IŞİD’in elindeki Türk rehinelerin kurtarılmasının ardından, Türkiye’ye yönelik dış baskıların artacağı tahmin edilmez bir durum değildi.Ankara’nın bugüne kadarki makul mazereti ortadan kalkınca Batı’nın, ABD’nin IŞİD üzerinden yürüyecek olan Irak-Suriye operasyonlarına katılması için baskılar daha da artacaktır.ABD Ankara’ya baskısını artırırken, “IŞİD’e destek ve işbirliği kuşkusu” gibi netameli ve tehlikeli bir kartı da oynamaktan çekinmemektedir.Bu kart, görüşmelerde, ikili ve çoklu temaslarda nasıl oynanmaktadır bilemeyiz. Ama özellikle Amerikan medyası bu kartı sürekli olarak Türkiye’nin önüne getirmektedir.Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sert tepkisine yol açan Hacı Bayram Veli Camii haberi de, Türkiye’den IŞİD’e katılmalarla ilgili haberler de, Türkiye’deki hastanelerde tedavi gören yaralı IŞİD militanları haberleri de bu kartın oynanması olarak tekrarlanmaktadır.Haritaya bakmak gerekIŞİD saldırılarından kaçan on binlerce insan Türkiye sınırını geçerek canını kurtarmaya çalışırken, bunların arasındaki bazı yaralıların ya da Suriye’deki muhalif kuvvetler içinde yer aldığını söyleyerek gelen yaralılara Türkiye’deki hastanelerde tedavi verilmemesi için bir gerekçe ileri sürmek aşırı güçtür. Sınırda on binlerce kişi hareket halindedir, bunların içinde kimin ne olduğunu ayırt etmenin aşırı zorluğunu da açıklamaya bile gerek yok.Bazı Türk vatandaşlarının da cihat artı bin dolar maaş artı macera artı yağma imkanları saikleriyle IŞİD’e katıldığı da bellidir. Ancak bunun bir resmi destek altında yapıldığını söylemek insafsızlıktan öteye bir durumdur.Ankara Suriye’deki muhalif gruplara açık destek vermiştir. Bu desteğin tartışılması ayrı bir konudur, bu desteğe sahip olan Suriyeli Sünni grupların IŞİD’e katılması dolayısıyla bazı malzemenin, açık söyleyelim IŞİD’in eline geçmiş olmasından, bu iddialar doğru olsa bile, özel niyetler çıkarmak da haksızlıktır.ABD Ankara’ya baskısını daha da artıracaktır. Bunun nedenini anlamak için de haritaya biraz dikkatle bakmak ve nüfus dağılımlarını gözden geçirmek yeterlidir.
Musul’daki 49 rehinenin IŞİD’in elinden kurtarılması ülke çapında sevinç yarattı. Bunun tersini düşününce, pazarlıkların ve operasyonun başarısız olması ihtimali bile insanın kanını donduruyor.49 vatandaşımız sağ salim ülkeye dönerken, hemen bazı sorular da ortaya atıldı. Bu sorular “operasyon“ ve “pazarlık” kelimeleri üzerine yoğunlaşıyor.“Operasyon” kelimesinden bazıları sadece filmlerde gördüğü, çatışmaları, mermilerin havada uçuştuğu ortamları ve bunun sonuçlarını anlıyor.Cumhurbaşkanı ve Başbakan, 49 rehinenin kurtarılmasını “operasyon” kelimesi ile tanımlamıştır, çünkü bu olay örgütlenmesi, çalışılması ve tamamına erdirilmesiyle tam bir operasyondur.Hükümetin bu operasyonu başarıyla sonuçlandırması üzerine ortaya atılan sorulardan birine, IŞİD’e herhangi bir ödeme yapılıp yapılmadığı borusuna da Cumhurbaşkanı Erdoğan net bir cevap vermiş, böyle bir durum olmadığını söylemiştir.Türkiye’ye yeni sorumlulukErdoğan pazarlık olduğunu da belirtirken, bütün operasyonu Milli İstihbarat Teşkilatı’nın yürüttüğünü de doğrulamıştır.“Pazarlık” kelimesi üzerinden bir takım sonuçlar çıkarmaya çalışanların bu çabası nafiledir. “Devlet pazarlık yapmaz” lafı bir efsanedir. Devlet de pazarlık yapar, istenen amaca ulaşmak için görüşmenin her türlüsünü, aracılısını da aracısızını da yapar.49 Türk rehinenin kurtarıldığı saatlerde Fransız uçaklarının IŞİD mevzilerini bombalaması da “operasyon”un boyutunu göstermesi açısından dikkat çeken bir durumdur.49 rehine kurtarılmıştır ama Türkiye’nin IŞİD meselesi bitmiş değildir. Suriye’nin Kürt bölgelerine yönelik saldırının ardından on binlerce kişinin sığınması Türkiye’ye yeni sorumluluklar getirmiştir.Kuzey Irak Kürdistan sınırına dayanmış olan ve Suriye Kürtlerine saldıran IŞİD karşısında Türkiye’nin Kürtleri savunmak yükümlülüğü de tartışmasız hale gelmektedir.Bu savunma ille de çatışmalara doğrudan katılmak, uluslararası koalisyon dahil olmak anlamına gelmese de böyle bir sorun bütün ağırlığıyla Türkiye’nin önündedir.IŞİD, Irak’ın yeniden paylaşımı savaşının bugünkü görüntüsüdür ve bu savaşın birkaç ucu her zaman Türkiye’nin yakınında ve içindedir.
İskoçya’daki bağımsızlık referandumunu yoğun bir ilgiyle izledik. İskoçya nedir, İngiltere ile savaşı nedir, bugüne kadar fazla ilgi duymamış olsak da bu oylama vesilesiyle her şeyi öğrendik.İki yüz küsur yıl önce İngiliz Krallığı’na bağlanmış olan İskoçlar, daha önce İngiltere’yle yaptıkları savaşları iki yüz yıl boyunca bir bağımsızlık mücadelesi olarak sürdürmüştü.Edinbourg’a yaptığımız bir iş gezisinde ve Türkiye’de karşılaştığımız bazı İskoçlarda gördüğümüz İngiltere ve İngiliz düşmanlığı gerçekten çok çarpıcıydı.Logosunun altında “İskoçya İskoçlarındır” yazan gazetenin yöneticileri, neredeyse her cümlede bir İngiliz nefreti kusuyordu.O sırada değil ama daha sonra şöyle bir benzetme yapmıştık: Diyarbakır’da Türkçe ve çok satan bir gazetenin logosunun altında “Kürdistan Kürtlerindir” yazsa ne olurdu.Evet asıl derdimiz İskoçlar değil, İskoçlar üzerinden kafamızda dolaşanlar kendimiz ve Kürtlerimiz.Kürtler bağımsızlık istiyor mu?İskoçya’da yaklaşık 5 milyon kişi yaşıyor, dünyada toplam 6.5 milyon İskoç sayılıyor. Türkiye’de 15-16 milyon Kürt Türk vatandaşı olarak yaşıyor, dünyada yaklaşık 38-40 milyon Kürt yaşıyor. Kendilerine vatan kurmaya çalışan Filistinlilerin toplam nüfusu da yaklaşık 4.5 milyon.Bu basit sayılardan da basit sonuçlar çıkabilir. Sadece İskoçlar üzerinden mantık yürütsek de basit sonuçlar, lafzı basit ama içeriği büyük sonuçlar çıkabilir.İskoçlar bağımsızlık istemeyince biz de dönüp dolaşıp aynı soruyu soruyoruz: Kürtler bağımsızlık istiyorlar mı? Başka bir şekilde soralım: Türkiye’den ayrılmak istiyorlar mı?Bugüne kadar bu soruya verilen cevapların çoğu “hayır” şeklinde oldu. İnsanca, eşit vatandaş olarak, bütün haklarına sahip olarak yaşadığın bir yerden neden ayrılasın? Türkiye’nin Kürtleri de bu soruya bugüne kadar ağırlıklı olarak bu cevabı verdiler.Son iki yıldır bu cevabı daha da kuvvetli olarak veriyorlar. İskoçların, İngiltere’nin parçası olarak kalma kararını, üç yüz yıllık bir savaştan sonra vermiş olmalarının üzerinde düşünmemiz gerekiyor. En çok da bölünme korkusuyla yaşamaya devam edenlerin düşünmesi gerekiyor.
Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanı olmadan önce, geleceğe dönük vizyonunu anlatırken 2023 yılının hedeflerini anlattı.2023 yılı Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılı. Cumhuriyet kurulurken, “ilelebet payidar kalması” dilenirken, hedef olarak “muasır medeniyet”, çağdaş uygarlık konulmuştu.“Muasır medeniyet”in neresinde olduğumuzu, nereye ulaştığımızı, nerelerde geride kaldığımızı tartışıp duruyoruz.Erdoğan’ın 2023 vizyonu da muasır medeniyetin yeni bir anlatımı, ekonomide dünyanın en gelişmişleri arasına girmek, demokraside eksik bırakmamak.Başbakan Davutoğlu da, 2023 hedefini tekrarlarken, bugünün muhalefet partilerine el uzattı, “siz de katılın hep birlikte yapalım” çağrısında bulundu.Birinci aşama 2015Erdoğan ve Davutoğlu’nun, 2023 hedefinin birinci aşamasında 2015 hedefi bulunuyor. Bu hedefe yönelirken ana dayanak da barış süreci olarak tespit edilmiş durumda.2015 seçimlerinden önce, muasır medeniyetin ilk aşamasının gerçekleşmesi, silahların tamamen gömüldüğü ve demokratik süreçlerin hız kazandığı bir siyasi alana geçilmesi öngörülüyor.Bu hedef ilk anda fazla iddialı görünebilir, ancak maddi ve manevi altyapısı büyük ölçüde tamamlanmış bu sürecin son aşamaya gelmesi için halen beklenen siyasi iradedir, siyasi iradenin cesaretidir.2015 seçimine, barış sürecini son aşamaya getirmiş ve demokratik reformlara hız vermiş bir konumda girmek, AKP’nin büyük kuvveti olacaktır.Bu kuvvetin siyasete aktarılması da yine ciddi bir hedef olarak, seçimde anayasayı tek başına değiştirebilecek bir çoğunlukla iktidar olmak hedefini ortaya çıkarmaktadır.Seçime kadar, AKP iktidarının karşısında, onu zorlayacak, sıkıştıracak, elini kolunu bağlayacak bir muhalefet hareketinin ortaya çıkması da bugünkü koşullarda oldukça zor görünmektedir.CHP, MHP ve diğer muhalefet odaklarının şu anda da yapabildiği, AKP’nin kendi kendine ayağının sürçmesine dua etmek, IŞİD gibi olaylarda büyük sorunların çıkmasını temenni etmek dışında bir halleri bulunmamaktadır.2023 hedefinin gerçekliği ve gerçekçiliği, önümüzdeki sekiz aylık dönem ve Haziran ayındaki seçimlerle net olarak ortaya çıkacaktır.
Eğitim sisteminde değişiklik yapmakta herhalde dünya rekorunu elimizde tutuyoruz. Her değişiklikte de var olan bir arızayı gidermek yerine yeni tartışmalar ve arızalara yol açıyoruz.Temel zorunlu eğitimin, 4 artı 4 artı 4 sistemiyle 12 yıla çıkıp çıkmadığı da tam anlaşılmış değil. Rivayet muhtelif olduğu gibi, uygulamaya ilişkin her açıklamada öğrencilerin de velilerin de kafaları biraz daha karışıyor.Ana dilde eğitim, her vatandaşın kendi ana dilini öğrenme hakkı konusunda bazı adımlar atıldı, ama henüz tatmin edici bir sonuç yok.Bu belirsizliğin son örneği Kürtçe eğitim vermeyi amaçlayan bir okulun mühürlenmesi oldu. Yetkililer okulu açanların gerekli hukuki ve bürokratik işlemleri yapmadığını söylüyor, ama bu okulun açılabilmesi için ne yapılması gerektiği de bilinmiyor.Din kültürü ve ahlak bilgisi dersinin zorunlu olması da son olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde “mahkum” oldu. Başvuranların gerekçesi bu derste Sünni İslam hakimiyeti olması, Alevilik dahil farklı inançların öğretilmemesi ve farklı inanç sahibi çocuklar için de bu dersin zorunlu olmasıydı.Bir seçmeli, bir zorunlu...Din dersleri, ortaokul ve liselerde daha önce de bir süre zorunlu bir süre seçmeli olmuş, eğitimi yönetenler birkaç kez karar değiştirmiştir.İmam hatip okulları, genel eğitim sistemi içinde din ağırlıklı eğitim veren kurumlar olarak yerlerini almışlardır. Çocuklarının ağırlıklı dini eğitim almasını isteyenlere bu okullar açıktır. Bunun yanına diğer temel eğitim kurumlarında din eğitiminin seçmeli bir ders olarak var olması da bunu talep eden veliler ve çocuklar için yeterlidir.Başka ülkelerde hem din eğitimi hem de ana dili farklı olan vatandaşlar için çözüm seçmeli derslerle getirilmiştir. Her sınıfta belli sayıda öğrenci din dersi veya Kürtçe dil dersi isterse bunların taleplerinin yerine getirilmesi demokratik bir çözümdür.Eğitimdeki arızalarda biraz daha ilerlersek, ders kitaplarının niteliklerinden öğretmen eğitiminin niteliğine kadar da gitmemiz gerekir ki ki, ulaşacağımız nokta devrim gibi bir seferberlik ihtiyacıdır, mecburiyetidir.
Çok sık kullanılan, içi boş formüllerden biri ‘birlik ve beraberlik’tir. Yaklaşık aynı anlama gelen iki kelime bir arada kullanılarak pekiştirme yapılır. Ülke için hep temenni edilen ‘birlik ve beraberlik’tir.Hangi kademe ve aşamada olsun, en çok iktidarda olanların dilindedir ‘birlik ve beraberlik’. “Benim söylediğim hatta bir arada durun, yoksa birileri sizi ham yapar..” Bu ‘birileri’, bir takım iç ve dış düşmanlar her zaman bulunur, ‘birlik ve beraberlik’ içinde düşünmeyen ve davranmayanlar hep böyle tehdit edilir, vatana ihanetle suçlanır, iktidar devranları böyle döner gider.Sürekli birlik ve beraberlik halinde duran, davranan ‘kuzu’ toplumların olmadığı, olmaması gerektiği çoktan anlaşıldı. Her türlü iktidar odağının dayattığı birlik ve beraberlik halinin gerçekte ne anlama geldiği, neye yaradığı da artık herkesin malumudur.Biz, birlik ve beraberlik halindeki kuzular olmaktan çıkarken, aynanın diğer yüzüne düşmeyi başardık. Bunun adına ‘kutuplaşma’ diyoruz. Her konuda, her alanda, her algıda birbirine karşıt, hatta düşman ‘birimler’ durumuna girdik.Bu kutuplaşmanın olması için yine birlik ve beraberlik gerekiyor. Kutupların ikisinin de içinde birlik ve beraberlik olması gerekiyor ki, kutuplaşma sağlansın. Kutupların iki tarafında farklılıklar olursa, ana hatların içinde farklı düşünceler olursa zaten kutuplaşma kendiliğinden yok olur.Fazlasıyla alıştığımız birlik ve beraberlik halini bu kez kutuplar içinde yaşamaya devam ediyoruz. Kutupların içindeki her farklılık o kutupa ihanet olarak algılanıyor.Şu anda kutupların üzerine sıvanmış cilaları biraz kazıdığımız zaman da tek maddelik bir kutuplaşma halinde olduğumuzu görebiliriz. Evet, bu tek maddenin adı hala Tayyip Erdoğan.Başbakan Davutoğlu bir gün önce gazete yayın yönetmenlerine “Muhatap benim” derken de bunu anlatıyordu.Barış sürecine bakarken de endeks Tayyip Erdoğan, Abdullah Öcalan’ın politikasını yorumlarken de endeks Tayyip Erdoğan, üçüncü havaalanı deyince de Tayyip Erdoğan, medyada yaşanan değişimleri tahlil ederken de Tayyip Erdoğan dediğiniz zaman da kutupları böyle şekillendirmiş, hiç bir farklı açıya alan bırakmamış oluyorsunuz.Kutuplaşma bu kadar basite inince, bu kutuplaşmadan neden çıkılması gerektiği de, nasıl çıkılacağı sorularının cevabı da kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Türkiye’nin IŞİD’e karşı ABD’nin istediği işbirliğini yapmaması yine “stratejik ortağı” kızdırdı. Wall Street Journal, Türkiye’nin ABD’nin müttefiki olup olmadığını sorguluyor.ABD ve Batı, Arap baharının ilk döneminde Ankara ile aynı heyecan ve iyimserlik hattındaydı. Ancak baharın içinden çıkması beklenen demokraside, siyasi İslam’ın önemli bir ağırlık taşıması farklı algılandı. Batı, bunu “demokrasinin içinde” görmedi ve mesafe aldı.Ankara ile ABD yönetimi ve Batı arasındaki “serinlik” burada başladı. Ve Suriye meselesinde Ankara’nın öne çıkmasıyla serinlik arttı.Birinci Körfez savaşında ana eğilim, Turgut Özal’ın politikası, Batı hattında kuvvetli olarak yer almak ve kendi deyimiyle “bir koyup üç almak” beklentisine dayanıyordu.ABD’nin Irak işgali öncesinde de Ankara’da bir eğilim ABD’nin yanında yine kuvvetli olarak yer almak yönündeydi, ama AKP hükümeti askeri desteği reddetti ve mesafeyi bir tavır aldı.ABD’nin Ankara’ya son gelişi de IŞİD operasyonları için kuvvetli destek içindir ve Hükümet yine ABD’nin talebini yerine getirmemiştir.IŞİD olayı, Ortadoğu’da bir kez daha Amerikan askeri varlığı için bir gerekçe olmuştur. ABD, IŞİD dolayısıyla bölgedeki radikal İslamcı hareketlerin askeri gücünü kırmak için kararlı göründüğü gibi, Ankara’nın katılımında da ısrarcıdır.Türkiye’den IŞİD’e katılan insanların bulunması, bunların Türkiye toprağında bazı hareketlerinin tespit edilmesi aslında Ankara’yı, doğrudan askeri destek olmasa da, ciddi tedbirler almaya zorlamaktadır.Avrupa’nın çeşitli ülkelerinin Müslüman vatandaşlarının da IŞİD’e katıldığı kanıtlanmıştır. Bunlar, o ülkeler için olduğu gibi Türkiye için de bir “resmi destek” anlamına gelmez ama çok sayıda Türk vatandaşının da hem kutsal Cihad adına, hem de ayda bin dolar maaş ve yağma imkanları için bölgeye gitti de ortadadır.ABD’nin bu aşamada “Artık müttefik değil miyiz” sorusunu ortaya atması da Ankara için fazlasıyla hassas bir dış politika döneminin habercisidir.
Ankara, IŞİD’e yönelik askeri operasyonlara katılmayacağını, sadece insani amaçlı lojistik destek sağlayacağını ilan etti. ABD’nin istediği ortak bildiriye de imza atmadı.IŞİD’in elinde 49 Türk rehine varken bunun dışında davranması mümkün de değildir, mantıklı da değildir.IŞİD, radikal Sünni bir siyasi askeri harekettir. Karmaşık tahlillerin ötesinde, Irak topraklarında, kısmen Suriye’ye kısmen de Kürdistan’a uzanan bir alanda egemenlik kurmak istemektedir. Bu bölge hem petrole göre hem Şiilerin egemenlik alanlarını daraltacak bir şekilde çizilmiştir.Yine karmaşık ideolojik ve dini tahlillerin ötesinde bakınca meselenin bir Sünni hakimiyet alanı yaratmaya yönelik olduğunu görebiliriz.Radikal Sünni hareketIŞİD’in gücü hakkında çeşitli rivayetler var, bu silah gücünü kurmak, askerlerini toplamak, donatmak ve beslemek için hangi kaynağa dayandığı hakkında da rivayet muhtelif. Ancak bazı işaretler Körfez ülkelerini, Suudiler ve Emirlikler tarafını gösteriyor.IŞİD radikal bir Sünni harekettir, ama egemenlik alanı olarak hedeflediği bölgedeki Kütlerle de çatışmaktadır.Bu arada Amerika’nın baş düşmanı İran ile, Batı’yla ilişkileri çok gevşemiş olan Suriye’nin Şii yönetimi de IŞİD’e karşı ABD’nin yanında yer almaya hazırdır. Bu, Amerikan yönetiminin IŞİD’e karşı stratejisini destek anlamına gelmektedir ve bunun başında yoğun askeri yöntemler vardır.Ankara’nın, Esad rejimine karşı muhalifleri açıkça desteklemesi, bu muhalefetin unsurları açısından tartışma konusu olmuştur, Batı’dan da bölgedeki radikal Sünnilerin güçlenmesi açısından tepki ve eleştiriler gelmiştir.‘Hala petrol savaşı’Ankara bu tepkilere hedef olurken, Şii İran’ın Batı’yla ve dünyayla ilişkisinin normalleşmesi için de çaba göstermiştir. Benzer yoğun çabalar, Irak’ta Şiilerle Sünnilerin birbirlerine uyguladıkları kıyımların durması için de gösterilmiştir.Ankara, Suriye politikasıyla IŞİD gibi oluşumlara yol açmakla suçlanırken, IŞİD’in ilk işlerinden biri 49 Türk diplomatın kaçırılması olmuştur. Yayın yasağı olduğu için bu rehinelerle ilgili durumu bilmiyoruz, ama IŞİD Türkleri elinde tutarak Ankara’nın rahat hareket etmesini de engellemiştir.Bu tabloyu Türkiye açısından gözden geçirdiğimiz zaman, şu anda çelişik gibi görünen çok fazla unsur görüyoruz.Bunlardan biri de Kürdistan’ın IŞİD’e karşı savunulması için Barzani’nin askeri güçleriyle PKK’nın işbirliği yapması ve bu kuvvetlere ‘Batı’ dan silah yardımı yapılmasıdır.Ortadoğu hala bir bataklıktır. Tekrar edelim: Birinci Dünya Savaşı sonrasında bataklık olması öngörülmüştür ve bu bataklığın altında halen petrol savaşı vardır.