Eksik varsa söylerler

2 Nisan 2016

Başkalarının bizim için ne düşündükleri, ne söyledikleri konusunda oldum olası çok hassasızdır.Bir süredir, Batı’dan gelen, demokrasi ve ifade özgürlüğüyle ilgili eleştirilerin hepsine de cevap yetiştirmeye çalışıyoruz.Ana savunma sistemimizde, değişik koşullar ve güçlükler nedeniyle bize biraz daha hoşgörüyle bakılması gerektiğine dair bir mantık var.Batı ise basit bir söylemi tekrarlıyor: Avrupa Birliği üyeliğine adaysanız, demokrasi, insan hakları ve ifade özgürlüğü alanlarında bir eksiğiniz olamaz.Yedi düvelin saldırısı altında ve bölünme tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuza da yeni inanmış değiliz. Bu kuvvetli inanç, dışarıdan gelen her hamlede bizi daha da tedirgin hale getiriyor.12 Eylül döneminde de Batı’dan gelen eleştiri ve tepkilerin kaynağının dostluk değil düşmanlık olduğuna inanmış olduğumuz için tepkiler de buna göre oluşuyor.Şuradan başlasak: Demokrasi, insan hakları ve ifade özgürlüğü konularında çeşitli eksiklerimiz vardır. Önce bunu kabul etmek zorundayız.Bizi bu konularda eleştiren herkesin düşmanımız değil, çoğunlukla dostlarımız olduğuna inansak birkaç adım daha ilerlemiş oluruz.İlerlememek için ise kendi açımızdan kuvvetli bir mantıkla yürümeye çalışıyoruz: Ülkemiz ağır bir terör saldırısı altındadır, dostumuz olduğunu söyleyen herkes bizi aynı hatta, hiçbir görüş farkı belirtmeden desteklemek zorundadır.Demokrasi ve ifade özgürlüğü varsa görüş farkı da olacaktır, ülkemizin terör belasından nasıl kurtulacağına dair görüş farkları da olacaktır.Ama şu anda sıkıştığımız noktada, her türlü görüş farkını, teröre destek olarak algılamak halindeyiz.Suriye’nin “iç işlerine”, Mısır’ın “iç işlerine” müdahale hakkını kendimizde görüyoruz, ama bizim “iç işlerimizle” ilgili olarak kimsenin herhangi bir beyanda bulunmasına bile tahammül etmeme noktasından kımıldamıyoruz.Demokrasi, insan hakları ve ifade özgürlüğüyle ilgili olarak yapmamız gereken çok şey var. Bugün bağlı olmaya mecbur olduğumuz anayasa da demokratik değildir, insan hakları ve ifade özgürlüğünü güvence altına alan bir anayasa değildir.Eksik en tepeden başlıyorsa ve biz bunu bile çözemiyorsak, tartışacak bir alanımız bile bulunmamaktadır.

Devamını Oku

Eve dönüş, ama nasıl dönüş

1 Nisan 2016

Görüntüler çok sevimsiz. Ellerinde birkaç parça eşyalarıyla evlerine dönmek için sırada bekleyen insan görüntüleri.Kontrolden, kontrollerden sonra evlerine dönebilecekler. Dönünce ne bulacaklarını bilmiyorlar. Bazıları buldukları yıkıntının önüne çökmüş, başlarını eğmiş düşünüyorlar.Bunlar ülkemizin bir köşesinde dün yaşananların görüntüleri. Güvenlik güçleriyle PKK’lılar arasındaki çatışmaların sona erdiği şehirlerde insanlar evlerine dönmeye çalışıyor.Bunlar, savaşın bir istatistik olmadığını, savaşın bütün insanlar için acı demek olduğunu anlatan görüntüler.Bunlar yaşandığı sırada da Diyarbakır’dan haber geliyor: Bir polis aracı patlatılmış, 6 şehit, çok sayıda yaralı var, bazıları ağır.“Son terörist de öldürülene kadar” sürecek bir savaş, insanlara “barış umudu vermeyeceğiz” anlamına geliyor. PKK şefleri gençleri ölüme göndermekte bir beis görmüyorlar, nasıl olsa ölen her PKK’lının yerine kardeşi, yeğeni, arkadaşı geçiyor. Onlar için ölenlerin yerine yenilerinin konması kolay, hem de öfkeleri, savaşma azmini artıracak bir durumdan ibaret.Savaşın durması için, PKK’ya baskı yapabilecek Kürtleri harekete geçirebilecek kuvvete ulaşmış olan HDP de el birliğiyle ufalandı.Devlet-hükümet HDP’nin bir siyasi merkez olarak ağırlığının olmasını istemedi, PKK da böylece tek kuvvet olarak alanda kaldı.Hükümet-devlet de PKK da aynı hatta, HDP’yi veya aynı işlevi görebilecek siyasi oluşumları iyice etkisizleştirme faaliyetlerine devam ediyorlar.Bundan sonra Kürt tarafında konuşulacak kimsenin kalmamasını devlet-hükümet önemsemiyor. Konuşulacak taraf olarak sadece Ak Partili Kürtlerin kalmasının PKK’yı daha da güçlendireceğini düşünen şu anda görünmüyor.Kürt siyasetinin PKK dışında etkisiz hale gelmesinin, getirilmesinin Kürt vatandaşları devlet/iktidar tarafına çekeceği öngörüsü de yüksek bir ihtimal değildir.Kürt vatandaşlar bir kez daha iki ateş arasında kalmış, ellerinde üç beş eşya ile gitmeye hazır dururken, çocuklarının ölümlerini izlemeye devam edecekler.

Devamını Oku

Bu rakamlar çok kötü şeyler söylüyor

28 Mart 2016

Cumhurbaşkanı bizzat açıkladı: Temmuzdan bu yana, sekiz ayda 355 şehit verilmiş, 5.359 PKK’lı öldürülmüş.Bu arada çatışmalarda, operasyonlarda hayatını kaybeden sivillerin, çocukların sayısı belli değil. Herhalde onlar da birer çentik olarak bir yerlerde vardırlar.Bu rakamların içinde Ankara’daki üç katliamda, İstanbul’da, Suruç’ta, Diyarbakır’daki bombalarla hayatlarını kaybeden siviller de bulunmuyor.Bütün bu insanlar birer istatistik hanesi olarak kayıtlarda kaldılar. Acıları da yüreklerde kaldı.“Bu işin içinden nasıl çıkılacak” denildiği zaman, Cumhurbaşkanının verdiği eksik rakamlar da “çok zor çıkılır” diyor.Bu rakamları verirken veya okurken devlet-hükümetin savaşta çok üstün olduğunu düşünmek de büyük yanlışlara götürür.Güvenlik güçlerinin öldürdüğü 5.359 PKK’lının birer ailesi var, anası, babası, kardeşleri var, yeğenleri var, akrabaları, komşuları var. Bunların genç olanlarının ruh hallerini görmezden gelmek de büyük yanlışlardan biri olur.Görevlerini yerine getirirken şehit olan, askerlerin, subayların, polislerin ailelerinin, çocuklarının, kardeşlerinin “neden” diye sormadıklarını sanmak da yanlışları perçinler.355 ve 5.359 rakamları, sivil ölümler, çocuk ölümleri, canlı bombalar, sivil kitleye yönelik terör eylemlerinde hayatlarını kaybedenler “başarı” rakamları değillerdir. Her şehit başarısızlıktır, her ölüm başarısızlıktır.Cumhuriyetin yüzüncü yılı yaklaşırken, bir iç savaş eşiğinde yaşama başarısızlığının rakamlarıdır.Bu rakamlar bütün ülke için, bu ülkede huzur içinde yaşamak isteyen bütün vatandaşlar için çok ürkütücü rakamlardır.Bu rakamlar, savaş gerçeğinin, savaş halinde yaşamanın rakamlarıdır. Bu rakamlar her vatandaş için “daha beterinden” korkma rakamlarıdır.Savaş sekiz ay önce başladı. İsteyen “kim başlattı” diye sorabilir. Ama asıl soru “kim durduracak” sorusudur. Ve şu anda ne yazık ki bu sorunun karşısında büyük bir boşluk vardır. Bu boşluğu giderme imkanı da şu anda tek bir kuvvetin elindedir.

Devamını Oku

Yarı değil tam başkanlık

27 Mart 2016

Yeni anayasa ile birlikte başkanlık sisteminin Ak Parti ve hükümet tarafından getirileceği kesinleşmiş durumda.Meclis’te bu konuda MHP’den desek alınarak halka gidilmesi ve başkanlık sistemli anayasanın halk tarafından onaylanmasını engelleyecek hiç bir durum görülmüyor.MHP desteğini sağlamak için ise, Ak Parti’nin daha önce savunduğu bazı demokrasi maddelerinin, özellikle vatandaşlıkla ilgili değişikliklerden vazgeçilmesi de yeterli olacaktır.Başkanlığın alıştırması ise, Erdoğan’ın seçildiği günden bu yana yapılmaktadır ve sistem de buna büyük ölçüde uyum sağlamıştır.Başkanlık sistemi, temel politikalarda Cumhurbaşkanının karar verici ve yönlendirici olmasıdır. Şu anda da bu sistem çalışmaktadır.Erdoğan’ın çizdiği bütün hatlar hükümet ve devlette uygulanmakta, bütün yapı Erdoğan’a bakmaktadır.Hükümet ile, Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında temel politikalarda bir anlaşmazlık ya da farklılık olmadığı için de sistem rahatlıkla yürümektedir.Büyük meselelerin arasında “küçük” gibi görünen bazı olaylardaki “nüans” farklarında da idari yapı Cumhurbaşkanı’nı, en küçük esnetme olmadan izlemektedir.Örneğin Güneydoğu ile ilgili “savaşa ortak olmayacağız” bildirisi yayınlayan akademisyenlerin tutuklanması konusunda Başbakan Davutoğlu Boğaziçi Üniversitesi rektörünü kabul etmiştir. Burada ne konuşulduğunu hapishane görevlilerinin bilmesi mümkün değildir, ama görüşmenin akşamı üç akademisyene tecrit uygulamasına geçilmesi bir şey göstermektedir.Böyle küçük bir olayda bile “idare” herhangi bir esnetme yerine tam tersi tavır alıyorsa fiilen başkanlık sistemi çalışıyor demektir.Sistemin fiilen başkanlık olarak yerleşirken, bunun anayasal ve hukuki altyapısının sağlamlaştırılması şu anda teferruat olarak görülebilir.Ama bu altyapı sağlanmadıkça da bazı sorunlar her zaman çıkabilir. Bunların çıkmaması için de, idarenin yeki ve sorumluluk aşımıyla suçlanmaması için de hukuki altyapının düzenlenmesi. Halkın buna ne diyeceğine gelince de, çoktan kabul etmiş olduğunu tereddütsüz söyleyebiliriz.

Devamını Oku

Erken seçim kokusu

26 Mart 2016

Bir süre önce erken seçim sözü ortaya çıktığında, böyle bir düşünce olmadığına ilişkin açıklamalar gelmişti.Bu arada iki gelişme oldu. Biri Güneydoğu’daki savaşın sona erememesi ve büyük şehirlere taşınması.Diğeri de ekonomide, turizm gelirlerinin en düşük düzeye inmesi. Çeşitli hesaplara göre bu yılın kaybı 30 milyar doları aşacak.Cumhurbaşkanı Erdoğan dün Yozgat’taydı. Başbakan Davutoğlu da Manisa’daydı. İkisi de yapığı konuşmalarda güncel konulara değindi. Ama konuşmaların ana yapısında, bir seçim kampanyası açılışı ağır basıyordu.Bu iki konuşmadan yola çıkarak, bir erken seçim kokusu çıkarmak ilk anda yetersiz olabilir.Ama bütün unsurlar dikkate alınınca bir erken seçim düşüncesinin ortaya çıkması muhtemel, hatta kaçınılmaz görünüyor.Üç muhalefet partisinin en zayıf günlerini yaşadığı sırada erken seçime gitmek makul bir siyasi reflekstir.CHP’nin toplumda etki yaratacak herhangi bir faaliyeti bulunmamaktadır. MHP kendi iç sorunlarına sıkışmıştır. HDP yolun nasıl devam edeceğine ilişkin soru işaretlerini gidermekte güçlük çekmektedir.PKK ile savaş öngörülen sürede sona ermedikçe, sivil halkın mağduriyeti de artmaktadır. Daha ileri noktalarda Kürt seçmenlerin Ak Parti ile ilişkisinin de zayıflama ihtimali yüksektir.Türkler sokağa çıkmazken turistlerin ülkeye gelebileceğine herhalde ihtimal veren bir yetkili yoktur. Turizm şirketleri bile yoğun reklamlarla dış turları Türklere satmaya çalışmaktadır.Şu andaki zararın 30 milyar doları aştığını hesaplarken, bunun bütün hizmet sektörlerine de hızla yayılması kaçınılmazdır.İhracattaki düşüşler, Rus ambargosu de eklendiği zaman ekonomideki bütün olumsuz etkilerin önümüzdeki kış aylarında halka yansıması beklenmektedir.Bütün bunlar birbirine eklendiği zaman da 2017 yılı için iyimser herhangi bir öngörü çıkartmak mümkün değildir.2016 sonbaharında yapılacak bir seçimde, halkın etkilenmesi henüz asgari düzeyde olacaktır.Anayasa konusu da dikkate alındığında, Ak Parti’nin yeni anayasayı tek başına yapacak bir çoğunluk sağlayabilmesi için en uygun seçim tarihi 2016 sonbaharı olarak görünmektedir.Önümüzdeki günlerde erken seçim kokusu bayağı kuvvetli hissedilecektir.

Devamını Oku

Zarrab meselesi

25 Mart 2016

Türkiye’de yaşayan ve iş yapan İranlı Rıza Zarrab’ın Amerika’da tutuklanması bir “sevinç” dalgası yarattı. Bunun nedeni Amerikalıların yaptığı soruşturmada, bazı Türk siyasetçilerin de şüpheli olmaları ihtimali.Uluslararası para hareketlerinde, çeşitli nedenlerle, kanunların çevresinden dolaşan faaliyetler hep olmuştur. İran da, uzun ve kuvvetli Batı ambargosu süresince, ihtiyaçlarını karşılamak için kanun dışı sayılan yollara başvurmuştur.Bu tarz faaliyetlerde bulunan kişiler genellikle ön planda olmazlar, kamuoyunun ilgisini çekmek istemezler.Rıza Zarrab adlı İranlı ise tam tersini yaptı, ortaya çıktığından itibaren magazin dünyasında ve ekonomi dünyasında hep görünür oldu.Zarrab’la ilgili olarak Türkiye’de yapılan soruşturma da yine kara para hareketleriyle, altın üzerinden yapılan transferler ve paranın izini kaybettirme faaliyetleriyle ilgiliydi.Yaygın kanaat Zarrab’ın faaliyetlerinin, İran’a ambargoyu delmek amaçlı olduğu ve bu faaliyetlerinde Türk yetkililerden destek aldığı yolundaydı.17-25 Aralık olaylarında gidişat hükümeti devirmeye doğru yönelirken, operasyonun Gülen cemaati tarafından yönetildiği de anlaşılıyordu.Zarrab geçen hafta hakkında en azından inceleme yapıldığını bile bile Amerika’ya gitti. “Pis işler” yapanlarda sık görülen bir durum, beklenmedik anlarda “taraf” değiştirmeleridir.Çok belli ki, Zarrab Amerikalılarla daha önceden temas etmiş, anlaşmış, tatile gider gibi kendini Amerikalı yetkililere teslim etmiş.Zarrab Türkiye’de bazı bakanlarla da yakın ilişki kurmuştu ve hiç kuşku olmasın, ballandıra ballandıra anlatacağı çok hikaye vardır. Bunların hepsinin doğru olması da gerekmez, Zarrab geçtiği tarafın bütün beklentilerine uygun davranacaktır.Zarrab olayı Ankara için ciddi bir baş ağrısı yaratacaktır, çünkü İran’a ambargonun delinmesine göz yumulduğu yönündeki bir suçlamayı Ankara’nın kabul etmesi de mümkün değildir.Sonrası da bellidir: Zarrab, Washington ile Ankara arasındaki muhtelif pazarlıkların malzemesi olarak, yeni kimliğiyle Amerika’nın bir köyünde yaşamaya devam edecektir.

Devamını Oku

Aşırı şeffaflık

24 Mart 2016

Her gün onlarca canlı bomba yakalanması, bombalı araç takibi haberleriyle boğuluyoruz. Her şüpheli durum, arkasından ciddi bir şey çıkmasa da “flaş” haber olarak yayılıyor.Sosyal medya denilen iktanın sorumsuz kullanıcıları da bire bin katarak bu haberleri yayıyor, en abartılı bilgiler bütün ülkeye anında ulaşıyor.Güvenlik güçlerini yönetenler başarılı icraatlarının duyulmasını isterler, ancak şu anda sokakta unutulmuş her paket, her bavul herkesin izlediği operasyonlarla imha ediliyor.Ülkeyi yönetenler terörle mücadelenin sonuna kadar yapıldığına ve başarı kazanıldığına halkın inanmasını isterler, ama bu kadar haber sıralandığı zaman “başarı” kısmı da ikinci planda kalmaya mahkumdur.Bütün bu haberleri art arda okuduğunuz, dinlediğiniz zaman ülkemizde baştan başa yüzlerce canlı bombanın ve bomba yüklü aracın hareket halinde olduğu korkusuna kapılmamak elde değil.Terör haberleriyle ilgili fazla şeffaflığın birinci sonucu tabii ki teröristlerin amaçlarının birinci hedefi olan korku havasının alabildiğine yayılmasıdır.Terörün amacına ulaşmaması için her vatandaşın normal hayatını sürdürmesi bekleniyor, ama bu haberler yine “resmi” kaynaklardan yayılıyor.Bunca haber, abartılmış haber, uydurma haber ortada dolaşırken, insanlara “normal hayatınızı sürdürün” demek de kolay değil.Vatanımızda korku içinde yaşamaya devam ettiğimiz sürece, halkın “en uç” çözümleri talep etmesi, en azından onaylaması da büyük bir ihtimal olarak ortaya çıkmaktadır.“Uç çözüm”lerin en başında olağanüstü hal vardır, sonra sıkıyönetim gelir, sonra da “mecburen” demokrasiye ara vermek nihai çözüm olarak görülmeye başlanır.Terörle ilgili haberlerin iyice abartılmasından böyle bir yol haritası çıkarmak için faydalanmayı düşünenler de kuşkusuz vardır. Ellerindeki örnek 12 Eylül’dür, o günlerde halkın moralinin dibe vurması ve askeri yönetimi desteklemesidir.Umarız ki şu andaki aşırı şeffaflık böyle bir amacın altyapısı değildir, yöneticilerin duruma hakimiyet eksikliğinin bir sonucudur.

Devamını Oku

Dolmabahçe yolu

22 Mart 2016

Dolmabahçe’de şu olmuştu: Hükümet temsilcileri ile HDP temsilcileri bir araya gelmişler ve “barış süreci”ne bağlılık bildirisi okunmuştu.Bu sürecin devamı için de gelinen aşama, her taraftan “PKK’nın silahları Türkiye’den çıkarması” olarak aktarılıyordu.Barış sürecine iyimser destek en üst noktadayken beklenen önce silahların çıkarılması, ardından PKK’nın demokratik siyasete dönüşünü ilan etmesiydi.Dolmabahçe’de adına ister mutabakat isterse başka bir şey denilsin, ortak bir irade gösterisi yapılmıştı.O günlerin sıcaklığı içinde, farklı bir tahmin dillendirilmeye başlandı. Bu, silahların çıkarılmasının ardından Tayyip Erdoğan’ın “askeri çözüm”e döneceği şeklindeydi.Bu tahmin hatta temenniler Gezi olayları sonrasında, toplum bir çatışma havasına girmişken çok sık tekrarlandı.HDP genel başkanı Demirtaş, Nevruz konuşmasında “Dolmabahçe yoluna” bağlı olduklarını söyledi.Bu, PKK’nın silah bırakması için “elimizden geleni yapacağız” demektir. Düz mantıkla da önce PKK silahları susturur, sonra Hükümet-devlet askeri operasyonları durdurur.HDP’nin Ak Parti ile, Erdoğan ile çatışmasından çok yara aldığı ortadadır. PKK’nın yoğun savaş stratejisine geçmesi de HDP’yi zayıflatmıştır. Bu yıpranma kasım seçiminde açık olarak görülmüştür.Bunlara rağmen HDP’nin barış sürecinin tekrar canlanmasında bir rolü ve etkisi olabilir mi? Bu soruya hemen evet demek zor.Ama HDP bunun için çaba göstermek ve Demirtaş’ın dediği gibi “Dolmabahçe yolunu” açmak için uğraşmazsa varlık nedenini kaybetmeye mahkumdur.HDP eğer bu çabayı göstermeye karar verirse, PKK ile arasındaki mesafe de kaçınılmaz olarak açılacaktır.HDP bu çifte cesareti gösterebilir mi, sorusunun cevabı ise evet olmak zorundadır. Bu cesareti gösterirse Dolmabahçe yolunun açılması ihtimali olabilir, göstermezse de son ışıklar da kararır.Son ışıkların kararması da Türkiye Kürtlerini çok farklı noktalara sürükleyecek bir karamsarlık ortamından başka bir şey değildir. Türkiye Kürtlerinin bugün her şeye rağmen “bir arada yaşama” iradesini kaybetmediklerini farz ediyoruz.

Devamını Oku