Küresel dengesizlikte son durum

26 Nisan 2010

IMF’nin küresel ekonomi ve mali istikrar raporları bize ilginç yazı konuları çıkartıyor. Kriz ABD’den kaynaklanınca IMF’nin sıkı maliye ve para politikasından nasıl vazgeçtiğini Pazar günü gördük. Başka sürprizler de var dedik.Raporlar veri toplama işini de kolaylaştırıyor. Küresel verileri biraz gecikme ile de olsa Dünya Bankası yayınlıyor. Ama bunları indirip üstünde çalışmak gerekiyor. Halbuki raporlar verileri kullanılabilir halde bize ulaştırıyor.Veri konusunda çok önemli bir gelişmeyi haber vermek istiyorum. Geçen haftaya kadar Dünya Bankası’nın zengin veri tabanına sadece aboneler ulaşıyordu. Örneğin ben ancak okuldan girebiliyordum.Dünya Gelişme Göstergeleri (WDI) artık halka açıldı: (http://data.worldbank.org). Bankanın misyonu ile tutarlıdır. Dünya Bankası yönetimini bu karar için kutlarım.Dış açığın önderleri2009 yılında dış dengesizliklerin ülkeler arasında dağılımı son Küresel Mali İstikrar Raporu’nda yer alıyor. Dış açık ve fazlanın aynı küresel dengesizliğin iki farklı görüntüsü olduğunu hatırlatalım.Dış açıkla başlayalım. Cari işlemler açıkları toplamı alınıyor. Her ülkenin toplamdaki yüzde payı hesaplanıyor. Ülkenin dünya sermaye ithalatındaki yeri saptanıyor.2009’da da, doların değer kaybına ve ekonomisinin küçülmesine rağmen ABD uzak ara lider çıkıyor. Tek başına dünya dış açığının yüzde 42’sini veriyor. 2005’te bu oran yüzde 65’ti. Yani kriz nispi bir düzelmeye yol açmış.IMF’in tablosuna girmek için alt sınır yüzde 3.5 alınmış. Bu kategoride altı ülke var. Dördü Euro bölgesinden: İspanya yüzde 7,3; İtalya yüzde 7.0; Fransa yüzde 3.9; Yunanistan yüzde 3.5. Toplamı yüzde 21.7 yani ABD’nin açığının takriben yarısı ediyor.Listenin diğer iki ülkesi AB dışı gelişmiş ekonomiler: Avustralya yüzde 3.7 ve Kanada yüzde 3.6. Neticede sekiz zengin ülke dünya dış açığının yüzde 70.7’sini, geri kalan bütün dış açık veren ülkeler ise yüzde 29.3’ünü veriyor.Dış fazlanın babalarıSıra dış fazla veren ülkelere geldi. Bekleneceği gibi, tepede Çin oturuyor: yüzde 23.4. 2005’te bu oran yüzde 13.9’du. Kriz, dünya ticaretinde daralma vs. neticede Çin’in dünyada verilen dış fazlada payı artıyor. Dörtte bire yaklaşıyor.Liste beklendiği gibi devam ediyor: Almanya yüzde 13.3; Japonya yüzde 11.7; Norveç yüzde 4.8; Rusya yüzde 4.7; İsviçre yüzde 3.6; Kore ve Tayvan yüzde 3.5. İlk sekiz ülke toplamı yüzde 65 ediyor. Geri kalan yüzde 35’i diğer fazla veren ülkeler sağlıyor.İki soru ile bitirelim:Bir: Türkiye 2010’da dış açıkta üst lige terfi eder mi? Bu döviz kuru ve büyüme ile çok muhtemeldir.İki: 2010’da küresel dengesizlikler azalır mı? IMF raporunda tersine, küresel büyüme ile birlikte artacağı yazılıyor. Buna mim koyun derim.

Devamını Oku

Bozulan ezber, değişen IMF

24 Nisan 2010

IMF’in Küresel Mali İstikrar raporuna geçen yazıda işaret ettim. Konjonktür açısından daha çok bilgi taşıyan Dünya Ekonomisine Bakış’ın Nisan sayısı da çıktı. Medya daha çok büyüme tahminleri ile ilgilendi. IMF Türkiye ekonomisinin 2010’da yüzde 5.2 büyüyeceğini öngörüyor. Altı ay önceki tahmine kıyasla ciddi bir artış var. Bu da Türkiye’yi AB’nin en hızlı büyüyen ekonomisi yapmaya yetiyor.Büyüme tahminlerinin yukarı çekildiğini söylemiştim. Örneğin “büyümesiz büyüme” halinde bile milli gelir artışı yüzde 4.5 çıkıyordu. Buna alt sınır demiştim. Bu açıdan IMF’in tahminini muhafazakar buluyorum. Kendi tahminlerimi de ilk fırsatta açıklayacağım.Muhatap değişinceIMF reçetesi deyince ilk akla gelen sıkı para ve maliye politikalarıdır. Diğer koşullar ne olursa olsun, IMF’le yapılan bir anlaşma bunlarla başlardı. IMF kendisine başvurandan önce bütçe açığını küçültmesini ve para politikasını sıkmasını isterdi.İtiraz kabul etmezdi. Örneğin “benim şöyle özel koşullarım var” ya da “sıkıntılarımın nedeni geçmiş gevşek maliye politikaları değil” laflarına hiç aldırmazdı. Hele sen bütçeyi sık, faizi yükselt, ondan sonra konuşuruz derdi.Bunları hangi ülkelerden isterdi? Muhatapları sık sık krizlerle karşılaşan gelişme yolunda ekonomilerdi. Ağlamaları, yalvarmaları hiç işe yaramazdı. IMF’nin pozisyonu bir milim bile oynamazdı. . Bu kriz IMF’in klasik reçetesini perişan etti. Çünkü muhatap değişti. Mali kriz en beklenmedik yerde, ABD’de patladı. Kore’de, Brezilya’da, Tayland’da, Türkiye’de, Arjantin’de patlamadı. IMF açısından işler sarpa sardı.Gel de yakın tarihinin en ağır ekonomik krizi ile cebelleşen ABD yönetimine dönüp “derhal bütçe açığını küçült, faizleri yükselt, yoksa karışmam ha!” de bakalım. O işler öyle olmuyor. Muhatap ABD olunca eski şarkılar unutuloyor, yeni şarkılar söyleniyor. Gevşek politikalara devamIMF raporlarını dikkatle taradım. Çok açık şekilde gevşek maliye ve para politikalarının 2010 yılında da sürdürülmesine destek veriliyor. Hatta 2011 için de kapı kapatılmıyor, aralık bırakılıyor.Bekleneceği gibi, geçmiş reçeteden bu radikal sapmanın yarattığı mahçubiyet de satırlar arasında seziliyor. Yıllardır savunulanın şimdi tersinin söylenmesi “çifte standart” kokuyor. Bir şekilde tevil etmek gerekiyor.Ona da bir çözüm bulunmuş. 2010’un gevşek politikaları iki satırda geçiştiriliyor. Sonra sayfalar boyunca sorunlu ülkelerin uzun dönemde güvenilir (credible) çözümler getirmesinin önemi anlatılıyor. Eskiler “zevahiri kurtarma” derdi. Sıkı maliye ve para politikasından çark edilmesi bozulan tek ezber değil. Başkaları da var. Bugün yerim kalmadı. Bunlardan özellikle döviz kuru konusunu ayrıca ele almak istiyorum. Çok ilginç sürprizler var.

Devamını Oku

Hangi ‘çıkış stratejisi’?

21 Nisan 2010

2010’un ilk Küresel Mali İstikrar Raporu IMF tarafından yayınlandı. Özetine bakabildim. Dünya ekonomisi toparlanıyor ama kamu borcunda artış tehlikeli boyutlara ulaştı diyor. Maliye ve para politikalarının sıkılmasını öneriyor mu? Merak ediyorum.Kim önce faiz artıracak? Küresel mali oyuncuların “faiz-toto” oyunu canlanıyor. Merkez bankalarının toplantı zabıtları yakından izleniyor. Kanada mı? İsveç mi? Rivayeti bile ülke parasına değer kazandırıyor. Doğru öngören çok kârlı çıkacaktır.İngiltere’de tüketici enflasyonu martta yüzde 3,4’e tırmandı. Dört aydır yüzde 2 hedefinin üstünde seyrediyor. Petrol fiyatlarından kaynaklanıyor. İngiltere zaten “çıkış” stratejilerini tartışıyordu. Seçimden sonra bir faiz artırımı gelebilir mi?Merkez Bankası yıllık olağan Genel Kurulu salı günü toplandı. Bankanın kârı 2009’da 800 milyon TL artışla 2.7 milyar TL’ye ulaşmış. Herhalde temettüsü de aynı oranda artar. Bütçe için iyi haberdir.Çıkmak için gireceksinMerkez Bankası’nın bir hafta önce açıkladığı “çıkış stratejisine” çok kısa değindim. “Bankaları ilgilendiren teknik konulara ağırlık veriyor. Para politikasının seyri hakkında fazla bir şey söylemiyor” dedim. Ayrıntısına bilerek girmedim.Neden? Çünkü “çıkış” için önce “giriş” gerekir. Para politikası bağlamında bakalım. Kriz döneminde, orta vadede sürdürülemez olduğunu bildiğiniz olağandışı tedbirler getiriyorsunuz. Demek ki, kriz koşulları ortadan kalkınca bunları geri alacaksınız.ABD çok güzel bir örnektir. Merkez Bankası (Fed) mali krizde bütün bankaların batmasını engellemek için ortalığa para saçtı. Bu durumun geçici olduğunu, bir gün bunları geri çekmesi gerektiğini biliyordu. “Çıkış” sözcüğü bu sürece işaret ediyor.Sayılara bakalım. 2000’de Fed’in bilançosu 600 milyar dolardı. Sekiz yılda 870 milyar dolara yükseldi (Ağustos 2008). Ama sonraki iki ayda 1.9 trilyon dolara, 2008 sonunda 2.2 trilyon dolara sıçradı. Bugün (15 Nisan 2010) hâlâ 2.3 trilyon dolardır.Fed’in nereden çıkmaya çalıştığı bellidir. Bilançoyu ne zaman ve nasıl makul bir büyüklüğe (diyelim 1 trilyon dolara) çekeceğini planlamak zorundadır.Merkez Bankası bilançosuŞimdi Türkiye’ye dönelim. Merkez Bankası her ay analitik bilançosunu yayınlıyor. Muhasebe bilançosundan farklıdır. Eskiden çok önemsenir ve yakından izlenirdi. Para politikasının anahtar göstergelerinden biridir. Son yıllarda maalesef ihmal ediliyor.Enflasyondan arındırarak bakmayı tercih ediyorum. Reel büyüklükler daha gerçekçi bir resim verir. Bugünkü (Mart 2010) fiyatlarla son dört yılın Merkez Bankası bilançosu grafikte görülüyor.Ocak 2006’da 126 milyar TL. Hızla artarak haziranda 146 milyar TL’ye yükseliyor. Sonra düşüşe geçiyor. Krizin göbeğinde (Aralık 2008) 129 milyar TL’ye iniyor. Ve küçülme sürüyor. 2009 yazında kıpırdıyor ama Mart 2010’da 110 milyar TL’ye geriliyor.Nominal sayılar da çarpıcıdır. Bilanço Haziran 2006’da 109 milyar TL, yani geçen ayın sadece 1 milyar TL altındadır; 45 aylık nominal genişleme yüzde 1 bile değildir. Hangi parasal gevşeme? Hangi olağandışı tedbirler? Nereden çıkıyoruz?Manzara çok açıktır. Ekonominin ihtiyacı bilançonun küçülmesi değildir. Krize aldırmadan o zaten yapılmıştır. Tersine, nasıl büyüyeceğini tartışmaktır. Diğer parasal göstergeleri de ele alacağım.

Devamını Oku

Büyüme tahminleri değişiyor

19 Nisan 2010

ABD’nin Sermaye Piyasası Kurulu (SEC) dünyanın en büyük yatırım bankası Goldman Sachs’a sahtekârlık (fraud) davası açtı. “Tavşana kaç, tazıya tut” misali, müşterilerini aldatmakla suçluyor. Mali piyasa denetiminde yeni milat olabilir.Finansal Çözümler Ltd. tarafından hesaplanan CNBC-e tüketici güven ve tüketim eğilimi endeksleri Nisan’da yükseldi. Mal ve hizmet piyasalarından gelen bilgilerle uyumludur. Tüketici kesenin ağzını açmışa benziyor.“Pazarda hiç kimsenin beklemediği bir hareketlilik yaşanıyor. Bunun en büyük nedeni teşvik. Kur teşviği, yani euro’nun düşük kalması araçların fiyatını cazip kıldı.” Bir otomotiv sektörü tepe yöneticisi kur-ithalat ilişkisini dün Vatan’a böyle anlatıyor. Dış açığa başka kılıflar dikmeye çalışanlara duyurulur.Büyümesiz büyüme2009 milli gelir verileri üzerinde epey çalıştık. Önce yıllık bazda ayrıntılara girdik. Sonra takvim ve mevsim etkisi temizlenmiş serileri kullanarak 2001 krizi ile karşılaştırmalar yaptık. Benzerlikleri ve farklılıkları anlamaya çalıştık.2009’da küçülmenin beklenenin altında çıkması 2010’la ilgili büyüme tahminlerini de yukarı çekti. Örneğin Merkez Bankası Beklenti Anketinde Mart sonuna kadar 2010 için büyüme tahmini yüzde 3.9’du. Nisan’da yüzde 4.3’e yükseldi.Kafaları karıştıran bir yöntem değişikliğine de dikkat çekelim. Türkiye yıllık büyüme oranlarına alışıktı. Takvim ve mevsim etkisinden arındırılmış serilerin yayınlanması bir önceki çeyreğe göre büyüme kavramını da gündeme getirdi. İki farklı büyüme oluştu.Ancak yeni yöntemin bazı yararları da var. Bugün onlardan birini göstermek istiyorum. 2010 yılında çeyrekten çeyreğe büyümenin durduğunu varsayalım. Yani milli gelir 2009’un son çeyreğinde ulaştığı düzeyde sabit kalıyor.Yıllık büyüme ne olur? Kolayca hesaplanıyor. Sıkı durun: 2010’da büyüme yüzde 4.5 çıkıyor. Yani bir anlamda hiç büyüme yok. Son çeyrekte geçen yıla kıyasla büyüme sıfır çıkıyor. Ama yıllık milli gelir gene de yüzde 4.5 artıyor.Neden böyle oluyor? Bir: 2009 ilk çeyrek milli geliri çok düşüktü. İki: İkinci ve üçüncü çeyrekler de son çeyreğin altında kaldı. Yıllık veriler bu olguyu yansıtıyor. Neticede 2009 sonu düzeyinde durağan seyreden ekonomide yüksek yıllık büyüme oluşuyor. Yüzde 4.5 bir tür alt sınırdır. Daha gerçekçi senaryolara sonra bakacağım.Doğru grafikPazar günü istihdamdaki ilginç gelişmeleri bir grafikle özetlemiştim. Maalesef teknik bir hata sonucu yazının altına 23 Şubat’ta yayınlanan enflasyon ve beklentiler grafiği konmuş. Bu karışıklık için özür diliyorum. Doğru grafik aşağıdadır.Kısaca hatırlatalım. En üst çizgi işsizleri, orta çizgi tarım istihdamını, alt çizgi sanayi istihdamını ifade ediyor. İşsizlerde ve tarımda çalışanlarda net artış var. Ama sanayi istihdamı ise hâlâ kriz öncesine ulaşamadı. “Tarımlaşma” (!) demiştik...

Devamını Oku

Ocak’ta istihdam

17 Nisan 2010

Çin’in döviz rezervleri 2.5 trilyon dolara yükseldi. Yıllık artış yüzde 25 (yarım trilyon). Bir öğrencim Çin dış açık verirse kim fonlayacak diye sordu. Türkiye’nin açığını (30 milyar dolar) 80 yıl rezervleri ile kapatır dedim. Zenginin parası, züğürdün çenesi...Ama Çin yuanın değer kazanmasına hâlâ izin vermiyor. Ekonomiden hiç anlamadıklarının kanıtıdır. Bizim “yüksek faiz-düşük kur” uzmanlarını acilen Pekin’e yollasak diyorum. Çinlilere dış kaynak olmadan hızlı büyüme olmayacağını anlatırlar. Nihayet bir IMF heyeti hafta başında Yunanistan’a gidiyor. Türkiye’nin Yunanistan’a destek olması önerime hükümet yanaşmadı. Halbuki çevremden çok olumlu tepki aldım. Herhalde para vermek istemediler. Belki hükümet teknik yardıma sıcak bakar. Komşuya IMF’le müzakere yöntemlerini iyi bilen bir heyet yollayabiliriz. Bu konuda en zengin deneyim bizde. Bakarsın IMF de kendi heyetine “IMF lobisi” uzmanlarını katar. Herkes sevinir.İstihdam ve işsizlik verileriOcak istihdam ve işsizlik verileri TÜİK tarafından açıklandı. Aralık-Şubat dönemini yani 2010’un ilk çeyreğinden iki ayı da kapsıyor. Ekonomideki canlanmanın istihdama etkisi hakkında bir fikir veriyor. Sonucu baştan söyleyelim. Son aylarda belirginleşen eğilimlerde bir değişiklik görülmüyor. Tarım-dışı kesimlerde ve ücretli kategorisinde istihdam artışı var. İşsizlik oranı da biraz geriliyor. Ama en büyük istihdam artışı tarım kesiminde gerçekleşiyor.Kısaca sayıları özetleyelim. Geçen yılın aynı dönemine kıyasla 15+ yaş grubu nüfusu 800 bin, işgücü 1.2 milyon, istihdam 1.3 milyon kişi artıyor. Dolayısı ile işsizler 100 bin azalarak 3.6 milyon kişiye geriliyor. İşsizlik oranı da 1 puan düşerek yüzde 14.5’a indiyor.Biraz ayrıntıya girelim. İstihdam geçen yıla kıyasla tarımda 600 bin, tarım dışında 700 bin yükseliyor. Ücretli istihdamı da 700 bin kişi artıyor. İstihdam artışının yarıya yakın kısmının tarımdan kaynaklandığına dikkat çekerim.“Tarımlaşma” Benim neslim için “sanayileşme” kritik bir kavramdır. Ekonomik gelişmenin anahtarıdır. Zengin ülke olmanın, işsizliği halletmenin yolu sanayileşmedir. Milli gelirde ve istihdamda tarımın payının gerilemesidir. Sanayinin payının yükselmesidir. 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarının Türkiye ekonomisine giydirdiği deli gömleğini uzun süredir eleştiriyorum. “Sanayisiz, ihracatsız, istihdamsız ama enflasyonist” büyüme modeli diyorum. Kriz yeni bir özellik ekledi: “tarımlaşma” .Evet, Türkiye bir mucize (!) gerçekleştiriyor. Sanayi istihdamı yerinde sayıyor. En yüksek istihdam artışı tarımda gerçekleşiyor. Onu hizmetler izliyor. O arada işsiz sayısı da patlıyor. “Tarımlaşma” sözcüğü tam oturuyor.Aşağıdaki grafikte mevsim etkisi temizlenmiş sayılar var. Sanayi istihdamının zirveye çıktığı Mayıs 2008’i 100 kabul eden endeksler hesapladım. Amacım tarım ve sanayi istihdamının zıt seyrini göstermekti. Ayrıca işsizleri de ekledim. En yukarıdaki çizgi işsizlerdir. Ocak’ta issiz sayısının Mayıs 2008’in yüzde 38 üstünde olduğu görülüyor. Aradaki çizgi tarım istihdamıdır. Mayıs 2008’e kıyasla yüzde 14 artmıştır. Alt çizgi sanayi istihdamıdır. Mayıs 2008’in yüzde 4 altındadır. Arif olan anlar...

Devamını Oku

Fiyatlama davranışları

14 Nisan 2010

Maliye Bakanı Şimşek Ocak-Mart bütçe gerçekleşmesini açıkladı. 2009 sonbaharından itibaren hükümet maliye politikasını sıkmaya başlamıştı. Şubat sayılarına bakarken bütçe açığının beklenenin altında çıkacağını söyledik.Geçen yıla kıyasla faiz dışı dengede 4.7 milyar TL, bütçe dengesinde 7.9 milyar TL iyileşme var. Nedenleri biliniyor. Tüketimde canlanma artı ek vergiler bütçe gelirini yükseltti. Faiz dışı harcama artışı enflasyon düzeyinde tutuldu. Faiz harcaması düştü.Salı günü toplanan Para Politikası Kurulu - PPK - bu ay da gecelik faizle oynamadı. Kasım’dan bu yana borçlanma faizi yüzde 6.5’te, fonlama faizi yüzde 9’da tutuluyor. Karar metni geçmiş ayların gözlemlerini tekrarlıyor.Dün Merkez Bankası kriz dönemi özel uygulamalarını nasıl kaldıracağını açıkladı. “Çıkış stratejisi” deniyor. Bankaları ilgilendiren teknik konulara ağırlık veriyor. Para politikasının seyri hakkında fazla bir şey söylemiyor.Fiyat nasıl belirlenir?“Fiyatlama davranışları” kavramına son dönemde sık raslamaya başladık. Örneğin son ayların PPK karar ve raporlarında mutlaka yer alıyor. Örneğin Merkez Bankası “fiyatlama davranışları değişirse faizi yükseltirim” diyerek abanın altından sopa gösteriyor.Her meslek gibi iktisadın da kendine özgü bir dili, jargonu vardır. Karmaşık teoriler bir (ya da iki) sözcüğe indirgenir. Herkesin onu anladığı varsayılır. Profesyoneller arasında diyalog kolaylaşır. Bu kavram da onlardan biridir.Yoğun rekabet koşullarında bile piyasalar ders kitaplarında anlatıldığı gibi çalışmaz. İşin içine beklentiler, psikoloji, velhasıl insanlar girer. Değişen koşullara uyum sağlamak zaman alır. İktisat politikasını tasarlarken bunları hesaba katmak gerekir.Özellikle fiyat tespitinde bunlar çok önemlidir. Yaşam kitaba uymaz. Çünkü piyasada sadece arzı talebe eşitleyen fiyat yoktur. Alıcı ya da satıcının kafasında oluşmuş fiyat da vardır. Kısa dönemde bazen ikisi çakışır. Bazen çakışmaz.Ürettiği mal ya da hizmetin fiyatını artırmak isteyen bir satıcıyı düşünelim. Çok sayıda etkeni hesaba katacaktır: Maliyetler, ciro ve kârlılığa etkisi, rakiplerin tavrı, genel piyasa beklentileri vs. Çoğu öznel değerlendirmelerdir. Aynı süreç ücret için de geçerlidir.Gene kiralarSomut bir piyasaya bakalım: Kiralık konut. Rekabetin çok yoğun olduğu açıktır. Girdi maliyeti sıfırdır. Teoriye göre arz ve talebin en saf hali ile daima çalışması gerekir. Ama öyle olmaz.Ev sahibinin hedefi kiranın satın alma gücünü korumaktır. Ama bir tahdidi vardır. Kiracı çıkarsa evine ne hızla ve hangi fiyattan kiracı bulabilir? Kiracı ise kira artışını gelir artışı oranında tutmak ister. Çıkarsa yeni evi ne zorlukta ve kaça tutacağını hesaplar.Yüzde 10 enflasyon ve kiralık konut bolluğu varsayalım. Ama ev sahipleri yüzde 10 zamda ısrar etsinler. Ne olur? Çok sayıda kiralık ev boş kalsa bile kiralar yüzde 10 artar. İşte, enflasyonun fiyatlama davranışlarını etkilemesinden kastedilen bu durumdur.Neden bu örneği verdik? Martta yıllık enflasyon yüzde 9.6 ama yıllık kira artışı yüzde 4.7 çıktı. Yani piyasa koşulları enflasyonun kiraya yansıtılmasına izin vermedi. Enflasyon analizinde kiralar bu nedenle kritik önem taşıyor.

Devamını Oku

Komşuya destek önerisi

13 Nisan 2010

İki haftadır milli gelire ve kriz karşılaştırmasına takıldık. Gündemi ihmal ettik. Veriler hızla birikti. Her gün yenileri açıklanıyor.Sıkıştım. Aslında sözüm bitmedi ama biraz ara veriyorum.Bugün Para Politikası Kurulu faiz kararı için toplanıyor. Faizin değişmesi beklenmiyor. Yarın ise Başkan Yılmaz krizden çıkışta uygulanacak politikaları hakkında bir açıklama yapacak.İkisi de önemlidir. Merkez Bankası yavaş yavaş kritik bir yol ayırımına geliyor. Önümüzdeki birkaç ay içinde ekonominin kısa ve orta dönemde performansını etkileyecek kararlar almak zorundadır. Tercihlerini çok merak ediyorum. Elimde pertavsız, bekliyorum.Ağaçtan düşen bilirNihayet euro bölgesi ortakları Yunanistan’a yardım elini uzattı. Dün medyaya yansıdı. Sadece genel çerçeve biliniyor. 30 milyar euro ortaklardan, 15 milyar euro IMF’den, toplam 45 milyar euro deniyor. Faiz yüzde 5, vade 3 yıl olacakmış.Daha önce Yunanistan’a ciddi bir desteğin zorunlu olduğunu yazdım (23/3/2010). Nedenlerini anlattım. Diğer euro ülkelerinin gereğini yapmaktan kaçamayacaklarını belirttim. Biraz gecikme ile de olsa sağduyu galip geldi.Bir felaketin getirdiklerini daha önce benzerini yaşamış insanların en iyi kavradığını anlatan çok sayıda özdeyiş vardır. Birini ara başlığa çıkarttım. 2000’lerin başında biz de çok ağır bir mali disiplin cenderesinden geçtik. Anlamını biliyoruz.Aklıma bir soru takıldı. Acaba Türkiye bir şeyler yapabilir mi? Düşündükçe, bu zor günlerinde komşuya destek olmanın hiç de fena bir fikir olmadığını gördüm. Önermeye karar verdim.Türkiye hazırlanan pakete katılabilir. Doğrudan hükümetler arası bir çözüme gidebilir. Merkez Bankası 70 milyar dolar döviz rezervinin onda birini yüksek faizli Yunan tahvillerine yatırır. Hazine zarar garantisi verir ve faiz farkını alır. Neden olmasın?Bir taşla çok kuşTürkiye bu destekten çok kârlı çıkar. Uzun bir liste oluşturdum. Hepsini yazmaya yerim yetmez. Sadece birkaçına değiniyorum.Sıkıntıya düşen bir komşusuna destek olmak Türkiye’nin “bölgenin en büyük ülkesi” söylem ve iddiası ile uyumludur. Ermenistan’dan Suriye’ye, çevre ülkelerine güvence verir. Kıbrıs’ta Rumların direncini kırmaya katkısı olur.AB ile ilişkilerde önemli avantajlar getirir. Türkiye karşıtları açısından kelimenin tam anlamı ile bir güç gösterisidir. Türkiye’nin Avrupalılığının kanıtıdır. Tam üyeliği çoktan hak ettiğine işarettir.Gelelim içeriye. Özellikle “IMF lobisini” çok üzecektir. Daha dün “IMF’siz olmaz” diyorlardı. Dış desteksiz yaşayamaz denen ülkenin komşusuna destek vermesini nasıl açıklayacaklar? İşleri zor duruyor.Ya mali piyasaların huzuru kaçarsa? Keşke! TL’nin değer kaybı sanayinin içte ve dışta rekabet gücünü artırır. Demek ki tek ciddi risk öbür uçtadır. Yani mali piyasaların kararı beğenmesidir. Ne yapalım; o zaman döviz kuru için başka çözümlere gidilir.Türkiye bu tarihi fırsatı kullanmalıdır. Benden önermesi...

Devamını Oku

Kriz ve yatırımlar

10 Nisan 2010

Milli gelir verilerini değerlendiren beşinci yazıdayım. Öncekilere okuyuculardan zıt tepkiler geldi. Bazıları geçmişe yönelik olduğu için yavan buluyor. Diğerleri yararlı bilgiler verdiğim için beni kutluyor. Herkesi mutlu etmek çok zor!Takvim ve mevsim etkisi temizlenmiş üç aylık verilere bakıyoruz. Çünkü bunlar konjonktürü daha iyi yansıtıyor. Aynı anda 2001 krizi ile karşılaştırıyoruz. Benzerlik ve farkları ortaya çıkartıyoruz. Milli geliri izleyerek resesyonun başlangıç ve bitiş tarihlerini saptadık. Özel tüketim harcamaları resesyonun kendi içinde iki ayrı döneme bölündüğünü gösterdi. Mal-hizmet ihracatı ile dünya ticaretindeki çöküşün resesyona katkısını yakaladık. Ben bu yöntemi önemsiyorum. Ekonominin buraya nasıl geldiğine doğru teşhis koymaya olanak tanıyor. Gelecek hakkında gerçekçi tahminler üretebilmenin yolu bugünü iyi anlamaktan geçer. Özel makina-teçhizat yatırımıSıra yatırımlara geldi. Milli gelir hesabında “gayrisafi sabit sermaye oluşumu” deniyor. Yıpranan sabit sermayenin yenilenmesini de kapsıyor. Kamu yatırımı üçe (makina-teçhizat, bina inşaatı, bina-dışı inşaat), özel yatırım ikiye (makina-teçhizat ve inşaat) ayrılıyor.Bu kalemler içinde uzak ara en büyüğü özel kesim makina-teçhizat yatırımlarıdır. Toplam yatırımların yazıdan fazlasını, özel yatırımların üçte ikisini oluşturur. Üretici firmaların her tür fabrika, tesis, makina, araç ve teçhizat harcamasını kapsar. Dolayısı ile günlük dilde yatırım deyince akla gelenlerdir. Yaratılan üretim kapasitesini birebir yansıtır. O açıdan konut harcamasının da dahil edildiği özel inşaat yatırımlarından daha anlamlı bir göstergedir. Yöntemi hatırlatalım. Özel kesim makina-teçhizat harcamasından takvim ve mevsim etkisi temizleniyor. Kriz öncesi zirveyi 100 alan hacim endeksi oluşturuluyor. 2009 krizinin tarihleri yatay eksende görülüyor. 2001 krizinde 2000 sonbaharı-2002 yazı arası gösteriliyor. Büyük çöküşGrafik çok çarpıcı bir gerçeği gözler önüne seriyor. Üstte kalan çizgi 2001 krizidir. Yani 2009 krizinin her çeyreğine özel makina-teçhizat yatırımları 2001’in altındadır. Üstelik zamanla aradaki fark ciddi şekilde artıyor. Resesyonun ilk iki çeyreğine odaklanalım (08-II ve III). 2001’in ilk yarısında büyük bir mali kriz yaşanıyor; özel tüketimin çöktüğünü, ihracatın yatay seyrettiğini daha önce gördük. Özel yatırım biraz azalıyor. 2008 yazında ise mali istikrarın doları 1.15 TL’ye indirdiğini hatırlatalım. Özel tüketim ve ihracatın yatay seyrettiğini biliyoruz. Ama bu olumlu koşullara rağmen özel yatırım 2001’in altına iniyor. Resesyondan çıkışın ilk çeyreğine dönelim (09-II). 2001 krizinde özel yatırım önceki zirvenin 63 puan üstüne tırmanmış. Belli ki ciddi bir yatırım patlaması yaşanıyor. Ya 2009? İkinci çeyrekte yıllandırılmış büyüme hızının yüzde 25’in üstüne çıktığını söyledik. Ama özel yatırım hala geriliyor. Kriz öncesinin 35 puan altına iniyor. 2009’u 28 puan aşağıda bitiriyor.Altını çizelim. 2009 krizinin simgesi özel yatırımların çöküşüdür. Özel tüketim ve ihracatta gerileme yada mali istikrarsızlıkla açıklanamaz. Teşhisim biliniyor. 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarının kaçınılmaz sonucu olarak görüyorum. Özel yatırımlar nasıl canlanır? İktisat politikası gündeminin öncelikli hedefi budur. Ayrıntılarına mutlaka gireceğim.

Devamını Oku