Temiz enerji artıyor ama hava hâlâ kirli

16 Nisan 2025

Dünyamız, her geçen gün daha fazla enerjiye ihtiyaç duyuyor. Elektriğin üretimi, fosil yakıtların ötesine geçerken, yeni bir enerji devrimi hızla şekilleniyor. 2008 yılında İngiltere’de kurulan ve 2020’de ‘Sandbag’ ismini bırakıp yoluna ‘Ember’ adıyla devam eden bağımsız enerji düşünce kuruluşuna göre, önümüzdeki bir-iki yılda dünya elektriğinin yüzde 40’ından fazlası fosil yakıt kullanılmadan üretilecek. Bu, tıpkı umut veren bir ışık gibi parlıyor; ancak bu ışığın altında karanlık bir gerçek de gizli: Küresel karbondioksit emisyonları rekor seviyelere ulaşmış durumda. PEKİ BU NASIL OLUYOR?Temiz enerji rekor kırarken emisyonlar nasıl artabiliyor? Yanıt basit: Talep çok daha hızlı artıyor. Ember raporuna göre, 2024 yılında elektrik talebi yüzde 4 arttı. Bu artışın arkasında, dünyayı kasıp kavuran sıcak hava dalgalarının etkisi büyük. Klima kullanımı özellikle sıcak bölgelerde zirve yaptı. Ve bu talep artışının karşılığı hâlâ büyük ölçüde kömür ve doğalgazla sağlanıyor.Özellikle Çin ve Hindistan gibi ekonomiler, büyümenin bedelini fosil yakıtlardan ödüyor. Çin, güneş enerjisinde liderliğini sürdürse de elektrik talebini karşılamak için kömür santrallerini kapatmaktan çok uzak. Hindistan ise sadece bir yıl içinde güneş enerjisi kapasitesini ikiye katladı, ama toplam talep artışını yakalamakta zorlanıyor.GÜNEŞ ENERJİSİNDE DEVRİM SİNYALİYine de güneş enerjisi için bir “devrim” yaşanıyor. Ember Genel Müdürü Phil Macdonald’ın dediği gibi, güneş enerjisi küresel enerji dönüşümünün motoru haline gelmiş durumda. Son üç yılda üretim kapasitesini ikiye katlaması, üst üste en hızlı büyüyen enerji kaynağı olması bunu ispatlıyor.Kurulumu kolay, maliyeti düşen ve her geçen gün daha da erişilebilir hale gelen bu enerji türü, özellikle gelişmekte olan ülkeler için büyük bir fırsat sunuyor. Ancak unutulmamalı ki, güneşin payı hâlâ küresel elektrik üretiminin sadece yüzde 7’si. Rüzgâr enerjisi ise yüzde 8’in biraz üzerinde… Yani yolun çok başındayız.1940’LARA DÖNÜŞ VE 2040’A BAKIŞTemiz enerji, 1940'lardan bu yana ilk kez küresel üretimde bu kadar söz sahibi oldu. Ama arada geçen onlarca yıl içinde dünya nüfusu katlandı, şehirler büyüdü, yaşam biçimleri değişti. Bugün, enerjiye duyduğumuz ihtiyaç artık eskiye kıyasla bambaşka bir düzeyde. O yüzden 1940’lara geri dönmek gibi romantik benzetmeler gerçeği yansıtmıyor. Esas mesele, 2040’a nasıl ulaşacağımız.Bugünün verileri bize şunu söylüyor: Yenilenebilir enerji yükseliyor, ama fosil yakıtlar hâlâ aramızda. Hâlâ büyüyen, daha fazlasını isteyen bir dünyada yaşıyoruz. Gerçek dönüşüm, sadece üretim biçimini değiştirmekle değil, enerji tüketim alışkanlıklarımızı da gözden geçirmekle mümkün.Özetle güneş yükseliyor ama henüz bulutlar dağılmadı. Gökyüzü aydınlık olabilir ama temiz değil. Ember’ın da dediği gibi, gürültü içinde sinyali ayırt etmek önemli. Ve o sinyal net: Temiz enerji büyüyor ama tek başına yetmez. Politikalar, yatırımlar ve tüketim bilinci birlikte değişmeden, ne yazık ki gökyüzü daha çok kararır.

Devamını Oku

2024 en sıcak yıl olarak açıklandı! 2025'te bizleri neler bekliyor?

9 Nisan 2025

Küresel ortalama sıcaklık, sanayi öncesi seviyelere göre 1,47 ila 1,62 derece artarak ciddi bir tırmanış gösterdi. 2015 yılında Paris Anlaşması’nı imzalayan 190’dan fazla ülkenin, sıcaklık artışını 1,5 derece ile sınırlama taahhüdü göz önünde bulundurulduğunda, bu eşik artık aşıldı!Bu sıcaklık artışı, sıcak hava dalgaları, seller ve orman yangınlarının daha sık ve yoğun hale gelmesi riskini beraberinde getiriyor. Ayrıca deniz seviyelerinin yükselmesine de yol açıyor. 2025'TE BİZLERİ NELER BEKLİYOR?2025 yılına baktığımızda ise bilim insanları, bu yılın 2024 ve 2023’ün ardından kayıtlardaki en sıcak üçüncü yıl olmasını bekliyor. Pasifik Okyanusu’nun nisan ayında sona ermesi beklenen La Niña etkisi, 2025’in biraz daha serin olmasını sağlayabilir; ancak bu, iklimin genel ısınma trendini durdurmaya yetmeyecek gibi görünüyor.Ayrıca Arktik bölgesindeki ısınma, Kuzey Amerika ve Avrupa’nın bazı bölgelerinde beklenmedik soğuk hava dalgalarına yol açabilir. Arktik ısınması, kutup girdabının bozulmasına neden olarak, soğuk havanın güney yönünde hareket etmesine yol açıyor. Bu durum özellikle ABD’nin güneyinde don olayları gibi, soğuk hava dalgalarının daha sık ve şiddetli olmasına da neden olabilir. HAVA YOLU ULAŞIMINDA SORUNLAR YAŞANABİLİRİklim değişikliğinin etkileri sadece sıcaklık artışlarıyla sınırlı değil; hava koşullarındaki bozulmalar, uçak seyahatlerini de olumsuz etkileyebilir. İklim ısındıkça, atmosferdeki enerji yükseliyor ve bu da yüksek irtifa jet akımlarının hızını artırıyor. Bu değişim, uçaklarda daha fazla türbülans riskini beraberinde getiriyor. Temiz hava türbülansları, daha önce tespit edilmesi zor olan ve yolcular için tehlike oluşturabilen hava hareketleri olarak biliniyor. Hindistan Okyanusu üzerinde bir uçuşta yaşanan türbülans nedeniyle bir yolcunun hayatını kaybetmesi ise bu olgunun ciddiyetini gözler önüne seriyor.Sonuç olarak, 2024’ün en sıcak yılı olması, iklim değişikliğinin etkilerini her geçen yıl daha fazla hissettiğimizi gösteriyor. İklim krizini sınırlamak için yapılan uluslararası çabalar yetersiz kalıyor. Dünya, daha fazla doğal felakete, daha fazla ekonomik kayba ve daha fazla insan kaybına doğru hızla ilerliyor. Eğer bu trende dur denmezse, önümüzdeki yıllar daha da yıkıcı olabilir. Bu gerçeği görmek, değişim için harekete geçmek zorundayız. 

Devamını Oku

İklim değişikliğinin gizli tehlikesi

3 Nisan 2025

Dünyanın iklimi, milyonlarca yıl süren doğal döngülerle şekilleniyor ve bu döngüler, insan müdahalesiyle beklenmedik bir hızla değişiyor. Bu doğal ritim, bir yandan gezegenin geleceğini belirlerken, bir yandan da medeniyetimizin kaderini yeniden yazıyor. Geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir araştırma ise iklim döngülerinin zamanlamasını ve insan etkisinin bu döngüler üzerindeki etkisini net bir şekilde ortaya koydu. Cardiff Üniversitesi liderliğindeki bilim insanları, dünyanın yörüngesindeki eğim, yalpalama ve şekil değişikliklerinin buzul çağlarıyla olan bağlantısını derinlemesine incelediler. Bu çalışma, bilim insanlarının yıllardır merakla beklediği bir soruyu yanıtlıyor: İnsan etkisi olmadan bir sonraki buzul çağı ne zaman başlayacak? Araştırmanın bulguları, buzul çağlarının zamanlamasının aslında son derece öngörülebilir olduğunu gösteriyor; ancak insan faaliyetleri bu doğal döngülerin hızını öyle bir hızlandırıyor ki, gelecek buzul çağının ertelenmesi kaçınılmaz görünüyor.Bir milyon yıllık veriyle yapılan bu çalışma, dünyanın yörüngesindeki küçük değişimlerin, sıcak ve soğuk dönemler arasındaki geçişleri nasıl şekillendirdiğini gözler önüne seriyor. Fakat bu araştırma sadece bir bilimsel keşif değil; aynı zamanda insanlığın gezegen üzerindeki etkisinin derinliğini anlamamız için bir uyarı!Geçtiğimiz milyon yılda, dünya iklimi periyodik olarak buzul çağları ve sıcak aralarla değişim gösterdi. Son buzul dönemi yaklaşık 11 bin 700 yıl önce sona ermiş ve ‘Holosen’ adı verilen ılıman döneme girmiştik. Bu dönemde insan medeniyetleri gelişmiş, teknolojik ve kültürel ilerlemeler kaydedildi. Fakat, günümüzde buzul çağlarının yeniden başlamasını engelleyen en büyük problemin başında hızla artan sera gazı salınımları yer alıyor.Bilim insanları, geçmişteki iklim döngülerini incelediklerinde, dünyanın güneş etrafındaki hareketinin belirli bir ritme dayandığını ve bu ritmin zaman içinde ne kadar tekrarlanabilir olduğunu keşfettiler.İnsan etkisi olmadan, bir sonraki buzul çağının 11 bin yıl içinde başlayacağı tahmin ediliyordu. Ancak, atmosferdeki karbondioksit seviyesi son 800 bin yılın en yüksek seviyesine ulaşmış durumda. Bu, doğal döngülerin öngörülen zamanlamasını bozan bir etki yaratıyor. Prof. Stephen Barker ve ekibi, bu bulgularla birlikte, dünyanın ikliminin insan müdahalesiyle ne kadar büyük bir değişim geçirdiğini bir kez daha gözler önüne seriyor.İklim değişikliği genellikle kısa vadeli etkileriyle tartışılır. Oysa bu yeni araştırma, gezegenimizdeki iklim değişikliklerinin uzun vadede ne kadar yıkıcı olabileceğini hatırlatıyor. Buzul çağlarının ertelenmesi, bir nevi iklimsel ‘avantaj’ gibi görülebilir; ancak bu avantajın bedeli çok büyük olacak. Zaten son yıllarda hızla artan yükselen deniz seviyeleri, aşırı hava olayları ve biyolojik çeşitlilik kaybı, buzul çağlarının ertelenmesinin kısa vadede bize sunduğu tehlikeleri gözler önüne seriyor.Sonuç olarak, buzul çağlarının ertelenmesi, iklim değişikliğinin daha da kötüleşmesinin sinyalleri. İnsanlık, gezegenin doğal döngülerine müdahale etmenin bedelini ağır ödeyebilir. Şu anki iklim krizinin gelecekteki olası sonuçları, bir buzul çağının gecikmesinden çok daha yıkıcı olabilir. Bu, sadece bir bilimsel keşif değil, aynı zamanda insanlığın alması gereken acil bir ders. 

Devamını Oku

Eriyen buzulların ardındaki tehdit: 1 milyardan fazla insan risk altında

25 Mart 2025

İnsanlık, çevresindeki doğayı değiştirmeye devam ederken, buzulların hızla erimesi bir uyarı işareti. Birleşmiş Milletler’in son raporu ise dünya genelindeki 2 milyar insanın yiyecek ve su kaynaklarının tehdit altında olduğunu gösteriyor. Bu tehdit, sadece bir çevresel felaketten çok daha fazlasını barındırıyor.Günümüzde buzulların hızla erimesi, sadece deniz seviyelerinin yükselmesine değil, aynı zamanda gıda güvenliğimizin ve su kaynaklarımızın kaybolmasına da yol açıyor. UNESCO’nun yayımladığı yeni rapor, buzul erimesinin etkilerinin üçte ikisiyle dünya üzerindeki sulu tarım sistemlerini tehdit ettiğini ortaya koyuyor. Dağlık bölgelerdeki buzullar, milyonlarca insanın hayatını sürdürebilmesi için temel su kaynağını sağlarken, bu buzulların kaybı tüm ekosistemleri etkileyecek.Raporun çarpıcı bulguları, buzul erimesinin özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki gıda güvensizliği oranlarını artıracağını gösteriyor. Bir milyardan fazla insanın dağlık bölgelerde yaşadığı ve bu insanların yarısının gıda güvenliği sorunu yaşadığı biliniyor. Bu kriz, aslında bizim günlük hayatlarımızla doğrudan bağlantılı. Gelişmiş ülkeler bile, örneğin Amerika Birleşik Devletleri’nde, eriyen buzullardan gelen su kaynaklarıyla beslenen nehir havzalarındaki kuraklık sorunlarıyla karşı karşıya…Buzulların erimesi sadece su kaynaklarını değil, bütün iklim sistemini etkiliyor. Güneş ışınlarının yansımasını sağlayan bu doğal ‘buz kapakları’, yerini daha koyu topraklara bırakıyor. Bu değişim, yeryüzündeki sıcaklıkların artmasına yol açıyor. Her geçen gün daha fazla metan, permafrostun erimesiyle atmosfere salınıyor, bu da sera gazı etkisini artırarak iklim krizini derinleştiriyor.Dünya Meteoroloji Örgütünün yayımladığı son rapor ise buzulların kaybının kayıtlardaki en kötü seviyeye ulaştığını gözler önüne seriyor. Norveç’ten Svalbard’a, tropikal And Dağları’ndan Doğu Afrika’ya kadar geniş bir alan buzul kaybından etkilenmiş durumda. Özellikle And Dağları’nda buzulların üçte biri yok olmuşken, Avrupa’daki Alpler ve Pireneler’deki buzullar da yüzde 40 oranında küçülmüş durumda.Gelişen bu kriz, su kaynaklarının ve gıda güvenliğinin artık sadece çevresel değil, sosyal bir sorumluluk haline geldiğini gösteriyor. Bu kayıplar, sadece buzulların hemen altındaki vadilerde değil, tüm gezegenin geleceğini şekillendiren büyük bir tehdit oluşturuyor. Eğer buzul erimesi engellenemezse, küresel buzul kütlesinin yarısının yüzyılın sonuna kadar kaybolacağı tahmin ediliyor. Bu da oldukça korkutucu…

Devamını Oku

Küresel bir tehdit: Hava kirliliği! Son rapor korkuttu

17 Mart 2025

Dünyanın her köşesindeki insanlar, uzmanların tavsiye ettiği hava kalitesinin çok daha altında soluyor. Bu, İsviçreli hava kalitesi teknolojisi şirketi IQAir’in yıllık raporunda yer alan çarpıcı bir bulgu. 138 ülkenin değerlendirildiği rapora göre, sadece yedi ülke, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) PM2.5 olarak bilinen zararlı küçük partiküller için belirlediği güvenli sınırları aşmıyor.Avustralya, Yeni Zelanda ve Estonya dışında birkaç küçük ada devletleri bu sınırlara uyan örneklerden. Bu ülkeler, dünya çapında ciddi hava kirliliği sorunuyla mücadele eden çok küçük bir grup. Zira Çad, Bangladeş, Pakistan, Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve Hindistan gibi ülkelerde, hava kalitesi o kadar kötü ki, PM2.5 seviyeleri DSÖ’nün önerdiği limitlerin 10 katına kadar çıkıyor. Hatta Çad’da bu oran, korkunç bir şekilde 18 katını buluyor.HAVA KİRLİLİĞİ ÖLÜM RİSKİNDE İKİNCİ SIRADA!PM2.5, vücuda sızabilen ve organlara zarar verebilen son derece ince, zararlı partiküller. Uzmanlar, bu partiküllerin sağlığı ne denli tehdit ettiğini sıklıkla söylüyorlar ve hâlâ “güvenli” bir seviyenin bulunmadığını da belirtiyorlar. Hava kirliliği, kalp hastalıkları ve yüksek tansiyon gibi hastalıkların hemen ardından, ölüm riskinde ikinci sırada yer alıyor.IQAir CEO’su Frank Hammes, hava kirliliğinin etkilerinin anında görülmediğini, uzun vadede 20-30 yıl sonra bile ciddi sağlık sorunlarına yol açabileceğini söylüyor. Ancak doğru politikalarla bu felaketten kaçınılması mümkün. Gerçek şu ki, hava kirliliği, insanların en çok ihmal ettiği ve göz ardı ettiği sağlık sorunlarından biri.TÜRKİYE’NİN DURUMU NASIL?Ülkemiz ise hava kirliliğinde 67’nci sırada yer aldı. Rapordaki haritaya göre Türkiye’nin en temiz ili Kırşehir. Ancak ‘Havası en kirli şehirler’ listesinde Kırşehir, 8 bin 954 kent arasında 4 bin 409’uncu. Yani orta sıralarda bulunuyor. Havası en kirli ilimiz ise bu listede 660’ıncı olan Düzce... Eskişehir Hekimdağ, Aydın, Gaziantep Şehitkamil ile Bilecik Bozüyük de dünyada en kirli havası olan ilk 1000 yer arasında bulunuyor. BİRKAÇ UMUT VERİCİ GELİŞME DE VARTüm bunlarında dışında IQAir’in raporunda dikkat çeken birkaç umut verici gelişme de var. Hindistan’da hava kalitesi, 2023 yılı ile 2024 yılı arasında yüzde 7 oranında iyileşti. Çin ise 2013-2020 yılları arasında kirlilik oranlarını yarı yarıya azaltmayı başarmıştı, bu eğilim 2024’te de devam etti. Pekin’deki hava kalitesi, neredeyse Bosna-Hersek’in Saraybosna şehriyle aynı seviyeye geldi. Dikkat çeken bir diğer gelişme ise Saraybosna’nın Avrupa’nın en kirli şehri olmaya devam etmesi.Hava kirliliği sadece büyük endüstriyel ülkelerle sınırlı değil. Doğu Avrupa ve Balkanlar gibi bölgelerde de ciddi kirli hava problemleri yaşanıyor. Kopenhag Üniversitesi’nden çevre epidemiyoloğu Zorana Jovanovic Andersen, Doğu Avrupa ve AB dışındaki Balkan ülkelerinin, kıtanın en kirli havasını soluduğuna dikkat çekiyor. En kirli ve en temiz şehirler arasındaki farkın ise tam 20 katı bulabildiğini belirtiyor.Günümüzde hükümetler, hava kalitesini iyileştirmek adına yenilenebilir enerji projelerine yatırım yapıyor, toplu taşımacılığı teşvik ediyor ve bisiklet yolları gibi altyapı projeleriyle yeşil ulaşımı destekliyor. Fakat hava kalitesi ölçüm verileri, birçok bölgede eksik veya yetersiz, özellikle de gelişmemiş ülkelerde! Bu da hava kirliliğiyle mücadelede büyük bir engel teşkil ediyor.  

Devamını Oku

İklim değişikliğiyle mücadelede yeni bir strateji

10 Mart 2025

İklim değişikliğiyle mücadele, dünya genelinde giderek daha acil bir hale geliyor. Bu mücadelede ağaç dikmenin önemi ise her geçen gün daha fazla vurgulanıyor. Ülkeler, sera gazlarını azaltmak ve küresel ısınmayı sınırlamak amacıyla milyarlarca ağaç dikmeyi taahhüt ettiler. Ancak bu devasa projelerin başarısı, hangi tür ağaçların hangi bölgelere dikileceği gibi karmaşık sorulara dayanıyor.Örneğin İngiltere, 2025 boyunca 30 bin hektar ağaç dikmeyi ve bu oranı 2050’ye kadar korumayı taahhüt ederken, Avrupa Komisyonu 2030’a kadar üye ülkeler genelinde 3 milyar ağaç dikmeyi planlıyor. ABD ise 1 milyar ağaç dikmeyi hedefliyor. Ancak bu büyük projelerin başarıya ulaşabilmesi için doğru türlerin doğru yerlerde dikilmesi gerekliliği, bu taahhütlerin en büyük zorluklarından biri. Peki, hangi ağaç türleri hangi iklim koşullarında en iyi sonucu verir? Gelecekteki belirsiz iklim koşulları göz önünde bulundurulduğunda, bu soruya doğru yanıt vermek oldukça zor.İngiltere’deki Exeter Üniversitesi’nden çevre ekonomistlerinin yaptığı bir çalışma ise bu sorunun yanıtı için ilginç bir çözüm öneriyor: Yatırım portföyü yaklaşımı. Finans dünyasında, yatırımcılar riskleri minimize etmek için hisse senetleri, tahviller ve emtialar gibi varlıkları seçerken portföy çeşitlendirmesi yaparlar. Ağaç dikimi projelerine de benzer bir yaklaşım uygulanması gerektiği savunuluyor. Bu, ağaç türlerinin ve dikim yerlerinin çeşitlendirilmesi ile sağlanabilir.Bu stratejinin ana amacı, belirli ağaç türlerinin ve dikim alanlarının yanlış iklim koşullarında başarısız olması durumunda, diğer ağaç türlerinden ya da bölgelerden elde edilecek yüksek getirilerle dengelenmesi... Exeter Üniversitesi’nden doktora mezunu ve çalışmanın başyazarı Frankie Cho ise bu yaklaşımı şu şekilde açıklıyor: “Gelecekteki iklimin nasıl olacağı belirsiz. Eğer iklim değişikliği aşırı olursa, bazı ağaç türleri en verimli şekilde karbon giderimi sağlasa da bunlar aynı zamanda verimli tarım arazileri üzerinde yer alıyor. İklim değişikliği daha hafifse, daha az verimli arazilere iğne yapraklı ağaçlar dikmek daha mantıklı olabilir. Ancak bu türlerin hangi iklimde en iyi sonuç vereceğini kestirmek çok zor.”Sonuç olarak büyük ölçekli ağaç dikimlerinin başarılı olabilmesi için hem iklimsel hem de ekonomik belirsizliklerin göz önünde bulundurulması gerekiyor. Yatırım portföyü yaklaşımı, ağaç dikimi projelerinin uzun vadede başarılı olmasını sağlayarak bu alandaki riskleri azaltabilir. Bu, sadece iklim değişikliğiyle mücadelede bir adım daha atmamıza yardımcı olmakla kalmayacak, aynı zamanda doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımına da katkıda bulunacak.

Devamını Oku

Mikroplastikler: Görünmeyen tehditler ve alınması geren 4 önlem

3 Mart 2025

Mikroplastikler, modern yaşamın görünmeyen ama etkili bir parçası haline gelmiş durumda. Gıda sistemimizde, içme suyunda, deniz ürünlerinde ve hatta meyve-sebzelerde yaygın olarak bulunan bu küçük parçacıklar, sağlığımıza potansiyel tehditler oluşturuyor. Günlük yaşantımızda bu mikroplastiklere maruz kalmamız kaçınılmaz olsa da bu durumdan nasıl etkilenebileceğimiz ve bu etkileri nasıl azaltabileceğimiz konusunda farkındalık geliştirmek hayati önem taşıyor. Mikroplastiklerin sağlığımız üzerindeki olumsuz etkileri hakkında artan araştırmalar, bu konunun ciddiyetini gözler önüne seriyor.Mikroplastiklere karşı atılacak adımlar, yaşam tarzımızda yapacağımız küçük değişikliklerle başlayabilir. Tamamen kaçınmak zor olsa da maruziyeti azaltmak mümkün…1- AHŞAP, PASLANMAZ ÇELİK VEYA SERAMİK GİBİ DAHA GÜVENLİ ÜRÜNLERİ KULLANMAK GEREKİYOR?Mikroplastikler, deniz ürünleri, su, meyve, sebze, et ve özellikle yüksek oranda işlenmiş gıdalarda bulunuyor. Plastik mutfak eşyaları da evde önemli bir kirlenme kaynağı. Yapılan araştırmalara göre, ortalama olarak yılda 3,8 milyon mikroplastik tüketiyoruz; bu miktarın çoğu gıda yoluyla vücudumuza giriyor. Mikroplastik maruziyetinin sağlık etkileri üzerinde pek çok araştırma bulunuyor. Özellikle bazı çalışmalar kalp krizi, felç ve diğer sağlık sorunlarıyla ilişkili olabileceğini gösteriyor. Bilim insanları, maruziyeti azaltmak için adımlar atılması gerektiğini vurguluyor.Bu durumda, ne yaparsanız yapın, yemeğinize neredeyse kesinlikle biraz plastik girecektir. Bu nedenle kimyasallardan kaçınmak için atabileceğiniz en kolay adımlara öncelik verin. Örneğin, plastik mutfak gereçlerini ahşap, paslanmaz çelik veya seramik gibi daha güvenli alternatiflerle değiştirmek, atılacak basit ama etkili bir adım. Eğer evinizde plastik bir kepçe varsa, paslanmaz çelikten yapılmış olanını deneyin; bu basit değişiklik bile mikroplastik maruziyetinizi azaltabilir.2- PLASTİĞİ ISITMAKTAN KAÇININPlastikler, 16 binden fazla kimyasal içerebilir ve bu kimyasallar, ısıtıldıklarında veya sıcak ya da asidik yiyecek ve içeceklerle temas ettiklerinde çok daha yüksek oranlarda sızabilirler. Örneğin, yakın zamanda yapılan bir araştırma, tek kullanımlık kâğıt kahve bardaklarının sıcak sıvı eklendiğinde trilyonlarca plastik parçası dökebileceğini gösterdi. Çay poşetleri de benzer bir şekilde milyarlarca parçacık salabilir. Mikrodalgaya girebilen plastikler, sıcak tavalarla kısa süreli temas eden plastik kaplar da risk taşıyor. Bu nedenle, yeni ve güvenli kap kacaklar edinerek bu durumu en aza indirmeye çalışmalıyız.3- AMBALAJ SEÇİMLERİNİZİ GÖZDEN GEÇİRİNMikroplastik maruziyetini azaltmanın bir diğer önemli yolu, ambalaj seçimlerinizi gözden geçirmek. Çoğu gıda ürününün ambalajları genellikle plastik içerir ve bu da mikroplastiklerin gıdaya sızmasına neden olabilir. Mümkünse, taze ve organik ürünleri tercih edin ve ambalajsız ya da minimal ambalajla satılan ürünlere yönelin. Yerel pazarlardan alışveriş yapmak hem sağlıklı gıdalar tüketmenize hem de plastik ambalajlardan kaçınmanıza yardımcı olabilir.4- SU FİLTRELEME SİSTEMLERİNİ DEĞERLENDİRİNaSu, günlük yaşantımızda en çok tükettiğimiz maddelerden biri ve mikroplastiklerin suya sızma riski oldukça yüksek. Bu nedenle, evde kullanabileceğiniz bir su filtrasyon sistemi kurmak, mikroplastik maruziyetinizi azaltmanın etkili bir yolu. Filtreler, suyunuzdaki zararlı maddeleri temizlerken, aynı zamanda mikroplastikleri de ortadan kaldırabilir. Böylece hem suyunuzun kalitesini artırabilir hem de sağlığınızı koruyabilirsiniz. 

Devamını Oku

Meyve ve çiçeklerdeki antioksidanlar, mikroplastiklerin zararlarını ortadan kaldırıyor

28 Şubat 2025

Günümüzde çevre kirliliği, insan sağlığını tehdit eden en önemli sorunlardan biri haline geldi. Özellikle mikroplastikler, doğada ve insan vücudunda yaygın olarak bulunan küçük plastik parçacıkları olarak, sağlık üzerinde ciddi riskler taşıyor. Son dönemde bu konuya dair yapılan araştırmaların sayısı da oldukça arttı.Örneğin, bir önceki yazımda Wuhan Üniversitesi’nden bir ekibin gerçekleştirdiği çarpıcı bir çalışmadan bahsetmiştim. Bilim insanları, atık sulardaki mikroplastikleri ortadan kaldırma potansiyeline sahip, doğa dostu bir ‘biyolojik sünger’ geliştirdiler. Geçtiğimiz ay yayımlanan bu araştırma, söz konusu süngerin sulama suyu, gölet suyu, göl suyu ve deniz suyu gibi farklı örneklerde mikroplastiklerin yüzde 99,9’unu temizleme başarısını gösterdiğini ortaya koydu.Şimdi ise yeni bir hakemli araştırma, meyve ve çiçeklere canlı renklerini veren antioksidanların, mikroplastiklere maruz kalmanın üreme sistemi üzerindeki bazı tehlikeli etkilerini etkisiz hale getirebileceğini gösteriyor. Bu çalışma, mikroplastiklerin üreme toksisitesine ve doğurganlık üzerindeki olumsuz etkilerine ışık tutarken, antosiyaninlerin potansiyel tedavi seçenekleri olarak öne çıktığını vurguluyor. Araştırma, fındık, meyve ve sebzelerde yaygın olarak bulunan antosiyaninlerin, mikroplastiklerin neden olduğu hormon dengesizliklerine ve doğurganlık sorunlarına karşı koruyucu etkiler gösterdiğini ortaya koyuyor. Antosiyaninler, testosteron ve östrojen seviyelerindeki azalma, sperm kalitesindeki düşüş ve erektil disfonksiyon gibi sorunlarla mücadelede umut verici sonuçlar sunuyor.Finlandiya-Çin Gıda ve Sağlık Ağı’ndaki araştırmacılar, “Bu zararlı etkileri ortadan kaldıracak doğal bileşiklerin araştırılması devam ediyor ve antosiyaninler bu konuda umut vadeden bir aday olarak ortaya çıkıyor” ifadesini kullanıyor. MİKROPLASTİKLER, 16 BİNDEN FAZLA PLASTİK KİMYASAL İÇERİYORMikroplastikler, tüketici ürünlerine kasıtlı olarak eklenen veya daha büyük plastiklerin parçalanmasıyla oluşan küçük partiküller. Bu parçacıklar, insan sağlığına ciddi tehditler oluşturan 16 binden fazla plastik kimyasal içeriyor.Mikroplastiklerin insan vücudunda, özellikle de üreme sisteminde yaygın olarak bulunduğu pek çok kez gözlemlendi. Erkeklerde, bu parçacıkların kan-testis bariyerini geçme yeteneği, iltihaplanmaya yol açarak sperm kalitesini olumsuz etkileyebiliyor. Araştırmalar, bazı antosiyaninlerin bu bariyerin bütünlüğünü koruyarak sperm sayısını artırdığını ve spermatogenezi iyileştirdiğini gösteriyor.Yapılan deneylerde, mikroplastiklere maruz kalan ve antosiyaninlerle tedavi edilen farelerin sperm kalitesinde ve hareketliliğinde artış gözlemlendi. Ayrıca, bazı mikroplastiklerin testosteron seviyelerini düşürdüğü, ancak antosiyaninlerin bu olumsuz etkiyi tersine çevirmeye yardımcı olduğu bulundu.Kadınlarda ise, mikroplastiklerin yol açtığı iltihaplanma, yumurtalık dokusunu etkileyerek östrojen seviyelerini düşürüyor. Araştırmalar, antosiyanin tedavisinin yumurtalık dokusunu koruyarak hormon seviyelerini normale döndürdüğünü ortaya koyuyor. Bilim insanları, “Antioksidan özellikleri yumurtalık fonksiyonunu korumaya ve potansiyel olarak doğurganlığı korumaya yardımcı olur” diye belirtiyor.Sonuç olarak, meyve ve sebzelerde bulunan antosiyaninlerin mikroplastiklerin zararlı etkilerine karşı koruyucu potansiyeli, üreme sağlığı açısından umut verici bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Bu doğal bileşiklerin, gelecekte mikroplastik kaynaklı sağlık sorunlarına karşı tedavi geliştirilmesinde önemli bir rol oynayabileceği düşünülüyor. 

Devamını Oku