Yüksek Seçim Kurulu seçim takvimini açıkladı. Buna göre siyasi partiler aday listelerini 18 Eylül’de, 20 gün sonra verecek. Bunun anlamı hiçbir parti yönetiminin adayları belirlerken uzun düşünme ve tartışma zamanı olmaması.Partiler, 7 Haziran sonrasında adaylarıyla ilgili ne eksik ve yanlış gördülerse bunu düzeltecekler ve yeni listeler bir önceki seçim listelerinden çok farklı olmayacak.Bu durum, “tablo değişir mi” tartışmaları açısından belli bir önem taşıyor. Bundan da, 1 Kasım sonrası çıkacak tablonun değişebilmesi için adayların fazla bir ağırlık taşımayacağı sonucu çıkarılabilir.7 Haziran öncesi kampanyalarda muhalefet partilerinin ana odağı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dı. Üç partinin liderleri ve sözcüleri Ak Parti’den çok Erdoğan’ı hedef aldılar.Ak Parti’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kampanya odağı ise HDP’ydi, “HDP eşittir PKK” fikri en yoğun şekilde işlenmesine rağmen HDP oyunu en çok artıran parti oldu. Kampanyadaki üslup sertliğine rağmen “barış” kelimesi unutulmuş değildi.Bugün ise 90’lardan farksız bir savaş ortamı var ve “barış” kelimesi en cılız haliyle telaffuz ediliyor. Seçmenin oy tercihlerini değişitirip değiştirmemesini de en fazla, belki sadece bu savaş halinin algısı belirleyecek.Son kamuoyu araştırmalarında görünen Ak Parti’de 7 Haziran’a göre 1-2 puan yükselme, CHP’de durgunluk, MHP’de 1-2 puan düşüş, HDP’de ise 1-2 puan yükseliştir. Bu tablo iki ay boyunca değişmezse de sandıktan çıkacak sonuç aşağı yukarı 7 Haziran’ın aynısı olacaktır.Savaş ortamının devam etmesi, Kürt seçmenin oylarını daha büyük ölçüde HDP’de toplar. Bu da HDP’nin 1 Kasım’da yüzde 15’e ulaşması, belki biraz daha yükselerek MHP’nin önüne geçmesi demektir.Tuğrul Türkeş krizinin MHP’li seçmen üzerindeki etkisi henüz bilinmemektedir. Ama bu kriz MHP açısından kolay atlatılacak bir kriz olmadığı gibi, tereddütlü MHP seçmenini Ak Parti’ye yönelteceği gibi, sandığa gitmemesine de yol açabilir.Bu krizle birlikte, MHP’nin 1 Kasım’da baraj sorunu yaşaması ihtimali de ortaya çıkmıştır ve açıkça tartışılmaktadır. Eğer böyle bir durum olursa Ak Parti’nin 7 Haziran’daki başarısız stratejisi, HDP’yi baraj altına itme stratejisinin yerini MHP’yi baraj altına itme stratejisi alacaktır.Bu durumda ise MHP’nin 80 milletvekilinin hemen tümünü alacak olan Ak Parti’nin “anayasal çoğunluk” hedefi de geri dönmüş olacaktır.
7 Haziran seçim sonuçlarının ortaya koyduğu sıkıntıları aşmak için bayağı yaratıcı çözümler bulunuyor. Bu çözümlerden biri daha Türkiye’de bir ilk oldu. Sol gelenekten gelen, sosyalist kökenli bakanlar muhafazakar demokrat bir hükümette yer alacaklar.Seçim hükümeti ilgili çalışmalar devam ederken, bu hükümete HDP’li bakan alma mecburiyeti üzerine baştan gelen tepkileri gidermek için Davutoğlu’nun bulduğu çözüm bu oldu.HDP’den bakanlık teklifi alan üç isim de Kürt siyasetinden gelmiyor, HDP’nin büyürken bünyesine kattığı sol hareketlerden geliyor.Bahçeli artık “PKK hükümette” demekte zorlanacak, ama belki “Komünistler hükümette” diyebilir, buna da pek itiraz eden olmaz.Tuğrul Türkeş’in Davutoğlu’nun bakanlık teklifini kabul etmesi üzerine Bahçeli’nin daha büyük bir derdi oldu. Bu da Bahçeli’nin emekliliği veya partinin bölünmesine kadar gidebilecek bir dert.Davutoğlu teklif götürdüğü CHP’li ve MHP’li milletvekillerinin görevi reddetmeleri halinde, bu bakanlıklar için “bağımsız” kimlikli bakan adayları tespit edecek. Bunlardan bazıları daha önce CHP ve MHP’de siyaset yapmış kişiler olabilir de olmayabilir de. CHP ve MHP’nin parti olarak seçim hükümetinde yer almama kararlarının üzerine bu isimler fazla önem taşımıyor.Hükümet olmaması için kurulan bu seçim hükümetine damgasını vuracak tek unsur içinde sosyalist kökenli HDP’lilerin yer alması olacak.HDP’lilere, Milli Güvenlik Kurulu üyesi bakanlıkların verilmeyeceği, hatta bu üç bakanlığın en “önemsiz” bakanlıklar olacağı biliniyor. Ama bunun ötesinde bu üç bakanlık 1 Kasım seçimleri için önem taşıyor.HDP’nin bu seçim kampanyası sırasında sesini duyurmakta bazı sorunları olacağı anlaşılmaktadır. HDP eşittir PKK kampanyasının artması ve bunun HDP’nin kendini ifade etme imkanlarını daraltması çok muhtemeldir.Bu sıkıntıyı bir ölçüde aşmasını sağlayacak olan da HDP’li bakanlar olacaktır. Kamuoyu bu üç bakanın hem icraatlarına hem beyanatlarına dikkat edecektir.Türkiye’de ilk kez Cumhurbaşkanı kararıyla erken seçime gidiliyor, ilk kez anayasanın talimatına uygun bir seçim hükümeti kurulmaya çalışılıyor, Kürt siyaseti ilk kez sosyalist kökenli vekilleri aracılığıyla hükümet partisinin koalisyon ortağı oluyor, MHP’de ilk kez bu kadar büyük bir çatlak oraya çıkıyor.Bu ilklerin hepsini bir arada yaşamak biraz ağır gelebilir, bunların hepsinin hayra dönüşmesini sağlayacak olan da sadece 1 Kasım sandığıdır.
Türk siyasetinin alaturka gelenekleri ve siyasetçilerin kendi egolarını siyasi hareketlerin üzerine koyma alışkanlıkları bugünkü gibi tuhaf durumlara da yol açıyor.Ülkede bir hükümet kurulacaktır, ama amaçları iktidar olmak olan siyasi partiler ülke yönetimine katılmak istemiyorlar.Oldukça sıkıntılı bir döneminden geçiliyor, ama kurulacak hükümet ülkeyi yönetmesi için kurulmuyor. Çalışmalar mümkün olduğu kadar ülkeyi yönetmeyecek bir hükümet için.Aslında hükümet olmayacak bir hükümet kurulacak, ama bu hükümetten ülkeyi seçime, hem de en kritik seçimlerden birine götürmesi beklenecek.Bir hükümet kurulacak, ama bu hükümetin, şu andaki krize çözüm araması ve bulması istenmeyecek.Şu andaki kriz her gün gelen şehit cenazeleridir ve her vatandaşın beklentisi bunun sona ermesidir.Ama bu hükümetin bu konulara değil el atması, konuşması, tartışması bile istenmemektedir.Siyasetin yok olduğu, etkisinin, ağırlığının kalmadığı dönemlerde ortaya çıkan iktidar boşluklarını “birileri” doldurur.Bizim daha önce yaşadığımız örneklerde siyasetin boşalttığı alanı dolduran kuvvet hep “devlet” olmuştur. Nitekim siyaset, çözüm sürecinden elini çektiği andan itibaren boşluğu tümüyle devletin güvenlik-asayiş anlayışı doldurmuş, siyasetin önemli bir kısmı da buna uymuştur.Siyaset, şu anda yaşadığımız aşırı sıkıntılı ve kanlı ortama çözüm getiremeyip geri çekilince, kurulmak istenen hükümetin de siyasi ağırlığı olmayan bir hükümet olması doğaldır.Bir hükümet olsun, diye kurulacak bu hükümet ülkeyi sadece seçime götürmeyecek, seçim sonrası ortaya çıkacak tabloya göre kendisinden bir şeyler beklenecek bir hükümettir.Ülkeyi sivil siyaset yönetemiyorsa, hatta yönetmek istemez gibi davranıyorsa boşluk şöyle veya böyle dolar.“Şöyle”nin adı bazen 28 Şubat olur, “böyle”nin adı bazen 12 Eylül olur,2002’den sonra siyaset kurumu kendine geldi, kendine yönelik itibarsızlaştırmanın önemli bölümünü etkisiz hale getirdi ve bu kuvvetle daha büyük işlere girişti.Şimdi ise siyaset kurumunun, yönetim zaafı gösterdikçe itibar kaybedeceği bir döneme girişin işaretleri ortaya çıkıyor.Bunu görmek zorunda olan siyaset kurumu, ne yazık ki, başka bir havada sürükleniyor.
Bugün yine seçim ortamına giriyoruz. Bir seçim hükümetiyle, tam 68 gün sonra seçim yapılacak.Seçim hükümetinde CHP ve MHP’li bakanların olup olmamasının aslında herhangi bir önemi kalmış değil, kimine rahatsızlık kimine rahatlık veren konu HDP’nin bu hükümette yer alması.Her zaman konuşulur, tekrarlanır, hemen her hükümette en az bir Kürt bakanın yer aldığı. Ama bunlar Kürt kimlikleriyle değil, müesses nizam içinde siyaset yapan insanlar olarak bakan olmuşlardır.Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez, Kürt kimliğiyle siyaset yapan insanlar bakan olacaklardır. Bunu herkes doğru anlamalıdır.Tabii bir ihtimal daha var. Cumhurbaşkanı’nın, Anayasa’nın ilgili maddesini esnetmeyeceğini söylemesine rağmen seçim hükümetinde HDP’ye yer verilmemesi.Buna bir çözüm bulunması, yani HDP’nin seçim hükümetinde olmaması için bir süredir çeşitli baskılar yapılıyor.Başbakan Davutoğlu, eğer “kamu vicdanı” gibi bir gerekçeyle seçim hükümetine HDP’den bakan almazsa bu, “anayasa ihlali” olarak görülecektir.Bunun siyasi sonucu da, HDP’nin açıkça “mağdur” konumunda olmasıdır ve sandığa da yansıması muhtemeldir.Seçime bugünden itibaren 68 gün var ve şu andaki vaziyet oldukça gergin bir dönem olabileceğini gösteriyor.HDP’nin seçim hükümetine alınmaması bu açıdan da gerilimi artıran bir unsur olacaktır. Ama HDP’nin de eş başkan Demirtaş’ın çağrısının gerçekleşmesi için elinden gelen her şeyi yapmasının zamanıdır.Seçime artan bir gerilim ortamında girmemenin birinci yolu, PKK’nın “ama”sız ve “ancak”sız bir şekilde ateşkes ilan etmesi ve silahları gerçekten susturmasıdır.Silahlar patladıkça, seçim ortamında olsak bile siyaset biraz daha geriye itilecek, sahnede sadece güvenlik ve terör kalacaktır.PKK saldırısında şehit olan yüzbaşı kardeşinin cenazesinde “Bugüne kadar çözüm diyenler şimdi neden savaş diyorlar” diyen yarbayın bu sözü durumu çok açık özetliyor.Eğer ateşkes ortamına geçemezsek, seçimlerin sonrası için de kafamızda en karamsar tablolar kalır ki, demokrasi bile tartışılmaya başlanır.
Medyada tartışma çok doğaldır, bu tartışmalar sert de olabilir, çok sert de olabilir. Ama bunun sınırı medyanın “varlık nedeni”dir.Ülkemizde son zamanlarda çok fazla yakındığımız, ama kaynakları üzerinde fikir birliğinde olmadığımız bir “kutuplaşma” yaşıyoruz.Medya da bu “kutuplaşmadan” nasibini çoktan almış durumda. Bu da olabilir, toplum ve siyasette yaşananlar olduğu gibi, bazen de fazlasıyla medyaya yansır.Burada bozulan hatları onarmak, hizaları düzenlemek yine medyanın kendi şuuru içinde mümkündür.Demokrat Parti döneminde de kutuplaşma vardı, 12 Eylül askeri yönetimi döneminde de kutuplaşma vardı. En kötü örnekleri hatırlarsak, Demokrat Parti döneminde gazetecilerin hapse girmesine sevinen başka gazeteciler vardı, bu kutuplaşmanın sonu askeri darbe oldu.12 Eylül öncesinde medyadaki kutuplaşma askeri darbe sonrasına da yansıdı ve bunun da basına, medyaya ve bütün demokrasiye verdiği zararları bugün çok net görebiliyoruz.Bugüne gelince, bugün “medya”nın önemli kesimi ciddi bir şuursuzluk örneği sergiledi.Bir yayın kuruluşunun başkanına suikast yapılıyor, oldukça profesyonel bir suikast. Neyse ki Murat Sancak kurtuluyor.Ama “biz”, medyanın çoğunluğunu kastederek “biz” diyorum, buna hiç bir tepki vermeden, olağan bir şeymiş gibi davranıyoruz.Maalesef Star Yayın Grubu Başkanı’na yapılan suikastın ardından bütün basın kuruluşları, bütün yayın organları, gazeteciler ayağa kalkmamıştır.Murat Sancak üst düzey bir medya yöneticisidir ve ona sıkılan kurşunları, medya mensubu herkes kendisine sıkılmış gibi algılamak ve tepki göstermek durumundadır.Böyle bir olaya boş gözlerle bakmakla yetindiğimiz zaman medyadaki kutuplaşmayı nasıl hizaya çekebiliriz sorusunu herkes kendisine bir sorsun.Böyle bir suikasta karşı mesleki dayanışmayı, demokratik dayanışmayı göstermediğimiz zaman yarının yanlışlarını da şimdiden omzumuza almışız demektir.Medya için kötü bir gün yaşadık ve kendimizden sonra geleceklere de iyi bir örnek sunamadık. Biraz daha düşünelim.
CHP ile MHP’nin seçim hükümetine girmeyi reddetmesi üzerine, kurulmak üzere olan hükümet Ak Parti- HDP koalisyonu oldu.CHP ile MHP, Ak Parti ile koalisyon ihtimallerini kabul etmeyerek önce kendilerini oyunun dışına aldılar. Seçim için ortak karara katılmayarak bu konudaki inisiyatifi Cumhurbaşkanı’na terk ettiler.Son olarak da seçim hükümetine üye vermeyi kabul etmeyerek HDP’nin hükümet ortağı olmasını sağladılar.CHP ve MHP açısından tümüyle bir başarısızlık süreci yaşanırken HDP siyasette bir üst noktaya daha ulaşmış oldu.Ak Parti bu durumu “kaderin oyunu bu bana” deyip sineye çekmek zorunda. Yapabileceği tek hamle, bakan olacak HDP’li isimler üzerinden sorun çıkararak geçici seçim hükümeti kurulmamasını ve mevcut Ak Parti hükümetiyle seçime gidilmesini sağlamak. Bu da oldukça meşakkatli çabalar gerektiriyor.Davutoğlu’nun şu anda seçtiği yol, hükümete katılacak HDP’lileri, HDP ile istişare yapmadan seçmek. Eğer bazı HDP’liler bakanlığı reddederse, onların yerine başka isimler seçmek ve birkaç turda bir sonuca ulaşmak.HDP eğer ilk aşamada “uyum” gösterir ve Davutoğlu’nun belirlediği isimlerin hükümete girmesini kabul ederse zaman kazanılmış olur.Bu isimler arasında eski Ak Partili Dengir Mir Mehmet Fırat ve eski CHP’li Celal Doğan’ın bulunması muhtemeldir. Ama şu anda Ak Parti tarafından gelen bilgilere göre, HDP’lilere Milli Güvenlik Kurulu üyesi bakanlıklar verilmeyecek, askerle HDP’nin yan yana gelmesi engellenecektir.8 Haziran’dan itibaren üzerinde en durulan koalisyon ihtimali Ak Parti-HDP koalisyonu olmuştu. HDP de MHP gibi ilk anda koalisyona kapısını kapamış ve görüşmeler tek turla bitmişti.8 Haziran’dan bu yana çok şey değişti ve HDP, seçim öncesi kendisine en fazla saldırıda bulunan Ak Parti için daha da büyük bir hedef haline geldi.Ak Parti bütün halkın gözünde “HDP eşittir PKK” algısını yerleştirme siyasetine devam ediyor. Bunun sonuçları başka bir tartışma konusu, ama sadece Ak Parti HDP ilişkisi açısından bakıldığında, Ak Parti’ye oy veren Kürt seçmenden HDP’ye yönelişin devam ettiği tespiti araştırmacılar tarafından yapılıyor.Seçim hükümetinin görev süresi seçimin yapıldığı gün bitmeyecek, bu hükümet yeni hükümet kuruluncaya kadar görevde kalacak. Ve eğer yine koalisyon ihtimali ortaya çıkarsa da en hassas dönemlerden birinde ülkeyi bu hükümet yönetecek, sınır ötesi operasyonlar için teskereyi bu hükümet hazırlayacak.“Kaderin oyunu bu bana” diyerek iç sıkıntısı yaşayanlar da bu dönemde bayağı çok olacak.
Tarihte hiçbir şey aynen tekrarlanmaz, ama biz 90’lı yıllara dönüşümüzü neredeyse bire bir gerçekleşirdik.Neydi 90’lı yıllar? Her gün gelen şehit cenazeleri, bu cenazelerle morali en alta inmiş bir toplumdu. Aynen yaşıyoruz.90’lı yıllarda ülkenin bir kesiminde olağanüstü hal vardı. Şimdi valiler, kaymakamlar sokağa çıkma yasağı ilan ediyor. Birçok şehirde ilan edilmemiş sokağa çıkma yasakları yaşanıyor.Ülkenin bir kısmı savaş bölgesi gibiydi 90’larda. Bugün yine kepenkler açılamıyor, elektrik, su, telefon çalışmıyor.90’lı yallarda Silahlı Kuvvetler ülke içinde ve dışında büyük operasyonlar yapıyordu, şu anda ciddi operasyonlar yapılıyor.90’lı yıllarda siyaset ve medya bütün olan biteni aynı birkaç cümle, birkaç hamaset, birkaç vasat formülle anlatıyor, yorumluyordu.Şu anda siyaset ve medya yine aynı formüllerle, aynı yangına körükle gitme üslubuyla konuşuyor. O günlerin gazetelerine bir göz atmak bunu görmek için kâfidir.90’lı yıllarda “bu ülkede barış olmaz” duygusu hakimdi, şu anda da aynı duygu siyaset ve medyanın büyük desteğiyle tırmanıyor.90’larda siyaset ülkeyi yönetmekte zorlanıyor, nafile koalisyon oyunlarıyla oyalanıyor, meselelerin esasına kimse girmiyordu. Siyasetin odağı yine kişiler üzerine kuruluydu.Şu anda da neredeyse bire bir aynısını yaşıyoruz. O günlerin gazetelerine bakanlar koalisyon tartışmalarının bile aynı olduğunu görecektir.90’larda ekonomi herkesin gözü önünde, “yönetilmekte güçlük çekilen bir ülkenin ekonomisi” olarak sıkıntılar yaşıyordu ve 2000-2001’de duvara toslamıştı.Şu anda, neden 2011’in sürekli büyüyen ekonomisinden geriye düşmüş olduğumuzu kimse tartışmıyor.90’lara göre şu anda bir eksik var, o da faili meçhul cinayetler. Hiç olmazsa bu konuda bir ilerleme sağlamış olduğumuzu düşünebiliriz. Tabii eğer Suruç’u, seçim öncesinde HDP’ye atılan bombaları hesaba katmazsak.90’lara fena halde döndük ve hatırlayalım ki yukarda tekrarladığımız manzarayı Ak Parti değiştirmişti. Toplum da demokratik adımlar atıldıkça bir daha 90’lara dönüş olmayacağına inanmıştı.Türk toplumundan yönetme yetkisi isteyenler, Türkiye’yi ikinci kez 90’lardan çıkaracaklarına inandırırlarsa bu yetkiyi alacaklardır.
Başbakan’ın sonuçsuz görüşmelerinden sonuncusu MHP lideriyle gerçekleşti.Yine herhangi bir olumlu beklenti yoktu. Koalisyona, azınlık hükümetine ve seçim hükümetine karşı olduğunu açıklamış olan MHP’den bir sürpriz bekleyen de yoktu.MHP’nin hedefi ana muhalefet partisi olmak ve bu sıfatıyla hem Ak Parti-CHP hükümetiyle hem de HDP’yle savaşmaktı. Bu hedef de gerçekleşmedi.Davutoğlu’nun yol haritası da, dünkü görüşmenin ardından yaptığı açıklamada iyice belirginleşti.Başbakan son durumu önce bakanlar kurulu toplantısında, sonra Ak Parti MKYK’sında görüşecek, son olarak da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a gidecek.Erken seçim hükümeti kurulması ihtimali de sıfırlandığı için, Davutoğlu’nun da açıkça belirttiği gibi ülkeyi erken seçime Cumhurbaşkanı götürecektir.Davutoğlu bu kez “ihtimal” de demedi, ama Anayasa’nın ilgili maddesini zikrederek tek ihtimali göstermiş oldu.Siyasette geriye doğru “eğer”li fikir idmanlarının fazla bir anlamı yoktur. Ama yarını düşünerek böyle bir tahlil yapılabilir.“Eğer” Suruç katliamı olmamış olsaydı, bunun ardından iki polis cinayeti olmasaydı, Davutoğlu’nun ajandasında HDP’nin de bir yeri olur muydu?Bugün bu sorunun cevabı kolay bir “evet” değil. Ama HDP’nin bu kadar rahat bir şekilde dışlanmamış olacağını düşünürsek, Suruç katliamını ve iki polis cinayetini ve silahların tekrar ortaya çıkmasını bu gözle değerlendirebiliriz.Cumhurbaşkanının hafta sonunda erken seçimi ilan etmesini engellemek isteyenlerin Davutoğlu’na “görevi iade et” baskısını yoğunlaştıracağı da zaten biliniyordu.Davutoğlu görev ve iade kelimelerini oldukça eğreti kullandı.Cumhurbaşkanı’nın da Davutoğlu’ndan görevi iade etmesini istemesini, sonra da önce Kılıçdaroğlu’na, onun hükümet kuramaması halinde Bahçeli’ye görev vermesini beklemek fazlasıyla saflık olur.Erken seçime Cumhurbaşkanı kararıyla gidilmesi bugünkü Davutoğlu-Bahçeli görüşmesiyle kesinleşmiş olmaktadır. Bunda Bahçeli’nin büyük payı olduğunu da kabul etmek gerekir.