Çatışma alanında öldürülen bir sivilin cesedinin sürüklenmesi...
Gazeteci Ahmet Hakan’a saldıranların mahkeme tarafından serbest bırakılması...
Gazetecinin kafasına silah dayanarak gözaltına alınması...
Gazeteci Hasan Cemal’e tutuklama tehdidi...
Güneydoğu’da yüz binlerce insanın evlerinden çıkamaması, art arda sokağa çıkma yasakları ilan edilmesi...
Devletin, Hükümet’in çeşitli şekillerde “seçimde güvenliği sağlayamayabiliriz” demeyi tekrar etmesi...
Bir de Rus uçaklarının Türk hava sahasını ihlali ve taciziyle Suriye sorunun geldiği nokta...
Bunları arka arkaya sıralayınca hiç de hayra alamet bir manzara ile karşılaşmıyoruz.
Bu manzara “normal” bir ülke manzarası değildir, bütün hastalıkları, sorunları tepeye vurmuş bir ülkenin manzarasıdır.
2011 seçiminin ertesindeki, 2012’deki Türkiye manzarası ile bugünkü Türkiye manzarası arasındaki fark inanılmaz ölçüde açılmıştır.
2012’de barış sürecini durdurmak için Tayyip Erdoğan’ı tutuklama komplosu “atlatılmıştır”. Sonra Gezi gelmiş, sonra 17-25 Aralık operasyonu gelmiş ve siyasi irade bu dönemi yönetmekte çeşitli zaaflar göstermiştir.
Bunların ardından Türk halkının cumhurbaşkanı seçiminin ilk turunda Tayyip Erdoğan’a yüzde 52 oranında oy vermesi, normalleşmeyi, siyasi ve toplumsal istikrarı nereden beklediğini göstermiştir.
7 Haziran seçiminde bu beklentinin “Kürt ayağı” zayıflamış olsa da halk normalleşmeyi yine Ak Parti’den beklemektedir.
1 Kasım öncesinde halka yönelik en önemli siyasi vaat, sadece Ak Parti için değil, bütün siyasi yapı için “normalleşme”dir. Ve de tabii ki bunun için hangi yolların zorlanacağının anlatılmasıdır.
Her halk “normal” bir ülkede yaşamak ister. Sıraladığımız olayların ve çok daha fazlasının cereyan ettiği bir ortamı, sürekli gerilim altında olarak yaşamayı hiç bir halk istemez.
Şu anda yaşadığımız olayların hiçbiri hayra alamet değil ve bu şer alametleri ülkenin daha kötüsünü yaşaması ihtimalinin işaretlerini veriyor.