Turgut Özal öncesinde ekonomiyle ilişkimiz sürekli şikayet üzerineydi. Sürekli şikayet ederdik ama ülkemizin ve kendimizin ekonomik durumunun gelişmesiyle ilgili fazla bir fikrimiz yoktu.
Özal, ekonomiyi bir anlamda siyasetin önüne çıkarırken veya siyasetin birinci maddesini ekonomi yaparken büyüme ve zenginleşme ile tanıştık.
Bugün ise ekonomi siyasetin ilk maddeleri arasında gelmiyor. Anlaşılan ekonomiyle ilgili şikayeti olan yok.
Son rakamlar Türk ekonomisinin geçen yıl yüzde 3 dolayında büyüdüğünü söylüyor. İşsizlik rakamları ise artıyor. Ekonomi büyürse işsizlik azalır diye öğretirler okullarda.
Son birkaç yılın siyasi gelişmelerinin hepsinin ekonomi üzerinde olumsuz etkisi olduğunu biliyoruz.
Ortadoğu krizi ve terör, güney komşularımıza yaptığımız ihracatı olumsuz etkiledi.
Rusya krizinin ardından turizmin yaşadığı sıkıntı halen çözülmüş olmadığı gibi, Avrupa ülkeleriyle süren atışma ve gerilimlerin buradan gelen turist sayısını da etkilediğini turizmciler söylüyor.
Yabancı yatırımcıların gelmediğini de TÜSİAD birkaç kez ifade etti. Olağanüstü Hal rejimi ile yönetilen bir ülkeye kimsenin parasını getirmeyeceğini açıkça söylediler, ama bunun tartışması bile yapılmadı.
Bu arada Avrupa Birliği’nde yaygın havanın Türkiye’nin tam üyeliğinin uzaklaştığı şeklinde olması, Almanya’nın açık karşı tavır almaya hazırlanması da Avrupa’dan gelecek sermayeyi daha da azaltacaktır.
İç siyasette ortaya yeni dengeler çıkarken, dış siyasette yeni sıkıntılar eklenirken ekonominin ağırlığı da değişmektedir.
Bugün ekonomi diye bir konu yokmuş gibi davranıyoruz, konuşulması gerekenleri erteliyoruz. Bu, herkesin şu anda ekonomik durumdan memnun olduğu gibi yorumlanabilir.
Ama ekonomik çıkarlarla tam örtüşmeyen dış politikanın da bir sınırı vardır. Sokaktan ses gelmesini beklemek de gerekmez.