Terör üçüncü kez Ankara üzerinden Türkiye’yi vurdu. Birinci saldırıda hedef ülkede barış isteyenlerdi. Devlet değildi, tam tersine devlet hattının dışındaki insanlardı.
İkinci saldırı devlete, askeri personele yapıldı. Üçüncüsü, dünkü saldırının hedefi ise sokaktaki sade vatandaşlar oldu. Devlet personeli değildiler, bir siyasi aidiyetleri de yoktu, sadece pazar akşamı Ankara’nın merkezindeydiler.
İstanbul’da Sultanahmet’teki hedef turistlerdi. Suruç ve Diyarbakır’da hedef HDP’liler ve HDP’ye yakın solcu gençlerdi.
Bunların hepsinin aynı elden çıkmış olmasının mantığını bulmak kolay görünmüyor.
Kiminde IŞİD, kiminde PKK, kiminde Suriye izleri görmek, bazı mantıklar yürüterek her bir sonuca varmak mümkün.
Ama hepsinin ortak bir sonucu var. Hepsi Türkiye’deki savaş ortamını biraz daha derinleştiriyor. Hepsi, Türkiye’nin güney sınırındaki gelişmeler Türkiye’ye biraz daha yakınlaştırıyor. Hepsi Türkiye’yi biraz daha bataklığa çekiyor. Hepsinde Türk halkının tedirginliği artıyor, savaş psikolojisi biraz daha yükseliyor.
Her saldırıda Türkiye biraz daha savaş alanı haline geliyor. Dünya Türkiye’ye baktığında kan ve savaş görüyor. Türkiye’nin savaş alanı olmasının dışarıya nasıl yansıyacağı tartışılıyor.
“Komşularla sıfır sorun” ve “barış süreci”nden çok hızlı bir şekilde “içeride ve dışarıda savaş” ortamına geçmemizin açıklamasını yaparken amaç bu noktadan nasıl dönülebileceğini amaçlamak mecburiyeti vardır.
İçeride ve dışarıda bataklığa çekilmemiz sürecinin nasıl gerçekleştiğini de çok daha serinkanlı tahlil etmek mecburiyeti de vardır.
Bu kadar kuvvetli bir terör saldırısına uğramak için hangi zafiyetlerimiz olduğunu da açıkça konuşmak mecburiyeti her zamankinden çok vardır.
Bugünkü sürecin ucunda ülkemizin biraz daha fazla savaş alanı olması ve bu belaları bertaraf edebilmek için başka yönelimler aranması tehlikesi de ne yazık ki vardır.
Yayın yasakları için de bir şey söyleyelim. Her yayın yasağı gerçek dışı ve abartılı bilgilerin yayılması, psikolojik savaşa yol açılması dışında bir fayda sağlamaz.