Dibe vurmamak için

20 Mart 2016

Son iki gündür ülkemizin manzarası “dibe vurma”nın eşiğidir. İnsanlar sokağa çıkmıyor, her taraf canlı bomba ihbarlarıyla dolu, maç seyircisiz bile oynanmıyor.Doğrusunu söyleyelim. Üç koldan yürüyen terörün ülkemizin moralini teslim almasının görüntüsüdür.PKK bunun için uğraşıyor, IŞİD bunun için canlı bombaları salıyor ve de büyük ihtimalle Suriye en azından teşvik ediyor.Türk halkının moralinin dibe vurmaması için tabii ki her vatandaşın yapacağı bir şeyler vardır. Sosyal medya denilen imkanla sürekli bir panik havası pompalanması durmalıdır.Böyle bir durumda ülkeyi yönetenler için aşırı zorluklar olduğu ortadadır. Zaten terör, ülkenin yönetilemediği kanaatini yayarak kazanmak peşindedir. Her olayın faturasını doğrudan yönetime çıkarmak da en kolay yoldur.Bugünkü gidişat ve moral çöküntüsüne karşı tabii gözüne bakılacak olan da siyasi iktidardır.Bu gidişatın tersine çevrilmesi tabii ki siyasi iktidardan istenecektir. Ülkenin tümü savaş alanına çevrildiyse bunu değiştirme gücü de sadece siyasi iktidarda vardır.Üç ayaklı terörün en fazla memnun olacağı durumların, olağanüstü hal ve sıkıyönetim olacağına da kuşku yoktur.Olağanüstü hal ve sıkıyönetim gibi uygulamalar, ülkenin savaş alanı olmasının resmen tescilidir ve siyasi karar sistemlerinin değişmesidir.Çözümü bu yollarda görmek, “belanın savuşturulması”na kadar demokratik sisteme ara verme ihtimalinin de kabulü anlamına gelir.Soru bellidir: Ülkenin dibe vurmaması için savaş yöntemleri mi denenecektir yoksa barış ihtimalleri için bütün yollar mı zorlanacaktır?Eğer dibe vurursak, dipten çıkmanın ne kadar zor olduğunu da en azından 1980 öncesi ve sonrası tecrübelerimizle biliyoruz, Yani bilmemiz gerekiyor.Spor, sanat ve kültür etkinliklerini durdurarak halkın moralini düzeltmek de mümkün değildir. Her faaliyetin durdurulması yeni bir tedirginlik alanı açılmasıdır.Terörün bizi zorladığı alanda sıkışmamak için önce normal hayatımızı yaşayacağız. Teröre karşı önce hayatı savunacağız.İnsanlar sokağa çıkmaktan korktukça, normal hayatlarını yaşamadıkça terör kazanır.

Devamını Oku

Nevruz ateşi tekrar barışa yanar mı?

18 Mart 2016

Geçen dört yılda Nevruz ateşleri hep barışa doğru yandı. Her Nevruz’da Türkler de Kürtler de, onların siyasi temsilcileri de barış ateşlerinden kuvvet aldılar.Bir önceki yılın Nevruz’unda barış ateşi biraz zayıftı, ama yine de barış beklentisi ve umutlarını besledi.Bahara, baharın habercisi Nevruz’a yaklaşırken, iyimserlik için bir neden görünmüyor. Eski günlerin Nevruz’larındaki gerilimlere, yasaklara geri döndük.Türkler “askeri çözüm”ü desteklerken, Kürtlerin Türk toplumundaki konumu oldukça kötü bir noktadayken ve manevi mesafeler iyice açılmışken iyimser olmak çok zor.Her savaş bir yerde sona erer, diyerek iyimserlik havası vermek de zor, çünkü bu son “kalkışma” ve savaşın yol açtığı tahribat, bugüne kadar görülmemiş bir düzeye ulaştı.Hükümet-devlet, bir süredir, operasyonların Nevruz’a kadar sona ereceğini söylüyordu, ama şu andaki işaretler operasyonların devam edeceği yönünde.PKK da savaş alanını büyük şehirlere taşıyarak iyimserliğin son kapılarını da kapattı.Bu sıcakta, siyasetin alanı iyice daralıyor, Kürt siyaseti seçim başarılarına rağmen çok küçük bir alana sıkışmaya devam ediyor.Dört yıl art arda Nevruz’larda ülkenin havasının değişmesi sağlanmışsa, sivil siyaset için, küçük de olsa bir yol vardır.Nevruz’da bu ülkenin bütün vatandaşları, Türkler de Kürtler de siyasi iradelerden gelecek işaretleri dört yıl beklediler. Bu yıl beklenen ise kan dökülmesinden başka bir şey değil.Nevruz, baharla yenilenen, canlanan hayatın ilk günüdür. Bugünün bütün kötü kokularına rağmen hayat yenilenmek zorundadır, başka çaresi yoktur.Siyaset, hayatın yenilenmesinin önünü açabildiği sürece halkın desteğini alır. Hükümet-devlet de HDP de aslında bu mecburiyetle karşı karşıyadır.Çocuklar ölmesin, maça gitsinler. Hiç kimse ölmesin, insanlar bütün ülkenin bütün sokaklarında korkmadan dolaşsın, gençler askerden evlerine sağ dönsünler, polisler ölümle burun buruna yaşamasınlar. Kürt gençleri barışçı bir dünya olabileceğine inansınlar.Her şeye rağmen bu Nevruz’da yeni bir hayat için bir küçük tuğla konulabilir, bu tuğlanın üzerine barış duvarının örülmesi için bir adım atılabilir. Barış umutla yaşar, umutla gerçek olur.

Devamını Oku

Başbakan’ın çözümü

17 Mart 2016

Cumhurbaşkanı Erdoğan, HDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılarak “teröre destek”ten yargılanmaları konusunda ısrarlı. Her konuşmasında bunu tekrarlıyor.Muhtemelen, kanunlarda yeni “terör” ve “terörist” tanımına gerek olmadan bu vekiller tutuklanacaklardır.Bunun, 90’lara dönüşün en önemli adımlarından biri olacağı yönündeki görüşler de doğrudur, dışarıdan gelecek tepkilere söylenecek bir söz kalmayacağı da doğrudur.Başbakan Davutoğlu, bu sıkıntıya bir çözüm buldu ve hemen uygulamak için de harekete geçti.Buna göre tek maddelik bir yasal düzenlemeyle, hakkında fezleke bulunan bütün milletvekillerinin dokunulmazlıkları hızla kaldırılacak ve 112 milletvekili için yargılanma süreci başlayacaktır.Trafik suçları, mali suçlar ya da seçim yasaklarıyla ilgili küçük suçlarla, HDP’lilere yöneltilen suçlamaların niteliği ve ağırlığı farklıdır.Ama bu çözümde içeriye ve dışarıya söylenecek mantıklı bir söz olacaktır: Hiç bir ayırım yapmadan bütün milletvekilleri yargıya gidecektir, HDP’lilere farklı bir muamele yapılmamıştır. Zaten milletvekilliği dokunulmazlığı öteden beri gelen bir rahatsızlık konusudur, bu da çözülmüş olmaktadır.HDP Başbakan Davutoğlu’nun önerisini destekledi, CHP ise “kürsü masuniyeti” dışındaki suçlar için uygulanmasını önerdi.CHP’nin “kürsü dokunulmazlığı”nı sadece Meclis çatısı altında ve fiziken Meclis kürsüsünde yapılan konuşmalarla ilgili olup olmadığı anlaşılmıyor.Eğer CHP gerçek kürsü dokunulmazlığını savunmak yani bütün “siyasi” içerikli suçların yargılanmamasını istiyorsa bunu açık açık söylemesi gerekir. CHP herhalde önümüzdeki birkaç gün içinde daha net ve anlaşılır bir tavır alacaktır.Başbakan Davutoğlu’nun önerisinin Cumhurbaşkanı tarafından nasıl görüldüğünü de herhalde önümüzdeki günlerde öğreniriz.Ama esas olan 112 milletvekilinin bir bölümünün “teröre destek”, “terör faaliyeti”, “terör propagandası” suçlarından yargı önüne çıkmaları kesinleşmiş olacaktır.Bu sürecin devamının nasıl geleceği, bol miktarda tutuklama olup olmayacağı da her zamanki gibi siyasi “hava”ya bağlıdır.

Devamını Oku

Daha çok değil, daha az terörist

16 Mart 2016

Ülkemizin terör ortamından çıkmasını, bütün savaşlardan kurtulmasını istemeyenin aşırı küçük bir azınlık olduğundan kuşku duyamayız.Kuşku duyarsak, ülkemizde yaşamakla ilgili başka sorular sorulmasına yol açarız ki, bunun sonu da bellidir.Türkiye bir terör sarmalının içindedir, bunun acısını artarak çekmekte, bugüne kadar birikmiş yanlışların faturasını ödemeye devam etmektedir.Bundan da kimsenin kuşkusu yoktur. Ama terörün ve savaş ortamının sona erdirilmesiyle ilgili farklı görüşler olması da, bundan nasıl kurtulacağımızı tartışmak da her vatandaşın hakkı ve görevidir.Savaşın, terörün ülkenin başkentinin göbeğine taşınmasının herkeste bir travma yaratması da doğaldır. Şuursuz tepkilerle bu travmanın daha da büyümesine katkıda bulunanlar da az değildir.Türkiye’yi yönetenler terörün sona erdirilmesi için benimsedikleri yeni hatta hiç bir tartışma istemeyen bir konuma yaklaşmaktadır.“Terör” ve “terörist” tanımlarının değiştirilmesi önerisi de bu rahatsızlığın sonuçlarından biri olarak ortaya çıkmıştır.Ülkemiz mevzuatında “terör” ve “terörist” kavramları hiç de “dar” değildir ve son u ygulamalarda iyice genişletilmiş durumdadır.Son iki günün iki örneği: “Bu suça ortak olmak istemiyoruz” bildirisine imza atan üç üniversite mensubu teröre destek suçlamasıyla tutuklanmıştır. Türkiye’de çalışan bir İngiliz akademisyen, çantasından HDP’nin Nevruz daveti çıktığı için sınır dışı dilmektedir.90’larda, terörün sona erdirilememesinin gerekçesi olarak “içerden engelleme” fikri çok fazla kullanılıyordu. Resmi görüş dışında her fikir, her söz bir engelleme faaliyeti olarak görülüyordu.Mevcut kanunlarla sorunu çözemiyoruz, o zaman terör ve terörist kavramlarını genişleterek işe başlamak mantığının devamında maalesef olağanüstü hal vardır, sıkıyönetim vardır. Yine olmuyorsa, yönetimin meşru olmayan yollarla değiştirilmesi vardır.“Daha çok terörist” değil, hedef “daha az terörist” olduğu zaman terör yenilmiş olacaktır. Yoksa “terörle yaşamaya alışmalıyız” gibi kör bir noktaya saplanmak da vardır.

Devamını Oku

İpin ucu

14 Mart 2016

Son bir yıldır yaşadığımız kanlı terör eylemlerinde ipin ucunu görebilmiş değiliz.Türkiye’ye yönelik genel saldırıyla ilgili kanaatimiz olsa da, hatta “bir üst aklın” varlığına inansak bile, ipin ucunun bir yerde olması gerekiyor.Son katliamın ardından izlerin PKK’ya gittiğine ilişkin bilgiler çıkmaya başladı.Ankara’daki ilk katliamın PKK’nın işi olmasının hiç bir mantığı yoktu. IŞİD denildi, IŞİD-PKK işbirliği gibi zorlama varsayımlar üretildi, ama ipin ucu ortada kaldı.İkinci katliamda ortaya TAK diye bir örgüt çıktı. Çeşitli bilgilere göre bu TAK, PKK’ya yakın bir yapılanma ve daha önce de terör eylemlerinde adı geçmiş.Ortadoğu’da savaşçı örgütlerin bazı “pis” işler için yan birimler kurma yöntemini uyguladığı biliniyor. Bu “yan” yapılanmaların zaman zaman farklı güçleri, istihbarat örgütleri tarafından kullanıldığı da biliniyor.PKK otuz yılı aşan eylemlerinde zaman zaman sivil hedeflere de saldırdı, ancak bugüne kadar büyük sivil katliamlarına girmemişti.Önceki gece, katliamın ardından Cumhurbaşkanı “meşru müdafaa” hakkından söz etti ve Kuzey Irak’taki PKK hedeflerine hava operasyonları yapıldı.Ankara’daki son iki katliam PKK’nın doğrudan ya da dolaylı icraatlarıysa, bu bir strateji değişikliğine de işaret ediyor.Savaş alanının, Kürtlerin çoğunluk olduğu şehirlerin dışına, büyük şehirlere, başkente taşımak ve sivillere yönelik katliamlar yapmak PKK açısından önemli bir değişikliktir.Bu değişikliğin birinci sonucu ise, hiç kuşkusuz, Güneydoğu’daki askeri operasyonlarla ilgili itirazların bir geçerliliğinin kalmamasıdır. Bu da bölgede PKK’nın çok daha büyük kayıplar vereceği anlamına gelmektedir.PKK’ya çeşitli nedenlerle az ya da çok sempati duyan Kürtlerin de sivillere yönelik katliamları onaylaması mümkün olmadığına göre bu katliamlar PKK açısından çok kanlı bir finale hazırlıktan başka bir şey olamaz.Bütün bunlar da “ipin ucu” meselesini ortadan kaldırmamaktadır. Katliamlar PKK’nın eseri olsa da olmasa da ipin bir ucu vardır.

Devamını Oku

Kör değil, hedefi belli terör

13 Mart 2016

Terör üçüncü kez Ankara üzerinden Türkiye’yi vurdu. Birinci saldırıda hedef ülkede barış isteyenlerdi. Devlet değildi, tam tersine devlet hattının dışındaki insanlardı.İkinci saldırı devlete, askeri personele yapıldı. Üçüncüsü, dünkü saldırının hedefi ise sokaktaki sade vatandaşlar oldu. Devlet personeli değildiler, bir siyasi aidiyetleri de yoktu, sadece pazar akşamı Ankara’nın merkezindeydiler.İstanbul’da Sultanahmet’teki hedef turistlerdi. Suruç ve Diyarbakır’da hedef HDP’liler ve HDP’ye yakın solcu gençlerdi.Bunların hepsinin aynı elden çıkmış olmasının mantığını bulmak kolay görünmüyor.Kiminde IŞİD, kiminde PKK, kiminde Suriye izleri görmek, bazı mantıklar yürüterek her bir sonuca varmak mümkün.Ama hepsinin ortak bir sonucu var. Hepsi Türkiye’deki savaş ortamını biraz daha derinleştiriyor. Hepsi, Türkiye’nin güney sınırındaki gelişmeler Türkiye’ye biraz daha yakınlaştırıyor. Hepsi Türkiye’yi biraz daha bataklığa çekiyor. Hepsinde Türk halkının tedirginliği artıyor, savaş psikolojisi biraz daha yükseliyor.Her saldırıda Türkiye biraz daha savaş alanı haline geliyor. Dünya Türkiye’ye baktığında kan ve savaş görüyor. Türkiye’nin savaş alanı olmasının dışarıya nasıl yansıyacağı tartışılıyor.“Komşularla sıfır sorun” ve “barış süreci”nden çok hızlı bir şekilde “içeride ve dışarıda savaş” ortamına geçmemizin açıklamasını yaparken amaç bu noktadan nasıl dönülebileceğini amaçlamak mecburiyeti vardır.İçeride ve dışarıda bataklığa çekilmemiz sürecinin nasıl gerçekleştiğini de çok daha serinkanlı tahlil etmek mecburiyeti de vardır.Bu kadar kuvvetli bir terör saldırısına uğramak için hangi zafiyetlerimiz olduğunu da açıkça konuşmak mecburiyeti her zamankinden çok vardır.Bugünkü sürecin ucunda ülkemizin biraz daha fazla savaş alanı olması ve bu belaları bertaraf edebilmek için başka yönelimler aranması tehlikesi de ne yazık ki vardır.Yayın yasakları için de bir şey söyleyelim. Her yayın yasağı gerçek dışı ve abartılı bilgilerin yayılması, psikolojik savaşa yol açılması dışında bir fayda sağlamaz.

Devamını Oku

Yüzde 54 fazla değil, normal

11 Mart 2016

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti’nin iç ve dış politikada aldığı pozisyonların halkın desteğini aldığını gözlemlemek zor değil.Muhalefet partilerinin ikisinin, CHP ve MHP’nin bu politikaları desteklemesi de bunu gösteriyor.Bu gidişatın en doğal yönü de, Ak Parti’nin halk desteğinin kaçınılmaz olarak artmasıdır.ORC Araştırma’nın son çalışmasında Ak Parti’nin oy desteği yüzde 54 olarak görünmektedir. Bu rakamın abartılı olduğunu düşünenler çıkabilir, ama manzaranın tümüne dikkatle bakınca başka bir ihtimal görünmemektedir.Güneydoğu’da “askeri çözüm”, güney sınırında “dik duruş”u halkın onaylamaması için herhangi bir neden yoktur. Uzun süredir halka başka çözüm önerileri iletilmemektedir.ORC’un araştırmasında başkanlık sistemine desteğin yüzde 57’ye yükselmiş olması da siyasetteki yeni yönelimlere daha “açık” hale geldiğini göstermektedir.Bu oran, Ak Parti’nin oy desteğinin daha da yukarıya gidebileceğinin işareti olarak da görülebilir.Araştırmada oy oranı yüzde 21.7 görünen CHP’nin ana muhalefet kimliğini kaybetme sürecinin devam ettiği de ortadadır. İktidar partisinin yarısına ulaşmayan bir halk desteğiyle bu partinin muhalefetinin “ana”lığın kalması da mümkün değildir.Oy oranı yüzde 11.6 görünen MHP’nin bir kısım seçmenini Ak Parti’ye kaptırırken CHP’den oy sağladığı da söylenebilir. Bu noktada kararsızlığın ağırlığı da dikkate alınmalıdır.HDP ise yüzde 7.8 oyla CHP’ye yakın bir kayba uğramış görünmektedir. Kürt seçmenin bir kısmının HDP’nin barış süreci politikalarıyla ilgili eleştirileri olduğunun işaretleri vardır. Bu seçmenin HDP’ye tepkisinden de söz edilmektedir. Ancak burada, olayların en sıcağında gösterilen tepkilerin nihai tercihlerde ne ölçüde etkili olabileceği de tartışmalıdır.Bu oy oranlarıyla MHP ve HDP az farkla barajı aşabilir veya ikisi de veya biri barajın altında kalabilir.Fiili tek parti yönetimine giderken, halkın, seçmenin bu gidişten şikayetçi olmadığı, Ak Parti politikalarının tümünü desteklediği bugünün gerçeğidir.Buradan, Meclis’te 400 vekil hedefleyen Ak Parti’den bir erken seçim kararı çıkma ihtimali daha çok tartışılacaktır. Bu ihtimali de göz önünde tutmak gerekiyor.

Devamını Oku

Suriye savaşının bilançosu

10 Mart 2016

Dört yıl önce Suriye krizinin kanlı bir hal alacağı belli olurken temel konu Beşar Esad’ın siyasi geleceği üzerineydi.Dört yıl geçti, Türkiye ve yedi düvel çeşitli şekillerde krize bulaştı, IŞİD en kan dökücü örgüt olarak kendine belli pozisyonlar sağladı.Rusya’nın krize el koymasının ardından son gelinen nokta, Rusya ile ABD’nin üzerinde anlaştığı bir ateşkestir. Bu ateşkes IŞİD veya başka mihraklardan gelecek saldırılar için geçerli değildir.Suriye krizine Rusya’nın el koyması aşamasında Türkiye ile Rusya, yüzyılın en kötü ilişkileri noktasına gelmiştir.Dört yılın ucunda gelinen noktaya baktığımız zaman, bütün sürecin en büyük mağdurunun Türkiye olduğunu görüyoruz.ABD ve Avrupa Suriye sorununu Rusya’ya devrederek büyük ölçüde ellerini yıkamış bir kenara çekilmişlerdir.Suriye’deki Esad yönetimi Rusya’nın koruması altında varlığını sürdürmektedir. İlerdeki siyasi geçiş konularını da Rusya ile birlikte çözecek bir noktada durmuştur.Suriye, mülteciler ve sınır ilişkileri dolayısıyla Türkiye için çok yakın, aşırı yakın bir sorun olmasına rağmen Rusya-ABD anlaşmasıyla devre dışı bırakılmış durumdadır.Mülteciler, Avrupa için de bir sorun haline gelmekte olduğu için Türkiye ile bu konuda iletişim Almanya’ya bırakılmıştır.Avrupa’nın tavrı da, mültecilerin Avrupa’ya ulaşmalarının engellenmesi karşılığında Türkiye’ye belli mali yardımlar yapmaktan ibarettir.Dört yılın sonunda bilançonun en ağırı mültecilerle birlikte Türkiye’nin üzerine yıkılmış durumdadır.Türkiye ile Rusya arasındaki kriz, Soğuk Savaş döneminde bile görülmemiş düzeyde kötüdür ve bunun Türk ekonomisine maliyeti 6-7 milyar dolardan aşağı değildir.İstanbul Sultanahmet’te patlatılan bombayla, turizm sektörü en sıkıntılı dönemine girmiştir, şu andaki maliyetin en az 4-5 milyar dolar olduğu ifade edilmektedir.Mülteciler sadece ekonomik değil ciddi bir sosyal maliyet anlamına da gelmektedir.Dört yıllık bir kriz-savaş sürecinin sonunda Esad yerinde durmaktadır ve sürecin en büyük mağduru da Türkiye’dir.Bu ağır mağduriyet halinden çıkmanın yolu bulunamazsa da, fatura ne yazık ki çok daha büyümeye aday görünmektedir.

Devamını Oku