Türkiye’nin genç sanatçılarını bir araya getirecek olan BASE, 31 üniversiteden 108 öğrenciye kendini tanıtma fırsatı sunacak.Türkiye’deki sanat ortamını daha ileriye taşımak için odaklanılması gereken en temel konu, gençlerin üretimine destek olmak; bunu her fırsatta dile getirmekte fayda görüyorum. Bu motivasyonla yapılan her türden projenin içinde yer almaktan mutluluk duyuyor ve tüm bu girişimleri eleştirel değil yapıcı bir çerçeveden değerlendirmeyi doğru buluyorum. Eserler Galata Rum Okulu’ndaTüm Türkiye’nin yeni nesil sanatçılarını bir araya getirme hedefiyle yola çıkan BASE, toplam 20 ilimizin 31 üniversitesinden seçilen, 108 sanatçıya ait 116 eseri aynı çatı altında sergiliyor. Yepyeni ve dinamik bir sanat buluşması olarak tasarlanan BASE, sanatseverlere sunduğu taze fikir ve üretimlerle, kalıcılaşmayı fazlasıyla hak ediyor. Üstelik de tüm bu eserleri, İstanbul sanat sahnesinin kıymetlisiGalata Rum Okulu’nda görmek muazzam olacak. Projenin fikirsel kaynağına daha uyumlu bir mekân düşünülemezdi sanırım. Ülkenin dört bir yanındaki Güzel Sanatlar Fakültelerinden bu yıl mezun olan sanatçı adayları, uluslararası bir seçici kurulun değerlendirmesinden geçerek işlerini sergilemeye hak kazandılar. İzleyiciyle buluşacak üretimlerin çeşitliliği de heyecan veriyor; baskı, cam, enstalasyon, fotoğraf, görsel iletişim tasarımı, grafik tasarımı, heykel, resim, seramik, Türk el sanatları ve video kategorilerinde işler göreceğiz. Gençlerin en çok desteğe ihtiyaç duyduğu, mezuniyetten profesyonel sanat hayatına geçiş döneminde, onlara böylesine değerli bir fırsat sunan BASE ekibini kutluyorum.Zengin ve farklı üretimler olacakProjede yer alan sanatçı adayları, bu vesileyle galeriler, koleksiyonerler ve yaratıcı endüstriler için de bir keşif noktasında buluşmuş olacak. Bu keşfe aracı olma misyonuyla, her biri farklı bir tecrübe ve göze sahip uluslararası isimlerden oluşan kalabalık seçici kuruluyla BASE, projeyi bir yarışma kimliğinin çok ötesine taşıyor. Benim de aralarında bulunduğum ve yetkinliklerine güvendiğim profesyonellerden bazıları, Delfina Foundation’ın kurucusu Aaron Cezar, Borusan CEO’su ve koleksiyoner Agah Uğur, sanat yazarı ve eleştirmeni, akademisyen Ahu Antmen, İstanbul Modern Sergiler ve Programlar Direktörü Çelenk Bafra, The Armory Show’un Direktörü Deborah Harris, New York Academy of Art’ın Dekanı Peter Drake ve Piartworks Kurucusu Yeşim Turanlı gibi önemli isimler. Küratörlüğünü Derya Yücel’in üstlendiği sergi, Bilgi, İnsan ve Çevre olmak üzere üç ana bölüme ayrılıyor. Gerek evrensel gerekse de bireysel ve toplumsal düzlemde çok derin yaklaşımlarla ele alınabilecek olan bu tematik bölümlerde, izleyicinin karşısına, farklılıktan doğan zengin bir üretim kanalının çıkacağını söyleyebilirim.Başarılı isimlerle tanışma fırsatıYalnızca sergiyle sınırlı kalmayacak olan etkinlik günlerinde ise panel ve söyleşilerle dopdolu bir program bizleri bekliyor. İpek Duben, Gülsün Karamustafa, CANAN, Marcus Graf, Ali Güreli, Derya Bigalı, Alev Ebuzziya Siesbye, Oya Delahaye, Hüma Kabakçı, BASE Talks kapsamında sanatseverlerle buluşacak isimlerden sadece bir kaçı. Gençlere, üretimlerini sergileme ve sanat dünyasının önde gelen isimleriyle birebir tanışma imkânı sunan, Türkiye’nin ilk kolektif Güzel Sanatlar yeni mezunlar platformu BASE, 21-24 Aralık’ta Galata Rum Okulu’nda. Ajandanıza şimdiden not edin.
Hafta sonu programınıza dahil etmeniz için 2017 yılının kapanışını yapan sergilerden bir derleme hazırladım. KRANK Art Gallery, Irmak Canevi ve Zeren Göktan’ın “0 536 075 56 83” adlı ortak sergisine ev sahipliği yapıyor. Eserlerini yaşadıkları şehir üzerine kurgulayan iki sanatçı, iki farklı üretim pratiğinin benzer bir perspektiften çıkan söylemini izleyiciyle paylaşıyor. Canevi’nin “Usta İşi” serisindeki soyuta uzanan büyükşehir anlatısı Zeren Göktan’ın “Arka Bahçe” fotoğraflarında somutlaştırılmış bir hikâyeye dönüşüyor. Sergiyi 6 Ocak’a kadar ziyaret edebilirsiniz.Öktem&Aykut ise Borga Kantürk’ün sergisi “geçip giderken...” ile izleyiciyi buluşturuyor. Fotoğraf, desen, resim ve yerleştirmeleriyle sergisini şekillendiren sanatçı, zamanın değişken hızına, diğer yandan farklı kimliklerin açılımına odaklanıyor. 6 Ocak’a dek görülebilir.Sürreal bir dünyada dolaşınRyan Schude’nin x-ist’te gerçekleşen ikinci kişisel sergisi “Fact & Fiction” yine bu haftanın dikkat çekenlerinden. Sanatçının, 15 yıldır üzerinde çalıştığı “Tableaux Vivants”, “Them & Theirs” ve “Portraits” serilerinden oluşturduğu seçki, gerçeğin ve kurgunun doğal bir akışta iç içe geçtiği çarpıcı sahnelerle izleyiciye sürreal bir dünyanın kapılarını aralıyor. İşlerinde, stilize edilmiş bir gerçeklik algısı yaratarak farklı karakterlerin hikâyesini, kendi belleğine kazınmış anlar üzerinden yeniden yorumlayan Schude, fotoğraflarına hakim olan sıra dışı görsel estetiğiyle ilgiyi hak ediyor. 23 Aralık’a dek dek x-ist’te görülebilir. Pilot, Tarık Töre’nin “Whellkom” isimli sergisiyle 2017’ye veda ediyor. Birbirine geçen devirlerin ayırdına varılamadığı, kalabalıkların büyüdüğü manzarada, tuhaflığıyla izleyiciyi içine alan resimlerin sahibi Töre; zamana, mekâna ve ölçeğe dair algımızla oynuyor. 23 Aralık son gün.
Bengü Karaduman’ın “Y A N KIEC H O” sergisi, göçebelerin izini sürerken, hem duygulara hem de göze hitap ediyor.Beni şaşırtan, yeni cevherleri keşfetmemi sağlayan sergiler görünce Türkiye’deki sanat ortamı adına çok seviniyorum. İstanbul’un en eski sanat kurumlarından biri olan Milli Reasürans Sanat Galerisi, çalışmalarıyla ilk kez tanıştığım bir sanatçının kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Almanya’da Yeni Medya alanında öğrenim gördükten sonra çoğunlukla yurt dışı solo ve grup sergilerinde varlık gösteren Bengü Karaduman’ın “Y A N KIEC H O” başlıklı sergisi oldukça etkileyici bir deneyim vaad ediyor.Karaduman’ın, desenden video yerleştirmeye uzanan üretim pratiğinin zenginliği, sergiye özgün bir tat vermiş. Gezmeye başladığım anda ilk dikkatimi çeken, eserlerin sayısal ağırlığı altında ezilmediğim dingin atmosfer oldu. Sanatçının kâğıt üzerine mürekkep desenlerinden taşan yalın ifadecilik, serginin tümüne hakim diyebilirim. Bu sayede işlerini konumlandırdığı fikirsel zemini sağlam bir yolla inşa eden Karaduman, önce izleyicinin duygularına, ardından düşüncelerine hitap eden akıcı bir görsel dil yaratmayı başarmış.Bazı izler bellekten silinmezYapıtlarına konu ettiği meseleleri, kullandığı medya çeşitliliğiyle sömürmeden, ince bir duyarlılık ile ele alan sanatçı, gücünü sessizliğinden alan pratiğiyle beni etkiledi. Bengü Karaduman, bireyselden toplumsala uzanan bir ölçekte, bellekte saklı kalıp umulmadık zamanlarda kendisini gösteren izlerin keşfine dair kendi iç dünyasına yaptığı samimi yolculuğu, görsel ve işitsel veriler aracılığıyla paylaşıyor. Hem bir hesaplaşmanın hem de içsel bir keşfin kapılarını aralayan sanatçı, hepimize tanıdık gelen krizlerin ortasında sükunetle ayakta kalabilmenin yollarını arıyor adeta. Sergide görüyoruz ki sanatçı, bu arayış sürecinin bedeninde, zihninde, ruhunda bıraktığı izleri, silmekte değil dönüştürmekte ustalaşmış. Tıpkı hareketli döngüsüyle çizgileri yok oluyor gibi görünürken form değiştiren desenleri gibi…Güvensizlik duygusunu anlatıyorGörsel ve işitsel devinim, serginin öne çıkan kurgu elemanı diyebilirim. Kâğıt üzerinde bile evrilmeye devam eden çizgiler, sanatçının medya ve video enstalasyonlarında gerçek anlamda hayat buluyor. Bengü Karaduman’ın, 2009’dan beri tutmaya devam ettiği rüya günlüklerinin sembolik bir kaydı olan “Yara İzi” yerleştirmesi, serginin en dokunaklı işlerindendi bana göre. Kendisini merkeze aldığı ve tıpkı rüyadaymış gibi soyut bir ortamda tekrarlattığı sahneleri görsel güncelere dönüştüren sanatçı, hepimizin bilinçaltında saklı tekinsizlik ve güvensizlik gibi duyguların tasvirini yapıyor. Diğer favorim “Yerleşik Geçicilik” ise salt hareketin, doğru bir sanatsal aktarımla nice söylemden daha kuvvetli hale geldiğinin en başarılı örneklerinden.Çizgilerin sade diliyle savaş, şiddet, göç, yıkım ve kopuş gibi güncel konuların derinine inen Karaduman, mülteci trajedisine ajitasyonun tuzağına düşmeden ışık tutmayı başarıyor. Aynı üslubu izlediği “Sağır Ağıt” çalışması da serginin üzerine düşünülmeye hak eden parçalarından. Benim için hem şaşırtıcı hem de umut verici bir sergi deneyimi olduğunu söyleyebilirim. Takip listeme eklediğim Karaduman’ın gelecek üretimlerini merakla bekliyorum. Küratörlüğünü Öykü Özsoy’un üstlendiği “Y A N KIEC H O”, 30 Aralık tarihine dek Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde izlenebilir.
Çiçeği burnunda sanat kompleksi Juma Karaköy’de sergiler hız kesmeden sürüyor. Her katında ayrı bir galerinin yer aldığı binada geçtiğimiz haftalarda kapılarını açan sergiler sanatseverleri bekliyor. Çağdaş heykel sanatımızın en önemli temsilcilerinden Seyhun Topuz’un kişisel sergisi Galeri Nev İstanbul’da izleyiciyle buluştu. Sanatçının son dönem üretimlerini gün ışığına çıkaran “Şimdiki Zaman” sergisi, mekana girdiğiniz andan itibaren sizi içine alan tek bir enstalasyon bütünlüğüne sahip. Topuz’un 70’li yıllardan itibaren geometrik ve soyut formları odağına aldığı üretim pratiği, devamında gelen deneysel yaklaşımlarla zenginleşmiş. Sanatçının 80’li yıllarda olgunlaşmaya bıraktığı biçimsel yönelimlerinin alıştığımız yapıtlardan farklı olduğunu görmek heyecan verici. Sergi 9 Aralık’a dek ziyarete açık.Muhabirlerden trajik karelerMixer ise eş zamanlı iki ayrı sergiyle sezona devam ediyor. Sanatsal fotoğraf ile belgesel fotoğraf arasındaki kesişim noktasına ışık tutan Kürşat Bayhan, Çağdaş Erdoğan, Furkan Temir ve Murat Şaka’nın çalışmaları “Devinim Algısı” başlıklı sergide bir araya getiriliyor. Haber fotoğrafçılığı, son yıllarda sanat müzelerinde kendilerine açılan alanı başarıyla değerlendiren foto muhabirler sayesinde yerleştiği zemine bir katman daha ekledi. Afrikalı seks işçilerinden sokak öykülerine yaşanmışlıkları konu alan sergi sizi de etkileyecek.Toplumdaki endişe ve sahteliğe dikkat çekiliyorMixer’de devam eden bir diğer sergi, baskı alanındaki işleriyle tanınan Ahmet Sarı’nın son dönem çalışmalarını içeriyor. Sanatçının, toplumların değişen güç dengesini, aynı nesneler arasındaki tarihsel ve yaşamsal ortaklık üzerinden tartışmaya açtığı “Altüst” başlıklı sergisinde, tuval üzerine mürekkep tekniğini kullandığı eserlerinin görsel dilini başarılı buldum. Her iki sergi için son tarih 9 Aralık.
İstanbul’da birbirine yürüme mesafesinde yer alan sergiler, ufuk açıcı eserlere ev sahipliği yapıyor. İşte görmeniz gerekenler.KRANK Art Gallery, özellikle tekstil üzerine çalıştığı özgün işleriyle tanınan Güneş Terkol’un “Evim Kalbimdir” isimli dökümantasyon sergisini ağırlıyor. Londra’da yılda bir kez gerçekleştirilen çağdaş sanat festivali Art Night için hazırlanan ve ilk defa Türkiye’de sergilenen pankart projesinde Terkol, Middlesex Street Estate sakini bir grupla çalışmış. Londra’da göçmenlere tahsis edilmiş iki konuttan biri olan Middlesex Street Estate, yüzde 70’i farklı azınlıklar tarafından birkaç jenerasyondur kullanılıyor.Kadınlar ve göçmenlerin hayalleriProje kapsamında üretilen büyük boyutlu pankart, sanatçının tasarladığı zeminin üzerine işlenen sahnelerden oluşuyor. Semt sakinlerinin ümitlerinin, düşlerinin, bulundukları çevre ve komşuları ile olan ilişkilerinin duygu ve emek dolu şiirsel anlatımını gözler önüne seren bu çalışma, Londra’da “Kuş Bandosu” isimli gezici koronun performansıyla zenginleştirilmiş. Dikişi, eserlerinde kişisel tarihi, çevresi ve karşı karşıya geldiği toplumsal koşulların paralelinde şekillenen bir tür ifade biçimi olarak kullanan Terkol, işlerinde yer verdiği fikirsel ortaklıktan ödün vermiyor. Farklı coğrafyalarda yaşasalar da benzer meselelerle mücadele etmek zorunda kalan kadınlar, göçmenler, gençler, vb. kesimlerin hayalleri, korkuları, gelecek kaygıları ve güncel durumlarını naif ama güçlü sanat pratiğiyle daha da etkileyici kılıyor. 18 Kasım’a dek izlenebilir.Toplumumuz uyutuluyor mu?Zilberman, Mısır Apartmanı’ndaki her iki mekânında yeni sergilerini izleyiciyle buluşturdu. Ana galeride Alpin Arda Bağcık’ın “Kırmızı Reçete” isimli sergisi ismini, Sağlık Bakanlığı tarafından bağımlılık yapıcı ilaçların kötüye kullanımını engellemek amacıyla oluşturulan reçeteden alıyor. Sergide, medya eliyle bilginin kontrolsüzce çoğaltılarak bozulmasının olası sonuçları, uyutucu, uyuşturucu bir etkiyle izleyiciye sunuluyor. Toplumun içine düşürüldüğü bilinç uykusu vaziyetine dikkat çeken Bağcık’ın, sergisi 30 Aralık’a dek görülebilir. Zilberman’ın proje mekânında ise Gülçin Aksoy’un “A” isimli proje sergisini izleyebilirsiniz. Birçok dilde karşılığı olmayan “abla” ve “abi” kelimelerinden hareketle, geleneksel dil kodlamalarını masaya yatıran Aksoy, “A”nın hiyerarşisini sorguluyor.İstiklal Caddesi’ne gelmişken Serkan Özkaya’nın Galerist’te açılan “Bekleyeceğiz” başlıklı sergisine uğramalısınız. Sanatsal röprodüksiyonun doğasını sorguladığı çalışmalarıyla bilinen Özkaya, Duchamp’ın son yapıtı Étant donnés’nin altında yatan gizemi çözmek için kolları sıvamış. Sergi için2 Aralık son gün...Gerçeklerle yüzleştiren enstalasyonTicari endişelerden uzak, bağımsız ve yaratıcı bir üretim sahasının gelişimine destek olmak amacıyla yola çıkan Merdiven, programına İpek Duben’in “LoveGame” adlı enstalasyonuyla başladı. Duben, izleyiciyi terk edilmiş bir kumarhane ortamında gerçeklerle yüzleştiriyor. Eşlerin, ebeveynlerin “sevdikleri kişilere”, birbirlerine, çocuklarına uyguladıkları her türden şiddet ve cinayeti, renkli bir kumarhane kurgusu içine adeta saklayan “LoveGame”, toplumun sınır tanımazlığını sorguluyor.(Salı-cumartesi: 11:-18:00, Meclis-i Mebusan Cd. No:31, Beyoğlu)
Kavramsal sanatın temsilcisi İpek Duben’in “LoveGame” enstalasyonu, sizi kendinizle yüzleşmeye davet ediyor...İstanbul’un çağdaş sanat sahnesi, piyasanın hedefindeki görsel ve fikirsel eğilimlerin dışına çıkan üretimlere bir found-space kimliğiyle kucak açan “Merdiven” ile tanışıyor.Bu tanışmanın ilk adımı ise kavramsal sanatın öncü isimlerinden İpek Duben’in uzun bir aradan sonra izleyiciyle buluşan “LoveGame” enstalasyonu ile atıldı. Cihangir-Tophane-Karaköy rotasında konumlanan Merdiven, 15 Aralık 2017 tarihine dek ev sahipliği yapacağı çalışma ile sanatseverleri benzersiz bir deneyime davet ediyor.Binlerce soru sorduruyorKariyeri boyunca toplumsal meseleleri merkeze alan işleriyle; aile içi şiddet, kadının varoluş mücadelesi, etnik ve cinsel kimlik, göç, yurtsuzluk gibi bireysel/toplumsal yaraların kaynağı olan pek çok derin konuya parmak basan Duben, benim en çok önemsediğim kadın sanatçılarımız arasında. Duben’in işlerini özel kılan; üretim pratiğindeki sivri dokunuşların, onun duyarlılığının bir yansıması olarak gerek teknik gerekse de biçimsel açıdan belirgin ve yalın oluşu. Onun yapıtıyla karşılaştığınızda şaşırıyor, irkiliyor, çekiniyor ama mutlaka düşüncelere dalıyorsunuz ve sonunda asla sanatçının istediği sorgulamayı yapmadan eserin başından ayrılamıyorsunuz. “LoveGame” yerleştirmesi de bu anlamda, sanatçının izleyiciyi en yoğun şekilde eserle ilişki kurmaya iten çalışması sayılır.Rulet masasında yaşanan trajediler“LoveGame”, terk edilmiş bir kumarhanede aşk şarkıları eşliğinde, tehlikeli bir oyunun içine çekiyor izleyiciyi. Göz alıcı bir odada, pırıltılı globlarla çevrili rulet masasında dönen bu oyunun, bildiklerimizden bir farkı var. Eşlerin, ebeveynlerin “sevdikleri kişilere”, birbirlerine, çocuklarına uyguladıkları her türden şiddet ve cinayeti, renkli bir kumarhane kurgusu içine adeta saklayan “LoveGame”, toplumun sınır tanımazlığını sorguluyor. Maruz kalınan şiddetin cinsi pullarda, kurbanların yüzleri ise rulet tekerleğinde yeniden hayat buluyor. Bu ışıltının ardına saklanan trajik olaylar, gerçek yaşamlarda benzerine çokça rastladığımız gizlemeleri, örtbas etmeleri hatırlatıyor. Eser, İpek Duben’in başyapıtları arasında yer alıyor bana göre. (Meclis-i Mebusan Cd. No:31)
Ekim ayının son günlerinde, sanat sezonundaki canlılık hız kesmeden sürüyor. Haftanın taze sergilerinden bir seçki hazırladım bu hafta sizlere.Haftalardır merakla beklediğim bir sergi sonunda kapılarını açtı. Contemporary İstanbul Top 10 seçkimde de işaret ettiğim Huo Rf’nin ikinci kişisel sergisi “Tersten Hikâyeler” Pi Artworks İstanbul’da izleyiciyle buluştu. Bir grup genç sanatçının kurduğu inisiyatif Signs of Time’dan kendisine ve işlerine aşina olanlar vardır. Kişisel sergisinde ise iki yıllık derin bir çalışmanın ürünü, Homotopia kolajlarını bir araya getiren Huo Rf; polaroid fotoğraflar, kumaş, kaplama malzemeleri ve bulunmuş nesneler aracılığıyla yarattığı hikâyelerde, kendi yaşamına dair ipuçlarıyla bizi baş başa bırakıyor. Sanat pratiğinin temel meselelerinden olan toplumsal normlar, kimlik tanımları, sosyo-kültürel önyargılar ve bireyin açmazları gibi konuları, irdeleyen sanatçı, her biri kendi öyküsünü anlatan işler ortaya koyuyor. 25 Kasım tarihine dek mutlaka görülmeli.Gözdeki kıymık aslında büyüteçtir...Politik işleriyle dikkat çeken Nasan Tur’un Dirimart Dolapdere’deki “Gözümdeki Kıymık” sergisi, sanatçının geniş yelpazeye yayılan üretim tekniğinin de özeti niteliğinde. Theodor W. Adorno’nun “Gözünüzdeki kıymık en iyi büyüteçtir.” aforizmasından yola çıkan sanatçı, gözdeki kıymığı görme yetisine zarar verecek bir şey yerine, görmenin ne olduğunu düşünmeye dair imkânları doğuran bir metafor olarak ele alıyor. 3 Aralık sergi için son gün.Yeniden doğuş sergisini kaçırmayınTürkiye’de 1970-80 yılları arasında hareketlenen kavramsal sanatın öncülerinden Serhat Kiraz’ın “Analemma” adlı sergisi Millî Reasürans Sanat Galerisi’nde devam ediyor. Astronomide, bir gök cisminin (genellikle Güneş’in) bir başka gök cisminden (genellikle Dünya’dan) gözlendiği zaman, gökküre üzerinde günün belli bir anındaki ortalama konumuna göre yıl içerisindeki hareketini gösteren eğriyi ifade eden “Analemma” teriminden yola çıkan sanatçı, kendi Analemma eğrisini görünür kılıyor. Kiraz’ın üretim pratiğinde vardığı son noktaya kadar hangi aşamalardan geçtiğinin bir göstergesi niteliğindeki sergi, videodan enstalasyona uzanan zengin içeriğiyle göz doldurucu bir niteliğe sahip. Sanatçının deyimiyle bir yeniden doğuş haline gelen “Analemma” sergisini, 4 Kasım tarihine dek izleyebilirsiniz.
Şehirde sergi hareketliliği hız kesmeden sürüyor. Bir etkinlikten diğerine koşan sanatseverlere, gözden kaçırılmaması gereken iki sergiyi hatırlatmak istedim. Depo İstanbul’da harika bir seçkiyi izleyiciye sunan “Meleklerin Payı” sergisinin son günleri. İsmini, viski yıllandırılırken ahşap fıçılardan buharlaşan hacmin şiirsel tanımından alan sergi, daha önce üretimleri sergilenmemiş genç yetenekler ile alışılmışın dışında, gözlerden uzakta kalmış eserlerini keşfedeceğimiz usta isimleri bir araya getiriyor. Resimden desene, fotoğraftan heykele hemen her disiplinde üretilmiş onlarca eser, birbirinin sesini bastırmadan mekândaki yerlerinden izleyiciyle ilişki kurmayı bekliyorlar. Deniz Artun’un titiz küratörlüğünde ortaya çıkan seçki ve düzenleme, rafine ancak doyurucu bir sergi deneyimi yaşamanıza olanak tanıyor. Bana göre işin sırrı, tek çatıda toparlanmış tanıdık karma sergilerin ötesinde, sanatçıların ve eserlerin oluşturduğu bütünsellikte yatıyor.Erol Akyavaş’ın sürpriziBambaşka zamanlarda bambaşka bir pratikten çıkan yapıtların arasındaki diyalog genişleyerek beni de içine aldı ve sonunda havaya karışıp “yok olan”ın kimin payı olduğu üzerine derin düşünceler içinde buldum kendimi. Bir yanda bugün aramızda olmayan Erol Akyavaş’ın yıllar sonra bu sergide izlediğim büyüleyici sürprizi, diğer yanda Anıl Saldıran’ın naifliğiyle insanın içine işleyen hikâyesi, en kişisel olanın bile izleyiciyle tümlendiği anlar yaratıyor. Beni en çok etkileyen işlerden biri de Züleyha Altıntaş’ın tek başına bir alanı dolduran büyük boyutlu yerleştirmesi oldu. Estetik açıdan “güzel” olan ile malzemenin kimliği arasındaki zıtlaşmadan böylesi bir yapıt ortaya çıkacağını tahmin etmek zor. Seval Şener’in Türk-İslam sanatının derin kaynaklarından biri olan minyatür tekniğine, Batı sanatının ikonik eserlerinde can verdiği serisini de incelemeden geçmeyin derim. Atina Mektebi, Venüs’ün Doğuşu gibi sanat tarihine damga vuran yapıtlar, bir başka göz ve elden çıkınca imgesel olarak nereye ulaşıyor sorusunun cevabını almak bile yeterli. Yarın sona erecek sergiyi hafta sonu programınıza dahil edin...Meçhul adamın ruhuna yolculuk...İstanbul Bienali’ne olan yoğun ilgi devam ediyor. Bienal rotasında en çok ziyaret edilen mekânlar dışında, Cihangir’deki ARK Kültür, sanatçı Mahmoud Khaled’in kurmaca bir “müze ev”e dönüştürdüğü muazzam işini ağırlıyor. Mısırlı sanatçı, ülkesinde gerçekleşen bir olaydan hareketle, cinsel yönelimi sebebiyle hedef tahtası haline getirilmiş bireyleri temsil eden kurgusal bir kimliğin dokunaklı yaşam öyküsünü anlatıyor. 2001’de bir gay disko teknesine yapılan baskında tutuklanan ve sonrasında işkence gören 52 kişinin hikâyesi, ağlarken yüzünü gizlemeye çalışan bir erkeğin görüntüsünün simge haline geldiği olay olarak hafızalara kazınmış. Khaled, “Meçhul Ağlayan Adam Müze Evi için Tasarı” isimli yapıtında, daha öncesinde eşcinsel bir bireye ev sahipliği yapan ARK Kültür’ün odalarında, adeta o meçhul adamın ruhuna hayat veriyor. Mekânı gezerken izleyiciye eşlik eden sesli rehberle, zorlu bir yaşam öyküsünün tüm detaylarına tanıklık ediyor, hem tatlı bir heyecan hem de hüzün duyuyorsunuz. 12 Kasım’da sona erecek olan bienal kapsamında kesinlikle görülmeli.