Seçim olacak mı? HDP girecek mi?

24 Eylül 2015

Birinci sorunun cevabında herhangi bir kuşku yok, 1 Kasım’da seçim yapılacak.Güvenlikle ilgili tartışmalar ne olursa olsun, alınması düşünülen tedbirlerle ilgili kaygı ve kuşkular ne olursa olsun seçim olacak.Seçimin yapılmaması demek, demokrasinin yeni bir yöntemle askıya alınması demektir ki, bunun adı “darbe”dir.Seçimin yapılmaması kararını alanlar demokrasinin askıya alınması kararını almış olurlar ve bunun sonuçları ülkenin 70 yıl geriye gitmesi demektir.PKK ve PKK ile aynı hedefte birleşen odaklar, seçimin yapılmaması için hangi faaliyetlerde bulunurlarsa bulunsun seçim yapılmak zorundadır.Eğer bazı bölgelerde tedbirlerin uygulanma şekli veya olaylar dolayısıyla doğru sonuç alınamazsa Yüksek Seçim Kurulu buralardaki seçimleri yenilemek yetkisine sahiptir.İkinci sorunun, HDP’nin seçime girip girmeyeceği sorusunun cevabında da aslında bir kuşku yoktur.HDP seçime girmek zorundadır ve demokrasi ve barış sürecinde etkili bir oyuncu olma çabasını bunun üzerine kurmaktadır.Büyük komplolar düşünenler arada ortaya çıkıyorlar. Büyük kanlı oyunların sahneye konulmasının ardından HDP’nin seçimden çekilmek sorunda kalmasını sağlayacak komplolardan daha sık söz edilir oldu.Bu komplolar gerçek olsa ve HDP seçimden çekilmek zorunda kalsa, Türkiye’de demokrasi de gömülmüş olur. 70 yıl, 100 yıl geriye düşeriz hesapları da kalmaz demokrasinin birinci maddesi gömülmüş olur.1946’daki ilk serbest seçimler dışında Türkiye’de bütün seçimlerin sağlıklı yapıldığı, hiçbir arızanın sonuçlara etkide bulunmadığıyla övünenler haklıdır.Ama ilk kez bir seçimin yapılmaması, yaptırılmaması konuşuluyorsa, bir siyasi partinin seçime katılmasının engellenmesi konuşuluyorsa ciddi bir arıza vardır.Demokrasiyi hazmetmemiş odakların kafalarındaki arızanın, hastalıklı temennilerin ötesine geçmemesi için bütün siyasi yapının dikkatli olması gerekiyor.Bu seçimler yapılacaktır, HDP de anayasal ve demokratik güvencelerle bu seçime katılacaktır.

Devamını Oku

Enseyi karartmayın, bugün bayram

23 Eylül 2015

Dostluk ve iyimserlik ve de her iki anlamıyla “moral” günleridir bayramlar. İnsanlar hayatlarında “bayram tadı” ister, umut ve iyimserlikle rahatlamak ister.Eskiden yaşlı yazarlar gençlere “bayramlarda mutlaka bayram yazısı yazın ve bu yazılar iyimser olsun” diye öğüt verirlerdi.Bu öğüdü tutmak için iyimserliğin bir dayanağı olması gerekiyor. “Güzel günler gelecek umudunuzu asla kaybetmeyin” tavsiyesine Çetin Altan “Enseyi karartmayın” deyişini eklemişti. Sadece bayramlarda değil, “hiç bir zaman enseyi karartmayın” sözünü kullanarak moral bulmak da her zaman mümkün olmuyor.Yüz dolayında güvenlik görevlisi ve aralarında kadınlar ve çocukların da olduğu siviller hayatlarını kaybettiler. İki bin kadar teröristin öldürüldüğü de resmen açıklandı.Böyle bir kan denizinde “enseyi karartmayın” deyince enseler beyazlamıyor. Her ölümde biraz daha kararan enseleri neyin beyazlatacağını da söylemek gerekiyor.Bütün toplumun ensesini neyin, nelerin kararttığını çok iyi biliyorduk, söylüyorduk, gereğini yapmaya çalışıyorduk.Ama unutmuşuz veya gözümüz eskisi kadar açık kalamamış ki, mutsuz bir bayram daha yaşıyoruz, bütün toplumu da mutsuz bayramlar yaşamaya mecbur ediyoruz.Düşmanlıkların iyice öne çıktığı, sabahtan akşama öfkeli konuşmaların yapıldığı, “düşman içimizde” edebiyatının hortladığı bir ortamda insanların mutlu bayramlar geçirmesi yönetenler için de yönetilenler için de mümkün değildir.Bugün bayram, eski yazarların tavsiyesine uyarak iyimser yazılar yazmanın mümkün olmadığı bir bayram. Nostaljik bayram edebiyatı yapmanın, “nerede o eski bayramlar” diye hayıflanmanın, değişimden şikayet etmenin de hiç yeri ve zamanı değil.Her şeye rağmen herkese iyi bayramlar dileriz, bayramların tadını kaçıranların da kendilerine gelmeleri için bir fırsat olmasını bekleriz.Enseyi karartmamak ne kadar mümkünse o kadar karartmayalım ve her zaman bir limanın olduğunu hatırlayalım.

Devamını Oku

Ak Parti’nin ‘fabrika ayarı’

21 Eylül 2015

Geçen büyük kongre ve Ak Parti milletvekili aday listelerinin ortaya çıkmasıyla birlikte parti ve yakın çevrelerden oldukça sık “fabrika ayarı” sözü duyuluyor.“Fabrika ayarı” olması için, orijinal ayarlarda bir bozulma olması gerekiyor. Ak Partililer hangi ayarlarda bozulma olduğu konusunda bir açıklık getirmiyor, ya da kamuya açık bir netlik getirmiyor.Ama “fabrika ayarı” kelimelerinin arkasından genellikle “2002 ruhu”nun hatırlatmaları geliyor.Ak Parti 2002’de ilk seçimini kazandığında siyasi istikrar ve demokrasi vaatleri öne çıkıyordu. O günün “3 Y ile savaş” sloganını içindeki Y’lerden biri yolsuzluk, diğeri de yoksulluktu.2012’ye gelene kadar Ak Parti politikaları orta ve alt sınıfları toplarken, bütün muhafazakar kesimlerle birlikte “liberaller” denilen kesimi de yanına almayı başardı.2012’de MİT başkanı üzerinden barış sürecini durdurma ve başbakan Erdoğan’ı vatana ihanet ve terörle işbirliğinden tutuklama girişimiyle birlikte sert bir çatışma dönemine girildi.2012-2015 arasında yaşanan çatışma süreçlerinin ardından Ak Parti, 13 yıl önceki oy oranına, yüzde 41’e inince de bunu Ak Parti de muhalefet kuvvetleri de bir yenilgi olarak gördü.7 Haziran’dan bu yana, yakın dönemin en tartışmalı siyasi konularından biri olan “başkanlık sistemi” tümüyle rafa kaldırılmış görünmektedir.Bunu herhalde Ak Parti’nin tepesi de zorunlu bir “fabrika ayarı” olarak görmektedir.Zorunlu olmayan, ama “2002 ruhuna dönüş” işareti olarak, üç önem kuralı dolayısıyla siyaset dışına düşen ve düşecek olan kurucu kadroların tekrar öne çıkmaları da genellikle olumlu bulunan bir “fabrika ayarı” olmuştur.Ak Parti’nin birinci kuşağı, partiyi büyütürken ve sonrasında “çatışma dili”nin uzağında durmuş bir kadrodur. 2011’deki yüzde 50 oyun bununla yakından ilgili olduğunu bu kadro iyi bilmektedir.Ak Parti’nin 7 Haziran değerlendirmesinin ardından ortaya “fabrika ayarı” kavramının çıkmış olması da toplumun tümünü kucaklayacak politikalar için olumlu beklentilerin işaretidir.7 Haziran öncesindeki gergin ortamın, 1 Kasım’a doğru bir ölçüde de olsa değişmesi, kalan süre bir ay olsa bile seçmene olumlu yansıması büyük ihtimaldir.

Devamını Oku

Kampanyanın etkili açılışı

20 Eylül 2015

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu, seçim kampanyasını “tek bayrak tek ses” mitingiyle açtılar.Konuşmalarda, seçimin iki ana konusunun “terör” kısmıyla ilgili içeriği çok net ifadelerle açıldı.Erdoğan da Davutoğlu da 1 Kasım’da HDP’nin Meclis’e gelmemesini farklı ifadelerle istediler. Erdoğan “Meclis’e hangi partiden olursa olsun 550 tane yerli ve milli milletvekili getirin” dedi.Cumhurbaşkanı, barış sürecinin “geriye doğru işlemeyeceğini” söylerken demokrasiye, bütün hak ve özgürlüklere sahip çıkılacağını, demokrasi süreçlerinin devam edeceğini söyledi.Başbakan’ın ifadesi de son dönemin sıcağına yeni bir “ayar” getirdi: “Silahlar betona gömülecek, ondan sonra demokratik talepler konuşulabilir.”Erdoğan ve Davutoğlu’nun aslında birbirini tamamlayan ifadelerindeki demokrasi vurgusu ve “demokratik talepleri konuşuruz” vaadi, basit bir “ton değişikliğinin” ötesinde bir “ayar” ifade etmektedir.7 Haziran öncesinin sert dilinde değişiklik olmasına rağmen HDP’ye ilişkin strateji değişmemiştir, Ak Parti 1 Kasımda da HDP’nin baraj altında kalmasını hedeflemektedir.Basit hesap değişmemiştir, HDP’nin barajı aşamaması durumunda birinci parti olduğu illerdeki bütün milletvekillikleri Ak Parti’ye geçecek, Ak Parti bölgede ikinci değil birinci siyasi güç olacaktır.Şu andaki verilere bakıldığı zaman bunun oldukça yüksek bir hedef olduğunu görmek gerekir. Ama bu aynı zamanda 400 milletvekili hedefinin olmazsa olmaz unsurudur.“Tek bayrak tek ses” mitingiyle etkili bir kampanya açılışı yapmış olan Ak Parti, Kürt seçmene de yenilenmiş bir üslupla yaklaşacağının işaretini vermiş oldu.Bunun sandığa nasıl yansıyacağını söylemek için henüz erken, önümüzdeki bir ay oldukça yoğun kampanyalar yapılacak ve bunların çok farklı yansımaları olabilir.Ak Parti’nin Yenikapı’daki kampanya açılışının ve devamının “kararsız seçmen” üzerinde etkili olma ihtimalinin yükseldiğini söyleyebilir. Ancak Kürt seçmen şu anda “kararsız seçmen” değildir.

Devamını Oku

Adayların ağırlığı

18 Eylül 2015

1 Kasım seçimiyle ilgili yaygın kanaatlerden biri, büyük oy kaymalarının olmayacağı, ancak az sayıda seçmenin tercih değiştirmesinin bile sonuca önemli etkisi olacağını şeklinde ifade ediliyor.7 Haziran’a göre 1 Kasım’da yaşanabilecek oy kaymaları ihtimalleri de bellidir.CHP’den 7 Haziran’da HDP’ye gitmiş olan oylar geri de dönebilir, dönmeyebilir, hatta bunların yanına başkaları eklenebilir. Bütün bu hareketler en çok iki puanın içinde seyredecek değişikliklerdir.7 Haziran’da Ak Parti’den HDP’ye gitmiş olan Kürt seçmene yenilerinin eklenmesi de büyük ihtimaldir. Bu da 1 - 1.5 puan gibi bir oransal değişiklik ifade edecektir.CHP ile HDP’nin milletvekili adaylarının bu açıdan bakıldığında büyük bir ağırlık teşkil etmeyeceğini söyleyebiliriz. Tabii ki bunun yerel düzeyde bazı olumlu ya da olumsuz etkileri olabilir, ancak bunların çok sınırlı olacağı görülmektedir.Ak Parti ve MHP arasında ise diğer partilere göre daha yüksek oy kaymaları beklenmektedir. Genel beklenti “terör” meselesinin MHP’den Ak Parti’ye geçişler üzerinde etkili olacağı yönündedir.Bu noktada Ak Parti adaylarının da belli bir ağırlığı olacağı düşünülebilir. Tuğrul Türkeş’in yanında MHP kökenli ve isimleri ülkücü çevrelerde etkili bazı siyasilerin Ak Parti listelerinde yer almasının bu geçişte etkili olması büyük ihtimaldir.Ancak siyasetin tümüne bakıldığında, milletvekili adaylarının 1 Kasım seçimindeki ağırlığının oldukça sınırlı olacağını söyleyebiliriz.Seçmen iki büyük siyasi konu için, siyasi ve ekonomik istikrar ile terör odaklı tercih yaparken, adayları daha alt noktalarda değerlendirecektir.Bunu aday listelerinin açıklanmasından önce kamuoyunun bunlara ilişkin ilgisizliğinden de çıkarabiliriz. Aday adayları çok az haber ve tartışma konusu olmuştur ve bugün partilerin aday listelerini vermeleri için son gündür.Bugün verilecek listelerde 7 Haziran’a göre büyük değişiklikler de olmazsa, ki bu beklenen bir durum değildir, adaylara seçmenin ilgisi daha da azalacaktır.

Devamını Oku

Bu seçimin iki ‘ana konu’su

16 Eylül 2015

Her seçimin birkaç “ana konu”su vardır. Siyaseti iyi yönlendirebilen, altyapı imkanlarını iyi kullanarak “ana konu”ları belirleyebilir.7 Haziran seçiminin ana konuları “Tayyip Erdoğan” ve “Kürt meselesi”ydi. Bütün muhalefet Erdoğan’ı “ana konu” yaptı, Ak Parti ve Erdoğan da Kürt meselesini “ana konu” yaptı.1 Kasım seçiminde, siyasi ve ekonomik istikrar, ister istemez “ana konu”lardan biri olacak. 7 Haziran seçim sonuçlarının ardından bir “yönetme sorunu” ortaya çıktığı için bu herkes için mecburi bir ana konudur.İkinci “ana konu” birkaç ay önce “barışa nasıl ulaşılacağı” tartışmasıydı, şimdi ise “terör” oldu. Büyük çoğunluk için meselenin adı “terör” olsa da “barışa nasıl ulaşılabilecek” sorusu devam etmektedir.Seçmenin büyük çoğunluğu, birinci “ana konu” üzerine karar verirken bir tek soruya cevap verecektir: Ak Parti’ye oy vermek mi siyasi ve ekonomik istikrarı getirir, oy vermemek mi?Bu soru sorulduğu sürece Ak Parti açısından avantajlı bir durum ortaya çıkmaktadır. İki muhalefet partisi de, CHP ve MHP ülkeyi yönetmek veya yönetimine katılmak iradesi ve kuvvetinde görünmemektedir. Ancak seçmenin siyasi ve ekonomik istikrarsızlığı birinci ana konu olarak düşünmesi de ille de Ak Parti’yi oy vereceği anlamına gelmez.Şimdi “terör” dediğimiz meseleye de herkes kendi açısından değişik isimler vermektedir. Büyük çoğunluk “terör” dese de bunun sayısız alt başlıkları vardır ve bunlar da zaman zaman öne çıkmaktadır.1 Kasım’la ilgili olarak şu anda “terör” meselesi üzerinden tahlil yapıldığı zaman önce Ak Parti’nin 7 Haziran öncesi ve sonrası stratejisi tartışılacaktır. Zaten enine boyuna tartışılmaktadır. 1 Kasım’da oy kullanacak seçmen de tercihini yaparken Ak Parti’nin bu stratejisini göz önünde tutacaktır.Seçmenin genelinin bu meseleye bakışını aslında 1 Kasım akşamı öğreneceğiz, ama seçmenin Kürt kesiminin bakışını bilmek için beklemeye gerek yok. Bu strateji Kürt seçmeni Ak Parti’den biraz daha uzaklaştırmıştır.Seçim koşulları ne olursa olsun, Kürt seçmenden Ak Parti’ye gidecek oylar azalma eğilimindedir ve bu seçmen şu anda HDP’de toplanma eğiliminde olduğunu göstermektedir.1 Kasım’ın ana konularının önümüzdeki bir buçuk ay içinde değişme eğilimi bulunmuyor, ama küçük oranlardaki algı ve açı değişiklikleri de seçim sonuçları üzerinde büyük etkileri yaratmaya hâlâ adaydır.

Devamını Oku

HDP’nin tasfiyesi neye yarar?

14 Eylül 2015

HDP’yi tasfiye etmek, merkez siyasetten uzaklaştırmak için geniş bir ittifak ortaya çıktı. PKK - KCK, oyunu istediği gibi oynamayan HDP’nin merkez siyasette etkisiz, ama kendine bağımlı daha küçük bir parti olması için çaba gösteriyor.MHP, HDP’nin merkez siyasetten uzaklaştırılması bile değil, tümüyle kapatılması, yöneticilerinin içeri atılmasını istiyor.Ak Parti ise, kendisinden HDP’ye gitmiş olan Kürt oylarının geri dönmesini ve HDP’nin barış sürecinde etkisiz hale gelmesini hedefliyor.CHP’nin bir kısmı MHP ile aynı tavırdadır, diğer kısmının çizgisi ise belli değildir. Tabii bir de “devlet” var. Meclis’te üçüncü siyasi parti olan, gelecek seçimde MHP’de fazla oy alma ihtimali bulunan HDP’den oldukça rahatsız olan “devlet” de bu partinin küçük bir oyuncu olarak kalmasını istiyor.HDP’nin küçük bir oyuncu olarak kalması PKK-KCK’nın da olduğu gibi kalmasını sağlayacağı için bu da stratejik tercihlerden biri, belki en kuvvetlisi olarak görünüyor.Ak Parti, 7 Haziran seçim sürecinde HDP’ye dört koldan yüklenerek hem Kürtlerden aldığı oyları artırmak hem de MHP seçmeninden oy almayı hedefledi. Bu strateji başarısız oldu, 2011’de Ak Parti’ye, cumhurbaşkanı seçiminde Tayyip Erdoğan’a oy vermiş olan seçmenin önemli bir kısmı HDP’ye, küçük bir kısmı da MHP’ye yöneldi.Ak Parti’nin 1 Kasım seçimi stratejisinin aynı olması halinde, HDP’deki Kürt oylarının geri dönmesi zayıf bir ihtimal olarak görünüyor. Buna karşılık MHP seçmeninden bir kısmın Ak Parti’ye yönelmesi de yüksek ihtimaldir.HDP’nin seçimde tasfiyesi, 1 Kasım hangi koşullarda gerçekleşirse gerçekleşsin zordur. Bu tasfiye ancak başka araçlarla yapılabilir ki, bu araçların demokrasideki yeri her zaman tartışmalıdır.HDP’nin her türlü tasfiye girişimini Kürtlerin tümü, PKK’ya yakın olanlar da olmayanlar da Kürtlerin siyasetten ve demokrasiden dışlanması olarak görecek ve buna göre tepki verecektir.HRP başka yollarla tasfiye edilse, merkez siyasetten uzaklaştırılsa bile siyasette sıfırlanması mümkün olmadığına göre, Kürtlerin kendilerini Türkiye’den biraz daha uzaklaşmış hissetmelerinden başka bir sonuç vermez.

Devamını Oku

Abdullah Gül’ün emekliliği

13 Eylül 2015

2007 cumhurbaşkanı seçimi sürecinde, askeri vesayetin baskısı altında Abdullah Gül, Ak Parti tarafından cumhurbaşkanı adayı olarak belirlendi ve seçildi. Bundan sonra cumhurbaşkanı seçim kuralını değiştiren referandumda halk yüzde 70’e yakın bir oranda vesayete karşı tavır aldı.Gül’ün yedi yıllık görev süresi içinde en az tartışılan cumhurbaşkanlarından biri oldu. Ak Partili olduğunu unutturmaya çalışmadı, ama zaman zaman partisinden farklı tavır almaya da çekinmedi.Yedi yılık görev süresi dolarken partisi ile partisinin tepesiyle ciddi kırgınlık, kendisinin ikinci kez aday olmasını engelleme girişimi üzerine ortaya çıktı. Bu konu Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla çözülünce de tekrar aday olacağı görüntüsünü vermedi.O dönemde en çok konuşulan konulardan biri Putin-Medvedev formülüydü. Bu formül kabul görseydi, Ak Parti’nin birinci ve ikinci isimleri yer değiştirerek birlikte yönetme sistemi kuracaklardı. Bu konudaki beklenti Ak Parti’nin dışında da oldukça yaygındı. Erdoğan karşıtı çevrelerin de o günlerde bu formülü desteklediklerine de kuşku yok, ama bunu “zayıf halka” bakışıyla görmenin haksızlığına da kuşku yok.Abdullah Gül’ün Ak Parti’nin tepesi için bir “seçenek” olup olmayacağı hafta sonu yapılan kongreye kadar bir merak konusuydu.“Seçenek” olarak var olduğunu ve partisinin içinde olduğu göstermesi için önce kongreye gitmesi gerekiyordu, ama Abdullah Gül kongreye gitmedi, bir siyasi mesaj göndermekle yetindi.Siyasette seçenekler olması, belli görevler için rekabet olması her zaman canlandırıcı ve tartışma alanları yaratan bir durumdur. Ak Parti son kongreye de seçeneksiz ve tartışmasız girmiş oldu. Bu yüzden de küçük cümlelerden, küçük hamlelerden büyük sonuçlar çıkarılmaya çalışılıyor. Ama şu da gerçek ki, Ak Parti’nin 7 Haziran seçimi sonuçlarıyla ilgili tahlil ve özeleştirisini bilmiyoruz. Yine bazı beyanlardan bir takım sonuçlar çıkarmaya çalışıyoruz.Siyasette bazen sadece emekli olmamak bile bir görev ve sorumluluğu yerine getirmek anlamına gelir. Abdullah Gül’ün de siyasete var olduğunu göstermesi bile belli bir siyasi sorumluluğun ifadesi olacaktı, olabilirdi.Aynı şekilde Bülent Arınç, Ali Babacan gibi isimlerin de tekrar milletvekili adayı olmaları aynı görev ve sorumluluk mantığının gereği olarak görülmelidir.Elbette bunlara “kişisel tercih” noktasından bakarak saygı göstermek gerektiği de söylenebilir, ama Abdullah Gül’ün emekliliği çok erken olmuştur.

Devamını Oku