Haberi dün alan herkes herhalde haklı bir oh çekmiştir. Ve de malum konu üzerine edilen araba dolusu lafları şöyle bir aklından geçirmiştir.Kuzey Irak Kürt Yönetimi Başkanı Barzani birkaç gün önce Türkiye’den kendilerine silah yardımı yapıldığını açıkladı.Bunun ardından Amerikan yönetiminin Suriye‘deki Kürt örgütü PYD ile doğrudan temas kurduğu açıklandı. Konu silah desteğinden başka bir şey değildir.Nihayet dün de Barzani yönetimine yakınlığı bilinen bir internet sitesinde Kobane’ye askeri destek için peşmergelerin Türkiye üzerinden geçmesini Ankara’nın kabul ettiği açıklandı. Açıklama Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu tarafından doğrulandı.Ankara Kobane olayında başından beri insani sorumluluklarını almış, Türkiye’ye göç dalgasını kabul etmiş, göç edenleri barındırmış, yaralı PYD’lilere de Türk hastanelerinde tedavi görmelerini sağlamıştı.Çok sayıda Türk ve Kürt hekim bölgede görevli hekimlere gönüllü olarak katılmış, Suriye sınırındaki hastanelerde yaralı PYD’lilerin bakımını yapmaktadır.Eğriler doğrusuna geldiAnkara’dan “askeri talep” de uzun süredir, Kuzey Irak’tan Rojava’ya Türkiye üzerinden bir “koridor” açılması ve IŞİD’e karşı direnişe bu yolla destek sağlanmasıydı.Ankara’nın PKK’ya böyle bir koridor açması konusunun tartışmasını bile yapmak zor. Ama Barzani kuvvetlerine koridor açılması makul, anlaşılır ve yerine getirilmesi mümkün bir talep olmuştur.Sonunda öğrendik ki bu koridor açılmıştır. Bunun teknik ve askeri düzenlemeleri tamamlanmış olmalı ki, biz de öğrendik.Peki haftalardır edilen arabalar dolusu laflara ne oldu? Şu andan geriye dönüp haftalardır bütün taraflarca edilen lafları yan yana koyduğumuzda göreceğimiz hiçbirimiz açısından parlak değildir.Amerikalılar PYD’ye, Almanlar ve Türkiye Barzani’ye silah yardımı yaptı. Asker desteğini Kuzey Irak’tan Rojava’ya Türkiye’nin açtığı koridor sağlayacak. İnsani destek yine Ankara’ya aittir, bunun için Batı’dan da yavaş yavaş yardımlar başlamıştır.Bütün bunları tartışma ve konuşma şeklimizle içerdeki koridorlarımızı yıkmaya, kapatmaya kadar yaklaşırken laf üstünden yapılan siyasetin yarattığı tıkanmaları bu kez görebildiysek ne âlâ.Kobane olayında bütün eğriler doğrusuna gelmesine geldi de, bu doğrulara yaklaşmakta neden bu kadar direndiğimizin, hep birlikte direndiğimizin açıklamasını artık yapabilsek fena olmaz.
Hükümet bir ‘yol haritası taslağı’ belirledi, HDP’ye iletti. HDP bunu Kandil’e iletti, şimdi taslak Kandil’in görüşleriyle birlikte İmralı’ya gidecek.Bu barış sürecinin ‘nihai müzakere’ aşamasına gelinmesi ve bu müzakerenin ucunda gerçek bir yol haritasının belirlenmesi noktasıdır.Barış sürecinin en önemli köşesine gelmiş olduk. Bu köşede karşılıklı iki ‘suçlama‘ ile duruyoruz.Hükümet tarafı, silahların daha önce söz verildiği gibi Türkiye dışına çıkarılmadığını ve son Kobane eylemleriyle bir ‘ayaklanma provası’ daha yapıldığını söylüyor.Kürt tarafı da Hükümet’in somut adım atmadığını, sürecin şu anda bir ‘oyalama’ haline geldiğini, Kobane’de kıyım tehlikesine göz yumduğunu söylüyor.Beklenen ‘somut adım’ın ne olduğu açıkça dile getirilmiyor, ama Kobane eylemleri sonrasında gelen yasal düzenlemelerin tam tersi bir etki yarattığı da ortadadır.‘Makul şüphe’ kavramının da geri getirildiği bu düzenleme tasarısı doğal olarak yeni bir baskı dalgasının geleceği algısını yaratmıştır.Kobane için bir ‘koridor’ açılması isteğinin Ankara tarafından kabul edilmemesi de “Ankara Kobane halkını harcayacak” algısını kuvvetli tutmaya devam etmektedir.Kobene’ye ‘koridor açılması’, Kuzey Irak’tan Kobane’ye asker ve silahların Türkiye üzerinden gönderilmesi demektir. Bunun zorluğu da bellidir, sonradan yaratacağı sorunlar da bellidir.Bu sıkıntı içinde “IŞİD, PKK, PYD aynıdır” söylemi de olumsuz algıları güçlendirmekte, Kobane meselesini barış sürecine daha da fazla bağlamaktadır.Bu ortamda Hükümet’in ortaya bir yol haritası taslağı getirmesi ve bunu tartışmaya açmasının önemi ortadadır, bununla birlikte ‘oyalama’ kuşkusu da giderilebilir.HDP’lilerin, Kandil ile müzakere sonrasında yaptığı açıklamada “Önderliğin başlattığı sürece bağlılık” teyit edilmektedir.Önderlik, Abdullah Öcalan yol haritası taslağıyla ilgili son sözü söyleyecektir. Kobane eylemlerini durduran mektupta Öcalan’ın vurgusu ‘müzakere’ olmuştur ve ‘masa’ en açık şekilde kurulmuştur.Barış sürecinde en önemli köşeye geldik ve bu köşenin karşısındaki iki yolun da ne anlama geldiğini artık fazlasıyla biliyoruz. Bu köşeyi doğru yönde dönmek için de tekrar 90’ların karanlığına gömülmek için de ‘bir parmak’ kalmıştır.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu seçimleri, Gülen Cemaati’nin ve onlarla ittifak halindeki ulusalcıların yenilgisiyle sonuçlandı.HSYK’nın Yargıtay ve Danıştay’dan gelecek üyelerinin seçimlerini ise cemaate yakın olarak bilinen isimler kazanmıştı. Adli yargı olarak tanımlanan, yüksek yargı dışındaki hakim ve savcıların oy kullandığı seçimin galibi açık arayla “Yargıda Birlik Platformu”nun adayları oldu.Yargıda Birlik Platformu esas olarak, yüksek yargıda bir kesimin egemenliğine karşı çıkanların hepsini bir araya getirdi.Bu seçimlerin önemli sonucu, yargının ana gövdesinin Gülen Cemaati’nin ve ulusalcıların hakimiyeti altında olmadığının ortaya çıkmasıdır.HSYK seçimlerinin iyi haberi bu, ama kötü haberi de yüksek yargıda, Yargıtay ve Danıştay’da cemaat ve ulusalcıların etkinliğinin devam etmesi.Cemaatin hakimiyetindeki yargı kesiminin birinci büyük operasyonu, barış sürecini durdurmak için MİT Başkanı’nın tutuklanması, ardından da hükümeti değiştirmek için “dönemin” başbakanı Erdoğan’ın sanık yapılması, hatta tutuklanmasıydı.Çatışmanın sonuçları...Aynı yargı kesimi ikinci büyük operasyonu 17 Aralık’ta başlattı. Burada da Hükümet içindeki “zayıf halkalar” üzerinden, bakanların, yakınlarının ve nihayet başbakanın tutuklanması planlandı.İki operasyon da gerçekten büyüktü, yargıda ve emniyetteki kuvvetli bir örgütlenmeye dayanıyordu.17 Aralık’ın ilk hedefi olan bakanlar gittiler ama AKP iki seçim daha kazandı, devrilmek ve tutuklanmak istenen başbakan Erdoğan halkın seçtiği ilk cumhurbaşkanı oldu.Bu çatışmanın şu ana kadarki sonuçlarına bakarsak Gülen Cemaati’nin “kayıplarının” büyüklüğünü de görebiliriz.Dershaneleri kaybettiler, Emniyet ve yargıdaki hakimiyetlerini kaybettiler, HSYK’daki etkinliklerini kaybettiler, mali güçlerinin ikinci ayağında büyük yara aldılar.Büyük bir iktidar savaşı başlatmış olan cemaatin, kendi gücünü olduğundan fazla gördüğü, CHP ve ulusalcılarla ittifakına fazla güvendiği kanıtlanmış oldu.Bundan sonra cemaat yüksek yargıda kalan etkinliğini, medya desteğiyle korumaya çalışacaktır. Ama ne olursa olsun eski konumuna dönmesi imkansız hale gelmiştir.
Son gösterilerin yarattığı tepki ortamı, kendisinden önceki benzerleri gibi aynı sonuçları yarattı. Demokrasi hamleleri gündemden inerken, bu tür olayların önünü almak için yeni kanun çıkarılması gündeme geldi.Kobane kuşatmasının sadece Kürtlerde değil insanlık duygusuna sahip herkeste yarattığı hassasiyetin ardından böyle bir noktaya gelinmesi herkes için ciddi bir kayıptan başka bir şey değildir.Çözüm sürecinin adı “kardeşlik projesi” olarak konuldu. Kardeşlerin uğradığı haksızlıkların önemli bir kısmı giderildi. Kardeşler haklı olarak ana dilde eğitim ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin gündeme gelmesini istiyorlar.Bu noktada nereden nereye gelindiğini unutmak gibi bir hak olamayacağı gibi, önemli bir insani meselede tepki ve talebini okul yakarak göstermek gibi bir hak da hiç yoktur.Gezi olayları patlak verdiği sırada da barış sürecinin yeni aşamasını, demokratik reformların hız kazanmasını konuşmaya çalışıyorduk. Sonra bambaşka şeyler konuşmaya başladık.Doğal ve meşru bir çevreci duyarlık neredeyse rejim krizine ulaşabilecek bir siyasi gerilime dönüştü. Bir tek sonuç alındı, demokratik hamleler ertelendi, erteletildi.‘Demokratik duruş’ sınavlarıKobane tepkisi de Gezi gibi amacını şiddetle aşarken bulanık suda balık avlama ustalarının pek sevdiği ortama yol açtı.Şehir merkezlerinde güvenliği askerin sağlaması da, Kandil’in “silahlı güçlerimizi Türkiye’ye gönderdik” açıklaması da “demokrasinin ertelenmesi” görüntüleridir.Son olayların barış sürecini yaraladığı da söylenmeye başlandı. Kimisi sevinerek söylüyor, kimisi üzülerek. Batı ise bütün bunları “Türk demokrasisinin kırılganlığı” olarak algılıyor ve yansıtıyor.Son olayların ardından, bunları önleme girişimi olarak cezaların ağırlaştırılması gündeme gelince hem iç hem dış algı aynı şekilde olacaktır.Demokrasiyi erteletmek isteyenler her tarafta var. Kendine solcu diyenler içinde de var, muhafazakar demokrat diyenlerin içinde de var, ulusalcılarda çok var, Kürt siyasetinin içinde de var.Gezi gibi olaylar, Kobane gösterileri gibi olaylar da aslında “demokratik duruş” için “önce demokrasi” diyenler için birer sınavdır.
Gösterilerin durması çağrısı yapıldığı sıralarda Bingöl’de emniyet müdürü saldırıya uğrarken, Gaziantep’te yine benzerini çok gördüğümüz bir “kitle hareketi” sahneye konuldu.Emniyet müdürü ile yardımcısı ve diğer emniyet görevlilerin bu saldırının yapılabilmesi için, şehir dışına çıkışlarının ve nereye gideceklerinin takibi ve istihbaratı gerekiyor.Saldırganlar bu bilgiye sahipler ki, belli bir noktada, otomatik silahlarla beklemişler ve herkesi öldürmek için ateş açmışlar.Gaziantep olaylarının benzerleri 1980 darbesi öncesi bol bol uygulandı. Kalabalıkların çatışması için uygun ortam yaratmayı bilenlerin hala var oldukları ve işlerini başarıyla gördükleri Gaziantep’te olanlardan anlaşılıyor.Atatürk heykellerine ve Türk bayraklarına saldırıların ne anlama geldiğini, nasıl bir tepkiye yol açacağını artık çocuklar bile biliyor.Kalabalıkların üzerine bir kez ateş açıldığı zaman, bunun nasıl yayılacağını, zincirleme tepkilerinin ne olabileceğini de herkes biliyor.Tuzaklar ve amaçları1980 öncesinde ve 1992-1998 döneminde ve kısmen 2011’de bunların hepsi defalarca yapıldı, tekrar tekrar yapıldı.Aynı oyunlar sahneye konulurken, bu tuzakları ve amaçlarını en iyi bilmesi gerekenler de bu tuzaklardan kurtulacak basiret ve kararlılığı her zaman gösteremediler.Oyunun boyutlarını görmeye çalışmak yerine kolay suçlamalarla tribüne oynamanın sonucu 12 Eylül 1980 darbesi ve 28 Şubat 2007 post-modern darbesi olmuştu.Türk siyaseti, bir kez daha bu tarihlere bir yenisinin eklenmesine yol açacak basiretsizliğin kıyısında dolaşıyor.Kıyısında dolaştığı için de Bingöl saldırısı oluyor, Gaziantep çatışması oluyor, birileri göstericilere ateş açıyor.Türk siyasetinin, kuvveti çok açık olan siyasi iktidar tarafının da, kendi alanlarında kuvvetli taraflarının da kıyıda dolaşmanın muhtemel zararlarını görebilecek olgunluğa artık sahip olduklarını göstermek durumundadır.Bu olgunluk, yeni bir tarihle anılmamak için, bir kez daha hızlı bir basiret gösterisi ve kararlılığı gerektiriyor.
Her siyasi hamle sonuçlarıyla değerlendirilir. Amacına ulaşmayan siyasi hamle başarısızıdır, amacına ulaşan başarılıdır.Kobane olayı üzerine çığırından çıkan gösteriler, eğer elde edilmek istenen sonuç sadece Kobane’ye “somut” destek ise, başarısız bir hamledir.Buna karşılık IŞİD, Kobane saldırısı ile elde etmek istediğini, Türkiye’nin krizde etkin bir rol oynarken, içerden yaralanmış olması amacına ulaşmıştır.Türkiye’nin içinde Kürtlerle ilgili bir güvensizlik ortamı yaratılmış, Kobane’ye ilişkin hamlelerde duraksama sağlanmıştır.Belki daha da önemlisi, Türk Hizbullahı’nın yasal örgütü olan Hüda-Par da silahlı ve savaşçı bir güç olarak ortaya çıkmıştır.Türk Hizbullah’ı 80’li yıllarda, PKK’nın karşısına İslamcı bir kuvvet dikilmesi amacıyla tasarlanmış, açık bir devlet desteğiyle büyümüş, daha sonra kontrolden çıkmıştı.HDP hamlesine karşı, IŞİD’in doğal destekçisi Hüda-Par olurken, ülkücüler de oyuna aynı safta girmeye çalıştı, “beyaz Türkler” de bu koalisyonun “manevi” bir unsuru oldu.İmralı’dan gelen işaretHDP’nin çağrısıyla yapılan gösterilerin yarattığı bu garip koalisyonun manevi temeli de “Kürt karşıtlığı” üzerine kuruldu.HDP stratejisi yanlış kurulmuştur, barış sürecini tehlikeye atmıştır, ama “Kürt karşıtı” bir koalisyon oluşması çok daha tehlikeli ve ucu açık gelişmelerin habercisidir.Şehir merkezlerinde güvenliği sağlamak için askerin göreve çağrılmış olması da hangi uçların açılmış olduğunu göstermektedir.Gösterilerin sona erdirilmesinin işareti İmralı’dan Abdullah Öcalan’dan gelmiştir, HDP başkanı da aynı yönde konuşmuştur.Son üç günün kazananının HDP olmadığı bellidir, ama Kürt karşıtı koalisyonu dağıtacak olan da, Kobane meselesinde söz söyleyecek olan da Hükümet’tir.Türk Hizbullahı’nın Hüda-Par adıyla, Türkiye içindeki IŞİD müttefiki olarak ortaya çıkmasının devamı olacağını da herkes görmek durumundadır.Son üç günün kazananı sadece IŞİD olmuştur. Bunu görmeden yapılacak her türlü tahlil ve hedef tespitinin maliyeti de daha ağır olur.
Kobane olayı el birliğiyle içeriye taşındı, büyük bir iç sorun haline geldi. Gösterilerde 20 kişi ölünce sorun bayağı büyük bir iç sorun haline gelmiş demektir.HDP’nin yaptığı protesto çağrılarıyla, IŞİD’in Kobane yüklenmesi amacına ulaşmış, çatışmanın Türkiye içindeki kısmı devreye girmiştir.Türkiye’nin içinde yaşanan bu gerilim de hem Suriye Kürtlerini hem de Irak Kürtlerini etkileyecek, yeni bir güvensizlik ortamı tesis edilmiş olacaktır.IŞİD olayı, bir “fırsattan istifade” refleksi yaratmış ve ve birden fazla cephe açılırken, sorun da aşağıya doğru yayılmıştır.IŞİD Kobane’ye yüklenirken, bunun hem Türkiye hem Irak Kürtleri için bir “milli dava“ yaratacağını kuşkusuz biliyordu. Ne askeri açıdan ne etkinlik açısından kendisine bir fayda getirmeyeceği belli olan Kobane’ye bu yüzden yüklendi ve Türkiye’nin cephesinin daha da genişlemesini sağladı.IŞİD’in ekmeğine yağ sürmekIŞİD’de Saddam döneminin Iraklı subaylarının etkin görevleri olduğu biliniyor. Onlar da bütün bölgeye ilişkin tahliller yapıyor, buna göre stratejiler kuruyor.Kobane yüklenmesiyle krizin Türkiye’nin içine taşınmış olması da sonuçta hem Ankara açısından hem de Kürtler açısından başarısızlık, IŞİD açısından ise başarı olmuştur.Barış sürecinin askıya alınmasına kadar gidebilecek gelişmeler, tezkereye, IŞİD-Irak-Suriye bağlamında PKK’nın da “düşman” ilan edilmesiyle başlamış sayılabilir.Ortadoğu’yu biraz daha fazla bataklık haline çevirme stratejisi izleyen IŞİD’in ekmeğine yağ sürmenin göz göre göre gerçekleşmiş olmasının açıklamasını yapmak kolay değildir.Barış sürecinin askıya alınması demek, Türkiye toprağının da Kuzey Irak toprağının da tekrar “savaş alanı” haline gelmesi demektir ve bunu umanların amaçlarının ne olduğu da çok bellidir.“Fırsattan istifade” politikasının kimin elini kuvvetlendirdiği ortaya çıktığına göre “revizyon” ihtiyacını da acilen kabul etmek gerekir.“Revizyon”a başlamak için de HDP ve İmralı gösterilerin durdurulması çağrısıyla düğmeye basma imkanına sahiptir.Ankara da “fırsattan istifade” eğilimlerini bastırarak, “durumdan vazife çıkarmaya” hazır çevrelerin yarattığı ve yaratabileceği provokasyon ortamlarının önünü kesmelidir.
Devlet Opera ve Balesi ile Devlet Tiyatroları’nın geleceği açısından büyük önem taşıyan bir kanun taslağının hazırlandığını aktarmıştık.Bu taslağın söz konusu sanat dalları ve kurumlarının geleceği için ciddi tehlikeler taşıdığını aktarmaya çalışmıştık.Devlet Solistleri Derneği Başkanı Arda Aktar’dan bir mektup geldi. Arda Aktar, sanatçıların kaygılarını ve korkularını anlatıyor.Sanatçılara kulak verirken, yetkili insanların, başta Kültür Bakanı olmak üzere, bu kanun taslağıyla ilgili olarak sanatçılara kulak vermelerini bekleriz.Arda Aktar kanun tasarısının tehlikelerini şöyle anlatıyor:Bu taslak özel kültür-sanat girişimciliğine destek vermesi bakımından yararlı görünürken, ülkemizde olağanüstü başarılı çalışmalar yapan ve gelişmiş bir toplum yaratılmasında büyük önem taşıyan Devlet Opera ve Balesi (DOB), Devlet Tiyatroları (DT) ve Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü gibi üç yaratıcı kurumu lağvetmekle vahim bir hata işleyecektir.Bu kurumlar kültür-sanat birikimi en üst düzeyde olan ülkelerde dahi devlet desteği almak zorundadır. Bu kurumların ürettiği sanatsal faaliyetler proje ve ihalelerle icra olunamaz.Bu taslak kanunlaşırsa, Tüsak, sanat üreten bu kurumların kuruluşuyla ilgili kanunları ortadan kaldırarak fiilen Opera-Bale-Tiyatro vb. sanatların geleceğini yok edecektir.Tasarıya göre projelere destek verecek kurulu (Türkiye Sanat Kurulu), o anki siyasi irade atayacağı için sanat, ön görülenin tam aksine özgürleşmeyecek ve siyasi iradenin güdümüne girecektir.Demokrasisi gelişmiş ülkelere baktığınızda, sanatın hiçbir şekilde o anki siyasi iradenin baskısına maruz kaldığını göremezsiniz. Çünkü gelişmiş ülkelerde sanat, siyaset güdümlü değil, devlet desteklidir. Sanata muhtaç olduğu özgürlüğü sağlayabilecek tek çatı ise DEVLET desteğidir.‘Çözüm revizyon’Taslakta bahsedilen “Proje Usulü” ile çalışma yolları, ülke sanatına olumlu bir etki yapmayıp tam tersine bu zamana kadar Devlet’ten aldığı maaş ile iş ve sanat üreten insanları birkaç “Sanat Taciri”nin önüne meze yapacaktır. Bir bakıma özgürleşeceği söylenen sanat, sponsorların iki dudağı arasında, parayı verenin düdüğü çaldıracağı bir ortamda soytarılığa dönüp bitecektir.Bu durumda konservatuvarların ve bu kurumlara sanatçı yetiştiren eğitim kurumlarının varlık sebeplerinin de ortadan kalkacağı kesindir. Meslek özelliğini kaybetmiş bu sanat dallarına öğrenci yetiştiren eğitim kurumları, bu süreçten etkilenerek uzun vadede kapanacaktır.Bu güzide kurumların yıllar içinde eskimiş veya zamana ayak uyduramayan aksaklıkları olabilir. Ancak bu aksaklıkları düzeltmek yerine kurumları kuruluş yasaları ile lağvetmek ülke tarihinde bir yıkım olacaktır.Sivil toplum örgütleri, sanatçılar ve ehil insanlarla istişare edilerek, kapalı kapılar ardında yapılmayan, çalışanın ödüllendirildiği, çalışamayanın güzel emeklilik şartları ile uğurlandığı, konservatuvarlardan veya sanat eğitimi veren eğitim kurumlarından gelecek gençlerin insanca şartlarda iş sahibi olabilecekleri bir revizyon, ihtiyacı karşılayacaktır.”Arda Aktar’ın söylediğinden mevcut düzenin de ıslah edilerek, sponsorluk sistemi var olanın tümüyle yok edilmeyerek güçlendirilmesini anlıyoruz.Sanatçılar, sanat insanları endişeliyse, onların endişelerini giderecek ıslahatları yapmakla yükümlü olanlardan da gerçek görevlerini yapmalarını beklemek durumundayız.