Niyet yoksa mecal de olmaz

3 Ağustos 2015

Ak Parti ile CHP birtakım koalisyon görüşmeleri yapıyor. Çeşitli beyanatlardan anlıyoruz ki, aslında koalisyon niyeti oluşmuş değil. Niyet olmayınca mecal de olmuyor.Suruç katliamıyla başlayan ağır gerginliğin kimsede mecal bırakmadığını düşünenler haklıdır.Türkiye bir kez daha yönetilmesi zor bir hale gelmiştir. En kolay savaş yollarıyla “görev yerine getirilmiştir” diye düşünülse de sorunlara bir dağ da eklenmiştir.CHP Genel Başkanı son konuşmasında, Başbakan Davutoğlu’nun Ak Parti-CHP koalisyonu kurulmasını istediğini, ama Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bunu engellediğini söyledi.Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın nasıl engellemeler yaptığını açıklamadı ama iki partinin heyetleri arasında görüşmeler ağır aksak da olsa devam ediyor.Eğer Cumhurbaşkanı tarafından bir engelleme varsa, bunun bir şekilde görüşmelere yansıması ve Kılıçdaroğlu’nun bu iddiasının halka açıklanması gerekiyor.Koalisyon için gerçek bir niyet olsa, bu siyasi havaya yansır, engellemenin ne olduğu da belli olurdu.En az bir yıl sürecek bir koalisyon için kimsenin niyeti olmadığına göre, şu anda bekleyeceğimiz birisinin erken seçim için düğmeye basmasıdır.Başbakan Davutoğlu, MHP ile de belli temaslar olduğunu söyleyerek erken seçim için düğmeye basan kişi olmak istemediğini gösteriyor.CHP, MHP ve HDP’nin ülkeyi erken seçime götürmek için yeterli kuvveti olmadığına göre de düğmeye basacak olan Ak Parti’den başkası olmayacaktır.Düğmeye basanın da en tepedeki iki kişiden başkası olması mümkün değildir. Ya Cumhurbaşkanı ya da Başbakan koalisyon faaliyetlerinin tadı tuzu olmadığını söyleyecek ve erken seçim için çağrı yapacaktır.Bunun dışında bir ihtimalin şu anda görünmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Ama erken seçime gidilirken Ak Parti’nin güvenoyu almamış bir azınlık hükümetiyle devam etmesi de mümkündür, muhalefet partilerinin birinin dışarıdan desteğiyle güvenoyu almış bir azınlık hükümetiyle seçime gidilmesi de mümkündür.İkizi arasındaki fark sadece çeneleri biraz yoracak bir farktır ve olayın esasını değiştirmez.

Devamını Oku

Masanın kurulma şartı

31 Temmuz 2015

Tekrar bir barış masası kurulması için Hükümet-devlet tarafı tek bir şart getirdi: Silahların Türkiye dışına çıkması.Başbakan Davutoğlu “silahların bırakılması” demedi, “silahların yurt dışına çıkması” dedi.Suriye ve Irak’ta koşullar ortada olduğuna göre, PKK’nın tümüyle silah bırakmasını talep etmeyi Hükümet de gerçekçi bulmuyor.Ve barış masasının kurulması şartını bu kez en yüksek noktadan getiriyor.PKK’nın Türkiye’deki silahları ve silahlı güçlerini dışarıya çıkarması aslında 2014 Nevruz’u öncesinde varılmış bir anlaşma noktasıydı.PKK bu anlaşmaya uymadı, hatırlanacağı gibi PKK’nın Türkiye’deki silahlı güçlerinin yaklaşık yüzde onu Kuzey Irak’a geçti.Bunun tartışması yapılırken pozitif bir açıdan da yaklaşmak mümkün olmuştu. Militanların evlerine, şehirlere, köylere silahsız olarak dönmeleri ve normal hayata geçmeleri desteklenmesi gereken bir durum olarak görülebiliyordu.O sırada bir kanaat yayılmaya başlandı ve kuvvetli bir güvensizlik kaşıması yapıldı. Bazı odaklar, PKK militanları ve silahlarının ülke dışına çıkmasının ardından devletin saldırıya geçeceğini ve Kürtlerin buna “kanmamaları” gerektiği konusunda bayağı ısrarcı oldular.Bu güvensizlik artırma operasyonunun merkezinde yine Tayyip Erdoğan adı bulunuyordu ve Erdoğan’ın aslında barış sürecini bitirmek istediğine Kürt siyaseti ikna edilmeye çalışılıyordu.Hükümet-devlet tarafı masanın tekrar kurulması için “pazarlık” şartını tepeye koyarken, HDP’nin siyasi ağırlığını da en aza indirmeye çalışıyor.Yüzde 13.6 oy oranı ve 80 milletvekili büyük bir siyasi ağırlıktır ve bunu sıfırlamak mümkün değildir. Bunun sıfırlanması için önce Türkiye’nin Kürt vatandaşlarının HDP’den uzaklaşması gerekir ki, şu andaki işaretler bunun tam tersini gösteriyor.PKK saldırıları durdurup silahları Türkiye dışına çıkarmayı kabul ederse de HDP’nin siyasi ağırlığı azalmayacak ve HDP yine sürecin bundan sonraki bütün aşamalarında kilit olmaya devam edecektir.Hangi şartlarda kurulursa kurulsun, karşı tarafı boş bir masa, masa değildir.

Devamını Oku

Her şeye rağmen barış yolunu aramak

30 Temmuz 2015

Dün yine şehit haberleri aldık, ocaklara ateş düştü, bütün ülkenin içi yandı. Herhalde her aklıselim sahibi vatandaş aynı soruyu soruyordur: Bu ne kadar devam edecek, bunu kim durduracak?Barışın kıyısında dolaşırken IŞİD kılıklı bir Azrail ve kim oldukları hala belirsiz katiller yangını çıkardılar ve kimse bu yangına suyla koşmadı.Herkes bir tarafından az ya da çok benzin döktü, her dökülen benzinin arkası daha çok benzin oldu.Yangın sadece provokatörlerin bombaları ve silahlarıyla büyümedi, sorumsuz ve şuursuz laflarla, hangi oyunu oynadığı belirsiz şahısların konuşmalarıyla yayıldı.Yangının daha da yayılmaması için, durdurulamaz hale gelmemesi için birilerinin harekete geçmesinin zamanı da çoktan geldi.Burada da, hangi saldırılar ve baskılar altında olurlarsa olsunlar HDP’ye, HDP’lilere önemli bir sorumluluk düşüyor.HDP, PKK’nın askere ve polise saldırılarını hemen durdurmasını, “çatışmasızlık” konumuna geçmesini istemek zorundadır.Gelinen noktada, “kim başlattı” sorusunun da bir anlamı kalmamıştır, “kimin provokasyonuna düştük” sorusunun da bir anlamı kalmamıştır.Öncelik dökülen kanların durdurulması ve siyasetin, barış talep eden, hiç kimsenin kanının dökülmemesini isteyen siyasetin öne çıkmasındadır.HDP, eğer bunun için Abdullah Öcalan’ın desteğini istiyorsa, bekliyorsa, bunu kim sağlayacaksa sağlamalı ve burada bir nokta konulmalıdır.Suruç katliamını gerçekten IŞİD mi yaptı, yoksa IŞİD görünümlü başka bir kuvvet mi yaptı? Sonra konuşuruz, araştırırız. Ceylanpınar’da iki polisi PKK’lılar mı öldürdü, yoksa onların söyledikleri gibi başka bir örgüt mü öldürdü? Sonra konuşuruz, araştırırız.Şu anda mesele bütün ellerin tetiklerden çekilmesidir ve bunun için herkesin üzerine düşeni yapmasıdır.HDP şu anda, hem rakibinden hem hakemden yumruk yiyen boksör durumundadır. 80 milletvekili ile Meclis’e gelmiş bir siyasi parti pozisyonuna tutunmakta zorlanmaktadır.Türk halkı önce gençlerine, sonra askerlerine ve polislerine ağladı, bütün dökülen kanlar için öfkelendi ve şimdi bombardımanları destekliyor. Ama Türk halkı esas olarak iradesini barıştan yana koymuştur ve her ışık gördüğünde desteğini göstermiştir.

Devamını Oku

Barış süreci sonlandı mı?

29 Temmuz 2015

2011 yılında Ak Parti oyların yarısını alarak en kuvvetli iktidarını kurdu ve barış sürecini başlattı. Bunun ilk karşılığı 2012 komplosu oldu.Oslo’da MİT yetkilileri ile PKK arasında gizli görüşme yapıldığı ifşa edildi ve MİT başkanı Fidan “terörle işbirliği” suçlamasıyla tutuklanmak istendi.Bu komplonun ikinci ayağı da Başbakan Erdoğan’ın aynı suçlamayla tutuklanma girişimiydi.Bunu planlayan ve uygulayanların birinci amacının barış sürecini durdurmak olduğunu artık herkes biliyor.Türkiye’yi uzun bir savaştan çıkararak barışı sağlayacak bir partinin tartışmasız en büyük siyasi güç olacağının hesabını da herkes yapıyordu.2012 operasyonunu yapanlar, sonra diğer operasyonları yapanlar bugün önemli ölçüde amaçlarına ulaşmış görünüyor.Barış süreci büyük yaralar almıştır ve 90’lara dönüşün bütün işretleri ortaya çıkmıştır.HDP’nin kapatılması konuşulmakta, HDP genel başkanı ve bazı milletvekillerinin tutuklanmaları konuşulmaktadır.1992’deki süreç aynı şekilde başlamıştı. Meclis’e ilk kez kendi kimlikleriyle giren milletvekilleri “çizgiyi aşmıştı” ve derslerini almaları gerekiyordu.Sonraki görüntüler de hatırımızda, başları bastırılarak arabaya konulan milletvekilleri, hızlı davalarla verilen ağır cezalar. Ve sonrası, Kürt meselesinde tümüyle silahlara dönüş ve 28 Şubat ile birlikte operasyonun ikinci ayağının, “irticanın bastırılması” operasyonunun sahneye konulması.Bugün aynı havaya girdiğimize göre, 2012 Fidan komplosunu düzenleyenler, Gezi’yi kalkışmaya çevirenler başarılı olmuşlardır.Cumhurbaşkanı Erdoğan, bombardımanlar sürerken iki işaret verdi. Biri sürecin temeli olan demokrasi ayağının duracağı işaretidir. Söylediği “halkımız ne haklar verildiyse onu kullanacaktır” cümlesini “başka demokratik reform olmayacak” diye okumaktan başka ihtimal yok.Erdoğan’ın ikinci işareti de, yüzde 13.6 oy almış olan HDP’nin kapatılmaması, ama HDP’lilerin cezalandırılmasıdır.Buradan çıkarılacak sonuç barış süreci veya çözüm sürecinin sona ermiş olduğudur. Eğer Erdoğan’ın işaret ettiği büyük tutuklamalar da bombardımanlar ve asker polis cinayetleri eşliğinde yürürlüğe konulursa süreçten geriye hiçbir şey kalmış olmayacaktır.Şu andaki manzara bütün olumsuzluklarıyla budur, ama bütün bunlara rağmen başka okumalar da yapmak mümkündür.

Devamını Oku

Seçim temizler

27 Temmuz 2015

Suruç katliamı ve savaş hali koalisyonu gündemden çıkarmış görünüyor. Sınır ötesi bombardımanlar ve içerdeki şiddet olayları koalisyon konuşturmuyor.Sınır ötesi operasyonlar için karar vermek de istifa etmiş hükümete düştü. Bunun tartışmasını kimse yapmıyor, çünkü egemen hava “terörün hak ettiği cevabı aldığı” cümlesiyle başlıyor ve bitiyor.Koalisyon ve hükümet meselesine az da olsa değinenler oldu, bunların ortak görüşü de bu gergin ortamda seçim yapılmasının yanlışlığı üzerineydi.Sıcak konudan baktığımız zaman da, istifa etmiş ve başka bir partiyle koalisyon mecburiyeti içinde bulunan hükümetin, kendisiyle ortak olacak partiyi de bağlayacak radikal kararlar alması tartışma konusudur.“Ülkenin içte ve dışta savaş haline gelmesine bizim politikalarımız yol açmadı, o zaman neden şimdi sorumluluğa ortak olalım” itirazı bütün partiler için meşrudur.Bu durumda aslında halka başvurmaktan başka çare kalmamıştır. Ak Parti de muhalefet partileri de seçim öncesinde ve sonrasında eteklerinde birikmiş bütün taşları halkın önünde dökmek sorumluluğuyla karşı karşıyadır.Barış sürecindeki en sert kesintiyi son günlerde yaşadık ve ortaya HDP’nin kapatılmasını isteyenler çıktı. MHP genel başkanı ve bir Ak Parti yöneticisi bunu açıkça dile getirdiler.Barış sürecinin sona ermesini ve HDP’nin kapatılarak 90’lara dönülmesini doğrudan halka sormak mecburiyet olmuştur.2012’de barış süreci ortaya çıktığından belli bir ilerleme sağlanabildiği fark edildiği andan itibaren Türkiye şiddetli bir çatışma ortamına sokuldu.Cemaat operasyonlarının ardından Gezi geldi, Gezi’nin ardından yine Cemaat’in operasyoncu olarak çalıştığı hükümeti devirme komplosuyla karşı karşıya kalındı.Bunların ardından bir ferahlama beklenirken, genel seçim kampanyası gerilimi ve çatışma havasını barış sürecinin üzerine yönlendirdi.Buradan da bugünkü noktaya geldik.Ve bu noktada halka her şeyi açık açık anlatmak ve sormak gerekiyor.Seçim bütün kötülüklerin ilacıdır, bütün kötü kokuları temizler, sözünün gereğini, daha fazla kötülük ve ülkenin yönetimiyle ilgili daha olumsuz bir havaya ulaşmadan önce yerine getirmek kaçınılmaz olmuştur.

Devamını Oku

Bomba ne zaman çözüm oldu?

26 Temmuz 2015

Üçüncü cepheyi de Suriye askerleri, Türk toprağındaki askerlere ateş ederek açtı. IŞİD ve PKK cephesinden sonra üçüncü cephenin açılmasının muhtemel sonucu Türkiye’nin bataklığa biraz daha çekilmesidir.Dört ay önce, PKK’nın silah bırakmasına çok yaklaşıldığını düşünüyorduk. IŞİD de doğrudan sorunumuz değildi, Kürtlere saldırıları sorundu.Şimdi geldiğimiz noktada Suriye’deki IŞİD hedefleri ve Kuzey Irak’taki PKK hedefleri bombalanıyor, içeride askere ve polise saldırılar devam ediyor. Tekrar şehit cenazeleri insanların içini yakıyor.Dört ay önce bir dönemece gelmeyi başarmıştık. Bunun son dönemeç olacağını, bundan sonra Türkiye’nin bir daha şehitlerine de gençlerine de ağlamayacağı günlere elle tutulur kadar yakın olduğumuz umudunu taşıyorduk.Bombaların çözüm olmadığını, silahların hiç çözüm olmadığını Türk toplumu çok acılar yaşayarak öğrendi.Ama tekrar döndük dolaştık, ortaya silahlar, bombalar, bombardımanlar çıktı.Sorun hiç bir zaman dışarıda olmadı, tam içimizde oldu ve siyasetin çözeceği bir sorundu, hala da öyle.“Bombalayamayacaktık da ne yapacaktık” sorusunun gerçek cevabının örgüte daha çok katılım olduğunu, daha çok ölüm olduğunu öğrendiğimizi de sanmıştık. Öyle değilmiş.Öyle olmadığı gibi, IŞİD’i de bir iç mesele olarak ithal etmeyi nasıl sağladığımızı da açıkça sormamız gerekiyor.IŞİD önce Suriye Kürtlerine saldırarak, sonra Türkiye toprağında katliam yaparak kendisini Türkiye’nin iç meselesi haline getirmeyi başardıysa bunun nedenlerini, eski sempati ve antipatilerle gözümüzü karartmadan öğrenmemiz şarttır.Suriye saldırısı da Türkiye’ye kurulan tuzağın üçüncü ayağı olarak ortaya çıkınca, önce bu tuzaktan çıkmanın yolunu bulmalıyız.Tuzak büyüktür. İçinde iç savaş da vardır, dış savaş da vardır. Tuzağı kuranların umduğu tepkilerle hareket etmemiz ülkeyi uzun bir şiddet sarmalına sokmak anlamına gelir.Bombaların bir çözüm olmadığı gerçeğinden başlarsak, ilk adımı atabiliriz. Bunun dışındaki senaryoların hepsi de fazlasıyla karanlık ve kanlıdır.

Devamını Oku

İki cepheli savaş

24 Temmuz 2015

Aynı kelimelerle ifade edilmese de Ankara savaşın iki cephede yürüyeceğini açıkladı. Hedeflerden biri IŞİD’dir, ikincisi de PKK’dır.Suruç katliamının IŞİD’in icraatı olduğu konusunda herhangi bir kuşku bulunmuyor. Polis cinayetlerini ise PKK üstlenmiyor ama reddetmiyor.Polis cinayetleriyle ilgili olarak dolaşan bir örgüt ismi var, MLKP yani Marksist Leninist Komünist Partisi. HDP’den, resmen olmasa da bu örgüt işaret ediliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan da “terör örgütünün çevresindeki örgütler” mealinde bir ifade kullandı.Cinayetler bu örgütün icraatı olsa da Hükümet bunun hesabını PKK’dan sormaya karar vermiş ve açıklamıştır.IŞİD Kobane saldırısıyla birlikte içeride bir savaş unsuru olmanın adımını atmıştı. HDP de çok kan dökülen protesto eylemleri düzenleyerek IŞİD’in “iç unsur” olmasının yolunu iyice açmıştı.IŞİD Suriye’den sonra Türkiye’de de Kürtleri hedef alarak savaşı başlattı. Aynı IŞİD Suriye’de de Kürtlere saldırıyor, PKK ve onun desteğindeki örgütler de IŞİD’e karşı direniyor.Kısacası IŞİD ile PKK ve diğer Kürt örgütler arasında bir savaş varken, Hükümet’in hedefinde her ikisinin de yer alması çelişkili bir durum gibi görünebilir.Daha önce de Kobane’ye destek için Kürt kuvvetlerinin yolunun açılması ve IŞİD’in bu sayede püskürtülmesi hatırlandığında PKK’nın da şu andaki pozisyonunun IŞİD’in amaçlarına uygun olmasını da başka kuvvetlerin işe karışmasıyla açıklayabiliriz.Ankara’nın IŞİD’e karşı savaşa girmesi, uzun süredir Batı’nın gündeminde olan “IŞİD’i Türk hükümeti destekledi” kanaatinin ve propagandasının bertaraf edilmesini sağlayacaktır. Ama “IŞİD’e karşı daha önceden etkili önlem alınabilirdi” eleştirisi de gündemden düşmeyecektir.İki cephede savaş, Türkiye için sınır ötesi değil “içeride” savaş anlamına gelmektedir. Her iki savaşın da iç sarsıntıları büyük olacaktır.PKK’ya açılan savaşı büyük bir Kürt kitlesi kendilerine açılmış savaş gibi algılayacak, radikal İslam’ın çeşitli unsurları da Ankara’yı “Büyük şeytan Amerika” ile İslam’a karşı işbirliği yapan “hain” olarak görecektir.Gerçekten zor bir dönemden geçiyoruz ve bu dönem kısa olmayacağa benziyor.

Devamını Oku

PKK IŞİD’in kurduğu oyunu oynuyor

23 Temmuz 2015

Geçen Nevruz’da beklenen, PKK’nın Türkiye’ye karşı silah bırakması için kongre tarihinin belirlenmesiydi.Bu beklenti yerine gelmedi, şimdi PKK polisleri hedef alan silahlı eylemler yapıyor, askerle çatışıyor, IŞİD’çi bilinen sivilleri öldürüyor.Suruç katliamının hemen öncesi ve ardından gelen ölümler yan yana geldiğinde ortaya maalesef yoğun bir savaş görüntüsü çıkmaktadır.IŞİD Türkiye’yi hedef almış, saldırıya geçmiştir, son olarak da Kilis’te bir asker öldürmüştür.Türkiye’ye dönük bu saldırının amacını tespit etmekte kimse zorlanmıyor. IŞİD Türkiye toprağının savaş alanı olmasını istiyor, belli ki içeride de bunu yürütecek imkanlara sahiptir.IŞİD, Türkiye’nin askeriyle Suriye’ye gelmesini de amaçlıyor. Böylece yangın çok daha büyük bir alana yayılmış olacak, içinden çıkılması iyice zorlaşacaktır.Zorlaşacaktır, çünkü kan üzerine kan, ölüm üzerine ölüm geldikçe kendini taraf hissedenler daha da sertleşecek, oluk oluk kan akacaktır.PKK’nın IŞİD’in kurduğu oyunu IŞİD’in veya onun ipini tutanların istedikleri gibi oynamayı kabul etmesinin açıklanması kolay değildir.Kürt siyasetinin kazanımlarının, yüz yıldan beri en yüksek noktaya ulaştığı bir dönemde tekrar savaş koşullarına dönmek siyaseten izah edilebilir bir durum değildir.Bunu tespit ederken hem Suruç katliamının IŞİD’in icraatı olduğu hem de polis cinayetlerinin PKK icraatları olduğu kanaatinden yola çıkıyoruz.Suruç katliamının IŞİD’in icraatı olduğundan kimse kuşku duymuyor, ama PKK bunun mukabelesini polis öldürerek yapıyor. PKK bunu IŞİD’in Ankara’nın korumasında olduğu gerekçesiyle yapıyorsa bundan da ulusalcı odakların etkisi altında olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.PKK’nın hangi etkilerle, hangi saiklerle IŞİD’in oyununu oynamaya giriştiğini bilmiyoruz. Ama bunları bilmesi ve duruma el koyması gerekenin HDP olduğunu biliyoruz.HDP kuvvetli ve tereddütsüz bir siyasi hat çizebilirse tekrar barış süreci koşullarına dönüş yapmak mümkün olabilir. Tersinin ise ne olduğunu, ne olacağını birkaç gündür bütün açıklığıyla görüyoruz.

Devamını Oku