletçi vesayet altında kullanılmasının bu şekline 1971 ve 1980 darbelerinden sonra hiç ihtiyaç kalmadı.Müesses nizamın bu ihtiyacı bu şekilde kalmadı, ama solun yine de devletçi ve demokrasi korkusu hattında tutulmasına ihtiyaç vardı. Çünkü müesses nizamın irtica ve bölünme, bu kez daha fazla bölünme korkusu yine tavan yapmıştı.Ulusalcılık, CHP içinde ve dışında kendini solcu sayanların müesses nizam hattında, devlet hattında tutulmaları için son ideolojik operasyonun adıdır.Sol Kemalizm gibi ulusalcılık da miadını dolduracaktır. Kılıçdaroğlu’nun “ulusalcılık vatanseverliktir” demesi de kendisinin bu konulara çok uzak olduğunun kanıtından başka bir şey değildir.
CHP’nin devletçi muhafazakar geleneğinin sağlamlığı, bu partiyi gerçekten “sola açma” hayallerini birkaç kez boşa çıkardı.Solun da kontrol altında tutulması, ama ana yapının bozulmaması politikası bazı dönemlerde CHP’de canlanma yaratan bir birleşim olduysa da he zaman esasa dönüldü.CHP’nin sosyal demokrat bir siyasi parti olduğuna inananların halen var olduğu ortadadır. Ama bunların sayısının da hızla azaldığı geçen iki seçimde ortaya çıkmıştır.Yerel seçimlerde ve cumhurbaşkanı seçiminde MHPile ittifak, Gülen Cemaati’yle gizli ittifak sadece CHP’den solculuk bekleyenleri değil, saf ulusalcıları da rahatsız etmiştir.Partinin ulusalcı kanadının önemli isimlerinden Emine Ülker Tarhan’ın istifası, ardından Süheyl Batum’un ihraç talebiyle disipline sevk edilmesinin yarattığı dalgalanmanın henüz başındayız. Ulusalcı bilinen isimler tek tek kişisel tavırlarını açıklıyorlar.Nur Serter’in “CHP’yi onlara terk edemeyiz” temalı açıklaması, partiden toplu ayrılık, “bölünme” denilebilecek bir ayrılma hareketi olma ihtimalinin yüksek olmadığını gösterebilir. Diğer taraftan Nur Serter’in özel bir durumu da var. Kör topal yürüse de halen bir 28 Şubat davası var ve Serter için hem bu dönem hem de Ergenekon soruşturmalarıyla ilgili çeşitli suçlamalar bulunuyor. Nur Serter’in bu konularda bir sorun yaşamaması için yeniden dokunulmazlık elde etmesi, milletvekili olması gerekiyor.İstifası beklenen diğer isimlere de bakıldığı zaman, buradan yeni bir “saf ulusalcı parti” çıkması ihtimalinin düşük olduğunu tekrarlayabiliriz. Bu durumda da başka bir siyasi partiye katılmak kalıyor ki, burada da Doğu Perinçek’in İşçi Partisi dışında bir seçenek bulunmamaktadır.Ergenekon ve darbe davalarında sanık olmuş bazı isimlerin İşçi Partisi’nde politika yapmaları, yine İşçi Partisi desteğinde bağımsız adaylıklarının toplumda herhangi bir karşılığı olmamıştı. İşçi Partisi’ne yönelik bir dalga da olmadı, bağımsız adaylar da çok düşük oylar aldı.CHP’den ayrılacak 6-7 ismin hep birlikte İşçi Partisi’ne geçmeleri de başta bir ilgi yaratabilir, ama bunun daha büyük bir toplumsal karşılığı olacağı da şiddetle kuşkuludur.Ulusalcıları azalmış CHP’nin durumu ise Haziran seçimlerine nasıl gideceğiyle çok ilgilidir.
Gülen Cemaati, belli bir etkinliğe ulaştığı 90’lı yıllarda esas olarak DYP’nin, Tansu Çiller’in yakınında görünüyordu. Çiller koalisyon halinde de olsa iktidar partisiydi ve Cemaat DYP ile belli bir uyum sağlamıştı.DYP’nin 28 Şubat sonrasında hızla inişe geçtiği dönemde Cemaat’in Bülent Ecevit’in DSP’si ile bir yakınlık oluşturduğu konuşuluyordu. Ecevit’in DSP’si de o dönemdeki koalisyonların kilit iktidar partisiydi.Gülen Cemaati, 2002 seçimlerini AKP’nin kazanmasının ardından da AKP ile hızla yakınlaştı, yine hızlı bir uyum sağlandı, Cemaat mensupları milletvekili oldular, içişlerinde ve yargıda bu süreç içinde büyük etkinlik kazandılar.90’lı yıllarda Cemaat’in kendine ait bir siyasi parti kurması da sık sık konuşuldu. 2012’de MİT başkanına operasyon girişimiyle başlayan AKP-Cemaat savaşı sırasında da ayrı parti konusu gündeme geldi.En zayıf olduğu anSonunda, savaşın başlamasının ardından AKP’den ayrılan milletvekillerinden biri olan İdris Bal ile bu parti dün kuruldu. Cemaat mensubu olarak bilinen eski AKP milletvekillerinin de bu partiye katılacağı söyleniyor. Ayrıca AKP’ye “soldan” gelmiş olan eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın da adı geçiyor.Aslında bu parti Cemaat’in en zayıf olduğu anda kurulmuş oldu. Emniyet ve yargıdaki kadroları ciddi tasfiyeye uğradı, mali kaynakları zayıfladı ve belki de önemlisi Fethullah Gülen’in “yüce kişilik” konumu ağır bir yıpranma yaşadı.Cemaat’in uzun yıllar önemli isimlerinden biri olan Hüseyin Gülerce ile Fethullah Gülen arasındaki son polemik ve davalaşmalar da “yüce kişiliğin” epeyce uzağında siyasi kavga görüntüleri veriyor.DYP, DSP ve AKP ittifaklarına bakıldığı zaman Cemaat’in siyasi hattında bir tutarlılıktan söz etmek zordur. 2012’de AKP’ye ve Tayyip Erdoğan’a savaş ilan edilmesinin altındaki siyasi dayanak, müesses nizamın diğer kuvvetleri gibi barış sürecine karşı olmaktan ibarettir.Bu parti Cemaat’i biraz daha “dünyevi” yaparken siyasi alanda da Erdoğan karşıtı ve Kürt karşıtı cephenin küçük bir unsuru olmaktan ileri gitme şansına sahip görünmemektedir.
Balyoz davasının tekrar başladığı duruşmada iki kilit isim ifade verdi ve darbe davalarına nokta konulmuş oldu.Darbe girişimi iddialarının en yoğun olduğu dönemde Genelkurmay Başkanı olan Hilmi Özkök ile Kara Kuvvetleri Komutanı olan Aytaç Yalman’ın Balyoz davasında ifade vermelerini sanıklar istemiş mahkeme kabul etmemişti.Davanın ikinci açılışı bu ifadelerle başladı ve bitti. İki emekli orgeneral ifadelerinde darbe hazırlığına ve çalışmasına ilişkin bir bilgileri olmadığını söylediler.İfadelerdeki bazı incelikler ve nüanslarla ilgili çeşitli yorumlar olacaktır. Özet metni okuyanlar bile bu “incelikleri” fark edebilir. Ama esas olan “bilgimiz yok” kısmıdır ve mahkeme kararı buna göre verilecektir.Özkök ve Yalman’ın gazetelere haber olarak yansımış beyanları ve değerlendirmeleri söz konusu dönemde Silahlı Kuvvetler içinde çeşitli “hareketlenmeleri” doğrulamıştı. Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Özden Örnek’in günlükleri ordunun üst kademesindeki tartışmaları açıkça anlatıyordu. Bu günlükleri Özden Örnek reddetmiştir.Temel savunma stratejisi“Külliyen inkar” bu tür davaların temel savunma stratejisidir, çünkü herhangi bir “kabul”ün karşılığı ağırlaştırılmış müebbettir. Meşru hükümeti silah zoruyla devirmeye teşebbüsün, anayasayı anayasal düzeni zor kullanarak “tebdil tağyir ve ilga”ya teşebbüsü kabul etmek demek ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını kabul etmek demektir.Emekli generaller Özkök ile Yalman’ın mahkeme önünde Balyoz’un bir darbe planı olduğunu, “Suga”, “Oraj” gibi isimlerle darbe hazırlık çalışması yapılmış olduğunu söylemeleri de bütün sanıklara müebbet hapis yolunu açmak olacaktı. Böyle bir ihtimal olmadığını bilmek için Silahlı Kuvvetler mensubu olmak gerekmiyor.Davanın ikinci kez görülmesinin ilk duruşmasında Özkök ve Yalman’ın ifadelerine başvurulmuş olması, belli bir “anlaşma” sağlandığına ilişkin kanaatleri de güçlendirecektir. Ergenekon davasının seyri de aynı kanaati yaratmıştı ve bu meseleye, darbe davaları ve iddiaları tartışmalarına bir nokta konulmasını bekleyenleri haklı çıkarmıştı.Balyoz davasına da nokta konuldu. Bu nokta hala darbe hayali görenler için de geçerliyse ne mutlu demokrasiye. Ama eğer bu noktayı birileri bir “zafer” gibi görüyorsa, ortada nokta değil silik bir virgül bile kalmaz.
Proje, yüzde onun üzerinde oy desteğine sahip bir “Türkiye partisi”nin barış ve demokrasi sürecinde daha etkili olacağı fikrine dayanıyordu. HDP bu hedefle oluşturuldu, cumhurbaşkanı seçimi öncesinde amaçlanan kimliğe çok yaklaşan bir noktaya ulaşıldı.Barış süreci iki taraflı bir siyasi irade olduğu zaman ilerleyebilir, amacına ulaşabilir. Tek taraflı bir siyasi irade halinde, bu siyasi irade ne kadar güçlü olursa olsun süreç topal kalır, eski sistemin bütün unsurları da yaşamaya devam eder.Barış sürecinde siyasi iradenin bir tarafının halen Abdullah Öcalan temsil etmektedir ve en başta ortaya çıkan genel yol haritasının dışına çıkmamaktadır.Kobane eylemlerindeki 40 ölüm, Bingöl’de emniyet müdürüne suikast, izindeki üç askerin öldürülmesi, astsubayın çarşıda öldürülmesi barış sürecini karartan olaylar olmuştur.Kobane eylemlerinin sahneye konulma şekli de, diğer ölümler de, ne kadar soru işareti getirirse getirsin barış hattını zehirlemektedir.Daha önce barış sürecini kuvvetli bir şekilde destekleyen çevreler, daha çok “liberal” kelimesiyle anılan yazarlar, Tayyip Erdoğan ile aralarındaki mesafe açıldıkça barış sürecine de inançsızlık ifade etmeye başlamışlardır.“Barış süreci AKP’siz Erdoğan’sız olur mu” diye özetlenebilecek bir soru gerçeklerden en uzak haliyle oraya atılmakta ve bulunan “devlet ve seküler güçler” gibi yine gerçeklerden kopuk bir cevap olmaktadır.“Devlet” diye ifade edilen kuvvet barış sürecine ve demokratik sürece karşıdır, bu yöndeki her gelişmenin ülkenin adım adım bölünmesine yol açtığı kanaatiyle hareket etmektedir.Tayyip Erdoğan fobisi ve AKP karşıtlığı Kürt siyasetinde de bir tür “Kemalist refleks” olarak otaya çıkmakta, sonuç “Erdoğan’la birlikte çözüm olacağına hiç olmasın” noktasına kadar varmaktadır.Bu tavır önce Abdullah Öcalan’a akıl öğretmekle başlamış, şimdi İmralı ile Kandil arasında bir “kopma” umuduna kadar gelmiştir.Barış sürecinin başından beri, her boşluk durumunda, bu boşluğun barış karşıtı kuvvetler tarafından doldurulması tekrar tekrar yaşanmaktadır.Her boşlukta yaratılan sıkıntılı ortamlar da yeni kesintilerin ortaya çıkmasıyla amaçlarına bir ölçüde ulaşmaktadır. Bunların amacı her durumda müzakerelerin kesilmesi olduğuna göre, bunun cevabı da her şeye rağmen müzakerelerin devamından başka bir şey olamaz.