Çok sayıda işadamı ve gazetecinin, gazete yöneticisinin telefonlarının da takma isimlerle alınmış mahkeme kararlarına dayanarak dinlendiği ortaya çıktı.Emniyet takma isimlerle bir dinleme talebinde bulunuyor, savcı yerinde buluyor, mahkemeye gönderiyor ve mahkeme, hakim takma isimleri de sorma gereğini duymadan onay veriyor ve insanlar dinleniyor.Hürriyet’in haberinden öğrendiğimize göre bu dinlemelerin tümü, şu anda “paralel yapı” sanığı olarak tutuklu bulunan bir emniyet görevlisinin sorumluluk döneminde yapılmıştır.Telefonları gizlice dinlenen insanlardan birçoğu düşündüklerini, öneri ve eleştirilerini açıkça yazan insanlardır. Bunların dinlenmesiyle öğrenilecek ciddi bir şey olamaz.İşadamları ve bazı medya kuruluşlarının mali sorumlularının dinlenmesiyle “iş sırrı” kapsamına giren bazı şeyler öğrenilebilir ama bunlar herhangi bir suç oluşturmadığı sürece de takibata konu olamaz.İşadamlarının özel fikirleri ve kanaatlerini öğrenmek de ancak bunların bazı durumlarda baskı aracı olarak kullanılmasına yol açar ki, asıl kanunsuzluk da budur.Özel görüşmelerde bir devlet büyüğü hakkında da sade bir vatandaş hakkında da ulu orta beyanlarda bulunmak da suç değildir, bu gibi dinleme kayıtları yayınlanmış, kimse bir soruşturma ya da dava açmamıştır.Geriye kalıyor, gizli dinlemelerden edinilen bilgilerle özel hayat ya da iş hayatına yönelik “şantaj” ihtimali. Deniz Baykal’ın CHP’nin başından gönderilmesini sağlayan kaydı ve benzerlerini hatırladığımızda böyle verilerle büyük siyasi operasyonlar yapılabildiğini görebiliriz.17-25 Aralık sürecinde de operasyonun ana damarı gizli dinleme kayıtları olmuştu. Ancak gazetecilerden ya da kendi halinde işadamlarından büyük siyasi operasyon verilerinin çıkması zor olduğuna göre geriye yine “şantaj” ihtimali kalıyor.Oldukça kirli bir siyaset döneminden geçtik. Bu döneme damgasını vuran kirlenmelerden biri de gizli dinleme rezaletleri oldu. Bunlardan tamamen arınmak için siyaset yapma ve iktidar mücadelelerine egemen olan zihniyetlerin değişmesi gerekiyor. Bir de “devlet”in ciddi bir arınması.
Önce ABD başkan yardımcısı Joe Biden geldi. Sonra Katolik dünyasının lideri Papa Francis geldi. Şimdi de Rusya Başkanı Vladimir Putin geldi.Biden’in geliş nedeni, IŞİD olayı çerçevesinde Ortadoğu’daki durumdu. Yapılan açıklamalar da ABD ve Türk yönetimlerinin oldukça yakın pozisyonlarda olduğu yönündeydi.Papa’nın gezisi dinler arası diyalog ve barış konuluydu. Katolik dünyasının lideriyle Ortodoks dünyasının dini lideri sarıldılar, öpüştüler, barış mesajlarına kuvvet verdiler. Yine Ortadoğu’daki Hıristiyanların sorunları da ele alındı.Bölgede yaşayan Hıristiyanlar her siyasi krizde zarara uğrayan bir topluluk olarak, acı çeken halkların içinde bulunuyor. Bu topluluğun bölgede kuvvetli bir hamisi de bulunmuyor. Bu hamiliği de ancak Türkiye yapabilir görünüyor.Rusya Başkanı Putin’in gündemi de, bazı ekonomik konuların yanında Ortadoğu, IŞİD ve Suriye. Putin son açıklamasında Beşar Esad’a desteğe devam edeceklerini söylemişti.ABD, Rusya ve Türkiye; Suriye ve Esad konusunda üç ayrı pozisyonda durmaya devam ediyor. Türkiye, IŞİD sorunuyla birlikte Suriye sorunu ve Esad’ın gönderilmesinin de gündemin ilk sırasında olmasını istiyor.Türkiye kilit ülkeABD, IŞİD meselesi devam ederken Suriye konusunun kenara alınması gerektiğini düşünüyor. Rusya ise Suriye yönetimini sıkıştıracak bütün girişimlere karşı durmaya devam ediyor.Bu üç ziyaretin içerikleri ve müzakere alanlarıyla ilgili farklı spekülasyon ve tahliller olacaktır. Ama ana düğüm noktaları böyle özetlenebilir.Peş peşe gelen bu üç ziyaretin tümüne birlikte bakıldığı zaman da Türkiye’nin bölgedeki konumuna Batı ve Doğu’nun temel bakışını çıkarabiliriz.Batı da Doğu da Türkiye ile çatışma halinde olmak bir yana tam bir uzlaşma içinde meselelerin üzerine gidilmesi için açık tavır almışlardır. Ortadoğu’da bir gelişme sağlanacaksa, bu ancak Türkiye ile işbirliği halinde olabilir.ABD için Birinci Körfez savaşından bu yana, istenen işbirliğinin sağlanamamış olmasının maliyetleri çok bellidir, Amerikan siyasetçiler bunun tartışmasını çok yapmışlardır.Türkiye bütün özel niyetlerin dışında şu anda bir kilit konumuna gelmiştir. Bu konum sadece bölgenin Sünni ve Şiileri için değil, Türkiye dışındaki Kürtler için de, hatta İsrail için de aynıdır.Bu ziyaretlere böyle bakınca Türkiye’ninartan sorumluluğunu da açık olarak görebiliriz.
Genel seçimlerde uygulanan yüzde 10'luk baraj, 1980 öncesindeki koalisyonları engellemek için askeri yönetim tarafından getirilmişti. Bununla ilgili olarak hemen bütün siyasiler olumsuz görüş belirtmelerine rağmen hiç bir iktidar bu barajı kaldırmadı.2002'den bu yana bir koalisyon ihtimali de olmadı, ama bu barajın varlığını koruması çok azık olarak Halkın Demokratik Partisi, kendisinden önceki diğer partiler gibi ağır bir mağduriyet yaratıyor.Son seçimde BDP bağımsız adaylarla 40 milletvekiline yaklaşmayı başarmıştı. Bazı adayların seçilme hakkı olmadığı gerekçesiyle aldıkları oylar boşa gitti, birinin vekilliği de iptal edildi.HDP'nin bağımsız adaylarla ulaşabileceği milletvekili sayısı 40 olarak hesaplanmaktadır. Bunun için de bazı seçim bölgelerinde birden fazla aday çıkarılması ve seçmenin çok etkin bir şekilde yönlendirilmesi gerekmektedir.Yüzde 10 seçim barajının kalkması durumunda ise HDP yüzde 7'lik bir oyla 50 milletvekilinin üzerine çıkabilir, Yüzde 10 ve üzerinde bir oy oranıyla da 60 milletvekilinden fazlasını Meclis'e sokabilir.HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş birkaç gün önce seçime bağımsız adaylarla değil parti olarak gireceklerini ve amaçlarının yüzde 10 barajı aşarak yüksek sayıda milletvekilliği kazanmak olduğunu söyledi.Demirtaş'ın bu açıklaması HDP içinde de pek tartışılmamış olmalı ki değişik tepkilere yol açtı. HDP çevrelerinden, yüzde 10'a ulaşılmaması halinde bunun bir siyasi 'intihar' olacağı da söylendi.Kimileri de bu kararın alınması halinde bunun HDP'nin merkez siyasetten çekilmesi ve 90'lara dönüş hazırlığı olDuğu yorumunu getirdi.Ama Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın sözleriyle ortaya bambaşka bir durum çıkmıştır. Kılıç, yüzde 10 seçim barajının hak ihlali olduğuna ilişkin başvuruların iki üç hafta içinde karara bağlanacağını söyledi. Konunun hassasiyeti dolayısıyla kararı genel kurul alacak. Kılıç, eğer iptal kararı çıkarsa bunun bir hak ihlalinin düzeltilmesi olması dolayısıyla seçim kanunlarıyla ilgili süre kuralının geçerli olmayacağını ve ilk seçimde uygulanacağını söyledi.Anayasa Mahkemesinin hak ihlalleriyle ilgili eski kararlarına baktığımız zaman, yüzde 10 barajın kaldırılmasının büyük ihtimal olduğunu söyleyebiliriz.
Başbakan Davutoğlu'nun meydan okuması üzerine MHP Genel Başkanı Bahçeli, Tunceli'ye gitti. Gitti, Dersim olayıyla ilgili görüşünü meydanda, büyük güvenlik önlemleri altında tekrarladı, döndü.Bahçeli'nin gelişine tepki gösteren Tuncelili vatandaşlar toma ve biber gazı eşliğinde dağıtıldı, büyük olay olmadı, Bahçeli de ziyaretini kısmen yapmış oldu.MHP Genel Başkanı Dersim olayının bir isyan olduğunu, Seyit Rıza'nın Abdullah Öcalan gibi bir isyan başlattığını, bu isyana katılanların da terörist olduklarını düşünüyor ve söylüyor.Bahçeli, 13 bin kişinin ölmesi üzerinde durmuyor. Bu 13 bin ölünün de isyancı ve terörist olup olmadığını düşünmüyor. Düşünmüyor çünkü devletin orantısız güç kullanma hakkı olduğuna inanıyor. Devlet karar vermiştir, Dersimlilere ağır bir ceza kesmiştir, hukuk da bu kadardır, adalet de bu kadardır.Bahçeli kıyım sonrasında dağıtılan, evlatlık verilen binlerce çocukla da herhangi bir "empati" kurmuyor. 1915'te kimsesiz kalan binlere Ermeni çocuğun dağıtılması, evlatlık verilmesi, köklerinden koparılması gibi bir icraatın Dersimlilere yapılmış olması da Bahçeligiller için doğaldır.Dersim konusunda hassasiyetlerin yüksek olduğu ve bu meselenin de bir barış süreciyle sonuçlanması için belli çabalar gösterilirken Bahçeli'nin meydan okuması uzlaşma ve bütünleşmeye değil, ayrılığa, ayırımcılığa katkıda bulunan bir provokasyondan ibarettir.Siyaseti meydan okuma, karşı meydan okuma icraatları ve delikanlılık raconlarına sıkıştırmış, daraltmış anlayışların sürekli gerilim artırıcı sistemler ürettiğini görmeyen bir siyaset erbabı ikide bir kendini göstermektedir.Delikanlı havasıyla yapılan iddialaşmalar, meydan okumalar her zaman ve her şartta doğru eğri tepkiler yaratır, özel hassasiyetlerin canlanmasını sağlar.Bahçeli'nin de bütün Türk vatandaşları gibi, siyasi kimliği olan ve olmayan her vatandaş gibi ülkenin her yerine elini kolunu sallayarak gitmesi ve her yerde siyaset yapabilmesi esastır.MHP Tunceli'de Diyarbakır'da, HDP İzmir'de serbestçe siyaset yapabildiği zaman demokrasi çağına hep birlikte geçmiş olacağımız kesindir. Ama bunun yolu hassasiyetleri kaşımak değil, hassasiyetleri gidermek, ayırımcılıkları sona erdirmek ve tarihi barış süreçlerine katkıda bulunacak hatta siyaset yapılması şarttır.
Bizim kuşaklar yasak yayınlarla, yayın yasaklarıyla doğdu, büyüdü, hep yasak ve yayın kelimesinin bir araya geldiği hayatlar yaşadı. Yayın ve yasak kelimelerinin bir arada telaffuzu çoktandır kimsenin hoş göreceği bir durumu ifade etmiyor.Yasak yayınlarla, yayın yasaklarıyla büyüdük ama “bütün yasaklar yasaklanmalı”ya kadar ulaştık. Türk toplumu da biraz gecikmeli olsa da yasaksız toplum isteme bilincine ulaştı. “Bana serbest karşıdakine yasak olsun” anlayışı da giderek ciddi ayıplar arasına girmeye yüz tuttu.Askeri yönetim dönemlerinde haber yasakları her gün çalan telefonlarla gazetelere ulaşır, gazetelerdeki panolar yüzlerce yasak notuyla dolardı. Yasak talimatları giderek çok daha alt rütbeli kişiler tarafından ulaştırılır olmuştu.Her gün bir kitap toplatma, yayın yasaklanması haberi alınır, toplatılan kitaplar imha edilir, yazarlar, çevirmenler otomatik olarak 7.5 yıl hapse mahkum olurlardı. Bakanlar Kurulu da ülkeye girişi yasak yayınlar listeleri açıklar, üzerinde, evinde, bu yayınların bulunması halinde yine üç-dört yıl hapis cezaları verilirdi.Yasak ve yayın kelimelerinin tekrar bir araya gelmemeleri için çok uğraşıldı, mücadeleler verildi ve 12 Eylül askeri yönetiminin sonrasında siyasi iktidarların hepsinde az da olsa belli gelişmeler sağlandı.2002’den sonra hem AB uyum yasaları çerçevesinde hem de siyasi iradenin toplumun taleplerine uyum sağlamasıyla yasak ve yayın kelimeleri birbirlerinden epeyce uzaklaştırıldı, genç kuşaklar bu geçmişten çok az haberdar oldular.Yolsuzluk iddialarıMeclis’te dört eski bakanla ilgili yolsuzluk iddialarını araştıracak komisyonun çalışmalarına yayın yasağı getirilmesi üzerine yasak yayın ve yayın yasakları geçmişimizi anlattık. Meclis Komisyonu başkanının talebiyle mahkemeden bu yasak kararı alındığı öğrenildi.Yayın yasağı olur mu? Olur, ama şunun için olur: Bir soruşturma, araştırma sürecinde herhangi bir insanın mağduriyetine yol açılmaması, soruşturmanın adilane yürümesinin engellenmemesi için olur. Bu da çok istisnai durumlarda olur.Dört eski bakanla ilgili iddialar 17-25 Aralık sürecinde gizli ve yasal olmayan dinlemeler üzerine ortaya çıkmıştı. 17-25 Aralık sürecinin de, belli bir kuvvetin bütün imkanlarını kullanarak siyasi bir operasyon olduğu konusunda kuşku yoktur. Bu operasyonda dört eski bakan, operasyonu düzenleyenler tarafından “zayıf halka” olarak tespit edilmiş ve en tepeye yürümesi öngörülen bir yargısal darbe uygulanmak istenmişti.Büyük operasyon boşa çıkartıldı, ama dört eski bakanla ilgili bazı açıklama ihtiyaçları bulunuyor ki, Meclis’te AKP’lilerin oylarıyla bir soruşturma komisyonu kuruldu.Bu komisyon öncelikle halkın sorduğu soruların cevap bulması için kuruldu. Bu yüzden de yayın yasağının “makul” bir mağduriyet gerekçesi olamaz. Ayrıca bu komisyon dört bakanın kendileriyle ilgili iddialardan temize çıkma fırsatıdır ve onlar da her söyleyeceklerinin kamuoyuna ulaşmasını isterler.Bir de şunu hatırlatalım: Her yayın yasağı, her türlü söylenti, abartama ve manipülasyon amaçlı haber ortamının açılması anlamına gelir ki, bunun zararının kime dokunacağı bellidir.
"Bütün ufunetlerin, kötü kokuların çaresi seçimdir" sözünü Süleyman Demirel söylemişti. Seçimde herkes halkın önüne olduğu gibi çıkar, halk notunu verir ve her zaman da doğru verir.AKP bu seçimde halkın önüne terör meselesini veya Kürt meselesini halletmiş olarak çıkmak istiyor. Silahların bırakılması aşamasına seçimden önce ulaşmak istiyor.Bu AKP'nin Erdoğan'ın, Davutoğlu'nun 'yeni Türkiye' iddiasının en önemli kısmının gerçek olması demektir ki, seçimde bunun ciddi bir karşılığının olması da kaçınılmazdır.Silahların bırakılmasının seçime yetişmesini isteyen Hükümet, Öcalan'ın istediği iletişim hatlarının açılması için gerekenleri yapmaya başladı. İmralı'ya gidip gelen heyete Hatip Dicle'nin katılması da önemlidir. Hatip Dicle, ilk müzakere girişiminde Turgut Özal'ın isteğiyle Öcalan'a gidip mesaj götürmüş Kürt siyasetçiydi. Son Kürt isyanının birinci kuşağından olması dolayısıyla da son otuz yılın bütün gelişmelerini en yakından bilen kişilerden biridir.Silahların bırakılması aşamasına seçimden önce ulaşılış olması Kürt siyaseti ve HDP için de önem taşımaktadır. Silahların bırakılmasıyla birlikte Kürt siyasetinin farklı renkleri ve sesleri de kendilerine siyaset alanında yer bulacaklardır.HDP de seçime giderken Kürtlere ve bütün ülkeye barışı getirmiş ikinci aktör olarak siyasi konumunu güçlendirmiş ve 'Türkiye partisi' olma yolunda önemli bir adım atmış olacaktır.Bütün taraflar ve ülkenin büyük çoğunluğu barış iradesini bu kadar açık bir şekilde ortaya koyarken hala bazı kuşkulardan da kurtulamıyoruz, çünkü barış sürecinin birkaç kez nasıl akamete uğratıldığını gördük.Şu anda Türkiye sınırı içindeki silahlı unsurların Kuzey Irak'a çekilmesi söz konusudur. Bu arada KCK birkaç gün önce Kuzey Irak'ın başka bölgelerindeki güçlerini de Kandil'e çektiğini duyurmuştur. Türkiye'den Türkiye'de silahlar bırakılmış olacaktır.PKK'lılar daha önce de sınır dışına çekilirken, bazı karakolların taciz edildiği iddiasıyla güvenlik güçleri bu gruplara ateş açmış ve 'güvenli çekilme' hali sona erdirilmişti.Silahlı grupların bazılarının da 'savaşa devam' eğilimlerini kıracak olan da sadece İmralı ve Kandil'dir. Asayiş sorunun ortaya çıkmaması için bütün grupların tam kontrol halinde tutulması durumunda başka provokasyonlar da önlenebilir ya da ortaya çıkarılabilir.Daha önce 'pamuk ipliği' üzerinde oynandı, ama bu kez siyasi iradeler kuvvetli bir halatı ortaya çıkardı. Ve 2015 baharının barış baharı olmasına çok yaklaşıldı.
İç güvenlik yasa tasarısı komisyondan geçti, Meclis'e geliyor. Tasarıya birkaç itiraz var.İtirazlardan biri Yargıtay Başkanı'ndan geldi. Bu tasarıdaki bazı maddelerin "yargı bağımsızlığını" zedeleyeceği eleştirisi ilk kez dile getiriliyor. Tasarı kamuoyuna açıklandığında böyle bir tepki gelmemişti.Bu konuda hukukçulardan daha açık görüşler beklenecektir. Ancak yargısı hiçbir zaman bağımsız olmamış ülkemizin, gerçekten bağımsız bir yargısı olabilmesi için gerçekten bağımsız hukuk insanlarının daha çok çabasına ihtiyaç olduğu ortadadır.Tasarının, Jandarma Komutanlığı'nı İçişleri Bakanlığı'na bağlayan maddelerine de Genelkurmay'dan çok ölçülü bir tepki gelmiş, ancak bu konu da kamuoyunda tartışılmamıştır.Jandarma hiyerarşik olarak Genelkurmay'a bağlıdır, icraat olarak ise kolluk kuvveti olarak İçişleri Bakanlığı ve Genelkurmay'a bağlı görünmektedir. Tasarı bu ikili durumu ortadan kaldırmaktadır.Askeri bir yapının sivil bir otoriteye bağlanması itiraz yaratacak olsa da, jandarmanın esas icraat alanlarının İçişleri Bakanlığı'nın sorumluluk alanında olması dolayısıyla bu eski tartışma sona ermiş olacaktır.Tasarının kanunlaşma aşamasına çok yaklaşmış olan önemli maddeleri ise "makul şüphe" kavramının geri getirilmesiyle ilgilidir. Daha önce de değindik, hukukçular da, sesi çıkabilen herkes de uyardı, "makul şüphe"nin geri getirilmesi gerçek bir gerilemedir."Makul şüphe"nin hukuki bir dayanak olduğu uzun yıllarda neler yaşanmış olduğunu, vatandaşların uğradığı mağduriyetleri sıralamaya bile gerek yok. Çok insan girdi diye basılan evlerden, komşu kavgalarının yol açtığı abuk sabuk şikayetlerin yarattığı mağduriyetlerden bu ülke insanları çok çekti. Elinde çok kitap taşıyor diye insanların üzerleri arandı. Hiçbir maddi gerekçe olmaksızın yüz binlerce ev basıldı, insanlar gözaltına alındı."Makul şüphe"nin yeniden hukuki bir dayanak haline getirilmesi, bütün bunların tekrar yaşanmasından başka bir sonuç getirmez. Buradaki "suçun önlenmesi" gerekçesinin de fazla bir işe yaramadığı, sadece haksız yere mağduriyet yarattığı da geçen yıllarda defalarca kanıtlanmıştır."Makul şüphe”nin geri gelmesi bir de şuna yarar: Türkiye'nin demokratik gelişmesi bir kez daha olumsuz anlamda tartışma konusu olur ve buna da kimsenin "size ne" demeye hakkı olmaz.
Cumhurbaşkanı seçiminde yüzde 10'luk bir oy oranına çok yaklaşan HDP için bu seçim 'Türkiye partisi' olmayı başarabileceği seçim olacaktır.Selahattin Demirtaş, cumhurbaşkanı seçimi öncesinde sürekli olarak bütün Türkiye'ye konuştu, demokrasi taleplerini de bütün Türkiye için dile getirdi. Bunun da seçimde bir karşılığı oldu.Haziran seçimine HDP'nin bir Türkiye partisi olarak girmesi ve bütün ülkeden oy istemesi büyük ölçüde barış sürecine bağlıdır. Eğer AKP hükümetinin öngördüğü gibi seçim öncesinde silahların bırakılması aşamasına açık olarak gelinirse bunun seçime etkisi hem AKP'de hem HDP'de görülecektir.Barışı AKP ile birlikte getirmiş olmanın HDP'ye hem güven hem moral hem de halk ilgisi olarak ve her kademede olumlu yansıyacağı kesindir.Yüzde 10 baraj da bu sıçramanın en büyük engelidir. HDP genel seçime HDP olarak girer ve yüzde 10 barajı aşarak oyunun karşılığı bir kuvvetle Meclis'e girerse yeni dönemin koşulları çok farklı olacaktır.Buna karşılık HDP risk almaz ve seçime yine bağımsız adaylarla girerse, oylarının önemli bir bölümünün heba olmasını ve Meclis'e yine oy gücünün daha altında bir kuvvetle girmeyi kabul ederse koşullar yine farklı olacaktır.Yüzde 10'luk bir oyla Meclis'te var olabilecek bir AKP, MHP'ye oldukça yakın bir siyasi gücü temsil edeceği için merkez siyasetteki dengeler de buna göre değişecektir.HDP şu anda solun farklı renklerini bünyesinde toplamış değildir. CHP'ye daha yakın çizgilerde duran birçok sosyalist hareket ve çevre bu kesimin 'ulusalcıları' olmayı tercih etmekte, Kürt siyasetiyle ittifakı reddetmektedir. Bunun oy düzeyinde olmasa da manevi bir etkisi vardır. Üstelik Kürt siyaseti içinden de 'ulusalcı' çıkışlar yaşanması HDP'nin işini zorlaştıran unsurlar olarak ortaya çıkmaktadır.Yüzde 10 barajı zorlayarak seçime parti olarak irme ihtimali şu anda zayıf görünmektedir. HDP böyle bir atağa cesaret ederse de bunun için güveneceği alan, aslında yine dışardaki Kürt oyları olacaktır.HDP'nin Türkiye partisi olması da, Türk siyasetinin kilit unsurlarından biri olması da esas olarak Haziran seçiminin sonuçlarına bağlıdır.