Bir bildiri yayınladılar, ifadelerini sert bulanlar olabilir, ama talepleri “barış”tı, kanın durmasıydı.
Akademisyenler dün hakim önüne çıktıkları sırada, Tunceli’den üç şehit haberi daha geldi.
Bu insanlar hakkında “teröre destek” suçlamasıyla dava açılmasını, tutuklanmalarını savunmak hiç bir demokratik kritere uyan bir durum değil.
Akademisyenler, vatandaş ve bilim insanı olarak sorumluluklarını yerine getirmekten başka bir şey yapmamışlardır. İstedikleri kanın durmasıdır.
Önce bunu açık yüreklilikle kabul etmemiz, sonra da ifade özgürlüğüyle ilgili sorunlarımızın ve eksiklerimizin ciddiyetini görmemiz gerekiyor.
Hukuk ve yargı düzenimizin de vatandaşı, vatandaş haklarını, demokratik hakları koruyan bir sisteme dönüşmemiş olmasının sorumluları da bütün siyasi iktidar sahiplerinden başkası değildir.
Batı’nın demokratik değerlere önem veren çevrelerinin Türkiye’deki sorunlara ilgi duymalarından daha doğal bir şey de yoktur.
Türkiye’de akademisyenler tutuklanırken, gazeteciler tutuklanırken, yabancı gazeteciler sınır dışı edilirken, dünyaya “bizde en ileri basın ve fikir özgürlüğü” vardır demenin ne manası vardır ne de etkisi olur.
Dünyanın hiç bir yerinde görülmemiş sayıda “cumhurbaşkanına hakaret” davası, soruşturması, tutuklamasını açıklama imkanı da yoktur.
Olayın traji-komik bir hale geldiğini de, karısını döven adamın kendisini “cumhurbaşkanına hakaret etti” diye savunmasında görebiliriz.
Yanlıştan dönmek her zaman mümkündür. Akademisyenlerin davası örnek olur, bütün uyduruk “teröre destek” davalarında tahliye kararları alınır.
Eğer Cumhurbaşkanlığı bütün “cumhurbaşkanına hakaret” şikayetlerini geri çekerse ne olur? Cumhurbaşkanına hakaret içeren ifadeler de kimsenin dikkatini çekmez olur, hakaret etmek için uğraşanları bile kimse dikkate almaz olur. Sonra da susarlar.
Türkiye’nin ifade özgürlüğü alanındaki arızalarını gidermek, karnesindeki zayıfları düzeltmek şu anda bütün köprülerden daha önemlidir, hayatidir.