Akademisyenler

22 Nisan 2016

Bir bildiri yayınladılar, ifadelerini sert bulanlar olabilir, ama talepleri “barış”tı, kanın durmasıydı.Akademisyenler dün hakim önüne çıktıkları sırada, Tunceli’den üç şehit haberi daha geldi.Bu insanlar hakkında “teröre destek” suçlamasıyla dava açılmasını, tutuklanmalarını savunmak hiç bir demokratik kritere uyan bir durum değil.Akademisyenler, vatandaş ve bilim insanı olarak sorumluluklarını yerine getirmekten başka bir şey yapmamışlardır. İstedikleri kanın durmasıdır.Önce bunu açık yüreklilikle kabul etmemiz, sonra da ifade özgürlüğüyle ilgili sorunlarımızın ve eksiklerimizin ciddiyetini görmemiz gerekiyor.Hukuk ve yargı düzenimizin de vatandaşı, vatandaş haklarını, demokratik hakları koruyan bir sisteme dönüşmemiş olmasının sorumluları da bütün siyasi iktidar sahiplerinden başkası değildir.Batı’nın demokratik değerlere önem veren çevrelerinin Türkiye’deki sorunlara ilgi duymalarından daha doğal bir şey de yoktur.Türkiye’de akademisyenler tutuklanırken, gazeteciler tutuklanırken, yabancı gazeteciler sınır dışı edilirken, dünyaya “bizde en ileri basın ve fikir özgürlüğü” vardır demenin ne manası vardır ne de etkisi olur.Dünyanın hiç bir yerinde görülmemiş sayıda “cumhurbaşkanına hakaret” davası, soruşturması, tutuklamasını açıklama imkanı da yoktur.Olayın traji-komik bir hale geldiğini de, karısını döven adamın kendisini “cumhurbaşkanına hakaret etti” diye savunmasında görebiliriz.Yanlıştan dönmek her zaman mümkündür. Akademisyenlerin davası örnek olur, bütün uyduruk “teröre destek” davalarında tahliye kararları alınır.Eğer Cumhurbaşkanlığı bütün “cumhurbaşkanına hakaret” şikayetlerini geri çekerse ne olur? Cumhurbaşkanına hakaret içeren ifadeler de kimsenin dikkatini çekmez olur, hakaret etmek için uğraşanları bile kimse dikkate almaz olur. Sonra da susarlar.Türkiye’nin ifade özgürlüğü alanındaki arızalarını gidermek, karnesindeki zayıfları düzeltmek şu anda bütün köprülerden daha önemlidir, hayatidir.

Devamını Oku

Darbe davaları ve pişmanlar

22 Nisan 2016

Ergenekon adının öne çıktığı darbe girişimleri davalarının aklanmayla sonuçlanmasında son aşamaya gelindi. 28 Şubat davasını sulandırma faaliyetleri tamamlanınca herkes aklanmış olacak.Böylece hukuken, ülkemizde darbe girişimi, darbe hazırlığı, demokrasiye müdahale, belli amaçlı silahlı eylemler yapılmamış gibi olacak. Veya Türk adaleti bu olayları çözememiş olacak.Hukuk dedi ki, eldeki bilgi ve kanıtlara göre Türkiye’de herhangi bir darbe girişimi, darbe hazırlığı, darbe planı yapılmamıştır.Darbe davalarında, hiçbir “çözülme” olmadı. Daha 12 Eylül döneminden beri adı duyulmuş kişiler de sürekli olarak her şeyi inkar ettiler. Cumhuriyet mitingleriyle darbe ortamı hazırlanması konusu da havada kaldı.Darbe davalarını yürüten hukukçuların çoğunun Gülen Cemaati’nin mensubu olmaları bu davaların esastan çökmüş olmasının kanıtı gibi görülüyor.Cemaat hukukçularının darbe davalarının sulandırılması, ilgisiz olayların birbirine yapıştırılarak dava mantığının bozulması, ilgisiz insanların davalara sokularak ana meselelerin dağılmasının sağlanmasına dönük icraatları pek konu edilmiyor.Konu edilen, uydurma deliller getirilmesidir. Bu sayede davaların çökmesi de garanti edilmiştir. Var olan deliller arka planda kalmış, olaylar ortadayken bunlar bir kenara itilmiş ve uydurma deliller öne çıkarılarak davaların çökmesi sağlanmıştır.Dünyada benzer durumlarda, İspanya’da, İtalya’da, Fransa’da ve birçok Güney Amerika ülkesinde benzer davalarda en tepedeki sanıklar yargılanmış, ayrıntılara boğulmadan gerçek temizlikler yapılmıştır.Şimdi bir de pişmanlık dalgası başlamış durumdadır. Yargı süreçlerini, Cemaat hakim ve savcılarının davaları sulandırmalarını görmek ve tartışmak yerine istendiği gibi tepki gösterenler bu davaları destekledikleri için arka arkaya pişmanlık gösteriyorlar.Darbe davalarının tam temizlikle sonuçlanmasını sağlayanın Cemaat olmasının nasıl bir süreçle sağlandığının ayrıntılarını da herhalde ileride öğreniriz. Bunun için de askerlerin konuşması gerekir.Darbe davalarının tam aklanmayla sonuçlanması sayesinde bu ülkede bir daha darbe planı yapılmayacağını, demokrasiye bel altı müdahaleler olmayacağını savunanların haklı çıkmasını temenni etmek dışında yapacak bir şey kalmamıştır.

Devamını Oku

Bir Evren anısı

21 Nisan 2016

Kenan Evren cumhurbaşkanıydı, Fas ziyaretine Cumhuriyet adına ben katılmıştım. Programda olmadığı halde Evren, Fez kentini görmek istemiş programı değiştirtmişti.Fas kralı Hasan adına, savunma bakanı olan dünürü Evren’e refakat ediyordu. Akşam bir davet vardı. Bir ara Evren tek başına kaldı. Sevgili Ali Baransel yanıma geldi, “Komutan yalnız kaldı yanına gitsene” dedi.Gittim, Fas ile ilgili birkaç cümleden sonra Evren konuşmaya başladı. O sırada PKK eylemleri başlamıştı. Evren, Kuzey Irak’tan gelen bir Amerikalının Türkiye’ye giriş yaptığını öğrenince çağırttığını ve onunla Kürt meselesi üzerine konuştuğunu söyleyerek lafa başladı.Sonra yine Kürt meselsiyle ilgili fikirlerini anlatmaya devam etti. Bir ara verince hemen atıldım: “Efendim Türkiye’ye döndüğünüzde televizyona çıkıp bana anlattıklarınızı halka anlatsanız...” Cevabı “Kesinlikle öyle bir şey olmaz” oldu. Bu sırada yanımıza başkaları geldi, bir daha da böyle bir fırsat çıkmadı.Evren “Kürtler” diye konuşuyordu, biz gazetemizde Kürt kelimesi geçti diye bölücülükten yargılanıyorduk. Anlattığından kısa bir özet aktarayım: Eğer Kürt meselesinde bir şeyler yapmazsak, Kürtler büyük güçlerin eline geçer ve çok zorluklar çıkar.Evren’e sözümü tutmak adına bu özetten fazlasını yazmayacağım. Çünkü ortamı uygun bulup “O zaman ben yazayım, sizin demeciniz olarak” dedim. Cevabı “Yazamazsın” oldu. Son deneme: “Bir özet yazayım.” Ve son cevap: “Kesinlikle yazamazsın, tek kelime yazamazsın, tamam mı?” Ne diyeceğim, tabii ki “Peki efendim” dedim.Evren’in sözleri üzerine düşününce vardığım ilk sonuç, ülkeyi yönetenlerin, askerler dahil Kürt meselesiyle ilgili olarak kendi aralarında bize konuştukları gibi konuşmadıklarıydı. Neredeyse bizim kendi aramızda konuştuğumuz gibi konuşuyor, tartışıyorlardı. Ama bize, halka bambaşka konuşuyorlardı.Bu olayın üzerinden yaklaşık otuz yıl geçti. hâlâ Kürt meselesi var, hâlâ oluk oluk kan akıyor. Ve ülkeyi yönetenler hâlâ bunu durdurabilmiş değiller. Durdurmak için Tayyip Erdoğan’ın başlattığı en büyük hamle de akamete uğradı. Otuz yıllık Evren anısını hatırlatmanın ne faydası var? Bir anı olarak aktardık. Bugünün koşullarında bir faydası olur mu? Belki olur.

Devamını Oku

Çözüm sürecine dönüşün esas zorluğu

18 Nisan 2016

Bir ülkede, ülkenin üçte birinin savaş ortamında olması, 500 şehit verilmesi, büyük şehirlerde bombalar patlaması, çok sayıda sivilin hayatını kaybetmesi taşınması kolay bir yük değildir.Hem ülkenin bütünü için ağır bir yüktür, hem o ülkeyi yönetenler için çok ağır bir yüktür. Halk şu anda bütün unsurlarıyla bu yükü taşımaktadır, ama bir gün “yeter” demesi kaçınılmazdır.Bir noktanın peşinde olanlar şimdi PKK’nın çatışmaları, şehir savaşını durdurmasını sağlamak için çaba göstermektedir. Bu çabaların ne kadar etkili olduğu tartışmalıdır.Hükümet-devlet tarafı ise “son terörist öldürülene kadar operasyonlar devam edecek” hattına bağlı kalmaya devam etmektedir.Bunun ötesinde de PKK’nın çatışmaları durdurması için yapılan bütün girişimlere de kuşkuyla bakmaktadır.Böyle bir durumda “Devlet-hükümet terörü yenemedi” kanaatinin halk arasında yayılmasından endişe duyulduğunun birçok işareti görülmektedir.Devlet-hükümet sözcüleri, PKK’nın çatışmaları durdurması halinde, bunun bir açıdan teröristlerin “kurtarılması” olacağına dair uç mantıklara kadar gitmektedir.Hükümet-devlet hattının esas olarak şu anda silahların susmasını “istemediği” gibi bir sonuca varmak abartılı gelebilir, ama bazı siyasetçi ve gazetecilerin sözlerinden bu anlam çıkmaktadır.“Son terörist öldürülene kadar savaş” mantığının “son terörist”ten ne anladığı da açık değildir. Bu mantıktaki boşlukları görmek de zor değildir. Bu bakış açısının “sonsuza kadar savaş” hattı olduğunu görmemek de mümkün değildir.“Arabuluculuk” gibi kelimelerin telaffuzu bile Hükümet-devlet tarafından, “PKK’nın korunma çabası” olarak algılanmakta ve tepki görmektedir.“Çözüm sürecine dönüş mümkün mü?” sorusunun cevabı da sadece Hükümet-devlet tarafından değil PKK tarafından da “kesinlikle mümkün değil” diye verilmekte, her iki taraf da bu fikirleri “saflık” olarak nitelemektedir.Sonunda bir nokta konulacak. Ama bu noktanın konulması için şehit sayısının bin olması beklenirse, bütün toplumun sırtındaki yük olağanüstü ağır olacak, o nokta bile deva olmayacak hale gelecektir.

Devamını Oku

Ak Parti’nin en büyük destekçisi CHP

17 Nisan 2016

Geçenlerde CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu’nun aile bakanlıyla ilgili bir sözü üzerine büyük gürültü koptu. Cumhurbaşkanı da Başbakan da başka Ak Partililer de sert tepkiler gösterdiler.Kılıçdaroğlu da diğer CHP’liler de Erdoğan ve Başbakan’a karşı cevaplar verdiler ve görevlerini yapmış olmanın huzuruyla başka bir kayıkçı kavgasına kadar kenara çekildiler.Aslında tam çekilmediler, oldukça kritik bir meselde bir kez daha Ak Parti’yi rahatlatacak bir karar aldılar. CHP yönetimi, dosyası olan bütün milletvekillerinin yarılanmasını sağlayacak anayasa değişikliğini destekleme kararı verdi. Şimdi de partinin içindeki tepkileri durdurmaya çalışıyor.İki muhalefet partisinin Ak Parti’yle ilgili pozisyonları konuşulurken, Bahçeli yönetimindeki MHP’nin Ak Parti politikalarını desteklemesinin üzerinde duruluyor.Bunlar tabii ki siyasi destek olarak önemlidir. Ama Ak Parti, esas olarak CHP’nin politikalarının dolaylı desteğinden faydalanmaktadır.Son yerel seçimde CHP’nin MHP ve ülkücü çevrelerle işbirliği çökmüş, Ak Parti “sahillerde” önemli ilerlemeler sağlamıştır.Cumhurbaşkanı seçiminde “ortak aday” stratejisi sayesinde Ak Parti’nin adayı Tayyip Erdoğan birinci turda yüzde 52 gibi önemli bir oyla seçilmiştir.Geçen Haziran’daki genel seçimlerin ardından Ak Parti esas olarak bir erken seçim stratejisi oluştururken, CHP aldığı pozisyonlarla erken seçime gidiş yollarını açmış ve Kasım seçiminde bilinen sonuçlara ulaşılmıştır.Son durum da, HDP’li vekillerin Meclis’ten cezaevlerine bir “milli mutabakat” halinde gönderilmeleri için CHP’nin açık destek sunmasıdır.CHP de bu operasyonu desteklediği zaman hem içerinden hem dışarıdan gelecek tepki ve yorumlara karşı “görüyorsunuz ana muhalefet partisi olan sosyal demokrat CHP de aynı görüşte” denilecektir. Bunun devamı da “biz ne yapalım, yargı bağımsız” formülünün tekrarıdır.İki yıldır her önemli olayda iktidar partisine avantaj sağlayan pozisyonlar alan CHP’nin sol veya sosyal demokrat gibi sıfatlarla tartışılmasının bir anlamı da kalmış değildir.Siyasi beceriksizlik ve aymazlık tavan yapmışken bunun icracılarının kendilerine ne isim taktığının bir önemi yoktur.

Devamını Oku

MHP’deki ses Bahçeli’nin gidiş sesi

15 Nisan 2016

Söz ilk kez Tansu Çiller için kullanılmıştı. Çiller DYP’nin başına geçmek üzereyken “leydinin topuk sesleri” başlığı herkesin aklında kaldı. Şimdi “topuk sesleri” MHP’de Meral Akşener için kullanılıyor.Çiller, parti içinde bir siyasi mücadeleyle genel başkan ve başbakan olmadı. Demirel Çiller’i o makamlara oturttu. Meral Akşener ise parti içinde gerçek bir siyasi mücadeleden çıkmak için çalışıyor.Akşener’in topuk seslerinin kuvvetini henüz tespit etmek kolay değil. Bahçeyi görevini devretmemek için direniyor, ayrıca Akşener’in kuvvetli bir rakibi var, Ümit Özdağ.“Milliyetçi toplumcu” hareketin “kurucu lideri” Alpaslan Türkeş’ten sonra Devlet Bahçeli oldukça uzun bir genel başkanlık dönemi geçirdi. Bahçeli döneminde MHP gerileme dönemleri de yaşadı, tırmanma ve iktidar ortaklığı da yaşadı.Bahçeli geleneksel MHP hatlarında iki farklı tavrıyla dikkati çekti. Birisi Abdullah Öcalan’ın idam edilmemesi için hızla idamın kaldırılmasına verdiği destek oldu. Diğeri de ülkücü gençliği “sokak”tan çıkarmak oldu. Daha önce MHP’li gençlerin “yerine getirdiği görevler” uzun süredir BBP’li gençlerin elinde.MHP şu anda zor bir dönem yaşıyor. Bunun temel nedeni de Ak Parti’nin MHP’ye siyaset alanı bırakmamasıdır. MHP’nin varlık nedeni olarak sayılabilecek siyasetleri son yıllarda Ak Parti elinde toplamıştır. Bunun için MHP’den Ak Parti’ye Tuğrul Türkeş gibi üst düzey geçişler de, alt düzey geçişler de doğal karşılanmaktadır.Bahçeli’nin yerine aday olan Özdağ ve Akşener’in siyasi hatlarıyla ilgili, Bahçeli’ye göre bakış açısı farklarıyla ilgili fazla bir bilgi de bulunmuyor. MHP geleneğinde de açık tartışma yoktur. Akşener ile Özdağ arasındaki görüş farkları da belli değildir.Ama belli olan Devlet Bahçeli’nin yerini korumasının aşırı zor olduğu ve MHP’nin genel başkanlığına Özdağ veya Akşener’in geleceğidir. Şunu da söylemek gerekir ki, MHP türü bir partide kadın genel başkan ilginç bir tecrübe olacaktır.

Devamını Oku

Batı’nın raporları

14 Nisan 2016

Batı’nın çeşitli kurumlarından çıkan Türkiye raporları oldum olası canımızı sıkar. Bu raporların canımızı sıkmadığı bir dönem vardır. Bu dönem 2004-2012 dönemidir. O sırada bu raporlarda Türkiye’deki demokratik gelişmeler de bol bol yer alıyor, eleştiriler ise canımızı pek sıkmıyordu.Avrupa Parlamentosu her yıl Türkiye için bir “ilerleme” raporu hazırlar, yayınlar. Bunların açısı, Türkiye’nin Avrupa Birliği standartlarına ne kadar yaklaştığını tespit etmektir.Son rapor dün açıklandı ve hükümet raporun iade edileceğini söyledi. Raporun iade edilmesi içinde yazılanları yok etmiyor. Bunlar duruyor ve Batı’nın çeşitli kurumları ve etkili çevrelerinin Türkiye’ye bakışını belirlemesinde bir ağırlık taşıyor.Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği içinde bir siyaset oluşturmaktan çok, Avrupa’daki siyasi bakış açılarını yine siyasilerin gözüyle aktaran bir organdır. Ortak açılar oluşmasını sağlayan önemli bir platformdur.AP’nin son raporu baştan aşağı demokrasi eksiklerimizi sıralamaktadır. Bunların demokrasi eksikleri olmadığını savunmak zordur. Çeşitli zorluklarımızı ve sorunlarımızı bahane yapmamızın da etkili olması mümkün değildir. Avrupa Birliği’nin siyasi temeli bütün sorunların ancak demokrasi içinde ve tam demokrasiyle çözülebileceği ilkesi üzerine kuruludur. Bu ilke üzerinde duran bir yapının “yapacaktık ama şöyle böyle oldu, şu düşman bu düşman” üslubundan etkilenmesi de mümkün değildir.Bir kesiminde savaş yaşanan bir ülkenin Avrupa Birliği üyeliğini birilerinin desteklemesini beklemek de saflık olur. AP raporu da savaşın sona ermesi ve tekrar çözüm sürecine dönülmesi için net bir tavır almıştır.Batı’nın raporlarını yüzümüze tutulan bir ayna olarak gördüğümüz zaman, art niyet ve düşmanlık aramamıza gerek kalmaz. Birkaç yıl öncenin raporlarını hatırladığımız zaman da bugünkü raporlara sert tepki göstermenin bir faydası olmadığını da anlayabiliriz.Demokrasi eksiklerimizi biliyoruz, hepimiz biliyoruz. Bu raporlardan çok daha önemli olan bu eksikleri kendimizin görmesi ve bunun gereklerini yerine getiren siyasetler geliştirmekten başka bir şey değildir.

Devamını Oku

Nafile bir operasyon

13 Nisan 2016

Bu operasyonu düşünenlerin bilmesi gereken bir şey var. Meclis’te dosyası olan bütün milletvekillerinin dokunulmazlıklarının hep birlikte kaldırılmasının amacı bellidir. “Özel bir hedefimiz yok” savunması asla inandırıcı olmayacaktır.1994 yılında Kürt milletvekillerinin Meclis’ten alınıp tutuklanmalarının yol açtığı sonuçları da bellidir. Bu operasyon gerilimi azaltmamış tam tersine tırmandırmış ve anti-demokratik icraatlar listesine yazılmıştır. 22 yıl önce o vekillerin Meclis’ten atılıp tutuklanmalarının gerekçeleri de tıpatıp aynıydı.22 yıl önce bu icraatın altında yine Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi bir profesörün, Tansu Çiller’in imzası vardı. Bugün de imza sahibi Başbakan Ahmet Davutoğlu aynı üniversitede profesördür.Tansu Çiller ile Ahmet Davutoğlu kıyaslamasını, ait oldukları üniversite açısından yapmak başka bir konu. Ama aynı yanlışın tekrarının Davutoğlu’na nasip olması ise ilginç bir tesadüf.Ak Parti, hakkında soruşturma bulunan bütün vekillerin yargılanabilmeleri için anayasa değişikliği teklifini verirken mali suç işleyen, darp suçu, trafik suçu işleyen vekillerin yargılanmasının derdinde değildir. Yargılanacak ve büyük ihtimalle bazıları tutuklanacak olan milletvekilleri HDP’lilerdir.5 milyon oy almış bir siyasi partinin merkez siyasetten tasfiyesinin yaratacağı sonuçları tahmin etmek kimse için zor değil. Bu vekillerin hapse atılmalarıyla barışın, normalleşmenin biraz daha uzaklaşacağını görmek de zor değil.Ama Hükümet-devletin en tepesi kararını böyle verdi ve bu şekilde ilerliyor. HDP’li vekillerin hapse atılmasıyla daha çok hendek kazılacağını söyleyenleri de dikkate almıyor.Halen geçerli olan strateji “son terörist bertaraf edilene kadar devam”dır. “Son terörist”in kim olduğu belli değil, silah taşıyan son PKK’lı mı, terörist olma ihtimali olan son çocuk mu belli değil.Ama konuşulabilecek son kuşaktan Kürtlerin, merkez siyasetin dışına itilmesiyle, yüz binlerce gencin, çocuğun önünde terör dışında seçenek kalmayacağı kesin.

Devamını Oku