2007 cumhurbaşkanı seçimi sürecinde, askeri vesayetin baskısı altında Abdullah Gül, Ak Parti tarafından cumhurbaşkanı adayı olarak belirlendi ve seçildi. Bundan sonra cumhurbaşkanı seçim kuralını değiştiren referandumda halk yüzde 70’e yakın bir oranda vesayete karşı tavır aldı.
Gül’ün yedi yıllık görev süresi içinde en az tartışılan cumhurbaşkanlarından biri oldu. Ak Partili olduğunu unutturmaya çalışmadı, ama zaman zaman partisinden farklı tavır almaya da çekinmedi.
Yedi yılık görev süresi dolarken partisi ile partisinin tepesiyle ciddi kırgınlık, kendisinin ikinci kez aday olmasını engelleme girişimi üzerine ortaya çıktı. Bu konu Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla çözülünce de tekrar aday olacağı görüntüsünü vermedi.
O dönemde en çok konuşulan konulardan biri Putin-Medvedev formülüydü. Bu formül kabul görseydi, Ak Parti’nin birinci ve ikinci isimleri yer değiştirerek birlikte yönetme sistemi kuracaklardı. Bu konudaki beklenti Ak Parti’nin dışında da oldukça yaygındı. Erdoğan karşıtı çevrelerin de o günlerde bu formülü desteklediklerine de kuşku yok, ama bunu “zayıf halka” bakışıyla görmenin haksızlığına da kuşku yok.
Abdullah Gül’ün Ak Parti’nin tepesi için bir “seçenek” olup olmayacağı hafta sonu yapılan kongreye kadar bir merak konusuydu.
“Seçenek” olarak var olduğunu ve partisinin içinde olduğu göstermesi için önce kongreye gitmesi gerekiyordu, ama Abdullah Gül kongreye gitmedi, bir siyasi mesaj göndermekle yetindi.
Siyasette seçenekler olması, belli görevler için rekabet olması her zaman canlandırıcı ve tartışma alanları yaratan bir durumdur. Ak Parti son kongreye de seçeneksiz ve tartışmasız girmiş oldu. Bu yüzden de küçük cümlelerden, küçük hamlelerden büyük sonuçlar çıkarılmaya çalışılıyor. Ama şu da gerçek ki, Ak Parti’nin 7 Haziran seçimi sonuçlarıyla ilgili tahlil ve özeleştirisini bilmiyoruz. Yine bazı beyanlardan bir takım sonuçlar çıkarmaya çalışıyoruz.
Siyasette bazen sadece emekli olmamak bile bir görev ve sorumluluğu yerine getirmek anlamına gelir. Abdullah Gül’ün de siyasete var olduğunu göstermesi bile belli bir siyasi sorumluluğun ifadesi olacaktı, olabilirdi.
Aynı şekilde Bülent Arınç, Ali Babacan gibi isimlerin de tekrar milletvekili adayı olmaları aynı görev ve sorumluluk mantığının gereği olarak görülmelidir.
Elbette bunlara “kişisel tercih” noktasından bakarak saygı göstermek gerektiği de söylenebilir, ama Abdullah Gül’ün emekliliği çok erken olmuştur.