Pilot Galeri, Elmas Deniz’in insan-doğa ilişkisini temeline alan çalışmalarıyla izleyiciyi buluştururken, UNIQ Gallery Arda Diben’in distopik şehir manzaralarına ışık tutuyor. P g Art Gallery, Aliye Simavi’nin ilk kişisel sergisi “Biriktirilmiş Anılar”ı izleyiciyle buluşturuyor. Dünyanın dört bir yanından topladığı farklı kültürlere ait obje ve doğal kalıntıları yan yana getirerek kendi yarattığı evrenin kapılarını açan Simavi, siyah-beyaz ve renkli fotoğrafları bir araya getirdiği sergisinde, gündelik hayattan anlatılar sunuyor. Sergiye adını veren enstalasyon Biriktirilmiş Anılar, sanatçının hayranlıkla ve tutkuyla biriktirdiği objelerden ve kalıntılardan oluşuyor. Dinozor yumurtasından köpek balığı dişine, testere balığının kemiğinden balina vertebrasına ve Taş Devri’nden kalma balta ağzına kadar pek çok nadir parçayı cam bir vitrinde sunan sanatçı, insan ve doğa arasındaki etkileşimden ilham alıyor. Doğal tarih müzesi olarak niteleyebileceğim sergi, tıpkı geçmişten geleni muhafaza ederek günümüze taşıma eylemi gibi, bir yandan zamanı dondururken kişisel bir arşiv de oluşturuyor. Samimi bir bellek inşası ortaya koyan “Biriktirilmiş Anılar”, 28 Şubat tarihine dek devam ediyor. UNIQ Gallery ise Arda Diben’in “Trans-City” adlı 15 eserlik solo projesine ev sahipliği yapıyor. Çalışmalarında distopik şehir manzaraları ve parçalanmış bir perspektiften görünümler sunan Diben’in, içinde yaşadığımız hız ve teknoloji çağının kentsel dönüşümle birleşerek etrafımızı kuşattığı betonlaşmaya dair betimlemelerini oldukça başarılı buldum. İlk bakışta bir makina parçası, araç, alet ya da inşaat kalıntısı gibi görünen imgelerin keskinliği, toplumsal düzeyde içi boşaltılmış ve yıpratılmış değerler sisteminin de soyut bir temsili gibi diyebilirim. Trans-ekonomi, trans-politika, trans-estetik gibi öğelerle sahiciliğin yitirildiği bir boyutu ele alan Diben, amaçlar, değerler ve gelecekle ilgili kültürel kodlar etrafında şekillenen bir dünyanın tasvirini yapıyor. UNIQ Gallery’de 28 Şubat tarihine dek devam edecek sergi, bu ayın öne çıkanlarından. Pilot Galeri, Elmas Deniz’in “Yazsız Yıl” isimli solo sergisinin kapılarını açtı. İsmini tarihsel bir doğa olayından alan “Yazsız Yıl”, 17 Nisan 1815’teEndonezya’da gerçekleşen yanardağ patlamasının mevsimleri etkileyecek boyuta ulaşması sonucu baş gösteren yokluğu tanımlıyor. Sanatçının, Sri Lanka’da ürettiği video ve sanatçı kitabı ile, bu iki işten yola çıkarak ürettiği resim, heykel, metin ve nesneleri bir araya getiren sergi, insanın doğaya üstünlüğüne karşı çıkan ideolojilere uzanan ekolojik söylemler üzerinde duruyor. İnsanın doğayla kurduğu ilişkiyi ekonomik, kültürel ve tarihsel olmak üzere çeşitli açılardan elen alan Deniz;resmi olanından kişiseline, sevgi dolusundan kötücülüne farklı duygusal katmanları izleyiciyle paylaşıyor. Ekonomi odaklı düşünen insanın kendi doğasına uzaklığını, demirden ve camdan bir serayı, bitkileri dünyanın her yerine taşımayı, hayvanlardan yararlanmayı, insanın olmayan yerlerde olmayan bir şeyleri var etme çabasını sorgulayan Deniz’in başarılı çalışmaları, temeline aldığı doğanın insan eliyle mahvoluş serüvenine ışık tutuyor. 17 Mart tarihine dek görülebilir.
Bozlu Art Project’teki “Toz” sergisi, malzemeden sızan boşluğun dile getirdiklerine aracı olurken; Kare Art Gallery’deki “İmgesel Zaman”, kanıksanmış görsel yığınlarından yeni söylemler türeten işleri bir araya getiriyor.Bozlu Art Project’te ilk kişisel sergisini açan Meliha Sözeri, benim bu haftaki keşfim oldu. Heykel sanatçısı Sözeri’nin tamamen tel malzeme ile çalışarak ürettiği eserleri, gerçekten hayranlık verici. Sanatçının “Toz” adını verdiği sergisi, metal pırıltıları arasından göz kırpan boşlukların; ses, imge, beden üzerinden bireysel bir varoluşu, gerek form gerek kavram açısından temsil ettiği dramatik bir evren ortaya koyuyor. Gündelik hayatın sıradan nesnelerini, tel malzemenin imkânlarını şaşırtıcı derecede zorlarcasına yeniden yaratan sanatçı, aslında zihnimizdeki temel kalıp ve şablonları sorgulamaya açıyor. Sanatçının tabiriyle “estetik tehdit”e dönüşen makyaj malzemelerinden boy aynasına, dikiş makinesinden elektrik süpürgesine kadar toplumsal cinsiyet konumlandırmalarından kurtulamamış olan bu birebir replikalar; eleştirisini, yalın ve sükunet dolu görselliklerinin arkasına başarıyla gizliyor bana göre. Hemen hepsini dişil bir temsil aracı olarak görebileceğimiz nesneler; tel malzemenin ışık, form, doku, hacim bağlamında izleyiciye sunduğu tüm alışılmadık ve başına buyruk estetiğe tezat bir şekilde, bağımlılıkları aklımıza getiriyor. Meliha Sözeri’nin kadın kimliğine adanmış bu yaşamsal bağları, birer engel olarak değil arzunun doğasına dair birer sembol haline getirmesini özellikle başarılı bir yaklaşım olarak değerlendiriyorum. Sanatçı, bu sayede izleyiciye, toplumsal roller ve kimlik atamaları konusunda daha naif bir okuma yapma imkânı sunuyor, bana göre. Teknik açıdan bakacak olursak; aldığı heykel formasyonu sebebiyle malzeme üzerinde belli bir yetkinliğe sahip olduğunu varsayabileceğimiz Meliha Sözeri’nin tel ile ortaya koyduğu ustalığın beni çok etkilediğini belirtmeliyim. Ana materyalden kesilen tel parçalarını adeta nakış işler gibi dikerek bir araya getiren, hem nesnenin formunu birebir taklit edip hem de malzemenin doğasındaki dramatizmi tüm çıplaklığıyla açıkta bırakan Sözeri, yenilikçi ve aykırı üretim pratiğiyle takdiri hak ediyor. 6 Mart tarihine dek açık kalacak olan sergiyi mutlaka görmenizi öneririm.Sanal gerçekliğin tahribatıKare Art Gallery’de kapılarını açan “İmgesel Zaman” isimli grup sergisi ise farklı disiplinlerden sanatçıların yapıtlarını bir araya getiriyor. Rutin akış içerisinde gözümüzün ve zihnimizin ayrıştıramadığı, kanıksanmış imgelerin, aslında yaşamımızda ne denli etkili olduğu fikri üzerinden yola çıkan sergide; Arzu Eş, Ali Alışır, Emin Çizenel, Murat Germen, Mehwish Iqbal, Hayal İncedoğan gibi sanatçıların işlerini izlemek mümkün. Yaşadığımız çağın kaçınılmaz bir getirisi olarak her gün adeta görsel bir bombardımana maruz kalmamız sonucu algılarımızın, gözümüzün ve zihnimizin görmemeyi seçtiklerine odaklanan sergi, bu sanal gerçekliğin bilinçaltımızda yarattığı tahribatı gözler önüne seriyor. Birbiriyle yarışırcasına önümüze çıkan bu kaotik imgeler yığını; geçicilik ve tükeniş gibi olguların hayatlarımızın normalize edilmiş birer gerçeği olduğunu hatırlattı bana. Gerek ifade biçimi gerekse de kavramsal yaklaşımı çeşitlilik gösteren bir grup sanatçının, insanoğlunun düşünce sistemine dair açmazlar konusunda yakaladığı eleştirel ortaklık oldukça kayda değer diyebilirim. Küratörlüğünü Denizhan Özer’in üstlendiği “İmgesel Zaman” 21 Mart tarihine dek Kare Art Gallery’de ziyaretçilerini bekliyor.
Genç yetenek Tayfun Gülnar’dan sanatta 55’inci yılını kutlayan Bilge Alkor’a, Ocak ayının öne çıkan sergileri arasından kaçırılmaması gerekenleri hafta sonu ajandanıza eklemenizi öneririm. x-ist’teki ilk kişisel sergisi “Chromophobia”yı izleyiciyle buluşturan genç sanatçı Tayfun Gülnar’ın monokrom resimleri, sürrealist bir evrenin büyüleyici bir timsali niteliğinde. Gülnar, sergiye adını veren renklerden korkma kavramını, biçimin ötesinde konumlandırarak, toplumsal olarak maruz kalınan şiddet ve ayrımcılık üzerinden yeniden yorumluyor. Sanatçı; korku, panik ve karamsarlık gibi duyguları tetikleyen sahneler yaratarak aslında, bireyin kodlanmış bir biçimde farklılıklardan duyduğu rahatsızlık hissinin ortaklığına odaklanıyor.Yalnızca mavi rengin tonlarıyla tasvir ettiği bu çatışma manzaralarında, bir yandan tekinsiz bir dünyaya ayak basarken diğer yandan sanatçının desen yetkinliği karşısında heyecanlandığımı söylemeliyim. Mekânlardan figürlere kadar resimleri oluşturan her öğenin gerçek üstülüğünden emin olsak da yaratılan evrenin tanıdık gelme sebebi, gündelik hayatımızda yüz yüze geldiğimiz güvensizlik ortamı bana göre. Sanatçı da kurguladığı görselliğin içindeki şiddeti, izleyenin zihnine ve duygularına hükmetmeden sembolik bir ifadecilikle yansıtmayı seçmiş. Temsile dair bu bilinçli tercih, sergiye ilişkin beni etkileyen bir diğer önemli detay oldu. Gerilime bu denli yakın ama masalsı bir şekilde tanık olmanın yarattığı karamsarlık, zihninizde bambaşka kapılar açılmasına sebep olacak. Sergiyi son gününde ziyaret etmek için hala bir şansınız var, kaçırmayın derim. Bellek kavramıDaima ünik sergilerle karşımıza çıkan, başarıyla yoluna devam eden yeni nesil galeri Öktem&Aykut, Şişhane’deki yeni mekânının açılışını, Sinan Logie’nin “Temel Parçacıklar” isimli sergisi ile yaptı. Sinan Logie, özellikle sıra dışı tekniği ile dikkat çeken bir sanatçı. Üst üste yeni teknik ve malzeme kullanımları geliştiren Logie, fırça kullanmaksızın tuval yüzeyini deforme ederek resmettiği desenleriyle birlikte beton heykeller ve fotoğraf kolajlarını da izleyiciyle paylaşıyor. Bu özgün resim dilinin temelinde ise konstrüktivist ve dışavurumcu soyutlamayı bir arada titizlikle kullanabilme yetisi yatıyor. İsmini Michel Houellebecq’in aynı isimli tanınan romanından alan sergi, mimari ve sanata karşı girişilen ontolojik sorgulamanın yolunu çiziyor. Hepimizin aşina olduğu soru işaretlerinden hareketle; kent silüeti, bitmek bilmez inşaat hevesi ve beton kütleler arasına hapsolmuş hayatları meraklı bir gözle irdeleyen Logie’nin sergisini, 3 Mart’a kadar mutlaka görmelisiniz. Ekavart Gallery ise usta sanatçılarımızdan Bilge Alkor’un, “Belleğin Yöreleri” isimli kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Alkor’un edebiyat, şiir ve müzikle harmanlanmış, farklı dönemlerden işlerini bir araya getiren sergi, bellek kavramının çok katmanlı yapısına ışık tutuyor. Sanatçının, düşle gerçeğin iç içe geçtiği biçimsel dilinin doğal ve canlı yapısıyla, pratiğine konu edindiği otobiyografik motiflerin bir araya gelişinden muazzam görsellikte eserler ortaya çıkmış. Tekniğini tuvalle sınırlamayan Alkor, gravürleri ve kâğıt üzerine yaptığı desenleriyle de izleyiciyi etkilemeyi başarıyor. 24 Şubat tarihine dek izlemenizi öneririm.
Prof. Dr. Kıymet Giray’ın küratörlüğünü üstlendiği “Türk Modernizmi; SEÇKİLER İSTANBUL” başlıklı sergi, yerel sanatsal eğilimlerin geçmişten bugüne izlediği yola, geçtiği aşamalara odaklanıyor. Bugün gelinen noktada, ülkemizdeki çağdaş sanat pratiğini derinlemesine anlamlandırabilmek ve hangi referanslar, kaynaklar ya da karşıtlıklardan beslendiğini görebilmek için öncelikle Türk Modernizmi’ni mercek altına almalıyız. 20’nci yüzyılın ilk çeyreğinde tüm dünyada hem düşünsel hem de sanatsal bir akım olarak tahta oturmuş olan modernizm kavramının Türkiye sınırlarına girmesi 1920’lerin ortalarına denk düşmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yurt dışına eğitim almaya giden sanatçılarımız, evrensel sanat gündemini takip etme ve süregiden eğilimlere pratiklerinde yer vermeye başlamışlardır. Özellikle Ali Avni Çelebi ve Zeki Kocamemiaracılığıyla yerel anlayışta kırılma yaratan Hofmann Okulu ve Alman Ekspresyonizmi’nin etkisinin yoğunluklu olarak hissedildiği bu dönemde dışavurumculuğu, özgün çizgileriyle yorumlayan Türk sanatçılar giderek kendi modernist öncülerini ve köklerini ortaya koymuşlar diyebiliriz. 1950’lere gelindiğinde ise Türk Modernizmi, alt akımlarını yaratacak düzeyde çeşitlenmiş; geleneksel temalarla dönemin güncel yönelimlerini aynı potada eriten sanatçılar,plastik sanat tarihimizin yazımını resmi olarak başlatmıştır. Kıymet Giray’ın değerli sunumu ve düzenlemesiyle izleme fırsatı bulduğumsergide, işte bu derin tarihin en ünik örneklerini seyrederken, Türk Modernizmi’nin doğuş ve yükselişini keyifle anımsadım. Soyuttan figüratife, dışavurumcudan, sürrealiste kadar modernist akımların en başarılı örneklerinin bir araya getirildiği sergi, sanatseverler için adeta bir kılavuz niteliğinde. Başta öğrenciler olmak üzere Türk sanat tarihinin gelişimini tutarlı bir özet şeklinde kavramak isteyen herkesin; zevk alarak ve kendi çıkarımlarını yaparak, sergiden doygun bir hisle ayrılacaklarından eminim. Ustaların izindeTıpkı bir sanat tarihi kitabı okur gibi kronolojik bir dizilimle izlenebilen “Türk Modernizmi; SEÇKİLER İSTANBUL”sergisi, devam edecek bir projenin ilk ayağı olarak tasarlanmış. Türk resim ve heykelinin eğilimlerinin öyküsünü anlatırken; başlangıcı, soyut sanatın en erken temsilcisi değerli ressam Adnan Çoker ile yapmaları bir diğer önemli nokta bana göre. Geleneksel izler taşıyan Devrim Erbil gibi ustaların yapıtlarını da içeren bölümün devamında,1960’ların bireysel ve toplumsal açmazları paralelinde zenginleşen sanat ortamı; yeni-nesnelcilik, toplumsal gerçekçilik, figüratif dışavurumculuk gibi pratiklere zemin oluşturmuş. Serginin bu bölümünde yer alan Tomur Atagök, Nur Koçak, Bedri Baykam, Bubi gibi sanat tarihimizin öncü isimlerinin yapıtlarını bir arada gördüğümde, yepyeni çözümleme ve yorumlamalara ulaşılabildiğini de keyifle deneyimledim. Kaynaklara dayalı bu tarih yazımının mihenk taşları arasında yer alan Mehmet Güleryüz, Alaettin Aksoy, Koray Ariş, Hüsamettin Koçan, Osman Dinç, Yusuf Taktak, Kemal Önsoy, Tayfun Erdoğmuş, Ekrem Yalçındağ gibi yıldızları tek bir çatı altında görmek heyecan vericiydi. Türk resim ve heykel sanatının 1950’lerden günümüze uzanan hikâyesine tanık olmayan sanatseverler, 25 Ocak tarihine dek mutlaka MKM, Beşiktaş Çağdaş Sanat Galerisi’ni ziyaret etmeli.
Base İstanbul ve Juma Art’ta yer alan galeriler, Karaköy’ün sanatla ne denli bütünleştiğini gözler önüne seriyor.Pera Müzesi, yine çok başarılı bir sergiyle izleyici karşısına çıktı. Sanat tarihinin en derin konularından biri olan portre geleneğine farklı bir bakış sunan “Bana Bak! ”la Caixa” Çağdaş Sanat Koleksiyonu’ndan Portreler ve Diğer Kurmacalar” isimli sergi, dünya çapında sanatçıların işlerini paylaşmakla kalmıyor; izleyicinin de yapıtlarla bütünleşmesine olanak tanıyan açık uçlu bir önerme ortaya koyuyor. Seçkinin fotoğraftan heykele, resimden videoya uzanan içerik zenginliğinin; üzerinde taşıdığı kapsayıcı söylemin sınırlarını zorlamadan çeşitleniyor olması, benim özellikle ilgimi çeken bir nokta oldu.Sergi; portrenin, toplumsal yönelimler ve kimlik tanımlamaları bakımından dikkate değer noktalarını tartışmaya açmanın yanı sıra sanatçısının yorumuyla şekillenen bu ifade biçimi aracılığıyla kendimizi nasıl bir sorgulamaya yönelteceğimizi de düşündürüyor. Serginin başlangıcını oluşturan “Kimliğe İlişkin Uzlaşımlar” bölümünde; cinsiyet, ırk, toplumsal kimlik gibi kavramlara dair soruların yanıtı aranıyor. Marlene Dumas’nın “Peygamber” isimli yapıtı, tam da bu noktada gerçekliğin samimi ancak rahatsız edici tarafını açığa çıkartarak, zihnimizdeki kalıplaşmış sembollerin tasvirine dair farklı açılımlar ortaya koymasıyla beni çok etkiledi. Vik Muniz’in, fotoğraf tarihinin ikonik imgelerinden birini yeniden ürettiği grup portresi çalışması ise; teknik bir müdahaleyle kolektif bir imgenin, bakış açısı ve algılayış farklılığı üzerinden irdelenmesi gereken bir yapıta nasıl dönüştürüldüğünün en canlı örneği diyebilirim. “Sahnelenen Duygular” adını taşıyan diğer bölüm, portrenin temel öğesi figüre odaklanan çalışmalarla, izleyicinin öznel yorumlarını, gözlemleriyle buluşturacağı bir alan yaratıyor. Bu kata girer girmez karşılaştığım 36 parçalık seri, serginin en vurucu işlerindendi. Roni Horn’un; bir palyaçonun portresini, detayları seçilemez ve bulanık bir soyutlamaya dönüştürdüğü işi, insan doğasının değişkenliğini ve tekinsizliğini anımsattı bana. Değişkenliğe odaklanmışken bu kez de beni geçicilikle yüzleştiren video ise Oscar Muñoz’un etkileyici yapıtıydı. Güneş ışıklarıyla ısınmış bir kaldırıma su ile oto-portresini çizmeye çalışan sanatçı, sonsuz bir döngü halinde süregiden varoluş/yokoluş fikrini oldukça şiirsel bir yolla anlatmayı başarmış.Curro González’in “Süt Ormanı” çalışması ise bu yok olma kavramının, biraz gizem ve hayal gücüyle derinleştirildiği interaktif bir deneyim sunuyor. Serginin finalini, çok çarpıcı bir enstalasyonla yapıyoruz. Her daim yoğun göndermelerle izleyicide kalıcı bir iz bırakan Christian Boltanski’nin bu yerleştirmesi, 1952-1997 yılları arasında İspanya’da yayımlanan ve adli olayları içeren El Caso gazetesinin arşivlerinden alınmış yüzlerce suç mahalli ve portre fotoğrafını içeriyor. Sanatçının boyutlarını büyüterek neredeyse tanınmaz hale getirdiği görsellerin arasına girdiğimde oldukça ürperdiğimi söylemeliyim. Nitekim Boltanski’nin amaçladığı nokta da; bu trajik olayların öznelerini anonimleştirerek izleyicinin kişisel algı sınırlarını taciz edip rahatsızlık yaratmak. Bu sayede toplumsal belleğe ayna tutarak dramatik bir yaklaşım sunan sanatçı, hedefine kesinlikle ulaşıyor.Sanat tarihinde özel bir yere sahip olan klasik portreciliği, çağdaş sanat pratiğiyle yeniden derleyen seçki, kesinlikle ayrı bir ilgiyi hak ediyor. 4 Mart’a kadar açık kalacak olan sergiyi görmeden geçmeyin derim.
Geride bırakmaya hazırlandığımız yıl, ufkumuzu açan sergilerlerle doluydu. İşte favorilerim.Zihnimde 2017 yılına dair bir retrospektif yaparken; önde gelen müze ve sanat kurumlarında izlediğimiz ziyade, sanat ortamımıza farklı bir soluk getiren, sürprizi bol etkinliklerden bahsetmeyi tercih ettim.“Meleklerin Payı” Depo İstanbul Deniz Artun küratörlüğündeki sergide; Seval Şener’in minyatür tekniğiyle Batı sanatının ikonik eserlerinde can verdiği serisi ve Anıl Saldıran’ın naif hikâyeleri, heyecan verici keşiflerdi. Sarkis Ariel Sanat“Bellek ve Sonsuz için Kitaplık (İkiz)” sergisi; geçmiş ve gelecek arasında köprü niteliği taşıyan çalışmalarla, zaman ötesi bir deneyim sundu. Bengü Karaduman Milli Reasürans Sanatçının; bireyselden toplumsala uzanan bir ölçekte, kendi iç dünyasına yaptığı samimi yolculuğu, görsel ve işitsel veriler aracılığıyla paylaştığı “Y A N KIEC H O” sergisi umut vericiydi.TUNCA GaleristSanatçının, Auschwitz-Birkenau Toplama Kampları’nı gezerken çektiği fotoğrafları temel aldığı “Terra Amata” sergisinde, trajedilere tanık olmak çarpıcı bir deneyimdi .Ferhat Özgür The Pill“Hayvan Çiftliği” sergisi, sanatçı Ferhat Özgür’ün gözünden yaşadığımız çağın ve toplumun değerlerinin kökünden sökülüşünü anlatıyordu.13. Sharjah Bienali Abud Efendi Konağı“Bahar” sergisinde; site-spesific özellikler gösteren ve mekânla daha da yücelen eserleri izleme şansı bulduk. Halil Altındere Sadık Paşa KonağıMülteci krizi ve göç gibi konulara dair yeni bir tartışma alanı açan sanatçının, Türkiye’de hiç sergilenmemiş çalışmalarını “Welcome to Homeland”sergisinde izlemek eşsizdi. Metin Çelik Mebusan 25Bağımsız bir mekânı yeniden inşa ederek bir yıkımı tüm sertliğiyle en başından kurgulayan Çelik’in “Post-Apocalyptic”i tekrar anımsanmayı hak ediyor. Füreya AkaretlerFüreya Koral’ın seramiğe olan tutkusunu, çağdaş üretime yönelişindeki motivasyonunu ortaya koyan retrospektif herkesin beğenisini kazandı. İmkânsız Uzam Kasa Galeriİhsan Oturmak, Deniz Aktaş ve Hasan Pehlevan’ın; kent, yaşam alanı, aidiyet kavramlarını temel alan üretimlerini izlediğimiz sergi, uyumlu birliktelikle göz dolduruyordu.
Base İstanbul ve Juma Art’ta yer alan galeriler, Karaköy’ün sanatla ne denli bütünleştiğini gözler önüne seriyor.Yılın son haftasına girerken şehirdeki hareketlilik sanat ortamımıza da yansıdı. Özellikle Karaköy rotasında görülecek pek çok serginin yanı sıra Türkiye’nin ilk kolektif Güzel Sanatlar yeni mezunları platformu BASE de kapılarını açtı. Juma Art galerileri ise yeni yılı yeni sergileriyle karşılıyor.Pi Artworks, Nejat Satı’nın kişisel sergisi ile 2017’yi tamamlıyor. “Karanlıktaki Işık”; sanatçının, dinamik ve soyut formlarını, malzemenin yaratıcı potansiyeli ile birleştirdiği sıra dışı bir “tuval” sergisi diyebilirim. Dış ortamla ilişkisi anlamında interaktif diyebileceğimiz bu işler, ışığın tuvaldeki gücünü ve değişimini kavradığımız oldukça başarılı deneysel çalışmalar. Satı’nın da vurguladığı gibi; dünyanın içerisinde bulunduğu karamsarlığa karşı ümidi temsil eden bu tuvaller, soyut resmin izleyici üzerinde yarattığı duygusal dinamizme farklı bir katman ekliyor. Sanatçının tercih ettiği yalınlaştırılmış renk skalası ise serginin fikirsel altyapısını doyurucu şekilde tamamlıyor. Sergiyi 27 Ocak tarihine dek mutlaka görün derim.Gerçeküstü bir evrenle tanışınGaleri Nev İstanbul, Elvan Alpay’ın en taze üretimlerini içeren “Oyun Bitti / Hadi Oynayalım” isimli sergisini izleyiciyle buluşturuyor. Alpay’ın tuval üzerine üçüncü bir boyut katarak yarattığı gerçek üstü evrenin kapısından girdiğinizde; doğanın renkli, iyileştirici ve rahatlatıcı gücünü anımsayacaksınız. Sanatçının üslubunun en önemli öğeleri olan bitki ve hayvan desenleri, tuval düzleminin fonu olarak karşımızda belirirken; polyester film üzerine akrilik ile üretilmiş yaprak ve çiçek motifleri de yüzeyden dışarı taşan katmanlar şeklinde adeta hayat buluyor.İzleyiciyi ilk andan itibaren içine alan bu gizemli bitki örtüsünün temsil ettiği “vaha”, içinde bulunduğumuz toplumsal ve politik gerginliklerin arasında nefes alınacak bir alan sunuyor. Sergi, 27 Ocak’a kadar açık.Deneyselliğin sınırlarını zorladılarartSümer, iki genç fotoğraf sanatçısı Pinelopi Gerasimou ve Blanca Viñas’ın “Işığın Gizemli Gölgeler Oluşturduğu Bir Yer” sergisine ev sahipliği yapıyor. Analog kamerayla deneyselliğin sınırlarını zorlayan bu iki ismin çalışmaları 27 Ocak’a dek görülebilir. Mixer’deki, Ahmet Duru, Ali Şentürk, Ekrem Yalçındağ, Kemal Seyhan gibi sanatçıların yapıtlarının bir araya getirildiği “MİSAFİR: Umulmadık” sergisi, alışılmışın dışındaki üretim tavrı üzerine kurgulanmış. Yeni bir dil yaratma motivasyonuyla eser ortaya koyan sanatçılar, izleyicilere de sürpriz yapıyor. 13 Ocak’a dek izlenebilir.SANATORIUM, Ali İbrahim Öcal’ın farklı teknik ile üretilmiş işlerinin yer aldığı “ÖLÜ DOĞA / salto mortale” sergisinin kapılarını açtı. Doğa ve onun varlığı ile insan ilişkisi arasındaki derin dengeyi ele alan eserler 27 Ocak’tan önce görülmeli.
Türkiye’nin ilk kadın seramik sanatçısı Füreya Koral’ın 200’e yakın eseri, “Füreya” sergisinde ziyaretçilerle buluştu. Roman gibi bir hayat yaşayan Koral’ın eserleri objelere ve renklere bakışınızı değiştirecek.Yerli kültürel mirasımızın birçok farklı alanına destek vermeyi hedefleyen Kale Grubu’nun 60’ıncı yıldönümü vesilesiyle imza attığı “Füreya” sergisi, Akaretler’deki Sıraevler’de izleyiciyle buluştu. Seramik sanatının en önemli isimlerinden Füreya Koral, bu alanda çağdaş üretimler yapan ilk sanatçılarımız arasında başta geliyor. Károly Aliotti, Nilüfer Şaşmazer ve Farah Aksoy’un küratörlüğünü üstlendiği bu kapsamlı retrospektif, Füreya Koral’ın seramiğe olan tutkusunu, geleneksel eğilimlerden ayrılarak çağdaş üretime yönelişindeki motivasyonu ele alıyor. Sanatçının yaşamına dair anlamlı vurgular eşliğinde eserlerini de öyküleştiriyor.İlk sergisini Paris’te açtıSergide yer alan 200’e yakın eser; sanatçının seramik nesne, tabak, porselen, duvar panosu, litografi, mürekkep desen vb çeşitli alanlardaki hakimiyetini gösterirken, kendine çizdiği özgün yolda ne denli emin adımlarla ilerlediğini de belgeliyor. Fotoğraf, kişisel eşyalar, kitap, defter ve film ile zenginleştirilmiş retrospektifi gezerken o dönem için sanatta devrim niteliği taşıyan fikir, üretim ve yönelimlere sahip oluşuna hayran kaldım diyebilirim. Teyzeleri Fahrelnissa Zeid ve Aliye Berger’in ısrarlarıyla, 1947’de, İsviçre’de, tedavi görmek üzere yattığı bir sanatoryumda resim ve seramik yapmaya başlayan sanatçı, daha sonra gittiği Paris’te dönemin ünlü seramik sanatçılarından Georges Serré’in yönlendirmesiyle çeşitli seramik atölyelerinde kendini geliştirdi. İlk sergisini, 1951’de önce Paris’teki Galerie M.A.I.’de açan Koral, Türkiye’deki ilk kişisel sergisini ise dönemin en değerli sanatsal buluşma noktası Maya Galeri’de açtı.Eserleriyle çığır açtıİlerleyen yıllarda kendisinin bile büyük cesaret olarak tanımlayacağı işler yapan Koral, kültürel ve fikirsel birikimi üzerine inşa ettiği sanat pratiğiyle Türkiye sanat tarihinde çığır açtı desek abartılı olmaz. Seramik objeleri birer dekorasyon nesnesi olmanın ötesine taşıyarak malzemeye kavramsal ve tinsel anlamlar yükleyen Füreya Koral’ın hikâyesi, her disiplinden ve yaştan sanatçılar için ilham verici. Sanatın dönüştürücü ve iyileştirici gücüyle, hayatının en genç yıllarında tanışmamış olsa da, üretmeye başladıkça kendini keşfeden ve en derinlikli şekilde gerçekleştirebilen birine dönüşmesi beni çok etkiledi. Seramik-mimari birlikteliğine dair literatürü belirleyecek düzeyde çalışmalarıyla kamusal sanat adına da çok değerli işlere imza atmasına rağmen ne yazık ki bunların büyük kısmı günümüze ulaşamamış. Kültür ve sanat ortamımızın gelişim sürecinin belki de en ivmeli ve dinamik dönemlerinde, ünlü yazar, sanatçı ve mimarlarla buluştuğu entelektüel bir paylaşım alanı olarak anılan atölyesi ise sonraki nesil seramik sanatçıları için eşsiz bir üretim kaynağı olarak tarihe geçti. Füreya Koral’ın sanat tarihimizdeki önemini yeniden keşfetmek adına bu sergiyi mutlaka görmelisiniz, 18 Ocak’a kadar devam ediyor.