Son yazımda yılın son Enflasyon Raporu’nun bu hafta (Perşembe) açıklanacağını söyledim. Halbuki önümüzdeki hafta açıklanıyor. Herhalde bir an önce okumayı istediğim için tarihini öne çekmişim! Özür dilerim. Yazmak istediğim bir sorunu Radikal’de Fatih Özatay gündeme getirdi. Yeni Borçlar Kanunu tasarısı Meclis’te görüşülüyor. Fevkalade önemli bir kanundur. Özel hukukun temelidir. Bir maddesi kira kontratlarını düzenliyor.Kiracı-ev sahibi ilişkisi serbest piyasayı zorlayan alanlardan biridir. Kiracıyı korumayı amaçlayan kısıtlamalara her ekonomide rastlanır. Yargı denetimi geleneği bizde de güçlüdür. Kira artışları sık sık mahkemelik olur.Tasarı kira artışını ÜFE’ye (Üretici Fiyatları) bağlıyor. Yanlıştır. Bir: Çok dalgalanır. İki: Hizmetleri kapsamadığı için hayat pahalılığını yansıtmaz. Üç: Bölgesel değildir. Doğrusu kira artışlarında TÜFE’nin (Tüketici Fiyatları) kullanılmasıdır. Mutlaka düzeltilmelidir.Üçüncü çeyrekte bütçeİki gelişme gündeme bütçeyi getirdi. Maliye Bakanlığı üçüncü çeyrek (Eylül) bütçe gerçekleşmesini yayınladı. Ardından Maliye Bakanı Mehmet Şimşek 2010 yılı bütçe kanunu tasarısını açıkladı.Hazine’nin nakit dengesinden üçüncü çeyrek gerçekleşmesi hakkında az çok fikrimiz vardı. Bütçe verileri ile biraz daha ayrıntılı bilgiye ulaştık. Genelde bir sürpriz gözükmüyor. Hatta, benim beklediğimden daha iyi çıktığını söyleyebilirim.2009’un ilk dokuz ayında bütçe açığı 41 milyar TL oldu. Bakan Şimşek’in açıkladığı gerçekleşme tahminine göre yıl sonunda bütçe açığı 63 milyar TL’ye ulaşıyor. Yani son çeyrek için 22 milyar TL ek bütçe açığı öngörülüyor.Buna karşılık ilk üç çeyrekte faizdışı dengede 4 milyar TL fazla çıktı. İlginç buluyorum. Benim bildiğim faizdışı fazla sıkı maliye politikasına işarettir. Neyse, yıl sonunda 7 milyar TL açığa dönüşüyor. Yani son çeyrekte 11 milyar TL açık bekleniyor.2009’da bütçe açığının milli gelire oranı yüzde 6.6’ya ulaşıyor. Ben yüzde 7 tahmin etmiştim. Faiz-dışı açığın milli gelire oranı ise yüzde 0.8 oluyor. Bu oranın ABD ve İngiltere’de yüzde 10’un üstünde seyrettiğini hatırlatalım.2010 bütçesiOrta Vadeli Program uygulaması maliye politikasında belirsizliğin azalmasına önemli katkı yaptı. Bir ay önce Bakan Babacan tarafından açıklanırken 2010 bütçesinin ana çatısını da öğrenmiş olduk.2010’da bütçe açığı 50 milyar TL’ye iniyor. Çünkü gelirler harcamalardan daha hızlı artıyor. Gelir artışı ise milli gelirin sabit fiyatlarla yüzde 3.5, cari fiyatlarla yüzde 8.7 büyümesine bağlanıyor. Bütçe açığının milli gelire oranı da yüzde 4.9’a geriliyor.Faiz-dışı dengede 7 milyar TL fazla tahmin ediliyor. Yani bütçede faiz-dışı açık bir tek yılla (2009) sınırlı kalıyor. 2010’da tekrar faizdışı fazlaya dönülüyor. Eskiler gibi yüksek değil, milli gelirin yüzde 0.6’sı. Ama gene de fazla fazladır.Tartışılacak çok soru var. Hükümetin bütçe hedefleri gerçekçi mi? Vergi artışına gitmeden tutturulabilir mi? Ekonomi sürdürülebilir büyümeye geçmeden faizdışı fazla vermek doğru mu? Para politikası nasıl etkilenir? Zamanı geldikçe cevaplarız.
Temmuz istihdam verileri beklendiği gibi geldi. Geçen yıla kıyasla işsiz sayısında 842 bin artış, tarım-dışı istihdamda 314 bin, ücretli istihdamında 163 bin düşüş var. Ama tarımda istihdam 364 bin kişi yükselmiş!Merkez Bankası faizde yarım puan daha indirim yaptı. Borçlanma faizi yüzde 6.75’e, fonlama faizi yüzde 9.25’e geriledi. Geçen yıla kıyasla faiz indirimi 10 puan düzeyini korudu. Mali piyasada çeyrek puan indirim bekleyenler çoğunlukta idi.Ayrıca, bankaların Merkez Bankası nezdinde tuttukları zorunlu mevduat karşılığı oranları TL için yüzde 6’dan yüzde 5’e düşürüldü. Bu da para politikasında ek bir gevşeme anlamına geliyor.Yılın dördüncü Enflasyon Raporu bu hafta (Perşembe) yayınlanıyor. Merkez Bankası’nın ayrıntılı konjonktür analizini öğreneceğiz. Para politikasını raporu gördükten sonra değerlendireceğim. Yeni balon mu?Son haftaların en ilginç gelişmesi küresel mali piyasalarda güçlenen iyimserliktir. Sanırım sizler de merakla izliyorsunuz. New York borsası 10 bini aştı. Risk iştahındaki artış risk primini adeta kriz öncesi günlere taşıdı. Gelişen ülkelere sermaye akımları canlandı. Küresel mali piyasaları saran iyimserlik ve coşku Türkiye’ye de yansıdı. İstanbul borsası 50 bini geçti. Gecelik faizde 10 puan düşüşe rağmen dolar kuru 1.44’e kadar geriledi. Tahvil, mevduat, kredi, vs. tüm faizler geriledi. Bir kez daha, mali piyasaların işine akıl erdirmenin zorluğunu görüyoruz. Bir yıl önce tam bir felaket havası vardı. Krizden başka konu yoktu. Öldük, bittik, mahvolduk deniyordu. Şu sıralarda hepsi unutulmuşa benziyor. Hangi kriz, ne krizi!Neyse ki iktisatçılar var. Bakıyorum, meslektaşlar kara gözlüklerini çıkartmaya pek niyetli durmuyor. Mali kesimin gazına gelmeyi reddediyor. Mali piyasalarda yeni bir varlık fiyatları balonunun şiştiğini düşünüyor. Likidite bolluğunu sorumlu tutuyor. Anlaşılacağı gibi, ben de o cenahtayım. Geçmişte çok örneğini gördük. Bol ve ucuz para mali piyasaları hızla ekonominin temellerinden koparıyor. Gerçek dışı hikayeler kolayca satın alınıyor. Ama bu film hep hüsranla bitiyor.Mary Travis’e ağıt Maalesef yazmakta geciktim. Peter Paul&Mary’nin kadın sesi Mary Travis geçen ay 72 yaşında vefat etti. Gençler isimlerini bilmez ama 50 yıl sonra ben hâlâ sürekli dinliyorum. 1960’lar Amerikan folk müziğinin altın yıllarıdır. Yolu Pete Seeger açmıştı. Kingston Trio, The Limelighters ve Peter Paul & Mary gibi üçlü gruplarla devam etti. Onları Bob Dylan, Joan Baez, vs. izledi. Bizim nesli çok etkiledi. Sonra ilgi azaldı. . Peter Paul & Mary’nin Türkiye şubesi Münir Güven&Mürüvvet Robert Kolej Yüksek Bölümü’nde (Boğaziçi Üniversitesi) sahneye çıkardı. 1963-4 olmalı. Güven Nil’i maalesef genç yaşta kaybettik.Barış Manço Belçika’ya gitmişti. Bazılarımız Robert’lilere katıldık. Solist rahmetli Murat Sertel’di. Ekolar mı? Sahne dışındaki üçlüde ben, Batur Pere ve Memo Şahinbaş vardı. Peter Paul&Mary şarkıları söylemeye bayılırdık. Güzel günlerdi...
Temmuz iş gücü anketi sonuçları bu sabah yayınlanıyor. Ağustosu da kapsıyor. İşsizlik oranı önemli ama esas dikkat edilmesi gereken iki sayı tarım-dışı ve ücretli istihdamıdır. İkisi de geçen yılın altında gelecektir.Saat 19.00’da Para Politikası Kurulu faiz kararını açıklıyor. Düşük eylül enflasyonu ve TL’de değer artışı bugünkü toplantıyı ilginç kılıyor. Merkez Bankası’nın son verilere tepkisini merak ediyorum.Ağustos ödemeler dengesi çıktı. Dış dengeyi eylül (üçüncü çeyrek) sonuçları ile değerlendireceğim. Bir ayrıntı: Ekim 2008 sonrasında fazla veren altın ticareti temmuzda eksiye geçmişti. Ağustos da eksi çıktı.Nüfus artışı Türkiye’nin hassas konusudur. Başbakan Erdoğan’ın “üç çocuk yapın” talebi ile tekrar canlandı. TÜİK dün 2001-2008 doğum istatistiklerini yayınladı. İlgilenenler bakmalı. Bir veri: Doğumlar 2001’de 1.32 milyondan 2008’de 1.26 milyona gerilemiş.Krugman’a sorulduYaz başında Paul Krugman London School of Economics’te üç konuşmadan oluşan bir konferans verdi. Konu elbette küresel krizdi. Modern teknoloji sayesinde, ben de internetten izledim.Son seansta bir izleyici Krugman’dan gelecek için yazabileceği en kötü senaryoyu anlatmasını istedi. Yanılmıyorsam “felaket” anlamına gelen bir sözcük de kullandı. Krugman da lafı fazla ağzında dolaştırmadan cevapladı. Bu krizi geçmiştekilerden ayıran temel özelliğe dikkat çekti.Daha önce bu sütunda birkaç kez yazdım. Küresel konjonktürün en zayıf halkası ABD bütçe açıklarının diğer ülkeler tarafından finanse edilmesidir. Çünkü ABD’de genişleyici politikalar, başta Çin, dış fazla veren ülkelerin ABD tahvilleri almayı sürdürmesini gerektiriyor.Ya vazgeçerlerse? Acaba doların düşüşü bu yönde bir işaret mi? Altın o nedenle mi yükseliyor? Petrol ve diğer ham madde fiyatlarına da yansır mı? Sonun başlangıcına geldik mi? Bu sorular her geçen gün biraz daha sık soruluyor.Anahtar tahvil faizleriABD tahvillerine talebin düşmesi iki mekanizmayı devreye sokar. Bir yandan dolar dalgalı kur paraları karşısında değer kaybeder. Aynı anda tahvil faizleri yükselir. İlki dış talebi artırır ama yavaştır. İkincisi iç talebi düşürür ve hızlıdır. Toplam talep geriler.Kırk satır mı, kırk katır mı? Sıkı maliye ve para politikalarına geçiş döviz ve tahvil piyasalarını rahatlatır ama resesyonu derinleştirir. Gevşek politika ise enflasyon paniğine dönüşerek yeni bir krizi tetikleyebilir. Her ikisi de dünya ekonomisini çok hırpalar.Bu sürecin neresindeyiz? Anahtar tahvil piyasasıdır. Şimdilik orada bir hareket görülmüyor. Dün itibariyle 30 yıl vadeli ABD Hazine tahvilinin faizi yüzde 4,2, 10 yıl vadelinin yüzde 3,4 idi.Dikkat: Ekonomik temellerdeki bir zafiyetin dün ya da bugün sorun çıkarmaması yarın da çıkartmayacağı anlamına gelmez. Krugman’ın “felaket senaryosu” küresel ekonominin önündeki riskler açısından ciddi bir uyarıdır.
Hazine’nin Eylül nakit gerçekleşmesi açıklandı. Faiz dışı dengede 9.1 milyar TL, nakit dengesinde 12.9 milyar TL açık oluşmuş. İkisi de 2009’un en kötü değerleri. Nakit gelirlerdeki büyük düşüşten kaynaklanıyor. Bayram tatili etkisi olabilir.Böylece Ocak-Eylül döneminde Hazine’nin faiz dışı açığı 3 milyar TL’ye, nakit açığı ise 43 milyar TL’ye yükseldi. Hükümetin 2009 tahminlerine uyuyor. En azından bir sürpriz gözükmüyor.Perşembe günü Para Politikası Kurulu toplanıyor. Eylül enflasyonu düşük geldi. Diğer veriler de talep ve üretimde bir canlanma işareti taşımıyor. Faiz indirimi konusunda tereddütü olan yok. Oran için papatya falı açılıyor: Çeyrek puan, yarım puan, çeyrek puan...İmalat Sanayi Eğilim Anketi Eylül sonuçları dün TÜİK tarafından açıklandı. Buna göre kapasite kullanım oranı yüzde 70.1 çıktı. Eylül 2008’in yüzde 9.7 altında, ama Ağustos’un yüzde 0.4 üstünde gerçekleşti. Sanayide canlanma umudu vermiyor.Bayram etkisiTefsirine geçmeden bir uyarı yapmak istiyorum. Veriler açısından yılın tatsız bir dönemine girdik. Bu yıl sorun özellikle daha ağır; çıplak sayılara bakarak yapılacak değerlendirmelerde hata payı arttı.Sorun bayram tatilleridir. Bilindiği gibi, Şeker ve Kurban Bayramları üç yılda bir ay atlar. Üstelik yıldan yıla bayramda çalışılmayan iş günü sayısı da değişir. Bu durum ekonomik verileri etkiler.Geçen yıl Şeker Bayramı’nın iki günü Ekim’e sakmıştı, bu yıl tümü Eylül’de. Geçen yıl aralıkta kutlanan Kurban Bayramı bu yıl Kasım’da. Ayrıca geçen yıl her ikisi de hafta ortasına denk gelmiş, köprü tatillere olanak tanımıştı. Bu yıl hafta sonuna rasladı.Ne demek? Bu olay Eylül, Ekim, Kasım ve Aralık verilerine yansıyacak. Gerek bir önceki yılla, gerek bir önceki ayla karşılaştırma yaparken bayram etkisini hesaba katmak gerekecek. Velhasıl işimiz zorlaşacak.İthalat hacminde artışHammadde ve enerji fiyatları dalgalanınca özellikle ithalatı fiyat etkilerinden arındırmak gerekti. Dış ticaret miktar endekslerini daha yakından izlemeye başladık. Yararlı bilgiler taşıdığını gördük.Eylül 2008 sonrasında Türkiye’nin ithalat miktar endeksi kelimenin tam anlamı ile çöktü. İthalat hacmi üç ay içinde yüzde 25 geriledi. Mayıs 2009’a kadar o düzeyde kaldı. Ama Haziran’da kıpırdadı. Temmuz ve Ağustosta artış sürdü.İşte size bir bilmece! İhracatta ve sanayi üretiminde kayda değer bir toparlanma görülmüyor. İç talep yetersizliği enflasyonu hızla düşürüyor. Ama aynı anda ithalat miktarı gözle görülür şekilde artışa geçiyor. Bence hayra alamet değildir.
Ağustos sanayi üretimi verileri açıklandı. Toplam sanayi üretimi endeksi geçen yılın yüzde 6.3, Temmuz’un yüzde 5.7 altında çıktı. Piyasa biraz daha olumlu gelmesini bekliyordu. Ama borsa etkilenmedi. Cuma günü borsa endeksi 50 bini aştı.Toplam sanayi üretiminde 2008’da başlayan küçülme ilkbaharda durdu. Yani üretim bir tabana oturdu. Ufak artış işaretleri geliyor ama toparlanma bir türlü güçlenmiyor. Umutlar sürekli bir sonraki aya taşınıyor. Sorunun kökeninde imalat sanayinin yattığını gözlüyoruz. Mevsimlik etkiden temizleyince, imalat sanayinde gerilemenin yavaş da olsa devam ettiği ortaya çıkıyor. Dolayısı ile toplam üretimle imalat sanayi arasındaki makas iyice açılıyor. Olumsuz bir gelişmedir. Türkiye ekonomisinin resesyondan yavaş çıkacağını uzun süredir söylüyoruz. İmalat sanayi verileri toparlanmanın beklenenden de güçsüz olması olasılığını arttırıyor. Dış ticaret bağlantısını bir başka yazıda ele alacağım.Enflasyon bilmeceleriSalı günü üçüncü çeyrek itibarıyla enflasyona baktık. Kira artışlarının üzerinde durduk. 2007 ortasına kadar yıllık bazda TÜFE’nin iki katı civarında seyrediyordu. Sonra hızla düşmeye başladı. Eylül’de TÜFE ile fark 1 puana indi.İki bilmece ilgimi çekiyor. Bir: piyasa gözlemcileri ve Merkez Bankası enflasyonu sistematik biçimde yüksek tahmin ediyor. Tüm veriler fevkalade ağır bir resesyona işaret ediyor. İç ve dış talep çökmüş. Ama enflasyon beklentileri bir türlü inmiyor. Literatürde enflasyonun “katılığı” kavramı vardır. Bir düzeyin altına çekmenin zorluğuna işaret eder. 2003-2005 arasında çok kullanılmıştı. Bu kez “beklentilerin katılığı” görülüyor. Enflasyon ise beklentilere hiç aldırmadan düşüşüşü sürdürüyor.İkincisine buradan geçebiliriz. Madem böylesine ağır bir resesyon var, enflasyon neden daha da hızlı düşmüyor? Türkiye’den daha az küçülen AB ülkelerinde enflasyon sıfıra yaklaştı. Bizde zar zor yüzde 5’e geriledi. Gıda fiyatlarında artışGıda fiyatlarında trend değişimi ihtimaline ilk 2007 yazında değindik. Türkiye’de gıda kalemlerini tüketici bütçesindeki payı gelişmiş ülkelere kıyasla daha yüksektir. Dolayısı ile enflasyonu da daha çok etkiliyor. Aşağıdaki grafik gıda fiyatları endeksi ile uzun dönemli trendini beraberce gösteriyor. 2007’ye kadar endeks civarında olağan mevsimlik dalgalar var. Sonra fiyatlar trendin üstüne çıkıyor. Aradaki fark 20 puana tırmanıyor. TÜFE sepetinde gıdanın ağırlığı yüzde 25 civarındadır. Yani gıda fiyatlarının trendden sapması enflasyonu 5 puan yukarı çekmiş. Tersini düşünelim. Trende geri dönüş enflasyonda 5 puanlık ek bir düşüş anlamına gelir. Ya olursa?
IMF-DB toplantıları dün bitti. Yazıya oturmadan internette biraz dolaştım. Bizim haber sitelerine göre “İstanbul toplantısı” tarihe geçmişti. Benzer ifadeler mutlaka bugün gazete manşetlerine taşınmıştır.Sonra dünya medyasına baktım. CNN, Financial Times ve Wall Street Journal’da IMF karşıtı göstericilerle polisin çatışması dışında İstanbul’a ve toplantıya referans yoktu. Nasreddin Hoca’nın hikâyesi gibi, galiba içeriden başka dışarıdan başka görülüyor.Zoellick ve Stauss-Kahn’ın konuşmalarında “sol” temaların bolluğu da ilgimi çekti. Doğrusu ya, bir gün solun bu kurumlar tarafından temsil edileceğini öngörmemiştim. Dünya ekonomisinde bir şeylerin değişmeye başladığına işaret olabilir mi? Sanmam.Teşbihte hata olmaz. Tek parti döneminin Ankara Valisi Tandoğan’a atfen anlatılan hikâye ünlüdür. Komünizmle suçlanan sanıklar valinin karşısına getirilir. Vali çok kızar. “Memlekete komünizm lazımsa onu da biz yaparız, size ne oluyor!” der.Niyetleri okuyoruzBir hususu baştan belirtelim. Bu tür forumlarda ifade edilen niyetler önemlidir. Büyük oyuncuların küresel ekonomik sorunları nasıl gördüğüne ve nasıl çözümler aradığına dair yararlı ipuçları taşır.Temel politika eksenlerini kısaca görelim. Birincisi krizden çıkışta makro politika desteğinin sürdürülmesi gereğidir. Her fırsatta vurgulandı. Özel kesim talebi canlanmadan, yani sürdürülebilir büyümeye geçilmeden sakın gevşek politikaları terk etmeyin dendi.Ortalığa saçılan para ve bütçe açıkları mali krizin bir ekonomik buhrana dönüşmesini engelledi. Ancak küresel talep yetersizliğini yaratan dengesizliklerin giderilmesi yolunda adım atılamadı. Dolayısı ile orta vadeli tedirginlik sürüyor.İkincisi, mali kesimin denetiminin hem sıkılaştırılması hem küresel düzeye taşınması gereğidir. Literatürde “koordinasyon sorunu” denir. Denetimi tek başına artıran ülke rekabet gücünü kaybeder. Ama yapılmazsa benzer bir kriz tekrarlanacaktır.Üçüncüsü dünya rezerv para sisteminin küreselleşme gerçeği ile uyumlu hale getirilmesidir. En zor ve hassas konu budur. Nihai kararların G-20’de alınacağı, IMF’in kurumsal düzeyde yürütmeden sorumlu olacağı anlaşılıyor.“İşler eskisi gibi...”Ya sonuçlar? Biraz antenlerimi uzattım. Bu kurumlarda çalışmış, geçmiş toplantılara katılmış, mekanizmanın nasıl çalıştığını birinci elden bilen meslektaşlara başvurdum. İzlenimlerini aldım.Dedikoduları kendime saklıyorum. Tepkiler karamsardı. Çok az somut gelişme sağlandığı görüşü yaygındı. Eski tüfeklerden biri “sen o cafcaflı laflara bakma, işler eskisi gibi gidiyor” (“business as usual”) dedi. Benim analizimle örtüşüyor.Nitekim İstanbul toplantısının küresel döviz piyasalarını etkilemediği hemen görüldü. Birkaç rivayet altın ve petrol fiyatlarını kıpırdatmaya ve enflasyon korkularının depreşmesine yetti. Dolar tekrar ateş hattına giriverdi. Bu işler böyle...
Sanırım bu kez ünlü klişeyi kullanabiliriz. Küresel ekonominin nabzı birkaç gündür gerçekten İstanbul’da atıyor. Son derece önemli konular tartışılıyor. Sanırım ayrıntılarını medyadan izliyorsunuz.Futbol maçlarında oyunculara not verilir. Bence bu toplantıda en yüksek notu IMF Başkanı Strauss-Kahn hak ediyor. Pabuç olayını çok iyi idare etti. BBC World’de yayınlanan açılış panelinde en ilginç müdahaleleri yaptı. Bu başarıyı renkli kişiliği ve geçmişi ile açıklayabilir miyiz? Bana eksik geliyor. Kriz sonrasında iktisat politikalarında küresel eşgüdüm aciliyet kazandı. IMF ise bu görevin adeta doğal adayı oldu. Strauss-Kahn kurumunun yeni gücünü akıllıca kullanıyor.Eylül enflasyonuEylül enflasyonu Cuma günü TÜİK tarafından açıklandı. TÜFE’de yüzde 0.6 artış bekliyordum. Piyasa yüzde 0.7 öngörüyordu. Yüzde 0.4 geldi. Böylece bir rekor daha kırıldı.1980 sonrasının en düşük Eylül enflasyonudur.Daha ilginci, yılın ilk dokuz ayında tüketici fiyatlarının sadece yüzde 2.2 artmasıdır. Bizi neredeyse 50 yıl öncesine götürüyor. Geçen yıl yüzde 6.8’di. Yani ilk üç çeyrekte enflasyonun üçte ikisi erimiş.TÜFE geçen yıl Eylül’de sadece binde 6 daha hızlı artmıştı. Dolayısı ile yıllık bazda enflasyon düşüşü sınırlı kaldı. Gene yüzde 5.3 çıktı. Ama geçen yılın yüzde 11.1’ine kıyasla yarıdan fazla gerilemiş oldu.Bir süredir kira kalemini pertavsız altına aldık. Talep koşullarının enflasyona etkisini saptamayı kolaylaştırıyor. Örneğin iç talebin canlı olduğu 2004-06 döneminde kira artışı enflasyonun iki katı ve üstü düzeyinde seyrediyordu. 2007 ortasından itibaren inişe geçti.2004’ten bugüne Eylül ayları için yıllık bazda TÜFE ve kira artışı aşağıdaki grafikte izleniyor. Bu yıl kira artışı yüzde 6.5’e indi. TÜFE ile arasındaki 1.2 fark kaldı. Son aylarda aşağı yönlü eğilimin güçlendiğini izliyoruz.Tahminler karamsar kaldıMerkez Bankası’nın hızlı faiz indirimlerine rağmen, 2009 enflasyonu beklenenin epey altında seyrediyor. Örneğin beklenti anketinde geçen yıl öngörülen Eylül enflasyonu yüzde 8.5’ti. Fiili enflasyon 3.2 puan daha düşük çıktı.Merkez Bankası’nın kendi tahminine bakalım. Ekim 2008’de yayınlanan Enflasyon Raporunda eylül için yüzde 5.4-8.2 aralığı (orta nokta 6.8) öngörülmüştü. Fiili enflasyon alt sınırın altında gerçekleşti.Son olarak geçen yıl Ekim’de TÜFE’nin yüzde 2.6 yükseldiğini hatırlatalım. Bu ay elektrik zammı ve ÖTV indiriminin kalkması aylık enflasyonu yukarı çekse bile yıllık enflasyon yüzde 5’in altını görebilir. Enflasyonda yeni rekorlara hazır olalım.
Perşembe sabahı Dünya Gazetesi ve Garanti Bankası tarafından düzenlenen Anadolu Sohbetleri’nin 61.incisinde konuşmak üzere Trabzon’a gittim. O nedenle Salı günleri dört saat ders verdiğim anfide IMF Başkanının konuşmasına gidemedim.Neyse, televizyon canlı verdi. Böylece ayakkabı atılması ve sonrasında olanları izleyebildim. Doğrusu salonda olmadığım için canım sıkıldı. Bazı şeyleri birinci elden izlemenin kendine göre keyfi vardır. Bence olay IMF’in işine yaradı. Strauss-Kahn’a sosyalist kökenlerini hatırlatması için daha iyi bir fırsat sunulamazdı. Magazin boyutunun toplantıya ilgiyi özellikle Türkiye’de arttırdığına eminim. “Çakma” Nike gürültüsü arasında iki önemli veri yayınlandı: Ağustos dış ticareti ve Eylül enflasyonu. İkisinin de yeni bilgi taşıdığını düşünüyorum. Örneğin yeni TÜFE serisinin en düşük Eylül enflasyonu bu yıl gerçekleşti. Ayrıntılarına mutlaka gireceğim.IMF’de değişimKüresel Ekonomik Görünüm raporu IMF tarafından yıllardır Nisan ve Ekim aylarında yayınlanıyor. Eskiden şöyle bir göz atılırdı ama fazla ciddiye alınmazdı. Krizle birlikte IMF’in konjonktür tahminleri merakla beklenilir oldu. Bir hususu hemen belirtelim. Küresel krizin bu boyuta ulaşacağını öngöremeyenler arasında IMF de var. Önceleri küresel dengesizliklerden gelen işaretleri doğru okuyamadı. İntizamlı bir düzeltme tahmin etti. İyimser kaldı. Ama çabuk uyum sağladı. Başkan Strauss-Kahn’ın sosyal demokrat ve Keynesci kökleri bence olumlu katkı yaptı. Bu kriz sonrasında kökten piyasacı (eski tabirle monetarist) yaklaşımlarda israr etmenin bir anlamı yoktu.Nesnel koşullar da değişmişti. En önemlisi dünya ödemeler sistemindeki zafiyetlerin belirginleşmesidir. Bir arayış başladı. Nihai şekli ne olursa olsun, reform sürecinde IMF’e önemli bir rol düşeceği anlaşıldı. Bu arada raporların içeriği de zenginleşti. Son rapor 220 sayfa. Fevkalade önemli iktisat politikası tartışmalarını kapsıyor. Adeta bir ders kitabı gibi dikkatle okunması gerekiyor. Ben daha tümünü bitiremedim.Toparlanmayı sürdürmekIMF reel ekonomide küçülmenin durduğunu ve toparlanmanın başladığını düşünüyor. Nisan’da yayınlanan rapor çok kötümserdi. Bu kez önümüzdeki iki yıl için dünya ekonomisi tahminlerini az da olsa yukarıya çekmiş.Raporun ana teması aynı zamanda altbaşlığı: toparlanmayı sürdürmek. Üç içiçe risk yada açmaz öne çıkıyor. Bir: krizin denetlenmesini sağlayan gevşek para ve maliye politikalarının yan etkileri. Akla enflasyon, kamu borçları ve doların sorunları geliyor. İki: sürdürülebilir büyümeye geçilmeden hükümetlerin para ve maliye politikalarını sıkmaları. Zamanlama hatası yapmamak gerekiyor. Üç: toparlanma ile birlikte mali kesim düzenlemelerinin savsaması. Bir sonraki krize davetiye çıkartmaktır. Özetle, son raporda IMF dünya ekonomisinin yakın geleceği için biraz daha iyimser ama hâlâ tedirgin diyebiliriz.