Dış politikada “revizyon” ihtiyaçları

7 Ekim 2015

Soğuk savaş döneminde, Sovyetler Birliği döneminde Ankara ile Moskova iki karşıt kampta olmalarına rağmen belli bir sistem kurmuşlardı.Dünyayı bölüşmüş iki kamp, zaman zaman çok tehlikeli çatışma sınırlarına gelseler de, birbirlerini tehdit olarak görseler de doğrudan çatışma ortamına hiç girmediler.Rus savaş uçaklarının, Türkiye sınırını geçerek art arda Türk askeri uçaklarını taciz etmeleri iki ülkenin ilişkilerinde ilk kez oluyor.Putin, çok yakında Erdoğan ile görüşmüş olsa da, Türkiye’ye ve dünyaya bu tacizlerle bir şey anlatıyor.Anlattığı da çok açıktır: Rusya Suriye’ye ve Suriye meselesine el koymuştur ve bundan sonraki süreçte hiç kimsenin müdahil olmasını istememektedir.Ortadoğu bataklığına elini sokan kolunu kurtarmakta zorlanır. ABD, iki savaşın ardından bataklıktan çıkmak için bayağı uğraşmak zorunda kaldı.Ankara’nın Suriye politikası dört yıl önce çok net bir çizgi haline gelmişti: Esad yönetimi gidecek, bunu dışarıdan desteklenen Esad muhalifleri gerçekleştirecek.Ortadoğu’daki herkes gibi Esad yönetimi için de şiddetin, gaddarlığın bir sınırı yok. Esad kendi muhaliflerine sonuna kadar gaddar, onu devirmeye çalışan IŞİD herkese karşı sonuna kadar gaddar. Diğerlerini eklemeyelim.Sonuçta, kendisinden çok şey beklenen Özgür Suriye Ordusu’nun, şu anda var olup olmadığı bile belli değildir. Varsa bile hiçbir etkisi yoktur. Esad’ın karşısındaki tek askeri kuvvet, Ankara’nın da hasım listesine koyduğu IŞİD’dir.Rusya Suriye’ye ve Suriye sorununa İran desteğiyle el koyarken, IŞİD’i de bölgeden temizleme işini üstlenmiştir.Hep söylenir, politikada ve dış politikada ebedi dostluklar ve ebedi düşmanlıklar yoktur. Konjonktür değişmişse, ortaya yeni koşullar çıkmışsa politikada ve dış politikada “revizyon” şart olur. Bunun gereğini yerine getirmemek ciddi “tıkanma” ve mevzi kayıplarıyla sonuçlanabilir.Aynı açı Türkiye-Mısır ilişkileri için de geçerlidir. Aynı açı Türkiye-ABD ilişkileri için de geçerlidir. Aynı açı, Kuzey Irak Kürdistan’ı için geçerli olduğu gibi, Suriye’nin Kürt bölgesi için de geçerlidir.

Devamını Oku

Bunların hepsi şer alametleri

5 Ekim 2015

Çatışma alanında öldürülen bir sivilin cesedinin sürüklenmesi...Gazeteci Ahmet Hakan’a saldıranların mahkeme tarafından serbest bırakılması...Gazetecinin kafasına silah dayanarak gözaltına alınması...Gazeteci Hasan Cemal’e tutuklama tehdidi...Güneydoğu’da yüz binlerce insanın evlerinden çıkamaması, art arda sokağa çıkma yasakları ilan edilmesi...Devletin, Hükümet’in çeşitli şekillerde “seçimde güvenliği sağlayamayabiliriz” demeyi tekrar etmesi...Bir de Rus uçaklarının Türk hava sahasını ihlali ve taciziyle Suriye sorunun geldiği nokta...Bunları arka arkaya sıralayınca hiç de hayra alamet bir manzara ile karşılaşmıyoruz.Bu manzara “normal” bir ülke manzarası değildir, bütün hastalıkları, sorunları tepeye vurmuş bir ülkenin manzarasıdır.2011 seçiminin ertesindeki, 2012’deki Türkiye manzarası ile bugünkü Türkiye manzarası arasındaki fark inanılmaz ölçüde açılmıştır.2012’de barış sürecini durdurmak için Tayyip Erdoğan’ı tutuklama komplosu “atlatılmıştır”. Sonra Gezi gelmiş, sonra 17-25 Aralık operasyonu gelmiş ve siyasi irade bu dönemi yönetmekte çeşitli zaaflar göstermiştir.Bunların ardından Türk halkının cumhurbaşkanı seçiminin ilk turunda Tayyip Erdoğan’a yüzde 52 oranında oy vermesi, normalleşmeyi, siyasi ve toplumsal istikrarı nereden beklediğini göstermiştir.7 Haziran seçiminde bu beklentinin “Kürt ayağı” zayıflamış olsa da halk normalleşmeyi yine Ak Parti’den beklemektedir.1 Kasım öncesinde halka yönelik en önemli siyasi vaat, sadece Ak Parti için değil, bütün siyasi yapı için “normalleşme”dir. Ve de tabii ki bunun için hangi yolların zorlanacağının anlatılmasıdır.Her halk “normal” bir ülkede yaşamak ister. Sıraladığımız olayların ve çok daha fazlasının cereyan ettiği bir ortamı, sürekli gerilim altında olarak yaşamayı hiç bir halk istemez.Şu anda yaşadığımız olayların hiçbiri hayra alamet değil ve bu şer alametleri ülkenin daha kötüsünü yaşaması ihtimalinin işaretlerini veriyor.

Devamını Oku

Ak Parti’de ağırlık ekonomide

4 Ekim 2015

Seçim beyannamelerinin sonuncusunu Ak Parti açıkladı. Beyannamedeki seçim vaatlerinde ekonomik konularda bariz bir ağırlık var, siyaset ikinci planda kalıyor.2002’den bu yana Ak Parti’nin çevresinde yer alan orta ve alt sınıflar son vaatlerden memnun kalacaklardır.Özellik gençlere yönelen vaatlerin de etkili olması, en azından gençlerin dikkatini çekmesi doğaldır.Seçim vaatlerinde avanta her zaman iktidar partisi veya iktidara en yakın partinindir. Seçmen, vaatler kıyaslamasında iktidar adayı partiyi daha fazla ciddiye alır, bu vaatlerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini tartışır.Son dönemin en tartışmalı siyasi konularından biri olan başkanlık sistemi yine Ak Parti’nin beyannamesinde bir cümle olarak yer alıyor.Parlamenter sistemin yetersiz kalması nedeniyle başkanlık sistemi daha etkili çalışacak bir sistem olarak amaçlar arasına konulmuştur.Bu amaç da bir taraftan yeni demokratik anayasa hedefine bağlanmıştır.Demokratik anayasa, Başbakan Davutoğlu’nun sunumunda temel siyasi hedef olarak belirtilmiştir.Şu andaki siyasi konjonktür ve dengelerin Ak Parti’ye tek başına anayasa değiştirme imkanlarını vermesi oldukça düşük bir ihtimaldir. Ama 1 Kasım ertesinde ortaya çıkabilecek yeni siyasi dengeler yeni anayasa için yeni ittifak imkanları da yaratabilir.Askeri dönemden kalma Siyasi Partiler Kanununun değişmesi de önemli bir siyasi hedef olarak beyannamede yer almıştır. Buradaki “demokratik” sıfatı da aslında siyasi parti yönetimlerinden hiç birinin talebi değildir.Davutoğlu’nun Siyasi Ahlak Yasasında olduğu gibi, Siyasi Partiler Yasasında da hamle yapması bile siyasi yapıda belli bir karşılık yaratabilecektir.Ülkenin temel meselesi şu anda sadece “terör” kelimesinin etrafına sıkışmış durumdadır. Bu daralma birçok yolu, bu arada demokratikleşme hamlelerinin yolunu da tıkamış durumdadır.Ak Parti beyannamesindeki “Kardeşliği ebedi kılacak demokratikleşme adımlarının önü açılacaktır” ifadesi şu andaki tıkanmanın giderilmesi için önemli bir vaat olarak görülebilir, görülmelidir.Beyannameler açıklandıktan sonra sıra bunun madde madde halka anlatılmasındadır. Bu anlatma faaliyetinde de gerçekçi olan her zaman daha fazla ilgi sağlayacaktır.

Devamını Oku

‘İnadına barış’ın gerekleri

2 Ekim 2015

HDP 1 Kasım seçimi için sloganını “inadına barış” olarak açıkladı. “İnadına barış”ın devamında “inadına HDP” var.“İnadına barış” bugünün doğru sloganı ve sadece HDP’nin değil demokratik siyasete sahip çıkan herkesin olması gereken bir slogan.Bugün, sadece gazetelerde yer alan şiddet haberlerine baktığımızda bile barışa ne kadar uzakta olduğumuzu görüyoruz.Çok uzaktayız, Devlet-Hükümet tarafı “silahlar gömülene kadar savaş” kararını uygulamaya devam ediyor. PKK da saldırılarını azaltmak bir yana, giderek savaş alanını yayıyor.Devlet-Hükümet’in bu stratejisi siyasetin geniş bir alanında da kabul görmüştür. Şu andaki durum MHP’nin taleplerine uygundur, CHP’den ise herhangi bir ses çıkmamaktadır. Ana muhalefet partisi yine izleyici konumundadır ve “barış”la ilgili net bir tavrı da yoktur.HDP’nin “inadına barış” sloganının ne kadar etkili olduğu 1 Kasımda görülecek. Ama “er geç barış” diyenler de HDP’den bu sloganın gereklerini yapmasını bekleyecekler.7 Haziran sonrası HDP’ye yönelik eleştirilerden biri, PKK ve Kandil ile arasına mesafe koymakta gecikmesidir. Bunun nedeni aşağıdan gelen baskılar da olabilir, HDP’nin bir tercihi de olabilir. Veya her ikisi birden olabilir.Ancak 1 Kasım’da HDP eğer baraj altında kalırsa bunun tek nedeni Ak Parti’nin bu yöndeki yüklenmesi olmayacaktır, 7 Haziranda HDP’ye oy verenlerin bir kısmının beklentilerinin yerine gelmemiş olması da önemli bir neden olacaktır.Er geç barış olacak, hiçbir savaş sonsuza kadar devam edemez, hele bin yıldır bir arada yaşayan insanların istemediği bir savaş da uzun süremez. Yeni bir barış süreci başlayacaktır ve bu süreçte HDP’nin bir sivil siyaset kurumu olarak her zaman önemli bir rolü olacaktır.HDP’nin 1 Kasımda barajı geçmesi bunun için gereklidir. Hatta HDP’yi terörün, savaşın sorumlusu olarak görmeyenlerden alacağı oyların artması da mümkündür.Her durumda HDP’nin sorumluluğu artacaktır ve bu partiye her gün “Barış için ne yaptın?” diye sorulacaktır.HDP’nin sorumlulukları “inadına barış” deyince bitmiyor, artarak devam ediyor.

Devamını Oku

Göz göre göre

1 Ekim 2015

Star gazetesinin bahçesine bomba bırakıldı. Hep birlikte kınayamadık, bazıları kuşku beyan ettiler.Star medya grubunun başkanına ateş açıldı.Yine hep birlikte kınayamadık, yine bazıları başka şeyler aradı.Hürriyet gazetesine iki kez taşlı sopalı saldırı oldu.Bunun bütün basına ve demokrasiye yapılmış bir saldırı olduğunu hep birlikte söyleyemedik. Hatta bazıları savundu.Sabah gazetesine taşlı sopalı saldırı oldu.Yine hep birlikte kınamak bir yana, birçoğu “olur böyle vakalar” demeye getirdi.Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’a yapılan saldırı göz göre göre gelen bir saldırıdır.Bu kez, ilk defa “ama”sız, kuşkulu ifadeler kullanmadan bu saldırı kınandı.Bir basın kuruluşuna, bir basın mensubuna yapılmış saldırının, bütün basına ve demokrasiye, basın özgürlüğüne yapılmış bir saldırı olduğunu görmekte yine epeyce geç kaldık.Basına, gazetecilere yapılan saldırının, saldırıların, siyasi pozisyonlara göre farklı muamele görmesinin ayıbını epeydir üzerimizde aşıyoruz.Basında tabii ki tartışmalar olacaktır, polemikler olacaktır. Ama uzun zamandır ölçüyü fena halde kaçırdığımızı da bu saldırı dolayısıyla görebiliriz.Sert tartışmaların ölçüsünün kaçması, karşılıklı itibarsızlık yaratma savaşlarına dönüşmesi, sadece bir tarafın itibarını düşürmez, bütün basının, medyanın itibarını kaybettirir.Basının itibarını bütün basın ve basının önemini bilen siyasetçiler birlikte korumak zorundadır.Basın üzerinden siyaset yapmanın, basını bir siyaset aracı olarak kullanmanın sonuçlarından biridir bugün yaşadığımız.Bombaların, tabancaların, taşların, sopaların, yumrukların, tekmelerin oraya çıktığı bu günlere nasıl vardığımızı basın da siyaset de iyi düşünmelidir.Basın ve basın özgürlüğü bütün vatandaşların ve siyasetin özgürlüğünün temel güvencelerinden biridir.Bu ruhtan şaştıkça, alanı bombalar, tabancalar, taşlar, sopalar, yumruklar, doldurur ve bunun ceremesini sadece basın ve siyaset değil bütün ülke çeker.

Devamını Oku

Seçime dair ‘makul’ senaryolar

30 Eylül 2015

1 Kasım’da sandıktan neler çıkabileceğine dair “uç” senaryoları daha önce ele almıştık.En “uç” senaryo, MHP ve HDP’nin baraj altında kalmaları ve Ak Parti’nin 400 milletvekiline ulaşması olarak görünüyor.“Makul” senaryoların başında ise Ak Parti’nin yüzde 44 dolayında bir oy oranıyla tek başına iktidar olması geliyor.Yüzde 44’ün tek başına iktidara yetmesi için ise oyların dağılımıyla ilgili bazı uygun durumlar gerekiyor.Seçime bir ay kala kesin olarak bilinmeyen, 7 Haziran’da HDP’ye gitmiş olan Kürt oylarının ve Ak Parti’de kalmış olan Kürt oylarının durumudur.Seçim araştırmalarında HDP oylarından 1-2 puanlık geri dönüş sonucu alanlar da var, buna karşılık Ak Parti’deki son Kürt oylarının da HDP’ye gidebileceğine işaret edenler de var.İkinci ihtimalde, Ak Parti’nin yüzde 44’e ulaşabilmesi için MHP’den en az üç puanlık bir oy kaymasının gerçekleşmesi gerekiyor.Böyle bir ihtimal vardır, ama bu ihtimalin bir de “travmatik” sonucu vardır ki bu da HDP’nin MHP’nin birkaç puan önüne geçmesidir.Güneydoğu’nun, hele sandık taşımalarına rağmen Ak Parti’den biraz daha uzaklaşmasının siyasi sonuçları üzerine fikir yürütmek için çok erken.Ama ihtimaller arasında, Ak Parti’nin çoğunluk alamaması halinde CHP ile koalisyon mecburiyeti ve HDP’nin ana muhalefet partisi olması da bulunuyor.“Makul” senaryoların birincisi Ak Parti’nin az bir farkla da olsa tek başına iktidar çoğunluğu elde etmesi olarak görünse de ikinci ve üçüncü senaryolar da birincisinden çok uzak değildir.Bunlar da Ak Parti ile CHP’nin veya Ak Parti ile MHP’nin koalisyon kurmaları senaryolarıdır.Bu ihtimallerin dışında Ak Parti’nin çoğunluk alamaması durumunda bir kez daha erken seçim istemesi aşırı zordur.Seçmenin önemli bir kısmının, koalisyonlar olmuyor, erken seçim de olmaz fikriyle tek başına Ak Parti iktidarı için oy kullanması şu andaki en muhtemel durumlardan biridir.Ak Parti’nin seçim kampanyası sırasında öne çıkaracağı ekonomik vaatlerin de bu yönde etkili olması muhtemeldir.

Devamını Oku

Sandıkların taşınması

27 Eylül 2015

Güneydoğu’da güvenlik gerekçesiyle, bazı köy, mezra ve mahallerde sandıkların taşınması fikrini yerel seçim kurulları uygulamak istiyor.Yüksek Seçim Kurulu ise bu konuda karar alma yetkisinin il ve ilçe seçim kurullarında olmadığını açıkladı.Sandıkların taşınması fikri aslında 7 Haziran ertesinde, HDP’nin beklenmedik bir oy oranına ulaşmasının ardından ortaya çıkmış bir fikirdi.HDP’nin seçim başarısını toplumsal ve siyasal olarak açıklamaya, anlamaya çalışmak yerine “polisiye” yorumlar o ara oldukça revaçtaydı.Önce “yüzlerce” köyde PKK’nın baskıları sonucu HDP’ye silme oy çıktığı görüşü dile getirildi. Böyle bir baskı olabilir, ancak bunun sandığa yansımasının hesabını da doğru yapmak gerekir.“Yüzlerce” köy ifadesi çok kullanıldı, “yüzlerce köy” demek, “yüzlerce” sandık demek ve “yüzlerce”nin en tepedeki ifadesi de 1.000 demek. Her köyde bir sandık hesabıyla, bu sandıklarda oy kullananların hepsinin baskıyla oy verdiği düşünülse bile, ulaşılacak rakam 200 bindir. 200 bin oy da toplamda 1 puan bile fark yaratmaz.Daha sonra “binlerce köy” ifadesi kullanıldı, ama seçmenlerin silme HDP’ye oy kullandıkları, tek fire olmaksızın oy kullanılan sandık sayısı hakkında henüz kesim bir bilgi bulunmuyor.Şiddet eylemlerinin artmasının ardından bandıkların taşınması fikri tekrar ortaya çıkarken, iki şey unutulmuş görünüyor.“Serbest genel seçim”, bütün vatandaşların kendi iradesiyle ve yaşadığı yere en yakın noktada ve kolayca oyunu kullanabileceği seçimdir.Herhangi bir nedenle oyların atılacağı sandıkları, il merkezlerinde kurarsanız bunun adı “serbest genel seçim” olmaz.Ve devlet seçimin güvenli bir şekilde, “serbest genel seçim” olmasını sağlamakla yükümlüdür. “Güvenliği sağlayamıyoruz” diye sandıkları, insanların ulaşmakta zorlanacağı noktalara taşımak, devletin görevini yapmaması anlamına gelir.Devletin serbest genel seçim yapılmasını sağlayamaması da, bir seçimin üzerine en büyük şaibenin gelmesinden başka bir şey değildir.

Devamını Oku

Seçime dair ‘uç senaryolar’

25 Eylül 2015

1 Kasım sonuçlarıyla ilgili “makul” senaryo ve tahminlerin yanında en “uç” senaryolar da tedavüle çıktı.Makul senaryolardan biri, esas olarak MHP’den gelecek oylarla Ak Parti’nin tekrar tek başına hükümet kuracak bir çoğunluğa ulaşması.İkinci senaryo da, 7 Haziran’a göre önemli oy kaymalarının olmayacağı ve tekrar koalisyon mecburiyetinin ortaya çıkacağı şeklinde.Üç tane de “uç” senaryo siyasi çevrelerin dillerinde dolaşırken, bunların hiç de “uç” olmadığını, ihtimaller içinde olduğu görüşünü dillendirenler de var.Bunlardan biri HDP’nin bu kez baraj altında kalması üzerine kurulu. Bu ihtimal, Ak Parti tarafı için “uç” değil, kuvvetle temenni edilen ve kampanyanın odağını oluşturacak bir hedef olarak en üst düzeyde ifade ediliyor.Seçim araştırmalarının hiç birinde HDP barajı altında görünmediği gibi, bazılarında 7 Haziran’a göre oyunu artırmış görünüyor.“Emanet oylar” denilen ve daha çok önceden CHP’ye oy veren ama 7 Haziran’a HDP’ye yönelmiş olan “sol” seçmen kesiminde de şu anda önemli bir geni dönüş işareti görülmüyor.Ak Parti, önce Güneydoğu’daki adaylarını önemli ölçüde değiştirerek, son günlerde de Kürt meselesi ve terörle ilgili üslubunda değişiklik yaparak tekrar Kürt seçmenin oylarına talip oldu.7 Haziran’da HDP’ye oy veren Kürt seçmenin en az 1 milyonunun Ak Parti’ye dönüş yapması halinde HDP’nin baraj sorunuyla karşılaşma ihtimali ortaya çıkabilir.İkinci “uç” senaryo MHP’nin yüzde 10 barajın altında kalması üzerine kuruluyor. Bunun dayanağı da Ak Parti’nin barış sürecini durdurması ve MHP’nin neredeyse varoluş nedeni haline gelmiş olan terör meselesinde “askeri çözüm” hattında durması olarak gösteriliyor.Ak Parti’den aday olan Tuğrul Türkeş’in MHP’li seçmenin oy tercihini değişmesini sağlayacağı beklentisi de bu senaryonun dayanaklarından biri.Bu iki senaryonun her birinde, MHP veya HDP’nin kaybedeceği 80 vekilliğin hemen tümü Ak Parti’ye geçecek ve Ak Parti yüzde 43-44’lük bir oy oranıyla 330’un üzerinde vekillik alabilecektir.Üçüncü ve “en uç” senaryo ise hem MHP’nin hem HDP’nin baraj altında kalması üzerinedir.Bu senaryonun 1 Kasım sonucu da Ak Parti’nin 400, CHP’nin 150 milletvekili bulunan, iki partili bir Meclis’tir. Bu “en uç” senaryodur, ama Ak Parti’nin esas 1 Kasım hayali de budur.

Devamını Oku