Dostluk ve iyimserlik ve de her iki anlamıyla “moral” günleridir bayramlar. İnsanlar hayatlarında “bayram tadı” ister, umut ve iyimserlikle rahatlamak ister.
Eskiden yaşlı yazarlar gençlere “bayramlarda mutlaka bayram yazısı yazın ve bu yazılar iyimser olsun” diye öğüt verirlerdi.
Bu öğüdü tutmak için iyimserliğin bir dayanağı olması gerekiyor. “Güzel günler gelecek umudunuzu asla kaybetmeyin” tavsiyesine Çetin Altan “Enseyi karartmayın” deyişini eklemişti. Sadece bayramlarda değil, “hiç bir zaman enseyi karartmayın” sözünü kullanarak moral bulmak da her zaman mümkün olmuyor.
Yüz dolayında güvenlik görevlisi ve aralarında kadınlar ve çocukların da olduğu siviller hayatlarını kaybettiler. İki bin kadar teröristin öldürüldüğü de resmen açıklandı.
Böyle bir kan denizinde “enseyi karartmayın” deyince enseler beyazlamıyor. Her ölümde biraz daha kararan enseleri neyin beyazlatacağını da söylemek gerekiyor.
Bütün toplumun ensesini neyin, nelerin kararttığını çok iyi biliyorduk, söylüyorduk, gereğini yapmaya çalışıyorduk.
Ama unutmuşuz veya gözümüz eskisi kadar açık kalamamış ki, mutsuz bir bayram daha yaşıyoruz, bütün toplumu da mutsuz bayramlar yaşamaya mecbur ediyoruz.
Düşmanlıkların iyice öne çıktığı, sabahtan akşama öfkeli konuşmaların yapıldığı, “düşman içimizde” edebiyatının hortladığı bir ortamda insanların mutlu bayramlar geçirmesi yönetenler için de yönetilenler için de mümkün değildir.
Bugün bayram, eski yazarların tavsiyesine uyarak iyimser yazılar yazmanın mümkün olmadığı bir bayram. Nostaljik bayram edebiyatı yapmanın, “nerede o eski bayramlar” diye hayıflanmanın, değişimden şikayet etmenin de hiç yeri ve zamanı değil.
Her şeye rağmen herkese iyi bayramlar dileriz, bayramların tadını kaçıranların da kendilerine gelmeleri için bir fırsat olmasını bekleriz.
Enseyi karartmamak ne kadar mümkünse o kadar karartmayalım ve her zaman bir limanın olduğunu hatırlayalım.