Sanatta hikayelerin payı

Şehirde sergi hareketliliği hız kesmeden sürüyor. Bir etkinlikten diğerine koşan sanatseverlere, gözden kaçırılmaması gereken iki sergiyi hatırlatmak istedim.

Depo İstanbul’da harika bir seçkiyi izleyiciye sunan “Meleklerin Payı” sergisinin son günleri. İsmini, viski yıllandırılırken ahşap fıçılardan buharlaşan hacmin şiirsel tanımından alan sergi, daha önce üretimleri sergilenmemiş genç yetenekler ile alışılmışın dışında, gözlerden uzakta kalmış eserlerini keşfedeceğimiz usta isimleri bir araya getiriyor. Resimden desene, fotoğraftan heykele hemen her disiplinde üretilmiş onlarca eser, birbirinin sesini bastırmadan mekândaki yerlerinden izleyiciyle ilişki kurmayı bekliyorlar. Deniz Artun’un titiz küratörlüğünde ortaya çıkan seçki ve düzenleme, rafine ancak doyurucu bir sergi deneyimi yaşamanıza olanak tanıyor. Bana göre işin sırrı, tek çatıda toparlanmış tanıdık karma sergilerin ötesinde, sanatçıların ve eserlerin oluşturduğu bütünsellikte yatıyor.

Erol Akyavaş’ın sürprizi

Bambaşka zamanlarda bambaşka bir pratikten çıkan yapıtların arasındaki diyalog genişleyerek beni de içine aldı ve sonunda havaya karışıp “yok olan”ın kimin payı olduğu üzerine derin düşünceler içinde buldum kendimi. Bir yanda bugün aramızda olmayan Erol Akyavaş’ın yıllar sonra bu sergide izlediğim büyüleyici sürprizi, diğer yanda Anıl Saldıran’ın naifliğiyle insanın içine işleyen hikâyesi, en kişisel olanın bile izleyiciyle tümlendiği anlar yaratıyor. Beni en çok etkileyen işlerden biri de Züleyha Altıntaş’ın tek başına bir alanı dolduran büyük boyutlu yerleştirmesi oldu. Estetik açıdan “güzel” olan ile malzemenin kimliği arasındaki zıtlaşmadan böylesi bir yapıt ortaya çıkacağını tahmin etmek zor. Seval Şener’in Türk-İslam sanatının derin kaynaklarından biri olan minyatür tekniğine, Batı sanatının ikonik eserlerinde can verdiği serisini de incelemeden geçmeyin derim. Atina Mektebi, Venüs’ün Doğuşu gibi sanat tarihine damga vuran yapıtlar, bir başka göz ve elden çıkınca imgesel olarak nereye ulaşıyor sorusunun cevabını almak bile yeterli. Yarın sona erecek sergiyi hafta sonu programınıza dahil edin...
Meçhul adamın ruhuna yolculuk...
İstanbul Bienali’ne olan yoğun ilgi devam ediyor. Bienal rotasında en çok ziyaret edilen mekânlar dışında, Cihangir’deki ARK Kültür, sanatçı Mahmoud Khaled’in kurmaca bir “müze ev”e dönüştürdüğü muazzam işini ağırlıyor. Mısırlı sanatçı, ülkesinde gerçekleşen bir olaydan hareketle, cinsel yönelimi sebebiyle hedef tahtası haline getirilmiş bireyleri temsil eden kurgusal bir kimliğin dokunaklı yaşam öyküsünü anlatıyor. 2001’de bir gay disko teknesine yapılan baskında tutuklanan ve sonrasında işkence gören 52 kişinin hikâyesi, ağlarken yüzünü gizlemeye çalışan bir erkeğin görüntüsünün simge haline geldiği olay olarak hafızalara kazınmış. Khaled, “Meçhul Ağlayan Adam Müze Evi için Tasarı” isimli yapıtında, daha öncesinde eşcinsel bir bireye ev sahipliği yapan ARK Kültür’ün odalarında, adeta o meçhul adamın ruhuna hayat veriyor. Mekânı gezerken izleyiciye eşlik eden sesli rehberle, zorlu bir yaşam öyküsünün tüm detaylarına tanıklık ediyor, hem tatlı bir heyecan hem de hüzün duyuyorsunuz. 12 Kasım’da sona erecek olan bienal kapsamında kesinlikle görülmeli.

Haberin Devamı
DİĞER YENİ YAZILAR