Buradaki ‘dinlemek’, telefon konuşmalarını gizlice dinlemek. Dinlenen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. Kullandığı telefon, devletin verdiği ‘kriptolu’ araçlar, yani dinlenme ihtimaline karşı tedbir alınmış telefonlar.Yine de dinleniyor. Demek ki dinleyenlerin elinde ‘kripto’ çözümünü sağlayacak, ne konuşulduğunu anlayacak teknik imkanlar da var. Bu teknik imkanların kimde olduğu da belli.Bir ülkenin, Türkiye’nin cumhurbaşkanının kriptolu telefonlarının dinlenmesini sağlayacak imkanlar sadece devlette, devletlerde vardır. Bu imkanlar devletin sade memurlarında da değildir. Devletin güvenlikle ilgili en özel birimleridir.Ülkenin, devletin, en tepedeki yöneticilerinin güvenliğini sağlamakla yükümlü kişilerin devletin en tepesini gizlice dinlemelerinin bir açıklaması olmalıdır.Bu dinlemeler başka ülkelerin istihbarat birimleri adına yapılıyorsa, bunun bir karşılığı olmalıdır, karşılığı ne olursa olsun yapılan işin adı ‘casusluk’tur.Başka ülkelerin istihbarat örgütlerinin adına yapılmıyorsa, bunu yapanların bazı siyasi hedefleri olması gerekir.Abdullah Gül’ün dinlemeye takıldığı daha önce ortaya çıkmıştı. Yapılan açıklamaya göre Gül’ün telefonla görüştüğü bir kişi gizli dinleme hedefi olduğu için cumhurbaşkanının konuşması da dinleyenler tarafından kayda alınmıştı.Şimdi ortaya çıktı ki; Cumhurbaşkanı Gül doğrudan gizli dinleme hedefi olmuştur. O dönemde Başbakan olan Tayyip Erdoğan gibi onun da kriptolu telefonları dinlenmiştir.Cumhurbaşkanı dinleniyor, Başbakan dinleniyor, bakanlar dinleniyor, Başbakan’ın yakınları dinleniyor, gazeteciler dinleniyor, işadamları dinleniyor.Ülkenin etkili insanları ve bir şekilde etkili olduğu düşünülen insanlar dinleniyorsa, bunun gerçek ve somut siyasi hedefleri olması gerekir.Şu ana kadarki bulgu ve bilgiler, doğrudan ‘Gülen Cemaati’ne bağlı olduğu bilinen belli bir emniyetçi grubunu işaret etmektedir. Bu emniyet görevlilerinin hangisinin bu faaliyetin neresinde olduğu soruşturma ve dava sonunda ortaya çıkacaktır.Cumhurbaşkanının kriptolu telefonlarını bile dinleyen bir ‘yapı’nın Cemaatin etkinlik alanını da aşan bir ‘yapı’ olduğunun kuşkusu da açık olarak ortaya çıkmış olmaktadır.‘Paralel yapı’ sözünün gerçek durumu anlamak ve anlatmakta eksik kaldığını düşünmemiz için çok neden vardır.
IŞİD olayıyla birlikte, bir zamanların “aslında oralar bizim” duygusunu kaybetmemiş olanların gizlenmiş ahmaklıkları ortaya dökülmeye başladı.Ahmaklığın bir tarafında, Osmanlı imparatorluğunun “muhteşem” günlerinin özlemi var bir diğer tarafında da “doğal sınırlar” kavramıyla “gerçekçilik” gibi sunulan tarafı var.Bugün savaş istemek, IŞİD olayı üzerinden ilerleyecek çatışma ortamında Türkiye’nin en önde yer almasıyla etkinliğini artıracağını sanmak ahmaklığın dik alasıdır.Türkiye’de silah üreticileri olmadığı için, savaşın ekonomik nemasından yararlanacak herhangi bir kesim olmadığı için gerçek anlamda bir “savaş lobisi” de bulunmuyor.Tam tersine ekonomi, savaşın nasıl bir yıkım getireceğinin bilincindedir. Şu andaki gerilim ortamının bile nasıl ağır bir yük getirdiği çok açık olarak ifade edilmektedir.Türk ekonomisi için Irak, Suriye, Mısır pazarları kapanmıştır, bunun etkisi de cari açığın artışında görülmektedir. Askeri harcamaların artışı da temel maddelere zam vergi olarak halka dönmeye başlamıştır.Şu andaki ortam devam ettikçe askeri harcamalar artmaya devam edecek, bütçenin diğer kalemleri kısılarak, kaynaklar “hazırlık” için ayrılacaktır.Sınırı doğru çizmekBöyle ortamlarda, dikkatleri ekonomiden çekmek için çok fazla “milli dava”, “ülkenin onuru”, “devletimizin büyüklüğü” gibi laflar edilir. 1977’de vuran ekonomik krizin, ülkenin “70 sente muhtaç” kalmasının, susuz, elektriksiz, benzinsiz kalmasının en önemli etkeninin Kıbrıs savaşı olduğundan söz edilmez.Bir ahmaklık dalgasının birkaç koldan yükseldiği bir ortama girmiş gibiyiz. Bu dalga yayıldıkça da sormamız gereken soruları da unutmaya başlarız.Savaş ortamına girmek çok kolaydır, çıkmak çok zordur. Bunu bilmek için tekrar tekrar yaşamak da gerekmiyor. Şu anda da öncelikle bu ahmaklık dalgasını durduralım. Şu anda amaç, insanları IŞİD kıyımlarına karşı korumaktır. Bu sınırı doğru çizdiğimiz zaman da büyük tahliller de yerli yerine oturabilir...........Bayramlar sevgi, dostluk, insanların yakınlaşması günleridir. Biz yine savaş korkumuzu dile getirmek zorunda kaldık. Herkesin bayramı kutlu olsun.
Hükümet “askeri önlemler” tezkeresini, hem Suriye hem Irak‘ı kapsayacak geniş bir içerikle Meclis’e gönderdi.Tezkerenin Meclis tarafından kabulü de kesin görünüyor. 2003 yılında AKP’de yaşanan kaygı ve tartışmalar mevcut değil. MHP de tezkereye olumlu oy vereceğini ilan etti.HDP hayır oyu kullanacak, muhtemelen CHP de, daha önce IŞİD konusunda Hükümet’i destekleyeceğini ilan etmiş olmasına rağmen ‘hayır’ diyecek.Tezkerenin kabulüyle Hükümet, Suriye ve Irak’ta, oldukça geniş askeri opsiyonları içeren bir yetkiye sahip olacak.Birinci Körfez Savaşı’nda ve 2003’te ABD’nin Irak operasyonu öncesinde asıl tepkiyi alan konu da ilk kez “çözülmüş” oluyor. Hükümet yabancı askerlerin Türk topraklarını kullanmasına izin verebilecek. Yani, Irak ve Suriye’de operasyon yapacak Amerikan askerleri Türkiye’de mevzilenebilecek ve operasyon sonrası tekrar Türkiye’ye dönebilecek. Amerikan uçakları da Türkiye’deki üslerden havalanıp tekrar buraya dönebilecek.‘Güvenli bölgeler’Türk askerleri de Suriye ve Irak’ta operasyon yapabilecek ve “güvenli bölgeler” oluşturmak için bu ülkelerin sınırları içinde kalabilecek.Tezkerede “tehdit oluşturan terör örgütü” olarak IŞİD ile birlikte PKK da açıkça zikredildiği için bölgedeki gelişmelere göre “Kürt unsurlar” da hedef olabilecek. Türkçesi, Suriye ve Irak’ta eğer Türk askerleri Kürtlerle karşı karşıya gelirlerse “gereğinin yapılması için” de yetki alınmış olacak.Tezkereyle çok geniş bir “savaş haritası” çizilmiş olmaktadır. Irak ve Suriye topraklarıyla birlikte Türkiye toprağı da “savaş alanı” olmaktadır. Karşıda IŞİD vardır, Şam yönetimi vardır, gerekirse Kürtler de olabilir.Bu tezkerenin içerdiği yetkiler kullanılmaya başlandığı andan itibaren sadece “askeri tercihler” ön planda olacaktır. Ve tezkerenin öngördüğü her şeyin hayata geçmesi demek, içinde Sünni Arapların, Şii Arapların, Irak merkezi yönetiminin, Kürdistan yerel yönetiminin, Suriye’deki Esad yönetiminin ve Suriye Kürtlerinin bulunduğu geniş bir savaş alanında Türkiye’nin en kuvvetli haliyle var olması demektir.Tezkerenin içeriğinden çıkarılacak senaryoların hiç birinden iyimserlik türetmek mümkün görünmüyor.En kötü senaryo da Türkiye’nin boğazına kadar bu bataklığa girmesidir ki, bunun isteyenler en çok içeridedir.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu seçimlerinin Yargıtay ve Danıştay kısımları yapıldı. Bütün hakim ve savcıların oy kullanacağı kısmı da iki hafta sonra yapılacak.HSYK’nın görevi şu: Hakim ve savcı atamalarını yapmak, hakim ve savcıların işlerini gerektiği gibi yapıp yapmadığını denetlemek, bunun için gereken düzenlemeleri yapmak.Bu görevin önemini anlatmaya gerek yok, HSYK adalet sisteminin düzgün çalışmasını sağlayacak en önemli kurum.2010 referandumu ile HSYK’nın esas olarak hakim ve savcıların oylarıyla belirlenmesi sistemine geçmek için önemli bir adım atıldı.Hikayenin devamını herkes biliyor, HSYK yargıda “iktidarı elinde tutma” organı ve siyasi çatışmaların odak noktalarından biri haline geldi.Gülen Cemaatinin, emniyetle birlikte yargıda da önemli köşe başlarını tuttuğu ve bu sayede iktidar oyunlarına girdiği de biliniyor. Uzun süredir bunun tartışmaları, kavgaları yapılıyor.HSYK seçimleri dolayısıyla da yine yargı bağımsızlığı üzerine nutuklar tekrar edilirken, olayın başındaki garabete pek az insan dikkat çekti.Garabet, HSYK seçimlerine siyasi gruplar adına girilmesidir. Yargıtay’dan üç kişi seçildi, hemen öğrenildi, ikisi Cemaattendir, biri sosyal demokrat gruptandır.Yargının düzenli işlemesini, adaletin hakkaniyetle dağıtılmasını sağlamakla yükümlü hukuk insanlarının siyasi gruplar adına seçime girmeleri meselenin temelindeki sakatlıkların en açık görüntüsüdür.Bir yargıcın, savcının tabii ki, siyasi bir kanaati olabilir, tabii ki kendini bir cemaate ya da bir gruba yakın hissedebilir. Ama yapacağı iş herhangi bir siyasi aidiyetin ötesindedir.Yargı, 2010’da siyasallaşmadı, hep siyasaldı, siyasal hattı hep devletçi muhafazakar hat oldu. Bu siyasi tavır hep yargı bağımsızlığı diye yutturuldu. Yargının devletin, devletçiliğin en önemli organı olması böyle sağlandı.Şimdi yine HSYK seçimleri dolayısıyla yargının bağımsızlığından çok söz ediliyor, ama bunu söyleyenler seçimlerin sosyal demokrat, ulusalcı, cemaatçi listelerle yapılmasına ses çıkarmıyor.Mesele, adaletin gerektiği gibi dağıtılmasını sağlamak ve gözetmek değil, iktidar savaşında önemli bir mevzi kazanmaktan ibarettir.HSYK seçimleri Türk yargısının tam bir resmidir ve bu resimde hukuk insanların adalet duygusu en silik halindedir.
Hükümete, sınır ötesinde harekat yetkisi veren iki tezkere hafta sonunda Meclis’in önüne gelecek. Tezkerelerin içeriği tam olarak belli değil, ama iki tezkere olmasının nedeni iki ayrı ülkenin söz konusu olması.Hükümet, IŞİD’e karşı kurulan koalisyonda, ABD’nin yanında tam olarak yer alacağını açıkladı. ‘Tam olarak’ bütün siyasi ve askeri opsiyonları içeriyor.Türkiye’nin sınırları dışında askeri operasyon yapılabilmesi için de Meclis’in onayı, kararı gerekiyor. İki tezkere bunun için Meclis’e gelecek.Söz konusu iki ülke de Irak ve Suriye’dir. IŞİD Irak toprağında ve Suriye toprağında askeri harekatlar yapmaktadır. Irak’ta önemli bir bölgede egemendir, Kürdistan sınırına yönelmektedir.Suriye toprağındaki IŞİD hedefi de bu ülkenin Kürt bölgesidir, Rojava’dır, Kobane’dir. Türkiye’ye son göç dalgası buradan gelmiştir.Türkiye IŞİD olayına Suriye yönetimini de dahil etmektedir ve bölgede koalisyonun yapacağı ‘düzenlemeler’ de Şam yönetiminin de hedef olmasını istemektedir.Tezkerelerle, hükümete, ülke sınırı dışında askeri operasyon yetkisi verildikten sonra bu yetkinin nasıl ve ne ölçüde kullanılacağı kararı tümüyle hükümete aittir.Hükümetin bu yetkiye sahip olması, bunun şu andaki koşullarda kullanılacağı anlamına gelmemektedir. Ama sınırın hemen yanı başında bir kıyım tehdidi altındaki Suriye Kürtleri için de kullanılabilir. Türk askeri, bölgede kıyımı önlemek Suriyeli Kürtlerin canını korumak için devreye girebilir.Bu durum bu şekilde ifade edildiği zaman ‘soğuk’ bir tespit gibi kalıyor ama bunun diğer adı da Türkiye’nin savaş ‘pozisyonu’ almasıdır.Suriye’deki Esad yönetimi, IŞİD’in karşısındadır, ama kendi Kürt vatandaşlarının korunması için de olsa Türkiye’nin kendi sınırları içinde askeri operasyon yapmasına nasıl tavır alacağı bilinemez. Ankara, Şam yönetimini de ‘hedef’ olarak ilan ettiği için Esad’ın tepkisi de tahmin edilebilir.2003 yılında, ABD’nin Irak harekatına Ankara’nın desteğini sağlayacak tezkereye Meclis ‘hayır’ demişti ve Türkiye ABD ilişkileri uzun bir sıkıntılı dönem yaşamıştı.Bugünkü koşullar ve pozisyonlar 2003’e göre daha farklı görünse de ana konumlar değişmiş değildir, bazı isimler değişmiştir.
Birleşmiş Milletler toplantısında, Cumhurbaşkanı Erdoğan bir ülke adı belirterek tepki konuşması yapan tek lider oldu.Erdoğan, Mısır’da darbeyle iktidara gelen Sisi ile aynı masada oturmamak için büyük yemeği de terk etti.İklim için yapılan dünya zirvesindeki tek siyasi vaka bildiğimiz kadarıyla bu kadardı. Toplantıya katılan dünya liderlerinden herhangi birinin benzer bir konuşma ya da tavrı duyulmadı.Erdoğan, Davos’taki “one minute” çıkışını bu şekilde tekrarlamış oldu. Davos’ta “one minute” deme imkanını veren ortamın New York’ta da mevcut olduğunu söylemek zor.Başında Sisi’nin bulunduğu Mısır bir süredir hem Batı’yla hem Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerini ısıtma yolundadır. IŞİD olayında ABD’nin yanında yer almıştır, Gazze meselesinde hem Filistin tarafında aktiftir hem de bir şekilde arabulucu rolü üstlenmesi kabullenilmiş görünmektedir.Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ikili görüşmelerinde Suriye’deki Esad rejimini de gündeme getirdiği basında yer aldı. Hatta IŞİD’e yönelik askeri operasyonların Esad’a da yönelmesini önerdiği de aktarıldı, bu bilgi yalanlanmadı.Sisi yönetimindeki Mısır’ın uluslararası toplum tarafından, insan hakları gerekçesiyle de olsa dışlanmasının koşulları şu anda görünmüyor. Tam tersine Batı ve uluslararası toplum Mısır’ın içerde kalması için açık tavır alıyor.Suriye’deki Esad rejimi ve bu rejimin icraatları da şu anda Batı’nın ve uluslararası toplumun gündemi ve dikkatinde değildir. Bu hassasiyet eksikliğini Mısır açısından da Suriye açısından da ne kadar eleştirirsek eleştirelim, durum budur.IŞİD meselesi gündemin birinci maddesiyken buna bir Suriye meselesinin eklenmesi, zamanlama açısından da Ortadoğu’da şu andaki konjonktür açısından da tartışılabilir.Batı, bugünkü koşullarda hem Suriye’nin “içi”ni hem Mısır’ın “içi”ni çoktan askıya almış durumdadır. Erdoğan’ın bu iki konudaki hassasiyet ve ısrarının da şu anda herhangi bir karşılık bulması mümkün görünmemektedir.“En büyük tehlike en yakın tehlikedir” sözünü İsmet İnönü söylemişti. Bu söz bir ufuk daraltması olarak görülebilir ama “cephe genişletmekten sakınma” uyarısı olarak da görülebilir, görülmelidir.
Haziran seçimleri için sürpriz bir ittifak arayışının haberini köşe komşumuz Hüseyin Yayman verdi.CHP, genel seçimde HDP ile ittifak yapmak için harekete geçmiş.Gerçekten her açıdan “sürpriz” bir ittifak arayışı, çünkü geçen yerel seçimde ve cumhurbaşkanı seçiminde CHP’nin müttefiki MHP olmuştu.Herkes hatırlar, CHP yerel seçimde “ilerleme” anlamına gelecek hiçbir hedefini tutturamamıştı, cumhurbaşkanı seçiminde de CHP-MHP ittifakı, son genel seçime göre yaklaşık 2.5 milyon oy kaybetmişti.CHP’de MHP ile ittifak da, Gülen Cemaati ile aynı hatta bulunmak da, cumhurbaşkanı aday seçimi de birçok rahatsızlık yaratmış ve Kılıçdaroğlu kongreye gitmek zorunda kalmıştı.HDP ile ittifak fikri en basit anlatımla, “MHP ile olmadı, Gülen Cemaati ile olmadı, şimdi öbür tarafı deneyeyim” fikrinden ibaret görünüyor.“İbaret görünüyor” dedik, çünkü böyle farklı bir ittifak arayışının temelini oluşturabilecek bir siyaset değişikliğinin hiçbir işareti CHP’de görünmüş değildir.Barış süreciyle ilgili olarak Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun kongre konuşması dışında bir icraat da görülmüş değildir.MHP ile ittifak, Gülen Cemaati’yle ittifak denmese de ittifaka yakın ortak konumlanma ve destek kabulünün CHP’de yarattığı rahatsızlıklar seçim başarısı umuduyla söndürülmüş ve taban büyük ölçüde bu ittifakları hazmetmişti.Şimdi CHP yönetimi tabanına dönecek, o ittifaklarla bir seçim başarısı sağlanamadığı için HDP ile ittifakı deneyeceklerini anlatacak, açıklamaya, kabul ettirmeye çalışacak.Yıllardır ulusalcı ve devletçi narkoza tabi tutulmuş CHP tabanında yeni bir ittifakın hazmı MHP’den çok daha zordur.Barış sürecini sürekli olarak bölünme tehlikesi olarak anlattığınız insanlara, barış sürecinin asıl sahipleriyle ittifakı açıklayabilmek önce esaslı ve kapsamlı bir özeleştiri gerektirecektir.İttifakın HDP tarafı ise, 30 Mart yerel seçimleri öncesinde CHP ile ittifak görüşmesi yapabileceklerini ifade etmiş, ancak bundan öteye bir gelişme olmamıştı.1971’de HDP’nin atası sayılabilecek DEP, SHP ile seçim ittifakı yapmış ve Kürt siyaseti ile kez bu yolla, kendi kimlikleriyle Meclis’e girmişti.HDP, bağımsız adaylar yerine CHP listelerinden Meclis’e daha kuvvetli olarak girmeyi belki kendi seçmenine açıklayabilir, ama onun da tabanını tatmin etmesi kolay olmayacaktır.
Dünya liderleri küresel ısınmayı, gezegenimize yaptığımız kötü muameleyi konuşmak için bir araya gelmişlerdi. Hep birlikte günün meselesine, Ortadoğu’ya takılı kaldılar.Ortadoğu yüz yıldır “günün” ve yarının meselesi, bugün de güncel adı IŞİD olarak devam ediyor.ABD, Birleşmiş Milletler’deki dünya zirvesinde, istediği bütün destekleri sağladığını ilan etti. Somut operasyonlar için Hemen bütün Arap ülkelerinin katılımı sağlandı.Son olarak da Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin IŞİD’e karşı “askeri ve siyasi destek vereceğini” açıkladı. Bunu Amerikan Dışişleri Bakanı da sevinçle teyit etti.IŞİD konusu, epeydir Türkiye’nin “iç” meselsi haline gelmiş durumda. IŞİD’in bölgede yarattığı kargaşadan kaçan Araplara yüz bini aşkın Suriyeli Kürt eklenince sorun toprağımıza taşınmış oldu.Türkiye’den IŞİD’e katılımlar ve Türkiye içinde bir kitle tabanı yaratma faaliyetlerinin devam ettiğine dair bilgiler de gelmeye devam ediyor.Ama sorun daha büyük ölçüde Suriye’deki Kürt bölgesine yönelik saldırı dolayısıyla giderek daha fazla iç meselemiz haline geliyor.Suriye’deki Kürtlerin siyasi temsilcisi olan PYD’nin PKK’ya çok yakın olduğu kimsenin meçhulü değildir. Bölgenin özellikleri dolayısıyla da Suriye vatandaşı Kürtlerle Türkiye vatandaşı Kürtler arasında, Irak’la olduğundan daha fazla yakın ilişkiler vardır.Suriyeli Kürtler, kendi konumlarını korumak için Suriye içindeki krizde çatışan taraflara mesafeli durmuşlar, Şam yönetimi ile de çatışma yaşamadan kendilerini korumaya çalışmışlardır.IŞİD Irak Kürdistan’ı sınırında durdu, peşmergeler, PKK güçlerinin de desteğiyle bir savunma hattı oluşturdu.Suriye Kürtlerinin ise savunma imkanları onlara göre çok daha zayıf ve IŞİD Kürtlere bu zayıf noktadan yükleniyor.Suriye Kütleri de Türkiye’nin kendilerini savunmasını istiyor, bekliyorlar. Bu can pazarında Türkiye, IŞİD meselesinde açıkça taraf olduğunu ilan ettiğine göre Suriye Kürtlerini savunmayı da doğal olarak üstlenmek durumundadır.Suriye Kürtleri kıyıma uğrarken, bu örgütün Türkiye sınırına dayanmış olması da savaşın boyutlarını değiştirecek bir olaydır.IŞİD Amerika’nın ve Avrupa ülkelerinin iç meselesi değildir, ama Türkiye’nin iç meselesi haline geldiğine göre mücadele stratejisi de buna göre kurulmak durumundadır.