“Uzlaşma” bütün siyasi aktörlerin, siyasi parti genel başkanlarının hemen hepsinin dilinde. Ama sadece dilinde, laf olsun, kamuoyu istiyor diye söylenmiş bir söz. Gerçekte ise en azından bugün kimsenin uzlaşmadan yana olmadığı açık. Karşılıklı olarak yapılan çağrıların samimi olduğunu söyleyebilmek güç. Oysa uzlaşma gerektiren, uzlaşması istenilen mesele Türkiye’nin bir numaralı yakıcı meselesi.
“Kürt meselesinin kalıcı çözümü” için uzlaşma aranıyor, “Akan kanın durması için” uzlaşma isteniyor. Buna itiraz etmek mümkün mü? “Kan akmaya devam etsin” denebilir mi?
O yüzden bütün taraflar uzlaşmadan yanaymış gibi gözüküyorlar ama gerçekçi değil.
Örneğin Başbakan Tayyip Erdoğan, üç gün önce partisinin kongresinde, CHP’ye önce 1930’lu, 40’lı yılların tek parti iktidarı dönemindeki uygulamalar nedeniyle yüklendi. CHP’nin tarihine, geçmişine, bugününe demediğini bırakmadı, genel başkanına çok ağır ifadelerle yüklendi. Ardından da terör ve Kürt sorununun çözümü için işbirliği çağrısı yaptı. Eleştiri ve suçlamalarını dünkü grup toplantısında da sürdürdü Erdoğan.
Uzlaşma, işbirliği çağrısı yaparken bile “CHP’nin çözümün önünde engel olduğunu” söylemekten geri durmadı Erdoğan. Özetle şunları söyledi:
“Çağrımızda en küçük bir riya, siyasi hesap yoktur. Bizim derdimiz ülkemizi bu büyük sıkıntıdan, o sıkıntılı haberlerden kurtarmaktır. Biz olaya böyle yaklaşırken, Kılıçdaroğlu yalan olduğu defalarca ispatlanmış notlarla hareket ediyor. Sorumluluk sahibi, vicdan sahibi hiç kimsenin söyleyemeyeceği ifadelerle bize saldırıyor. Biz Meclis açılırken yeni bir sayfa açma çağrısı yapıyoruz. Bizim görüşelim çağrımıza ’Gelsin bakalım, kapımız açık’ diyor. Bu ifade işin başında ortaya konulmuş bir gönülsüzlük, oyun bozanlık ifadesidir. Biz bu meseleyi çözmek için gidilmesi gereken her yere gideriz, görüşülmesi gereken herkesle görüştük, görüşürüz. Ana muhalefet partisi bugüne kadar izlediği politikalarla sorunun çözümü önünde engel teşkil etmeye başlamıştır...”
Ardından dünkü yeni yasama döneminin ilk grup toplantısında Kılıçdaroğlu kürsüye çıktı. Kılıçdaroğlu’nun üslubu da Erdoğan’ı aratmadı. Hatta daha ileri gitti denebilir. “Hainlik” tartışmasını sürdürmekle kalmadı, yeni sıfatlar ekledi, yeni ve çok ağır suçlamalar yöneltti Başbakan’a.
Oysa, CHP ve Kılıçdaroğlu, terör sorununun, Kürt sorununun çözümü konusunda çok önemli bir girişim başlatmıştı. Bütün siyasi partilerin yer alacağı bir siyasal ve toplumsal uzlaşma çağrısı yapmış, bu amaçla iktidar partisinin kapısını çalmıştı. MHP’nin kapıları kapatması nedeniyle o girişim sonuçsuz kalmıştı.
Bugün ise CHP’nin o 5 ay önceki yapıcı tutumundan eser yok.
Kemal Kılıçdaroğlu, Tayyip Erdoğan’ın terör sorununun çözümüne ilişkin çağrısına, son derece gönülsüz bir yanıt veriyor:
“Bizim görüşümüz belli, kapımız açık. Gelsinler görüşürüz...”
Evet belki AKP o kapıyı çalacak ama bu siyasal atmosferde, bu gerilim ortamında yapılacak o görüşmeden hiçbir sonuç çıkmaz.
Sonuç alınabilmesi için önce siyasi tartışma üslubunun değişmesi gerekiyor. İktidar-ana muhalefet ilişkilerinin yumuşaması, ilişkilerin siyasi rekabet, uygar tartışma çerçevesine girebilmesi gerekiyor. Ama özellikle dünkü grup toplantılarında karşılıklı olarak sarfedilen ifadeler o çerçevenin çok uzağında.
Daha da tehlikeli olan nokta karşılıklı gerilim, suçlama ve hakarete varan üslup devam ederse yeni anayasa çalışmalarının bile sonuç vermesi zora girebilir.
Bu tablodan uzlaşma çıkmaz...
Haberin Devamı