HDP’nin yeni çıtası

15 Aralık 2014

HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş son konuşmasında genel seçime parti olarak gireceklerini tekrarladı. Demirtaş seçimdeki oy hedefi olarak da yüzde 20’ye yaklaşmaktan söz etti.Cumhurbaşkanı seçiminde aldığı yüzde 9.9’luk oyu Demirtaş artık “taban oy” olarak görüyor. Yüzde 20’ye yaklaşmanın formülü olarak da her HDP seçmeninin sandığa bir kişiyi daha götürmesini gösteriyor.Türkiye’deki Kürt vatandaşların oyları yaklaşık olarak ortadan bölünmüştür, yarısını AKP diğer yarısını da HDP almaktadır. Demirtaş’ın hesabı masada doğrudur, eğer bütün Kürt seçmenler HDP’ye oy verseler yüzde 15-16’yı yakalamak mümkündür, buna soldan gelecek oylar da eklendiği zaman yüzde 18-19’yuk bir oran çıkmaktadır.Kağıt üzerinde bu hesaplar yapılabilir, ancak AKP’ye oy veren ve istikrarla oy vermeye devam eden Kürt seçmenlerin bu kararlarını değiştirmesi için Demirtaş’ın formülü yetmez. Kürt seçmenlerin AKP’den yüz çevirmeleri için önce AKP’nin barış sürecinden vazgeçmesi gerekir ki, bu da olası değildir, tam tersine AKP’nin politikası sürece hız vermek şeklinde gelişmektedir.Yurt dışındaki seçmenlerYurt dışındaki seçmenlerin oy kullanmalarının kolaylaştırılması da söz konusudur ve HDP yurt dışındaki 2 küsur milyon seçmenin yarısına taliptir. Ancak Avrupa’da yaşayan Türk vatandaşı Kürtlerin anavatandaki oy eğilimlerinden daha farklı eğilim göstermesi yani tümünün HDP’ye oy vereceğine ilişkin bir işaret yoktur.Eğer buradaki seçmenin 1 milyon tanesi HDP’ye oy verirse, bunun karşılığı 2-2.5 puan olmaktadır ki, bu da yine kağıt üzerinde HDP’nin yüzde 10 barajı aşmasını sağlayabilir.Bunlar Demirtaş’ın yüzde 20 hedefi üzerine yapılabilecek pozitif varsayımlar. Ancak bu arada Anayasa Mahkemesi’nin yüzde 10 seçim barajıyla ilgili kararı da belli olmamıştır. Mahkeme başkanının daha önce söylediği tarihe çok az bir süre kalmıştır ve kararın “hak ihlalinin kabulü” yönünde olması durumunda Meclis Başkanlığı’nın ve Hükümet’in alacağı tavır ve tavırlar da belli değildir.Her durumda HDP’nin AKP’ye giden Kürt oylarının bir kısmını çevirebileceğine ve Avrupa’daki seçmen desteğiyle de yüzde 10 barajını rahatlıkla geçebileceğine inandığı anlaşılıyor. Bu kanaatin gerçekçi temelleri olup olmadığını görmek için biraz daha zamana ihtiyaç var.

Devamını Oku

Operasyon

14 Aralık 2014

Gazeteci, yazar kimlikli insanların operasyon hedefi olması her zaman tepki çeker, çünkü yakın ve uzak geçmişimizde yaşananlar bize fazlasıyla kuşkulu olmayı öğretmiştir.Gazeteci kimlikli insanların siyasi bağlılıkları, hatta bağımlılıklarını da fazla sorgulamayız, çünkü bu da fazlasıyla alıştığımız bir durumdur.14 Aralık operasyonu olarak kayda geçen olayda Zaman gazetesi ve Samanyolu televizyonu yayın yönetmenleri de gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında gazeteci ve televizyoncularla çok sayıda emniyet görevlisi de bulunuyor.Şu anda bu operasyonun kaynağıyla ilgili bir bilgi yok, çok rivayet var. Dosyanın ana başlığı ‘Hükümeti devirmek için silahlı örgüt kurmak’ olarak geçiyor.Buradaki örgüt Fethullah Gülen cemaatidir, Zaman gazetesi ve Samanyolu televizyonu da cemaatin yayın organlarıdır.Cemaate yönelik soruşturmalar bugüne kadar esas olarak emniyet mensupları çerçevesinde ve gizli dinlemelerle ilgili olarak yürütülüyordu. Bu operasyonla, soruşturma gizli dinlemelerin ve bunların yasa dışı kullanımının ötesine geçmiş ve bizzat Fethullah Gülen’e yönelecek bir aşamaya gelmiştir.Bu soruşturma ve gözaltılarla ilgili tepkilere bakıldığında, gazeteci hassasiyetlerinin ötesinde, ulusalcı çevre ve örgütlerin cemaatle tam bir dayanışma haline geçmesi de dikkat çekmektedir.Bu son gelişmeyle ilgili olarak da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın faili meçhullerde cemaatin ilgisi hakkındaki beyanatı da dikkate alınmak durumundadır. Erdoğan bu ilişkiyi kurarken, kamuoyunun bilmediği birçok olayın da yakında öğrenileceğini söylemişti.Evet, gazeteci kimlikli insanların gözaltına alınması her zaman kuşku ve kaygı yaratır, ama bu operasyon, örneğin Nedim Şener ve Ahmet Şık’a yönelik operasyon gibi bir gazeteci operasyonu değildir ve gazeteci hassasiyeti ortaya konulurken bazı ayırımların yapılması da gerekir.Sonuçta bir operasyon daha oldu ve bunun başka dalgaları da olabilir. Ama ummak istediğimiz her zaman “operasyonsuz” bir ülkede yaşamak ve operasyon kelimesini de unutmaktır.

Devamını Oku

Yol haritasındaki hassas maddeler

11 Aralık 2014

AKP Hükümeti ve Abdullah Öcalan, önümüzdeki altı ayı kapsayan yol haritalarını ortaya çıkardılar. Hükümetin yol haritasıyla ilgili henüz açık bir bilgi yok. Öcalan’ın yol haritasıyla ilgili bazı ayrıntılar basına yansıdı.Öcalan’ın yol haritasını alan HDP heyeti önce Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile bir görüşme yaptı, sonra da Kandil’e giderek buradaki toplantıya katıldı. Bu noktadaki önemli gelişme, KCK’nın “bütün birimleriyle” yaptığı toplantının sonunda Öcalan’ın yol haritasına tam uyum kararı almasıdır.İmralı, HDP ve Kandil arasında varsayılan çelişki ve uyumsuzluklar, daha önce olmuş olsa bile artık tümüyle sona ermiştir. Kandil de yol haritasına tam uyma kararı vererek, barış sürecinin içinde yer alma taahhüdünde bulunmuştur.Öcalan’ın yol haritasının 150 güne yayılmış 66 maddeden oluştuğu açıklanmıştır. Bunların ayrıntısıyla ilgili tam bilgi olmamasına rağmen, BDP heyetinden gelen bazı beyanlar, “hassas” konuların da bu haritada yer aldığını göstermektedir.Genel af önerisi ve talebi en hassas madde olarak görülmelidir. Genel af, Türkiye’de defalarca uygulanmış, hem lehte hem aleyhte kamuoyları oluşmuştur.Barış sürecinin hassas alanlarından biri, PKK militanı veya yöneticisi olarak çalışmış insanların, örgüte yardım ve yataklık yapmış insanların, şu anda dağda ve Kandil’de bulunanların ne olacağıdır.Daha önce çıkarılmış pişmanlık yasaları, yarım ve yarım niyetle yapılmış olduğundan derde deva olmamıştır. Barış sürecinin bu aşamasında sadece PKK’lıları ve PKK sempatizanlarını değil, herkesi kapsayacak bir genel af ile “tek kalemde tam çözüm” ihtimali bulunmaktadır.Genel af, olduğu zaman bundan sadece PKK’lılar değil, şu anda tam bir hukuki karmaşa içine girmiş Ergenekon ve darbe davalarının hükümlüleri ve sanıkları da yararlanacaktır ve toplumun geneli için tam bir “sıfırlama” gerçekleşmiş olacaktır.Yol haritasının ikinci hassas noktası, kimilerinin fazla ileri giderek “özerklik” kelimesini kullanmalarına yol açan, yerel yönetimler reformudur. Bunun adına isteyen özerklik desin, ama bu konu zaten şu anda Hükümet’in daha önce taahhütte bulunduğu, Avrupa Konseyi “yerel yönetimler şartı”nın onaylanmasıyla başlayacak bir yerel yönetim reformudur ve bu sadece Kürtler için değil bütün ülke için, yerinden yönetim ve yönetime katılma reformu olarak demokratik süreçlerin en önemlilerinden biridir.Bu yol haritasıyla ilgili müzakere süreci artık açılmıştır, masa en sağlam haliyle yerinde durmaktadır ve sağlanacak her gelişme demokratik süreç içinde yer aldıkça toplumun desteğini bulmaya devam edecektir.

Devamını Oku

Cinayetin ucundakiler

10 Aralık 2014

Hrant Dink’in katili, komplonun tetikçisi dökülmeye başladı ve iki üst düzey emniyet görevlisinin bizzat operasyonun içinde olduklarını doğruladı. Dink davasının peşinde koşanların önemli bir tespiti de katil tarafından doğrulandı. Buna göre cinayet mahallinde bir üçüncü kişi daha vardı ve bu kişi de bir emniyet görevlisiydi.Katilin ifadelerine göre, yakalanacağı yer bile önceden tespit edilmişti ve katil kaçtıktan sonra orada yakalandı. Ve devlet görevlileri tarafından, bir kahraman muamelesi gördü, Türk bayrağı önünde hatıra fotoğrafları çekildi.Bu üst düzey emniyet görevlilerinin de Hrant Dink’in sözlerine tepki duyan “milliyetçi” kişiler olduklarına inanmak için hâlâ aşırı saf olmak gerekiyor. Cinayetin hemen ertesi günü, cinayetin bir arkadaş grubu tarafından işlendiğini söyleyenler hiç de saf değillerdi. Giderek bunların da kendilerine verilmiş bir görevi ifa ettiklerine dair veriler de artıyor.Cinayetin perde arkasında, devlet görevlilerinin, önemli devlet görevlilerinin bulunduğu kuşkusu yeni değil, ama bütün bunlar, katilin son ifadesiyle doğulanmış oldu, şimdi sıra yargının görevini yapmasında.Cinayettin bugüne kadar geçen sürede yargının görevini yapması konusunda çok fazla engel çıktı, çıkarıldı. Bazı ellerin, davanın iki çocukla tamamlanıp dosyanın kapatılması için çok çaba harcadıkları da açıkça görüldü.Kara kutu açıldıAdı geçen emniyet görevlilerinin Gülen Cemaati’ne mensup ya da yakın bilinen kişiler olması da farklı siyasi uzantılar ve olayın nedenleriyle ilgili yeni karartmalar yarattı.Cemaat mensubu üst düzey emniyet görevlilerinin kendi başlarına hareket etmediklerine ilişki yoğun kokular bulunmasına rağmen, meselenin bu düzeyde ele alınmasına ilişkin çabalar da görüldü.Gülen Cemaati mensubu emniyetçilerin, büyük sarsıntı yaratacak bir siyasi cinayeti kendi başlarına örgütlediklerine inanmak için fazla saflık gerekiyor. Ergenekon davası sanığı bazı kişilerle cemaat mensubu emniyetçilerin Hrant Dink konusundaki ortak faaliyetleri, çok açık şekilde ikisinin de tepesinde duran bir “üst akıl”ı işaret ediyor.Sabancı katili hapishanede öldürülmüştü. Özal’ın suikast sanığı sustu ve ortadan kayboldu. Dink’in katili de aniden susabilir veya hapishanede öldürülebilir. Ama artık bu davanın peşini bırakmayan, bırakmayacak bir kamuoyu var. Ve kara kutu artık açılmıştır, artık beklenen adalettir.

Devamını Oku

Osmanlıca öğretilsin de...

8 Aralık 2014

Konu Eğitim Şurası tarafından ortaya atıldı. Milli Eğitim Bakanlığı’na, Osmanlıcanın liselerde zorunlu ders olması için tavsiye kararı alındı. Bu kararı Cumhurbaşkanı Erdoğan kuvvetle destekledi, Başbakan Davutoğlu da yerinde buldu.Bu tartışma birkaç gündür sürüyor, ama tartışanların birçoğu temelinden yaklaşmadığı gibi, “ideolojik” yaklaşımlar üzerine alınan tavırlar da kuvvetli görünmüyor.Tartışanların önce “Osmanlıca nedir”den başlamaları herhalde konuya biraz daha açıklık getirecektir.Osmanlıca esas olarak Arapça ve Farsçadan oluşan, alfabe olarak da Arap alfabesini kullanan ve şu anda yaşamayan bir dildir. Yaşamayan dil, bir toplum ya da bir toplum kesimi tarafından ana dil olarak kullanılmayan dildir.Osmanlıca Arapça değildir, ikisi de çok farklıdır. Bazen “eski yazı” olarak nitelediğimiz Arap alfabesinde sesli harfler yoktur, bu yüzden Osmanlıca öğrenebilmek, okuyabilmek için çok kuvvetli bir kelime bilgisi gerekir.Osmanlıcada çok farklı yazımlar vardır, matbaa yazısı da hepsinden farklıdır. Kuran-ı Kerim ile Osmanlıcanın aynı alfabeyi kullanmaları dışında bir ortaklığı yoktur. Yani Osmanlıca bilen Kuran-ı Kerim’i okuyamaz, Kuran-ı Kerim okuyabilenler, ezbere bilenler de Osmanlıca okuyamaz, yazamaz, konuşamaz.Osmanlıca öğrenmek ile Arapça öğrenmek çok farklıdır, şu anda kullanılan birkaç farklı Arapçadan birini bilen, okuyabilen Osmanlıca anlayamaz. Arapça öğrenmek Osmanlıcaya göre daha kolaydır.Temel Osmanlıca metinlerin tümü Latin alfabesine çevrilmiştir. Örneğin Divan şiirinin tümü Türkçe alfabeyle okunabilir, ama anlamak için yine çok kuvvetli Osmanlıca bilgisi gerekir. Divan şiirinin kalıplarından, mesela “failatün failatün failatün fai’lün” kalıbıyla yazılmış bir şiiri anlayabilmek için Osmanlıcada bayağı ileri dereceye ulaşmış olmak gerekir.Birkaç gündür çok sözü edilen mezar taşları için de aynı durum vardır. Lisede üç yıl Osmanlıca okumuş olanlar ancak birkaç kelime okuyup anlayabilirler. Mezar taşlarındaki yazıları okuyup anlamak için de ayrı bir eğitim gerekir, çünkü bunların kalıpları da farklıdır, kendi aralarında da farklıdır.Osmanlıca eğitimiyle ilgili son bir nokta: Edebiyat fakültelerinin Türk dili ve edebiyatı bölümlerinde Osmanlıca zorunludur, ama buradan çıkanların da Osmanlıca öğretebilecek ehliyette oldukları çok kuşkuludur. Yani şu anda liselerde Osmanlıca öğretebilecek insan sayısının aşırı az olduğunu söyleyebiliriz.Bir sonuç gerekiyorsa: Keşke liselerde Osmanlıca öğretilse, gençlerin kendi tarihlerine yakınlaşmasının bu yolu da açılabilse... Bundan fazlasını şu anda söylemek mümkün değil.

Devamını Oku

Seçime erken tahminler

7 Aralık 2014

Seçim araştırmalarının ilk sonuçlarından birini Başbakan Davutoğlu açıkladı. Buna göre AKP yüzde 48.5-51.5 bandında görünüyor. Bu sonucu veren araştırmalarda CHP yüzde 25, MHP yüzde 14 dolayında görünüyor.CHP ve MHP’nin seçim kampanyaları aşağı yukarı bellidir ve bu oy oranlarında ‘anlamlı’ bir artış beklentisi iki partinin de yönetici ve seçmenlerinde görünmemektedir.AKP ise siyasetin en doğal ve meşru yöntemlerini kullanmaya başlamıştır. Vergi affı, elektrik borcu affı, bedelli askerlik gibi kararların seçmen tercihlerini etkileyeceği kesindir. Esnafın banka borçlarıyla, emeklilere tanınacak yeni imkanlar da gündemdedir.Seçime kadar AKP’nin bunlara yeni uygulamalar eklemesi de ekonomik avantaj sağlayan her kesimde iktidar açısından olumlu tepkiler yaratacaktır.Siyasi planda Cumhurbaşkanı Erdoğan yoğun şekilde muhafazakar kesimlere yönelik konuşmalar yaparken Başbakan ve Hükümet de iki önemli siyasi konuda hareket halindedir.Banış süreci, 6-7 Ekim krizinden kurtarılmış ve sürecin 2015 Nevruz’unda son aşamaya geçmesi için çalışmalar yoğunlaştırılmıştır.Hükümet Aleviler için de çeşitli kararlar almıştır ve bunların birçoğunu yakın dönemde uygulamaya geçirmek konusunda açık bir irade göstermektedir.Cumhurbaşkanı seçiminde, sandığa gitmemiş olan yaklaşık 2 milyon kişilik bir AKP seçmeni vardır ve bunların tekrar sandığa getirilmesi için de AKP örgütünün yapacağı çalışmalar da önemli olacaktır.Bu verilerin tümü AKP’nin oy oranının yüzde 50’nin üzerine çıkması ihtimalinin yüksek olduğunu göstermektedir. Yüzde 50, AKP’nin genel seçimlerde elde ettiği en yüksek oy oranıdır ama Meclis’te anayasayı tek başına değiştirecek bir çoğunluk sağlamasına yetmemektedir. Bunun için gereken oy oranı yüzde 53 ve üzeridir.Bu noktada HDP’nin seçime parti olarak mı yoksa bağımsız adaylarla mı gireceği hem seçimin matematik sonuçları hem de yeni siyasi ortamı belirlemesi açısından büyük önem taşımaktadır.Seçimde HDP’nin Meclis dışı kalmasına ve farklı bir güç oyununa yönelmesi tartışılırken de, Abdullah Öcalan’ın ‘darbe mekaniği’ sözü hatırda tutulmalıdır.Öcalan ‘darbe mekaniği’ sözünü üç kez kullandı. Gezi olaylarından sonra, 17-25 Aralık operasyonundan sonra ve 6-7 Ekim Kobane eylemlerinden sonra söylediği ‘darbe mekaniği’ sözlerinin üçü de HDP’ye yönelik uyarılar olarak görülmelidir.

Devamını Oku

Düğüm aynı noktada

5 Aralık 2014

Fethullah Gülen cemaatinin AKP’ye, Tayyip Erdoğan’a karşı kalkışmasının kaynağı üzerine çok fazla fikir beyan edildi. Bunların bir kısmının iyi niyetli sorgulamalar olmasının yanında, bilinçli çarpıtma ve manipülasyonlar da giderek daha fazla anlaşılır oldu.Dershaneler Cemaat için önemliydi, ama o kadar da fazla önemli değildi. Cemaatin dershaneleri tartışma konusu olduğunda Fethullah Gülen bizzat, bunların hemen devlete devredilebileceğini söylemişti.Dershaneler, ancak AKP’nin karşı atağıyla dershaneleri hedef almasıyla olay olmuştur. Bu konudaki tepkilerin tonunun yüksekliği de cambazın ipi göstermesinden başka bir şey değildi.“Paralel yapının icraatları” başlığı altında sürekli olarak yayın yapan Sabah gazetesinin son haberi, cambazın ipe yönelttiği dikkatleri doğru yöne çevirebilecek en önemli haberdir.Barış sürecinin, Oslo görüşmeleriyle önemli bir ivme kazandığı dönemde PKK’nın veya KCK’nın başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlere çok miktarda patlayıcı getirdiği öğrenilmiştir. Nitekim bu görüşmeler sırasında, MİT yetkililerinden biri “şehirlere patlayıcı madde doldurdunuz” lafını etmiştir.Barış sürecinin bir nebze ilerlemesi için yoğun çabalar gösterilirken PKK-KCK’nın İstanbul ve başka şehirlere patlayıcı yığması doğal olarak onların samimiyetsizliğinin önemli bir kanıtı olarak görülmüş ve belli ki siyasi irade de bu konuda uyarılmıştır.Bu arada Oslo görüşmelerinin, en yetkili kişilerin ifadesine göre bir yabancı istihbarat örgütü tarafından ele geçirilmesi ve Cemaat eliyle açıklanması gerçekleşmiştir. Bunun arkası da MİT Başkanı Hakan Fidan’ın “terörle işbirliği” soruşturması kapsamında ifadeye çağrılmasıdır.Hatırlayalım, Fidan ifade vermeye gitmedi, gitseydi Oslo görüşmeleri nedeniyle “terörle işbirliği yapmak” suçlamasıyla tutuklanacak, ardından da onun bağlı olduğu Başbakan ifadeye çağrılacaktı.Bu arada KCK soruşturmaları da devam ediyordu ve bu kapsamda İstanbul’da bulunan patlayıcılar dolayısıyla çok sayıda gözaltı ve tutuklama gerçekleşmişti.Ve şimdi ortaya çıkıyor ki, İstanbul’da bulunan bu patlayıcılar emniyet görevlileri tarafından Hakkari’den getirilip, bulunduğu yerlere gömülmüştür.Bu operasyonun amacı bellidir, bir taraftan MİT’in yıpratılması, diğer taraftan “bu ne biçim barış süreci” sorusunun sorulması ve esas olarak da sürecin sabote edilmesi.Son dört yılın bütün siyasi çalkantılarının üstü biraz kazındığında altından aynı şey çıkıyor: Barış sürecinin her ne pahasına olursa olsun durdurulması.

Devamını Oku

Baraj operasyonu

4 Aralık 2014

Seçime altı ay kala, Anayasa Mahkemesi Başkanı Kılıç’ın seçim barajını gündeme getirmesi ve birkaç hafta içinde karar alacaklarını açıklaması birkaç taraflı kuşkuya yol açtı.Yüzde 10 seçim barajının yüksek olduğuna aslında kimsenin itirazı yoktur. Ancak bu barajın korunması da şu anda Kürt siyasetinin merkez siyasetin “kıyısında” tutulması anlamına geldiği de ortadadır.Baraj konusunun seçime bu kadar kısa süre kalmışken yeni bir “operasyon” kuşkusu yaratmasının bir öncesinde de HDP’nin seçime parti olarak katılacakları açıklaması bulunmaktadır.HDP ve selefleri son cumhurbaşkanı seçimine kadar, bağımsız adaylarla katıldıkları seçimlerde yüzde 6-7 oy oranlarına ulaşmış, son cumhurbaşkanı seçiminde bu oran yüzde 10’a yaklaşmıştı.Şu anda, yüzde 10’luk seçim barajı geçerliyken, HDP eğer yüzde 10’a ulaşırsa 60, belki daha da fazla milletvekilliği kazanabilir. Ama yüzde 9.99’da kalırsa sıfır ile Meclis dışı kalır.Bundan sonra ne olacağına bakıldığı zaman da tartışmaların, tepkilerin hedefine AKP Hükümeti’nin konulacağı bellidir. HDP de bütün iç ve dış muhalefet de “suç”un yüzde 10 barajını değiştirmeyen AKP Hükümeti’nde olduğunu tekrarlayacaktır.HDP’nin getiremediği 60 milletvekilliği “gasp edilmiş” diye nitelenecek ve seçimin meşruluğuyla ilgili tartışmalar yapılacaktır.Bunun aşağıya doğru yansımalarını, sokaklara taşabilecek tepkileri ve sonuçlarını şimdilik bir kenarda tutalım.Anayasa Mahkemesi’nin yüzde 10 barajının “hak ihlali” olduğunu kabul etmesiyle, Meclis’in bununla ilgili bir yasa değişikliği yapması gerekiyor. Buradaki tartışma da, “seçimlere bir yıldan az bir süre kala yapılmış olan seçim kanunu değişikliklerinin ancak bir sonraki seçimde geçerli olacağı” kuralı üzerine olacaktır.Buradaki tuzak da, barış sürecinde önemli ilerlemeler sağlandığı sırada AKP Hükümetinin yüzde 10 barajda ısrarcı bir tavır alması ve barajın bu şekilde kalmasını sağlayacak hukuki tedbirlere girmesidir. Burada da AKP’nin barış süreciyle ilgili iradesi tartışma konusu olacaktır.Eğer AKP böyle bir tartışmayı açmaz, bu seçimin Anayasa Mahkemesi’nin kararına uygun olarak sıfır barajla yapılmasının önemlerini alırsa bugün yayılan bütün kuşkular ve kötü kokular bir kez daha siyasi irade tarafından dağıtılmış olur.

Devamını Oku