Tate Modern ile White Cube Gallery’deki iki sergi, siyahi sanatçıların kimlik mücadelesini ele alırken günümüze de ışık tutuyor.Tüm ülkelerin siyasi arenasında küresel bir dönüşümün gözlemlendiği, gündemin hararetinin dinmediği şu günlerde, Londra seyahatimde izlediğim iki sergi, işledikleri konseptin diyaloğuyla, beni derin düşüncelere itti. Ötekileştirme, ırkçılık, milliyetçilik gibi kavramların yeniden tartışmaların başrolüne oturduğu bu çağ, tarihin tekerrürünü görmezden gelemeyeceğimizi hatırlatıyor diyebilirim.Tate Modern’de açılan “Soul of a Nation: Art in the Age of Black Power” (Bir Ulusun Ruhu: Siyahi Gücün Çağında Sanat) ve White Cube Gallery’de yer alan “From the Vapor of Gasoline” (Benzinin Buharından) başlıklı sergiler, 2’nci Dünya Savaşı sonrası Amerikası’nda, 1960’larda doruğa ulaşan ekonomik büyüme ve artan yaşam kalitesinin gölgesinde kalan gerçeklere odaklanıyor. Toplumun idealize edilmiş normlarına uymaması sebebiyle ırkçı ideoloji tarafından ayrıştırılmış, “Amerikan Rüyası” etiketine zarar verdiği düşünülen her bireyi ya da düşünce sistemini yok etmenin mübah sayıldığı bu süreçte, söz konusu sanatçılar da siyahi olmanın zorluklarıyla boğuşuyordu. Özgürlüklerden yana duruşlarının, eserleri aracılığıyla çevrelerini hatırı sayılır derecede etkilediği bu dönemin, sanat tarihinin tozlu sayfalarında unutulmamasına çok mutlu oldum.Müzelerden sokaklara yöneldilerTate Modern’deki sergi, siyahi sanatçıların pratiğini, beslendiği kaynakları ve üretimlerine konu olan politik, bireysel, toplumsal krizleri derinlemesine ele alıyor. 1960’lar ve sonrasında, çeşitli kavramsal ve biçimsel meseleler sanat dünyasının gündemini halihazırda meşgul ederken kendi kimlik mücadelelerini bir de bu sahnede vermek zorunda kalan siyahi sanatçılar, bugün sergilere konu olacak düzeyde bir estetik pozisyon yaratmayı başarmışlar. Mekâna girer girmez kulağıma gelen söylemlerin, 4 farklı ekrandan seslenen, Martin Luther King ve Malcolm X gibi halk kahramanlarına ait olduğunu fark edince sergiye daha yüksek bir ilgiyle dahil olduğumu söylemeliyim. Kitleleri peşinden sürükleyen bu iki aktivistin konuşmalarındaki detaylar, siyahi gücün sanatsal üretimlerini şekillendiren formal ve fikirsel altyapı hakkında da ipucu veriyor. Irkçılıkla mücadeleleri boyunca yalnızca kimliklerini değil pratiklerini kabullendirme konusunda da zorluklar yaşayan sanatçılar, dönemlerine dair oldukça üst düzey eserler ortaya koymuş. Müzelerden kabul görmedikleri ve işlerini gösterecek alan bulamadıkları için sokaklara yönelen, iç dünyasını binalara, duvarlara yansıtmaktan başka çaresi olmayan sanatçıların takdire şayan duruşlarını izlediğim “Art on the Streets” bölümü de beni çok etkiledi.Negro kelimesinden utanmamıştı“Black Heroes” bölümündeki, Andy Warhol imzalı Muhammed Ali portresi önünde durup düşününce, King’in hakaret olarak kullanılan negro kelimesini kendisine gururla yakıştırdığını söylediği seslenişi daha bir anlam kazanıyor. Barkley L. Hendricks ’in, Superman tişörtü giymiş siyahi figürünün taşıdığı ironiyi görmezden gelmek ise imkansız. Yine aynı bölümde David Hammon’ın, Siyah Panter Partisi kurucularından Bobby Seale’in mahkemeye sandalyeye bağlı şekilde çıkarılmasını resmettiği çalışması da Amerikan adalet sistemine yöneltilmiş güçlü bir eleştiri niteliğinde. Sağlam bir dökümantasyonun ürünü, araştırma niteliği ağır basan sergi, 22 Ekim tarihine dek devam ediyor. Bugünlerde özellikle Amerika’dan gelen sert rüzgarların bizi sersemlettiği siyasi iklimde, başka bir formatta yaşatılmaya çalışılan Amerikan Rüyası’na dair keskin söylemlere tanıklık etmek ilginç bir deneyimdi.
Türkiye Ortak Nesiller Entegrasyonu Derneği’nin “Mozaik Yolu” projesi, Güneydoğu Anadolu’da tarihe ışık tutan mozaik mirasını dünyaya duyuruyor.Son yüzyılda gün ışığına çıkarılan eserler tanıtılıyor Ülkemizin sahip olduğu değerli kültürel mirasın uluslararası düzeyde tanıtımını hedefleyen çok önemli bir girişimden bahsetmek istiyorum. Türkiye Ortak Nesiller Entegrasyonu Derneği (ONE), Türkiye’nin tarihi ve doğal zenginliklerini tüm dünyaya sunmaya yönelik proje ve çabalarıyla her daim takdiri hak eden bir kuruluş. Dernek son projesi “Mozaik Yolu” ile; binlerce yıldırsayısız uygarlığın mirasını taşıyan Hatay, Kahramanmaraş, Şanlıurfa ve Gaziantep bölgelerinde son yüzyılda gün ışığına çıkarılan eşsiz mozaiklerin evrensel düzeyde layık olduğu değeri ve ilgiyi bulması için çalışmalar yürütüyor. Türkiye’nin yeni bir kültürel turizm alanı kazanması, Anadolu mozaiklerinin korunması ve tanıtımının artırılmasını amaçlayan projeye, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile söz konusu yerel yönetimler de tam destek veriyor. Sunumu İlber Ortaylı yaptıYoğun bir program eşliğinde çalışmalarını sürdüren ONE Derneği, son olarak Yönetim Kurulu Başkanı Demet Sabancı Çetindoğan ve Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın Global Hope Coalition (Küresel Umut Koalisyonu) daveti ile Amerika Birleşik Devletleri’nde çok özel bir programa konuşmacı olarak katılmalarıyla, “Mozaik Yolu” projesinin sesini bir kez daha duyurdu. Dünya barışı için geniş ölçekli etkinliklerde bulunan önemli bir sivil toplum kuruluşu olan Global Hope Coalition’ın, 18 Eylül tarihinde gerçekleştirdiği New York programına ONE Derneği’ni konuşmacı olarak davet etmesi yıllardır süren üst düzey çabaların meyveleridir diyebiliriz. Sahip olduğumuz engin tarihi ve kültürel mirasın taçlanmasına vesile olan bu girişimler beni çok sevindiriyor. Bizi uluslararası anlamda her daim yukarıya taşıyacak bir alan varsa kuşkusuz kültür ve sanattır. Bu farkındalığa sahip ve bu alanda emek sarfeden kişi ve kurumlar olduğunu görmek umut verici. Katılımcıları arasında tüm dünyadan seçkin iş insanları ve sivil toplum için gönüllü çalışmalar yürüten önemli hayırseverlerin bulunduğu Global Hope Coalition tarafından gerçekleştirilen 1. Yıl Gala Yemeği’nde Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın, kapsamlı “Mozaik Yolu” sunumunun oldukça büyük bir ilgiyle karşılandığı da kulağımıza gelenler arasında. Yeni bir turizm destinasyonuGlobal Hope Coalition Onursal Başkanı ve UNESCO Genel Direktörü Irina Bokova ve yönetim kurulu üyelerinin ev sahipliğini yaptığı davetin katılımcıları arasında, üst düzey devlet adamlarının yanı sıra İngiltere eski başbakanı Tony Blair ve ABD’nin eski başkanlarından George W. Bush’un eşi Laura Bush da yer almış. Ülkemiz adına yeni bir ‘’Turizm Destinasyonu’’ yaratma vurgusuyla tanıtılan projeye böyle bir ilgi gösterilmesi ONE Derneği’nin ne derece başarılı olduğunu gösteriyor. Projenin isim babası olan Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın öncülüğü ise kuşkusuz derneğin faaliyetleri bakımından uluslararası prestiji pekiştiren bir detay. Çok özel tasarımlarıyla ismi dünyada da anılan Özlem Süer’in, Turkey-ONE Derneği için özel hazırladığı kostümler yabancı mankenlerin temsiliyle izlenmiş. Gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakmak amacı taşıyan Global Hope Coalition gibi bir kuruluşla bu özel gecede güçlerini birleştiren Turkey-ONE Derneği’ni yürekten kutluyorum.
TUNCA ve Ferhat Özgür’ün sergileri ziyaretçilerin ufkunu genişletirken geçmişteki mirasın önemini vurguluyor.Güncelliğini asla kaybetmeyen yapıtlar vardır; 70 yıl önce doğsa da aynı mesajı, bugün belki daha sert biçimde yüzümüze çarpar. George Orwell’in kült eseri Hayvan Çiftliği, başarılı sanatçılarımızdan Ferhat Özgür’ün solo sergisinin fikirsel dayanağını oluşturuyor. THE PILL’in evsahipliği yaptığı sergi, “Bütün hayvanlar eşittir. Ama bazı hayvanlar diğerlerinden daha eşittir” alıntısının işaret ettiği meseleleri, hayvan figürlerinin ağzından iliklerinize kadar hissedeceğiniz bir fabl yoluyla anlatıyor.Etkileyici kurt ve koyun heykelleriİçinde bulunduğumuz sosyo-kültürel ortamın çarpıklıklarına ironik bir direniş gibi nitelendirebileceğim sergide, çalışmaların kendi aralarındaki diyaloğunun yarattığı bütünsellikten çok etkilendim. Mekânı kuşatan büyük boyutlu kurt ve ona eşlik eden endişeli koyun heykelleri, çoğu kültürde karşımıza çıkan sembolik hikâyeleri aklıma getirdi. Ferhat Özgür ise bunların ötesinde bir yoruma kapı açarak bireysel ve toplumsal çelişkilerimizi su yüzüne çıkartıyor. Serginin başrolündeki enstalasyonların tedavülden kaldırılmış ahşap seçim sandıklarından üretilmiş olmaları, sanatçının giriştiği sorgulamaya ironik bir katman ekliyor. Böylece şair ve tarihçi Efe Murad’ın kaleminden çıkan “fabl”ı da sindirebiliyorsunuz. Özgür’ün tüm duvarı kaplayan kolaj çalışması ise doğa tahribatını hatırlatıyor. Sanatçı, sergisinde, tıpkı bir fabl gibi hayvanların gerçekleri tüm açıklığıyla dile getirmesinin yolunu açıyor. “Hayvan Çiftliği” bu fabldan ders çıkarmak isteyenleri bekliyor, 4 Kasım’a dek vaktiniz var.Yaşanmış trajedilerin izindeTUNCA, 2’nci Dünya Savaşı’nın en trajik olaylarının yaşandığı Auschwitz-Birkenau Toplama Kampları’nı gezerken çektiği fotoğrafları temel aldığı kişisel sergisinde, mimari işlev ve yapısal dönüşüm üzerinden tarih yazımına görsel bir alternatif sunuyor.Başlığını, Avrupa’da Neandertal’lerin barınak inşa ettiği ilk tarih öncesi yerleşim olarak bilinen Terra Amata’dan alan sergide, sanatçının son dönemde ürettiği kağıt üzerine çizimleri ile heykellerini bir arada görmekten keyif aldım. Desen konusundaki yetkinliğine bu seride de tanık olduğumuz TUNCA, yapıtlarına salt biçimsel bir değer atfetmenin ötesinde her resminde farklı bir yaşanmışlığın izini sürüyor. Sergiyi küratoryal açıdan ileriye taşıyan, TUNCA’nın mekânı nesne statüsüne koyduğu enstalasyonu olmuş. Görsel özellikleri bakımından “ev” olarak nitelendirebileceğimiz yapıların anıtsal değerinin karşısına, tarihin işlevsizleştirdiği temsili bir duvar yerleştiren sanatçının yarattığı yalın ama derin kurguları oldukça başarılı buldum. “Terra Amata”, Galerist’te 14 Ekim’e kadar mutlaka görülmeli.
Çağdaş sanatın önemli isimlerinden CANAN, Arter’deki sergisinde ziyaretçilere büyülü bir dünyanın kapılarını açıyor.Yılın en iddialı projelerinden biri olan ve bu iddiasının arkasını fazlasıyla dolduran bir sergi var karşımızda. Arter’de kapılarını açan “Kaf Dağı’nın Ardında” başlıklı solo sergisiyle CANAN, Türkiye çağdaş sanatında ne kadar değerli kadın sanatçılarımız olduğunu bir kez daha bizlere gösterdi. Her daim takdir edilesi işlere imza atmış, çok boyutlu iç dünyasını en sıra dışı ve çarpıcı şekillerde aktaran ünik bir isim CANAN. Geçmişten bugüne her eserinde, sergisinde beni şaşırtmayı ve kendisine hayran bırakmayı başaran nadir kadın sanatçılarımızdan. Çağdaş bir masalın içindesinizSerginin içerik bakımından zenginliği bir retrospektif izliyormuşuz algısı yaratsa da; aslında çok katmanlı ve çok kapsamlı bir kişisel sergi olarak görmek, hem CANAN’ın gelecekteki üretimlerini konumlandırmak hem de yapıtların, etrafında şekillendikleri tema ile diyaloğunu ele almak açısından daha doğru olur. Sergide, tanıdık işlerin yanı sıra sanatçının daha önce sergilenmemiş erken dönem üretimleri ile ilk kez bu sergi için hazırlanan yapıtları bir araya getirilmiş. Ancak bu birleşim, CANAN’ın, zihnini meşgul eden kavramları masaya yatırdığı, bu kavramları çağdaş bir masalın ince ince işlenmiş öğeleri gibi somutlaştırdığı heyecan verici bir serüvene dönüşmüş. Sergide zamanın nasıl geçtiğini anlamadan bu hikayeye ortak olmak, sanatçının gizemli iç dünyasında kaybolmak müthiş bir keyifti.Gerçeküstü yaratıkların etkisi Sergi, bizlere hayli tanıdık gelen başlığını, Arap ve Fars kozmolojisinin efsanevi Kaf Dağı’ndan alıyor ve bu bağlamda Cennet, Araf ve Cehennem olmak üzere üç ana tema altında derinleşiyor. CANAN’ın ışık/gölge, iyi/kötü, içsel/dışsal, gerçeklik/hayal, aydınlık/karanlık gibi ikilikler üzerinden, insan ruhunun bastırılmış yönlerini, cinleri, gerçeküstü yaratıkları ve arketiplere dayanan figürleri ele alan çalışmaları mecra çeşitliliği konusunda da göz dolduruyor. Heykelden fotoğrafa, baskıdan nakışa, videodan minyatüre ve yerleştirmeye uzanan eserler, muazzam bir küratoryal düzenlemeyle mekânın üç katına yayılıyor. Bu açıdan serginin küratörlüğünü üstlenen Nazlı Gürlek’i tebrik etmek gerekir. Sergide mekânsal yerleştirmelerin üstünlüğü oldukça dikkat çekiyor ve bana göre kavramsal çerçevenin izleyiciyi içine almasındaki en önemli etken bu. El yazısıyla odayı kapladıPayetli ve çok renkli bir masal hayvanları dünyasının parlaklığını bir ışık-gölge oyunu izliyor. Her biri tek başına güçlü ancak birbirini ezmeden ayakta duran eserlerin arasında gezinirken duygulardan duygulara çağrışımlardan çağrışımlara atlıyoruz. Finalde ise tam da CANAN’ın bu sergiyi hazırlama sürecinde yaptığını tahmin ettiğimiz üzere basit görünen ama en derin korkularımızla yüzleşiyoruz. Burgazada’da dolunaylı bir gecede çekilmiş olan “Ay Işığında Yıkanan Kadınlar” videosu eminim sizin de içinizde bir şeyler uyandıracak. Her köşesi sanatçının el yazısıyla kaplı odayı ise incelemeden geçmeyin. CANAN’ın aşk, erotizm, doğa ve sevgi özlemini her köşeye işlediği “mesaj”ları, zihinlerde uyandırılmayı bekleyen düşüncelere dokunuyor. Türkiye’deki çağdaş sanat ortamı adına gurur verici bir seviyeyi temsil eden CANAN’ın sergisini 24 Aralık’a kadar mutlaka izleyin.
İstanbul Bienali’yle eşzamanlı kapılarını açan Contemporary İstanbul, sezona hızlı bir başlangıç yapan sanatseverlerin ajandasını doldurmaya aday. Bu heyecana dahil olmak isteyenler, yarın akşama dek Contemporary İstanbul’a mutlakü uğramalı.Her yıl olduğu gibi en çok beğenimi toplayan işlerin küçük bir listesini yaptım. Türkiyeli sanatçılarımızı ön planda tutmaya gayret ettiğim sıralamada; hem kişisel zevkime hitap eden ve takibimde olan sanatçıların yeni üretimleri hem de taze keşfettiğim isimleri paylaştım.Gökçen Dilek Acay - Galeri Nev İstanbulGökçen Dilek Acay’ın tuval üzerine dikiş yöntemiyle ürettiği eserlerini çok beğenirim. Bu kez bir adım ileri giderek iplik yerine saç kullanan sanatçı, “DNA’yı Şekillendirmek” isimli serisinde, soyut bir görselliğin arkasına gizlenen kişisel izlerle karşımıza çıkıyor.Guido Casaretto - Galeri ZilbermanÜzerinize gelen hırçın dalgaların ve yerde yatan tahta parçalarının etkileyiciliğine şaşıracaksınız .Emin Mete Erdoğan - x-istEmin Mete Erdoğan, tuval üzerine akrilik mürekkep ile adeta ilmek ilmek işlediği büyük ebatlı çalışmasında, klasik resme gerek biçimsel gerekse de fikirsel açıdan kazandırdığı yeni boyutla beğenimi kazandı.Zeren Göktan - Krank Art GalleryZeren Göktan’ın siyah beyaz fotoğrafları, yetkin bir elden çıktığı belli olan dengeli ve derin ifadeciliğiyle göz dolduruyor. Sanatçı, kadının kültürel ve toplumsal kodlarla olan mücadelesine ironik bir şekilde değiniyor.Huo Rf - Pi ArtworksEkim ayında galerinin Londra şubesinde kişisel sergisini açacak olan sanatçı, derininden gelen hikayelerini, izleyicinin ortaklığına sunuyor. Gördüğünüzün ötesine odaklanırsanız yepyeni boyutlar keşfedeceksiniz.Aras Seddigh - Galeri Nev İstanbul Eserlerinde, gerçek ve kurgunun sınırlarını silikleştirerek zamandan ve mekândan arındırılmış alanlar yaratan Aras Seddigh’in uçucu görsel dilini oldukça beğeniyorum. İzleyicinin gözüne hükmetmeden bireyin zihnine ışık tutuyor.Sergen Şehitoğlu - SanatoriumSergen Şehitoğlu, Google ve arama motorlarının işleyişi üzerine sorgulamalarla yola çıktığı serisinin bu çalışmasında, çağa dair kabullenilmiş mesajların ardındaki gerçeği gün yüzüne çıkartıyor. Metal bir plakaya yazılı ressamlar arasında göreceğiniz sürpriz isimler sizi de bu sorgulamaya dahil edecek.Erkut Terliksiz - x-istx-ist’in özel proje alanında solo sunumuyla yer verdiği Erkut Terliksiz, renkli bir anlatımın ardına gizlenen soyut varlıkları tasvir ettiği eserlerinde, efsane, mit ve inanç kavramlarını mercek altına alıyor.
Sanatseverleri yoğun günler bekliyor. Sezonu başlatan sergileri, hafta sonu ajandanızda değerlendirebilirsiniz.İstanbul taze bir sanat mekânına daha kavuştu. Helene Dumenil ve Nicole O’Rourke ikilisinin çağdaş sanat alanındaki tecrübelerini aktaracağı Ballon Rouge, galericiliğe yeni bir bakış açısı getirmeye hazırlanıyor. İleriye dönük projelerini Londra, Los Angeles, New York, Brüksel, Paris gibi kentlerde sürdürecek olan kolektif, ilk sergisini İstanbul Boğazkesen’deki adresinde açtı. Genç ressam Merve İşeri’nin ilk kişisel sergisi “onun beyni gezgin beyaz bir kurşun”, sanatçının zengin soyutlamalarının sırrını çözmeyi izleyiciye bırakıyor. Referansların ağırlığından sıyrılmış, lekesiz bir görsel ve zihinsel zemine, İşeri’nin uçucu görünen ama sağlam izler bıraktığı resimlerini seyrederken; siz de düşüncelerinizin olağan akışına ayak uydurmaktan zevk alacaksınız. Sergiyi 28 Eylül tarihine dek ziyaret edebilirsiniz.Şiddet sarmalını odağına alıyorMetin Çelik’in sürpriz detaylarla bezediği yeni sergisi “Post-Apocalyptic” yalnızca bir sergi olmanın ötesinde, çarpıcı bir deneyim vaat ediyor izleyiciye. Mekânı yeniden inşa ederek bir yıkımı tüm sertliğiyle baştan kurgulayan Çelik, Post-Apocalyptic (kıyamet sonrası) bir sürecin resmini sunuyor. Fernand Leger 1. Dünya savaşının ertesinde “Savaşın geldiğini gören olmadı. Saklanmış; kılık değiştirmiş, çömelmiş; toprağın rengine bürünmüş savaş. Kör göz hiçbir şey görmedi” sözüne paralel bir bakış açısıyla, bugün toplumca kanıksanan şiddet sarmalını odağına alan sanatçı, giderek daralan alanlarımızı bize hatırlatıyor. Çelik, görmezden gelinen her tür yıkımın yenisini doğurduğu bu çağda, nefes alma ihtiyacından doğan sanatsal bir direnişin resmini ustaca çiziyor. Serginin bütünsel bir enstalasyon olarak derin anlamlar içeren yapısına dair daha fazla ipucu vermeden listenize eklemenizi öneriyorum. Tophane’deki bağımsız mekân #Mebusan25’te 1 Ekim tarihine dek izlenebilir.Haç ikonuna çarpıcı yorumlarAynı rotada gezinen sanatseverler Tomtom’daki KRANK Art Gallery’de, Roman Uranjek’in kişisel sergisini de görmeli. Avrupa Birliği’nin Euro sürecine girmesiyle başlattığı ve 15 yıldır aralıksız devam ettirdiği “At least one cross a day after 1.1.2002” projesinin meyvelerini paylaşan Uranjek, geçtiğimiz yıl Contemporary İstanbul fuarı Top 10 seçkime de giren isimlerdendi. Haç ikonunun; dini, mitolojik, erotik tüm sembolik anlamlarından etkilenerek, evrensel bir motif olarak gündelik hayata dahil oluşunu inceleyen sanatçı, hazır sayfalar üzerine müdahale ederek çizdiği haçların duyarlılığından ortaya çıkan ayna etkisine işaret ediyor. Sanat tarihinden bir eserin reprodüksiyonu ya da basılı medyanın yeniden yorumlanmasıyla mevcut anlam yapılarında değişikliğe sebep olan sanatçı bu sayede, nesneleri, kendi “maddi varlıklarından” çıkartıp “imge varlıkları” ile donatıyor. Afiş, baskılar, kitaplar ve kolajlardan oluşan zengin içeriğiyle göz dolduran sergi, 28 Ekim tarihine dek açık.
İstanbul Bienali’ne sayılı günler kala temasından sanatçılarına genel bir özet hazırladım. Açılışından bienal izlenimlerimi de köşemden takip edebilirsiniz.Sanatçı ikilisi Elmgreen & Dragset’in küratörlüğünde 16 Eylül - 12 Kasım arasında düzenlenecek İstanbul Bienali, ev, mahalle, ve müşterek yaşam hakkındaki fikirleri tartışmaya açan bir tema seçti. İkilinin, “Komşunuz sizden farklı yaşayan biri olabilir. Umuyoruz ki siz, politikacıların aksine ‘öteki’ korkunuzla etrafınıza çitler örerek baş etmiyorsunuzdur” söylemi “iyi komşu” başlığının altındaki duyarlı yaklaşımı özetliyor.Afişlerinizle komşuluk meselesini tartışma şansı yakalayabilirsinizBienalin kamusal alandaki açılımları çoktan başladı. İyi bir komşu kavramını dünyanın farklı şehirlerinde paylaşmak adına başlatılan Uluslararası Billboard Projesi kapsamında, Lukas Wassmann’ın insan karşılaşmalarını yakaladığı fotoğraflardan bir seçki ve iyi bir komşuya dair sorular, dünyanın farklı noktalarında billboardlara taşınıyor.Geçen şubat St. Patrick Festivali aracılığıyla İrlanda’nın çeşitli kentlerinde açılışını yapan proje, bu yıl sonuna dek Moskova, Sidney, Milano, Şikago gibi şehirlerde varlık gösterecek. İstanbul’da ise apartmanların duvarlarında, evlerin pencerelerinde asılı “iyi bir komşu” üzerine afişler görmeye başladıysanız şaşırmayın. İKSV Ana Gişe, Pera Müzesi ve İstanbul Modern’den afişlerinizi alarak “iyi bir komşu”nun sorularını tüm mahallenizle paylaşabilirsiniz.Kamera sanat eseri olursaBienal kapsamında sergilenecek eserler arasında ilk görücüye çıkan da Burçak Bingöl’ün “Günebakan” işi oldu. Seramik ve desen çalışmalarıyla tanınan başarılı sanatçımız Bingöl’ün seramikten ürettiği, Beyoğlu’nda yetişen çiçeklerle bezenmiş güvenlik kameraları, bienalin kamusal ayağını temsilen şehrin çeşitli noktalarına yerleştirildi. Giderek normalleşen gözetleme sistemine eleştirel bir yorum getiren Bingöl, kameraları bizi gözetleyen aygıtlar olmaktan çıkartıp onları sanat eseri haline getirerek izleyen-izlenen ilişkisini de tersine çevirmeyi hedefliyor. Bingöl’ün kameraları, bienal boyunca aralarında Kumbaracı 50, Pera Müzesi, Şimdi Cafe, LeBon Pastanesi, İstanbul Modern Sanat Müzesi gibi mekanların olduğu 20’yi aşkın noktada görülebilir.32 ülkeden 50 sanatçı katılıyorBienal mekânları da izleyici için keyifli bir rotada yer alıyor. Müze çatısı altındaki sergileme alanları, İstanbul Modern ve Pera Müzesi bünyesinde kurgulanırken; Cihangir’deki ARK Kültür, Küçük Mustafa Paşa Hamamı, son dönemin gözde değerlerinden Galata Rum Okulu ve konut özelliği taşıyan Yoğunluk Sanatçı Atölyesi gibi mekânlar da alternatif açılımlara sahne olacak. 32 ülkeden 55 sanatçıyı bir araya getirecek bienale Türkiye’den Burçak Bingöl, Erkan Özgen, Ali Taptık, Bilal Yılmaz, Volkan Aslan, Alper Aydın, Candeğer Furtun, Gözde İlkin, Tuğçe Tuna gibi merak uyandıran yetenekler katılırken; Olaf Metzel, Monica Bonvicini, Louise Bourgeois, Fernando Lanhas, Henrik Olesen, Mark Dion, Victor Leguy, Liliana Maresca, Berlinde De Bruyckere gibi isimler de izleyiciyi şimdiden heyecanlandırdı.
Sonbahar ile birlikte sezonun yeni sergilerinin haberleri gelmeye devam ediyor...Eylül ayında sanat ortamımızı zenginleştirecek sergilerin haberleri gelmeye devam ediyor. Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi, Picasso, Miro, Rodin’den sonra yine bir yıldız ismi misafir ediyor. Dünyaca ünlü sanatçı Ai Weiwei’in Türkiye’deki ilk sergisinin haberi hepimizi fazlasıyla heyecanlandırdı. Ai Weiwei’in son dönem işleriyle birlikte porselen alanındaki çalışmalarına yoğunlaşacak olan bu kapsamlı sergi vesilesiyle sanatçının yaşamına tanıklık etme ve geleneksel sanat üretimine dair özgün bakış açısını izleme fırsatımız olacak. 12 Eylül tarihinde kapılarını açacak sergiye dair izlenimleri paylaşmak için sabırsızlanıyorum.Arter, Türkiye’deki çağdaş sanat üretiminin mihenk taşı konumundaki kadın sanatçıları taçlandırmaya devam ediyor. Gerek derinlikli eleştirel yaklaşımı gerekse de teknik açıdan zengin sanatsal pratiğiyle uzun zaman önce kendisine önemli bir yer edinmiş olan CANAN’ın “Kaf Dağı’nın Ardında” başlıklı kişisel sergisi, Nazlı Gürlek küratörlüğünde gerçekleşiyor. Heykel, fotoğraf, baskı, nakış, video, yerleştirme ve minyatür gibi çeşitli mecralarda üretilmiş eserlerin bir araya getirileceği sergi, CANAN’ın ışık/gölge, iyi/kötü, içsel/dışsal, gerçeklik/hayal, aydınlık/karanlık gibi ikiliklere dayanan ve insan ruhunun bastırılmış yönlerini, cinleri, gerçeküstü yaratıkları ve arketiplere dayanan figürleri ele alan yeni üretimlerini görücüye çıkarıyor. Sergide çokça göreceğimiz mekânsal yerleştirmelerin hem görsel hem de kavramsal açıdan oldukça cazibeli olduğu kulağıma gelenler arasında. Kapılarını 12 Eylül’de açacak sergiyi programınıza mutlaka ekleyin derim.Merakla beklenen isimlerÖnde gelen galerilerimizden Pilot ise kendi mekânında ConstantinosTaliotis’in ikinci kişisel sergisi “Paradise Productions” ile bize video kaset döneminin izini süren keyifli bir dünya sunarken; Halil Altındere’nin Cihangir Sadık Paşa Konağı’nda açılacak olan “Welcome to Homeland” sergisiyle, başarılı sanatçının Türkiye’de hiç sergilenmemiş video, yağlıboya, yerleştirme ve heykel gibi farklı mecralardaki işlerini paylaşacak. DEPO, iki sergisiyle birden yeni sezonu karşılıyor. Küratörlüğünü Deniz Artun’un üstlendiği “Meleklerin Payı”, geçmişin usta sanatçılarının neredeyse hiç görülmemiş yapıtlarıyla genç yeteneklerin ilk kez izleyici karşısına çıkacak eserleri arasındaki diyalog ve yeni ilişkileri masaya yatırıyor. 15 Eylül’de açılacak sergideki sanatçılardan bazıları olan Erol Akyavaş, Candeğer Furtun, Mübin Orhon, Mehtap Baydu, Fatih Aydoğdu, Eda Gecikmez, Ali Şentürk, İlhan Sayın gibi isimlerin birlikteliklerini merakla bekliyorum. DEPO’daki bir diğer sergi ise İsrailli sanatçı Dor Guez’in 19. yüzyıl sonlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne atıfta bulunan “Avrupa’nın Hasta Adamı” projesinin ikinci bölümü. Video, enstalasyon, fotoğraf, scanogram ve ses gibi çeşitli malzeme ve teknikle üretilmiş işlerin yer aldığı projede, 1930’ların sonunda mezun olduktan sonra askere alınan bir mimarlık öğrencisinin hikayesi anlatılıyor. Pg Art Gallery ise sezon açılışını yabancı ve yerli sanatçıların işlerini bir araya getiren grup sergisiyle yapıyor. Soyutlamayı tarihsel, metodolojik ve tematik perspektiflerden inceleyecek olan “Hiçbir Şeyin Resimleri”, Bilge Friedlaender, Chris Barnard, Devran Mursaloğlu, Eda Soylu, Hala Schoukair, Ivan Novikov gibi sanatçıların eserleri aracılığıyla, resimlerin olmadığı bir dünyada yaşama denemesini ya da temsiliyetin tüketilmesi koşuluna karşı nasıl bir tepki verileceğini irdeliyor.