Basıncı yükseltme stratejisi...

15 Ekim 2012

Deyim yerindeyse Türkiye, Suriye konusunda artık geri dönüş ve son çıkış noktasını çoktan geçmiş durumda. Esad rejimi durdukça Suriye ile ilişkilerde en ufak bir yumuşama olmayacağı kesin.Hatta görüştüğümüz bir yetkili, “önümüzdeki süreçte belirli şartların yerine getirilmesi durumunda İsrail’le bile ilişkiler normalleşme yoluna girebilir. Ama Suriye ile bugünkü yönetim işbaşında olduğu sürece asla” diyor.Türkiye gerek ABD’deki seçimler nedeniyle Obama yönetiminin içe kapanması, gerekse de Avrupa’nın duyarsızlığı yüzünden bugün yalnız kalmış veya “fazla ileri gitmiş” bir görüntü içinde de olsa yoluna tavizsiz devam edeceğini her eylemiyle dünyaya ilan ediyor.Türkiye Suriye’deki ayaklanmanın yaygın kitle gösterileri biçiminde ilk başladığı, çatışmaların yaygınlık kazanmadığı anda refleks göstermiş ve tavrını belirlemişti. Fakat asıl kırılma noktası, büyükelçilerin bile çekilmesinden sonra yaşanan uçak düşürme olayında yaşandı.‘GEREKİRSE SAVAŞ’22 Haziran 2011 günü Türk savaş uçağının Suriye tarafından düşürülmesi, geri dönüş yollarını, yumuşama ihtimallerini tümüyle yok etti. O olayda Suriye yönetiminin sergilediği küstah tavır üzerine Başbakan Tayyip Erdoğan ve hükümet kesin tavrını belirledi. Artık bu noktadan sonra Türkiye, Esad rejiminin yıkılması için Suriye muhalefetine “her türlü destek ve yardımı” yapmaya kararlı olacak.Öyle de oldu. Esad rejimiyle savaşan muhalefete yönelik olarak açık ve örtülü her türlü destek sağlandı.Yine de top ve havan mermileri Türkiye sınırı içerisine düşmeye başlayıncaya, Akçakale’de dört sivil bu yüzden ölünceye kadar “savaş” sözü telaffuz edilmiyordu. Ama o olay, yani Akçakale’de Suriye topçusunun attığı mermi ile dört masum vatandaşın hayatını kaybetmesi üzerine artık “gerekirse savaş” sözü de söylendi.Meclis’ten tezkere çıkarıldı. Ama elbette tezkere illa da savaş ilanı anlamı taşımıyordu. Esad rejiminin veya Esad’a bağlı güçlerin yapabileceği bir çılgınlığın anında karşılık bulması için tezkere çıkarılmıştı.Ki tezkereden sonra Türkiye sınırları içine düşen her top ve havan mermisinin karşılığı ağır biçimde verildi. Atışın yapıldığı merkez anında tespit ve imha edildi.BOĞAZLAR KULLANILIRSA...Bununla da yetinmedi Türkiye, Suriye ve Esad rejimine karşı uyguladığı baskı politikasının şiddetini biraz daha artırdı. Bu ülkeye silah veya mühimmat sevkiyatını engellemek için geçen hafta bir ilke imza attı. Moskova’dan havalanıp Şam’a doğru ilerleyen bir yolcu uçağı, Ankara Esenboğa havaalanına indirilerek arandı. Çünkü önceden bu uçağın silah sistemleri taşıdığına ilişkin istihbarat alınmıştı.Nitekim istihbarat gerçekten de doğru çıktı ve Rusya’dan Şam’a, Suriye Savunma Bakanlığı’na gönderilen kargoya el konuldu. Çünkü bu kargo, füze ve hava savunma sistemlerine ilişkin bazı önemli askeri malzemeyi içeriyordu.Bununla ilk mesajını verdi Ankara. Ve dün de Ermenistan’dan Halep’e doğru havalanan bir uçak Erzurum havaalanına indirildi. Önceden ‘insani yardım taşıyoruz’ diye izin isteyince kontrol etme şartıyla izin verdi.Yani artık Türkiye bu noktadan sonra kontrol ettiği kara, hava ve deniz sınırları içerisinden Suriye rejimine dönük bir abluka uygulayacak.İran ve Rusya’dan kara, hava ve deniz yoluyla yapılacak sevkiyatı engellemeye kararlı Türkiye. Irak’ı da ABD’nin denetleyeceği varsayılıyor.Tabii ki bu noktada tek açık nokta var: Montrö anlaşması kapsamında Boğazlardan geçecek Rus savaş gemileri...Rusya eğer bu şekilde, savaş gemileriyle Suriye’ye silah ve mühimmat sevkiyatını sürdürürse Türkiye’nin hukuken yapabileceği bir şey yok...

Devamını Oku

Seçim rüzgarı mı?

9 Ekim 2012

Yerel seçimlerin öne alınmasına ilişkin anayasa değişikliği henüz gerçekleşmiş değil ama MHP’nin net desteği sonucu herkes biliyor ki artık yerel seçimlerin 2013 yılı sonbaharına alınacağı kesin. İktidarın da muhalefetin de planları buna yönelik.Türkiye 2013 yılı sonbaharından itibaren her yıl bir seçim yaşayacak. Önce mahalli idare seçimleri, ardından cumhurbaşkanlığı seçimi ve 2015’te de milletvekili genel seçimleri...Bu üç kritik seçimin siyaseti de ekonomiyi de şu veya bu ölçüde etkileyeceği kesin. Ancak etkinin, ülkenin seçim atmosferine bu kadar erken girmesi beklenmiyordu. Seçim rüzgarlarının 2013 yılı ilkbahar aylarından itibaren esmeye başlayacağı tahmin ediliyordu.Fakat öyle olmadı. Bu durumda muhtemelen 2013 yerel seçimlerinin kritik önemi etkili oldu.Her seçim elbette önemli. İktidar için de muhalefet için de her seçim kritik önem taşıyor.Ancak 2013 yerel seçimlerinin önemi daha başka. Çünkü bu seçim sadece belediyelerde, mahalli idarelerde kimin iktidar olacağını belirlemekten ibaret olmayacak.2013 sonbaharındaki seçim bunun ötesinde 2014’te ilk defa yapılacak olan doğrudan halk tarafından cumhurbaşkanlığı seçiminin de provası niteliğinde olacak.Mahalli idare seçimlerinde partilerin alacakları oy oranlarının psikolojik etkisi ister istemez 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçimine yansıyacak.Bugün hala 2011 milletvekili seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin aldığı yüzde 50 çıtasındaki oy oranının psikolojik etkisi yaşanıyor. Bu etkiyle Tayyip Erdoğan’ın 2014’te cumhurbaşkanı seçileceğine kesin gözüyle bakılıyor. Oysa düşünün bu oy oranı yüzde 50 değil de 2002 seçimlerindeki gibi yüzde 34 veya 2009 mahalli idare seçimlerindeki gibi yüzde 38’ler mertebesinde kalsaydı, cumhurbaşkanlığı için aynı kesinlikle konuşulabilir miydi? Başkanlık sistemi tartışmaları, “Tayyip Erdoğan bu sistemi kendisi için istiyor” diye yorumlanabilir miydi?Hayır.Bu psikolojik üstünlüğü elde etmenin taşıdığı önemin iktidar da farkında, muhalefet de. O yüzden de şimdiden bütün hesaplar iktidar partisi ve Erdoğan cephesinde yüzde 50 çıtasını aşmak üzerine kurgulanıyor. Hatta İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin CHP’nin elinden nasıl alınabileceğinin planları yapılıyor.Tabii ki muhalefetin planı da AKP’nin oyunu mümkün olduğunca aşağı çekebilmek, bugün imkansız gibi görüneni başarıp İstanbul Büyükşehir Belediyesini kazanmak. CHP, ülke genelinde oy oranı AKP’nin çok gerisinde kalsa bile İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni kazandığında psikolojik üstünlüğü ele geçirebileceğini ve böylelikle Tayyip Erdoğan’ın Çankaya yolunu kesebileceğini varsayıyor.Özetle iktidarın da muhalefetin de hesabı, son tahlilde Çankaya üzerine kurulu.Hesaplar ve hedef kritik olduğu için seçim rüzgarı erken estiriliyor. Hatta öyle ki, ucunda savaş ihtimali olan dış politika meseleleri bile bugün iç politika malzemesi haline dönüştürülüyor.Hatta terör ve Kürt meselesinin çözümüne dönük uzlaşma arayışlarının da bu nedenle sonuç vermesi giderek ihtimal dışı kalıyor.Bu atmosfer içerisinde, siyasi gerilimin günden güne tırmandığı bu ortamda, şimdilik bütün partilerin masada kalmaya kararlı gözüktükleri “Anayasa Uzlaşma Komisyonu”ndan uzlaşma çıkması da giderek güçleşiyor.

Devamını Oku

Savaş değil, noktasal imha...

8 Ekim 2012

Suriye ile yaşanan gerilim geçen hafta itibariyle doruğa çıkmış durumda. Akçakale’ye düşen top mermisi ile 5 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının hayatını kaybetmesi, 12 kişinin de yaralanması Ankara’da bardağı taşırdı.Askeri karşılık anında verildi.Bununla da yetinilmedi, devletin zirvesinde gerçekleştirilen üst üste toplantıların ardından hemen ertesi günü Türkiye Büyük Millet Meclisi, saat 10.00’da olağanüstü toplanarak, hükümete savaş yetkisi veren tezkereyi gizli oturumda görüşerek kabul etti.Fakat ne verilen askeri karşılıklar ne de savaş tezkeresi, top mermilerinin sınırın bu tarafına düşmesini engelleyemedi.Tezkere Türkiye bakımından olduğu kadar Suriye ve Esad yönetimi için de ciddi bir durumdu aslında. Yani Türkiye bu tezkere ile Esad’a “ayağını denk almazsan, bizim sınırlarımıza düşen top mermilerini savaş sebebi sayabilirim” mesajı vermişti.Tezkere ve ardından yapılan en üst düzeydeki açıklamalar Suriye’nin bu mesajı iyi okuyup, pozisyonunu gözden geçirmesini gerektiriyordu.Ankara’da yapılan yorum ve değerlendirmeler de Esad’ın bu mesajı alacağı yönündeydi. O yüzden de “bu bir savaş tezkeresi anlamı taşımıyor. Aksine savaşı önleyecek bir adım” deniyordu.Yani şu bekleniyordu:Esad yönetimi Türkiye sınırına yakın bölgelerde muhalif güçlerle çatışan birliklerini, mümkün olduğunca sınırın uzağında kalma konusunda uyaracak. Bundan böyle, değil Türkiye toplarkalarına, sınırın yakın bölgelerine dahi top mermisi düşmeyecekti. Hatta böylelikle bölgede öteden beri arzulanan güvenlik bölgesinin kendiliğinden oluşabileceği tahminleri vardı.Fakat gelişmeler beklentinin tam aksi yönünde seyretmeye başladı. Tezkere geçtikten sonra neredeyse her gün birden fazla top veya havan mermisi düşüyor Türkiye topraklarına.Bu durum elbette gerilimi yükseltiyor. Bugünden yarına olmasa da savaş riskini arttırıyor.Şu ana kadarki gelişmelerin tek sevindirici tarafı, Türkiye topraklarına düşen top ve havan mermilerinden ölen veya yaralanan kimsenin olmaması.Bunlar tabii ki karşılıksız bırakılmıyor. Türk Silahlı Kuvvvetleri, değişen angajman kuralları kapsamında Türkiye sınırları içerisine düşen her mermiye misliyle yanıt veriyor. Top veya havan atışının hangi noktadan yapıldığı anında saptanıyor ve yoğun bir atış gücü ile karşılık veriliyor, o nokta, o noktadaki topçu veya havan bataryası imha ediliyor.Türkiye topraklarına düşen top mermileri konusunda kamuoyunda bazı spekülasyonlar da yayılıyor. Deniyor ki; “Rejim karşıtı savaşçı güçler Türkiye’yi savaşa çekmek için provokasyon yapıyor olabilir...”Olabilir mi?Dün konuştuğumuz yetkililere bunu sorduğumda yanıt şu oldu:“Mantıken böyle bir şey olabilir. Muhalifler Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesini arzulayabilirler. İçerde bazı insanların zihinlerinden böyle senaryolar geçiyor olabilir. Ama gerçek öyle değil. Bu konuda çok titiz davranılıyor. Çok net istihbarat, gözlem ve saptamalar var. Türkiye sınırlarına düşen top mermilerini ateşleyen tarafın rejim güçleri olduğu konusunda en ufak bir tereddüt yok...”Türkiye, bu konuda şimdilik noktasal imha vuruşlarının ötesine geçmiyor. Meydana gelen her olaydan sonra karşılık biraz daha ağırlaştırılıyor.Esad yönetiminin girişebileceği bir çılgınlığa karşı da savaş tezkeresini elinde hazır tutuyor hükümet.Türkiye için 15 Ekim günü İstanbul’a gelecek olan Devlet Başkanı Putin başkanlığındaki Rusya heyeti önemli.Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun üç gün önce dillendirdiği Faruk El Şara başkanlığında bir geçiş hükümeti formülü muhtemelen alternatifli olarak Putin’le de görüşülecek. Esad’sız geçiş için Rusyu ile ortak bir çözüm noktasında uzlaşma aranacak.Savaşsız çözümü sonuna kadar zorlayacak Türkiye...

Devamını Oku

Bu tablodan uzlaşma çıkmaz...

2 Ekim 2012

“Uzlaşma” bütün siyasi aktörlerin, siyasi parti genel başkanlarının hemen hepsinin dilinde. Ama sadece dilinde, laf olsun, kamuoyu istiyor diye söylenmiş bir söz. Gerçekte ise en azından bugün kimsenin uzlaşmadan yana olmadığı açık. Karşılıklı olarak yapılan çağrıların samimi olduğunu söyleyebilmek güç. Oysa uzlaşma gerektiren, uzlaşması istenilen mesele Türkiye’nin bir numaralı yakıcı meselesi.“Kürt meselesinin kalıcı çözümü” için uzlaşma aranıyor, “Akan kanın durması için” uzlaşma isteniyor. Buna itiraz etmek mümkün mü? “Kan akmaya devam etsin” denebilir mi?O yüzden bütün taraflar uzlaşmadan yanaymış gibi gözüküyorlar ama gerçekçi değil.Örneğin Başbakan Tayyip Erdoğan, üç gün önce partisinin kongresinde, CHP’ye önce 1930’lu, 40’lı yılların tek parti iktidarı dönemindeki uygulamalar nedeniyle yüklendi. CHP’nin tarihine, geçmişine, bugününe demediğini bırakmadı, genel başkanına çok ağır ifadelerle yüklendi. Ardından da terör ve Kürt sorununun çözümü için işbirliği çağrısı yaptı. Eleştiri ve suçlamalarını dünkü grup toplantısında da sürdürdü Erdoğan.Uzlaşma, işbirliği çağrısı yaparken bile “CHP’nin çözümün önünde engel olduğunu” söylemekten geri durmadı Erdoğan. Özetle şunları söyledi:“Çağrımızda en küçük bir riya, siyasi hesap yoktur. Bizim derdimiz ülkemizi bu büyük sıkıntıdan, o sıkıntılı haberlerden kurtarmaktır. Biz olaya böyle yaklaşırken, Kılıçdaroğlu yalan olduğu defalarca ispatlanmış notlarla hareket ediyor. Sorumluluk sahibi, vicdan sahibi hiç kimsenin söyleyemeyeceği ifadelerle bize saldırıyor. Biz Meclis açılırken yeni bir sayfa açma çağrısı yapıyoruz. Bizim görüşelim çağrımıza ’Gelsin bakalım, kapımız açık’ diyor. Bu ifade işin başında ortaya konulmuş bir gönülsüzlük, oyun bozanlık ifadesidir. Biz bu meseleyi çözmek için gidilmesi gereken her yere gideriz, görüşülmesi gereken herkesle görüştük, görüşürüz. Ana muhalefet partisi bugüne kadar izlediği politikalarla sorunun çözümü önünde engel teşkil etmeye başlamıştır...”Ardından dünkü yeni yasama döneminin ilk grup toplantısında Kılıçdaroğlu kürsüye çıktı. Kılıçdaroğlu’nun üslubu da Erdoğan’ı aratmadı. Hatta daha ileri gitti denebilir. “Hainlik” tartışmasını sürdürmekle kalmadı, yeni sıfatlar ekledi, yeni ve çok ağır suçlamalar yöneltti Başbakan’a.Oysa, CHP ve Kılıçdaroğlu, terör sorununun, Kürt sorununun çözümü konusunda çok önemli bir girişim başlatmıştı. Bütün siyasi partilerin yer alacağı bir siyasal ve toplumsal uzlaşma çağrısı yapmış, bu amaçla iktidar partisinin kapısını çalmıştı. MHP’nin kapıları kapatması nedeniyle o girişim sonuçsuz kalmıştı.Bugün ise CHP’nin o 5 ay önceki yapıcı tutumundan eser yok.Kemal Kılıçdaroğlu, Tayyip Erdoğan’ın terör sorununun çözümüne ilişkin çağrısına, son derece gönülsüz bir yanıt veriyor:“Bizim görüşümüz belli, kapımız açık. Gelsinler görüşürüz...”Evet belki AKP o kapıyı çalacak ama bu siyasal atmosferde, bu gerilim ortamında yapılacak o görüşmeden hiçbir sonuç çıkmaz.Sonuç alınabilmesi için önce siyasi tartışma üslubunun değişmesi gerekiyor. İktidar-ana muhalefet ilişkilerinin yumuşaması, ilişkilerin siyasi rekabet, uygar tartışma çerçevesine girebilmesi gerekiyor. Ama özellikle dünkü grup toplantılarında karşılıklı olarak sarfedilen ifadeler o çerçevenin çok uzağında.Daha da tehlikeli olan nokta karşılıklı gerilim, suçlama ve hakarete varan üslup devam ederse yeni anayasa çalışmalarının bile sonuç vermesi zora girebilir.

Devamını Oku

Gül’ün 4 önemli mesajı...

1 Ekim 2012

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Meclis’in açılış törenlerinde yaptığı konuşmalar hep mesaj yüklü olmuştu. Her defasında ülkenin önemli bir veya bir kaç meselesini seçmiş ve bu konuda mesaj ve uyarılarını vermişti Meclis’e, hükümete ve kamuoyuna.İki yıl önce ilk defa devletin üst makamından Meclis kürsüsünde sorunun adı konmuştu. “Kürt meselesi” demişti Cumhurbaşkanı Gül ve çözüm için Meclis’in ortak çaba içine girmesini önermişti. Geçen yıl “Yeni anayasa” dedi Cumhurbaşkanı Gül. Dünkü konuşmasında bunlara ek olarak çok önemli, çok kritik konularda yeni mesaj ve uyarıları da vardı.Yeni anayasanın bütün partilerin yüzde yüz anlaşması ile yapılabilmesinin güçlüğüne değinen Gül, “herkesin hak ve hürriyetlerini garanti altına alan, kimsenin kendisini dışlanmış hissetmeyeceği yeni bir vatandaşlık mukavelesini gerçekleştirmenin” önemine işaret etti.Yine konuşmasının daha ilk bölümlerinde çok önemli bir noktaya işaret etti Cumhurbaşkanı Gül. 12 Haziran 2011 seçimlerinden bu yana Türkiye’nin en önemli siyasi meselesi, en önemli siyasi gerilim konularından biri haline gelen tutuklu milletvekilleri sorununu yaşıyor Türkiye. Ve Meclis doğrudan kendisini ilgilendiren bu meseleyi ne yazık ki bugüne kadar çözebilmiş değil. Bu konuda iktidarla muhalefet inatlaşıyor, özel yetkili yargı da adeta siyaset kurumuyla inatlaşıyor. Dünyanın hiçbir gerçek demokrasisinde eşi benzeri görülmemiş bu uzun tutukluluk hali devam ediyor. İşte Cumhurbaşkanı Gül dün bu konuda da çok net bir tutum sergiledi. Şu mesajı verdi Meclis’e:“Geçen yılki konuşmamda bu Meclis’in siyasetin tüm renk ve eğilimlerini temsil ettiğini ve bu nedenle çok güçlü olduğunu vurgulamıştım. Bu vesileyle, seçildikleri halde bu yasama yılında da Meclis’te olamayan milletvekillerinin bu tablo içinde bir noksanlık oluşturduğunu belirtmek isterim.Seçimlere yasal olarak katılmış, halkın oyunu almış, milletvekili sıfatını taşımaya hak kazanmış herkesin, haklarında kesin yargı kararları ortaya çıkana kadar yasama faaliyetine katılması gerektiğini düşünüyorum...”Meclis acaba bu mesajı ciddiye alıp yaşanan bu demokrasi ayıbını ortadan kaldırır mı?İktidar partisinin tutumuna bağlı...Cumhurbaşkanı Gül, tutuklu milletvekillerinin noksanlığına işaret ederken, açıkça olmasa da iktidar partisinin bazı DTP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması yönündeki çıkışlarına da değindi.Önce DTP’lilerin yaptığının, teröristlerle verdikleri sarmaş dolaş fotoğrafın kabul edilemez olduğunu şu sözlerle ifade etti Cumhurbaşkanı: “Terör ile demokrasi hiçbir ahvalde kol kola gezemez. Terörün kucaklanmasına, övülmesine ve meşru gösterilmesine müsamaha eden bir demokrasi de dünya üzerinde mevcut değildir.”Evet bu durum, teröristle milletvekilinin kucaklaşması, elbette kabul edilemez. Fakat bu duruma reaksiyon olarak milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasının da yanlış olacağını şu diplomatik ifadelerle dile getirdi Gül:“Önemli olan bu yüce kurumun kapsayıcı olması ve çoğunluktan farklı düşünenlerin bu çatı altında kendilerine güvenli bir yer bulmasıdır. Meclis kompozisyonunda meydana gelebilecek her türlü noksanlık, geçmişte yapılanları tekrar etmekten ve çok ihtiyacımız olan çözümleri daha da ötelemekten başka bir işe yaramayacaktır.”Hapisteki gazeteciler ve basın özgürlüğü meselesi de son yıllarda ülke gündeminde önemli yer işgal ediyor. Bu konuda da çarpıcı bir değerlendirmesi oldu Cumhurbaşkanı Gül’ün:“Bir ülkede yazarların, düşünürlerin ve fikir adamlarının görüşlerini korkusuzca paylaşabilmeleri, o ülkeye itibar kazandırır. Aynı şekilde, gazeteciler, haberciler ve bir bütün olarak medya mensuplarının halkı haberdar etme görevlerini yerine getirirken hiçbir engelle karşılaşmamaları da temel esastır.Hiç kimse fikirleri ve fikirlerini medya yoluyla açıklaması yüzünden hapse düşmemelidir. Şiddeti teşvik eden ile görüş açıklayan arasında kesin bir ayrım gözetilmelidir...”Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilip Çankaya’ya çıkmasından sonra Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileri çarpıcı biçimde gevşemeye başladı. Özellikle de son dönemde bu konuda eskiden varolan heyecandan eser kalmadı.Özellikle son birkaç yıldan beri dikkat çekici hale gelen karşılıklı bir sıkılmışlık, bıkkınlık havası, Cumhurbaşkanı Gül’ü belli ki kaygılandırıyor. O nedenle dün şu uyarıyı yapma ihtiyacı duydu Gül:“AB üyelik perspektifinin getirmiş olduğu ivmeyle Türkiye’nin, ekonomisini ve demokrasisini güçlendiren ve vatandaşlarımızın hayat standardını yükselten pek çok reforma öncülük ettiği bir gerçektir... Bu nedenle, Yüce Meclis’ten beklentim, AB uyum yasalarına ve reformlarına yönelik önceliğin yeniden tesis edilmesi ve bunların bütün vatandaşlarımız adına somut kazanımlara dönüştürülmesinin sağlanmasıdır.”Özetle Cumhurbaşkanı Gül, Türkiye’nin ve Türk demokrasisinin temel meseleleri konusunda son derece önemli saptama ve değerlendirmelerde bulundu. Meclis’e ve kamuoyuna gerçekten çok önemli mesajlar verdi Cumhurbaşkanı. Konuşma “adeta demokrasi ve özgürlük manifestosu” niteliğindeydi.

Devamını Oku

Veda ve “farklı makam”...

30 Eylül 2012

Başbakan Tayyip Erdoğan, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin dünkü genel kurulunda son kez genel başkanlığa aday olduğunu belirterek partililerle, delegelerle helalleşti.Bu helalleşme bir anlamda vedalaşma diye adlandırılıyor. Ama tam da öyle değil. Öyle olmadığı da yine Erdoğan’ın şu sözlerinden anlaşılıyor:“Allah ömür verirse farklı görevler, farklı unvanlar altında yine bir olacağız, yine beraber olacağız...”Yani sadece genel başkanlığa veda ediyor Erdoğan. Tüzük gereği bu dönem son, diyor. Ki, milletvekilliği için de seçimlerde aynı şeyi söylemişti. Bir sonraki dönemde milletvekili adayı da olmayacak.Yani Erdoğan bir sonraki parti kongresinde genel başkan olmayacak, milletvekili olmayacak, doğal olarak başbakan da olmayacak.O zaman bu “bir ve beraber olma” durumu nasıl devam edecek? 2023 hedefine nasıl birlikte yürünecek?Sır değil. Önceki bir takım açıklamalarında da vardı, dün yaklaşık 2,5 saat süren kongre konuşmasında da.“Başka görev ve makam” diyor ya Erdoğan, en azından kendisi için öngördüğü makam kimse için sürpriz değil: Çankaya...Her şey hesapladığı gibi gider, bugünkü popülarite ve yüzde 50’yi aşan oy oranı devam ederse 2014 sonbaharında Erdoğan’ın yeni makamının Çankaya’ya Köşkü olacağına kuşku yok.Konunun henüz netlik kazanmayan tarafı unvan.Unvanı ne olacak?Cumhurbaşkanı mı, Başkan mı?Erdoğan’ın gönlünden geçen Başkanlık. Başbakanlık’taki icrai yetkileriyle birlikte Çankaya’ya çıkmak. Siyasette de yönetimde de tek hakim irade olmak...Ancak bunun için anayasa değişikliği gerekiyor. Mevcut Anayasa’da cumhurbaşkanına tanınan icrai yetkiler geniş değil. Gerçi halk tarafından doğrudan seçileceği için yeni dönemde cumhurbaşkanının siyasi gücü oldukça yükselecek. Ama yürütme, icraat yetkisi yine başbakanda olacak.Tayyip Erdoğan gibi iddialı bir siyasi kişiliğin bu sınırlı yetkilerin çerçevesinde kalabilmesi güç.O nedenle başkanlık sisteminde ısrarlı Erdoğan. En azından yarı başkanlık veya partili cumhurbaşkanlığı sistemi olmalı diyor...Önümüzdeki dönemde bu konuda bastıracak Erdoğan ve partisi...Dünkü konuşmasında yeni anayasa çalışmalarına değinirken de öne çıkardığı nokta bu oldu Erdoğan’ın.“Yönetimde istikrarın dönemsel olmaktan çıkarılıp, kurumsal hale getirilmesi lazımdır” diyor Erdoğan.Yani bunu sağlamanın, kalıcı, kurumsal istikrarın formülü başkanlık sistemi...Fakat, halen yeni anayasa çalışmalarını yürütmekte olan Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu’ndan başkanlık sistemini geçirebilmek mümkün değil. Meclis’te temsil edilen dört partinin yerni anayasa konusunda uzlaşması zaten güç ama özellikle de başkanlık sistemi konusunda bir uzlaşma hiç mümkün değil.Buna rağmen Başbakan Erdoğan’ın yine de bir umudu olduğu anlaşılıyor. “Hangi parti veya partiler bizimle olursa onlarla oturur, konuşuruz. Azami müştereklerde uzlaşarak yeni anayasayı yaparız” diyor Erdoğan.CHP’nin başkanlık sistemine “evet” demeyeceği bilindiğine göre acaba umut MHP’de mi?*****NOT: Başbakan 2,5 saatlik kongre konuşmasında uzun uzun, demokrasiden, özgürlüklerden, çoğulculuktan söz etti. Fakat, bu konuşmanın yapıldığı kongrenin başta Cumhuriyet, Sözcü, Evrensel ve Birgün olmak üzere muhalif çizgideki gazetelere yasaklanmış olması çok yaman bir çelişkiydi.

Devamını Oku

Türkiye yeni bir strateji bulmak zorunda...

25 Eylül 2012

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yaklaşık üç aylık yaz tatili bu hafta bitiyor. Pazartesi günü mesai, kaldığı yerden devam edecek. Kalınan yer terördü, yeni dönemin ana gündemi kuşkusuz yine terör olacak.Aslında siyaset tatilde değildi, aksine Meclis’in yaz tatili boyunca fazla mesai yaptığı da söylenebilir. Tek eksik her salı yapılan olağan grup toplantıları ve liderlerin karşılıklı salvo atışları oldu geçen üç aylık tatil süresinde. Ki onu da genel başkanlar buldukları hemen her fırsatta birbirlerine karşı en ağır ifadelerle yüklenmeye devam ettiler. Şimdi 1 Ekim’den itibaren bu durum yine üç ay öncesine dönecek, resmi grup toplantısı şovlarıyla siyasal gerilimi karşılıklı olarak tırmandırmayı sürdürecek genel başkanlar.Oysa ülkenin gündemi, karşı karşıya olunan yakıcı sorunlar, gerilimi ve kutuplaşmayı değil, aksine uzlaşmayı, bütünleşmeyi gerektiriyor. Yeri geldiğinde “uzlaşma”, “mutabakat”, “elini taşın altına koymak” sözcükleri de genel başkanların ağzından bol bol işitiliyor. Ama sadece lafta.Örneğin bölücü terörle mücadele ve Kürt sorununun çözümünün (MHP böyle bir sorunun varlığını kabul etmediği gibi, konuşulmasından dahi rahatsız oluyor) toplumsal ve siyasal uzlaşmayla sağlanabileceğini söylüyor genel başkanlar. Ama daha bunu söylerken bile cümlenin hemen devamında muhataplarına yönelik çok ağır suçlamalar ve hakarete varan ifadeler geliyor.Her ne kadar aksini ifade etseler de bütün siyasi aktörler, Türkiye’nin bu en önemli sorununu ne yazık ki iç siyasetin kısa vadeli çıkar hesaplarına malzeme yapıyorlar.Türkiye’nin bugün en önemli en kritik sorunu olarak kabul edilen terör ve Kürt meselesi üzerinden siyasi polemik ve hesaplaşma Meclis’in açılmasıyla birlikte daha da şiddetlenecek.Meclis’in yeni yasama döneminde muhtemelen gündeme ilk olarak sınır ötesi askeri harekat tezkeresi gelecek; bu konuda hükümete verilen yetkinin bir yıl daha uzatılması talebi.Oslo görüşmelerinden, Uludere faciasına, Akdeniz’de düşürülen savaş uçağına, Suriye krizi ve hükümetin bu konuya ilişkin politikası, bu çerçevede yeniden siyasi tartışmaların merkezine oturacak.Peki bu tartışmalar çözüme hizmet edecek mi?Hayır... Aksine belki çözümü daha da zorlaştıracak, sorunu daha da ağırlaştıracak.Oysa gerek içerdeki gelişmeler, gerekse Suriye krizinin seyri, siyasetin en azından terör ve Kürt sorununun çözümü konusunda uzlaşmasını zorunlu kılıyor.Çünkü, iktidarıyla muhalefetiyle bütün siyasi aktörler biliyorlar ki, ne kadar güçlü olursa olsun tek başına iktidarın iradesiyle bu sorunun çözümü çok zor. Çözümün ön koşulu, toplumsal siyasal mutabakat.Siyasetteki kavga ve gerilimin, toplumsal kutuplaşmanın bu kadar arttığı bir ortamda mutabakat mümkün mü?

Devamını Oku

Yeni dönem hazırlığı ve bakanlık heyecanı...

24 Eylül 2012

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin hafta sonunda yapılacak olan olağan kongresi, Başbakan Tayyip Erdoğan açısından önemli. Çünkü genel başkan olarak gireceği son kongre ve bu kongrede Erdoğan, kendisinden sonraki dönem için partinin temel yapı taşlarını yeniden döşeyecek. Kongre, elbette Türkiye ve Türk siyasetinin geleceği açısından da önem taşıyor. Bu kongrenin ülkenin geleceğini etkileyecek sonuçları da olacak. Örneğin bugün ülke yönetiminde etkin rol oynayan siyasi aktörlerin bir bölümü muhtemelen koltuklarını kaybedecek ve yeni isimler yeni yüzlerle tanışacak Türkiye.Başbakan Erdoğan haftalardır kongre ile ilgili çalışma yürütüyor. Bazı danışmalar yapıyor, Numan Kurtulmuş ve arkadaşları başta olmak üzere partisine yeni isimleri katıyor.Başbakan Erdoğan 2011 seçimlerine girerken seçmenin karşısına 2023 vizyonuyla çıkmıştı. Yani partisinin 2023’e kadar iktidar olacağı iddiasını ortaya koymuş ve aynı şekilde 2023 Türkiye’si için iddialı hedef ve vaatler belirlemişti.Şimdi bu vizyonu, bu hedefleri gerçekleştirecek yeni kadroları ortaya çıkaracak. Mevcut kadrolarla yenileri kaynaştıracak.Parti yönetimini ileriye dönük siyasi hesapları doğrultusunda yenileyecek. Yeni isimler yönetime girecek, bazı eski yöneticiler veda edecek. Ki, zaten bu dönem Erdoğan’la birlikte çok sayıda önde gelen parti yöneticisi ve bakanın aktif siyasetteki, daha doğrusu milletvekili olarak siyasetteki son dönemi. En az bir dönem milletvekilliğine ara vermek durumundalar.Başbakan Erdoğan’ın ne yapacağı belli: 2014 yılında Abdullah Gül’ün boşaltacağı Çankaya’ya yerleşecek.Mevcut yetkilerle cumhurbaşkanı olarak mı yoksa tek yetkili “Başkan” olarak mı?Erdoğan ve ekibinin arzusu başkanlık. Ancak mevcut anayasa buna elvermiyor. Gerçi partilerarası anayasa uzlaşma komisyonu yeni anayasa yazımını sürdürüyor. Yeni bir anayasa konusunda fikir birliği var ama acaba mevcut siyasi tablo uzlaşmaya dayalı yeni bir anayasa yapabilecek mi?Çok zor...Ayrıca yeni anayasa konusunda asgari müştereklerde uzlaşma sağlansa dahi Erdoğan’ın arzuladığı başkanlık sistemi konusunda Meclis’te uzlaşma sağlanabilmesi ihtimali çok zayıf.Buna rağmen, Erdoğan ve kurmayları bu hedeften uzaklaşmış değil. “Yeni anayasa için her konuda bütün partilerin uzlaşmasının şart olmadığını” söylüyorlar. Yeni anayasa nasıl olsa halkoyuna sunulacağı için uzlaşma olmayan ancak meclisten 330’un üzerinde oy alan maddelerin de halkın takdirine bırakılabileceği bir yöntemin denenebileceğine işaret ediyor Erdoğan’ın bazı kurmayları.Bu bakımdan önümüzdeki aylarda yaşanacak siyasal gelişmeler, kamuoyundaki tartışma ve eğilimlerin netleşmesi önem taşıyor. Erdoğan, eğer koşulları uygun görürse başkanlık sistemini halkoyuna sunmayı deneyecek.Fakat bundan sonuç alınamasa dahi mevcut sistemle de Erdoğan’ın 2014’te Cumhurbaşkanlığına aday olacağı kesin gibi...O durumda Erdoğan, kendisinden sonraki dönem için genel başkan dışındaki parti yönetim kadrosunu bu kongrede şekillendirecek. Genel Başkan ve başbakanlık için her ne kadar AKP içinde bazılarının içine pek sinmiyor olsa da tek isim Abdullah Gül.Ancak yeni dizayn sadece parti yönetiminin şekillendirilmesinden ibaret olmayacak. Bu şekillendirmenin hemen ardından ciddi bir kabine revizyonu gündeme gelecek.Bu konuda da kuşkusuz gerçek liste Erdoğan’ın kafasında ve bunu muhtemelen henüz en yakın danışmanlarıyla bile paylaşmadı. Ama buna rağmen iktidar kulislerindeki en heyecanlı konu bu. Kimler kırmızı plakayı kaybedecek, kimler bakan olacak?Bakanlık koltuğunu koruyacağına kesin gözüyle bakılan isimlerin başında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu geliyor. Çünkü özellikle Suriye politikası nedeniyle muhalefetin boy hedefi haline gelen Davutoğlu’nun kellesini vermeyecek Erdoğan.Bu kritik süreçte ekonomi yönetimine de dokunmayacağı tahmin ediliyor. Ama bu arada örneğin başbakan yardımcılarından en az birinin değişeceğine kesin gözüyle bakılıyor.Yeni bakanlık koltukları için aday çok. Özellikle de tüzük gereği milletvekilliğinde son dönemi yaşayan bazı kurmaylar için bu son şans. Ayrıca Erdoğan’ın kendisinden sonraki dönem için yetiştirmek istediği, tecrübe kazanmasını düşündüğü bazı genç isimleri kabineye alması da sürpriz olmayacak.Özetle iktidar partisinde heyecan dorukta. Parti yönetimi hafta sonunda kesinleşecek ama bakanlık heyecanı bir süre daha devam edebilir...

Devamını Oku