Şubat bütçesi

17 Mart 2010

Veriler Çin’in ihracatında yeni bir patlamaya işaret ediyor. Dış ticaret fazlası tekrar tırmanıyor. Geri planda Çin’in parasını düşük değerli tutması yatıyor. ABD, Yuan’ın değer kazanması için bastırıyor. Ama Çin yönetimi direniyor. Akılsız Çinliler!Kur konusu Türkiye’yi çok ilgilendiriyor. Aşırı değerli TL ithalatı coşturuyor. Ekonomik canlanma yeniden dış açık sorunu yaratıyor. Milliyet’te Güngör Uras tartışmayı açtı. TL’nin değer kaybını savundu. Bu topa ben mutlaka girerim.Aralık istihdam ve işsizlik verileri açıklandı. Ekonomik toparlanma bir gecikme ile tarım-dışı ve ücretli istihdamına olumlu yansıyor. Ama nüfus artışına yetmiyor. Yani tarım istihdamı yüksek düzeyini koruyor. İşsizlik sorunu büyüyor.Para Politikası Kurulu (PPK) bugün toplanıyor. Piyasa gecelik faizin sabit kalacağına kesin gözle bakıyor. Gene de Merkez Bankası çeyrek puan sürpriz indirim yapsa ne güzel olurdu demekten kendimi alamıyorum. “Umut fakirin ekmeği, ye Mehmet ye” diyorum.IMF’siz bütçeŞubat bütçe gerçekleşmesi Maliye Bakanlığı tarafından açıklandı. Hazine’nin daha önce yayınladığı nakit dengesinden iyi çıktı. Şubatta tahakkuk eden bütçe gelirinin tahsil edilenden daha yüksek olmasını yansıtıyor. Durum martta netleşir.Hükümetin IMF vesayetinden çıkması maliye politikasına özel bir önem kazandırdı. “IMF lobisi” papağan gibi yıllardır aynı temayı işledi. “IMF denetimi kalkarsa bütçe disiplini de gider” dendi.Ekonominin hoş tarafı sayılardır. Öyle olur, böyle olur dersiniz, insanlar dinler. Ama sonra sayılar açıklanır. Boyunuzun ölçüsü alırsınız. Bütçe disiplininin IMF’siz de sürdürüldüğü ortaya çıkar. Ne diyelim; vesayetçilik giderek zorlaşıyor.Söylediklerimden sonucu tahmin ettiğinizi sanıyorum. İlk iki aylık bütçe sonuçlarında geçen yıla kıyasla ciddi bir düzelme gözleniyor. Yani daha sıkı maliye politikası uygulandığı anlaşılıyor.Bütçede sert düzeltmeFiili ve sabit fiyatla (Şubat 2010) bütçe büyüklükleri, nominal ve reel yüzde değişim tabloda yer alıyor. Vergi geliri reel yüzde 10,8 artıyor. Çünkü ekonomi büyüdü ve vergiler yükseldi. Vergi dışı gelir yüzde 15,7 geriliyor. Bütçe geliri yüzde 5,8 yükseliyor.Faiz-dışı harcamanın reel artışı yüzde 1,4 ile ilk çeyrek GSYH büyüme hızının altındadır. Devletin küçülmesi sağlıklı bütçe disiplini yöntemidir. Faiz harcamaları reel yüzde 28,3 düşüyor. Faiz indiriminin Hazine’ye katkısıdır. Giderek belirginleşecektir.Gelir faiz-dışı harcamadan hızlı büyüyünce faiz-dışı fazla reel yüzde 47,2 artıyor. Kriz döneminde faiz-dışı fazla zaten sıkı maliye politikası demektir. 2010’da daha da sıkılıyor. Böylece sabit fiyatla bütçe açığı yarı yarıya (yüzde 52,3) küçülüyor.Manzara budur. Bu düzeyde bütçe disiplini yıl sonunda açığın milli gelire oranını yüzde 4’ün altına indirir. Maliye politikasında sert bir düzeltmedir. Mevcut gecelik faizlerin bu bütçe için yüksek kaldığına işarettir. Merkez Bankası mesajı alır mı? Benden söylemesi...

Devamını Oku

Kiradan al haberi

13 Mart 2010

IMF’siz yola devam kararı Türkiye’ye yaramışa beziyor. Hazine’nin dolar cinsinden 11 yıl vadeli tahvilleri Cuma günü özellikle yabancılar tarafından kapışıldı. Talep arzın beş katı gelince faiz yüzde 5.65’e düştü. Yakın tarihin en düşük faizidir. The Economist’in arka sayfalarında ekonomik göstergeler vardır. Son sayıda Türkiye’nin 10 yıl vadeli dolar cinsinden devlet tahvilleri için faiz yüzde 4.83 gösteriliyor. Örneğin Brezilya için yüzde 6.16 ve Yunanistan için (euro ile) için yüzde 6.04 diyor.Çok ilginç buluyorum. İçeride “IMF lobisi” karalar bağlamış ağlaşıyor. Felaket senaryoları yazıyor. Ama yabancılar hiç aldırmıyor. IMF çapasını kopartmış Türkiye’nin 10 yıllık tahvillerini satın almak için kuyruğa giriyor.Merkez Bankası Ocak ödemeler dengesini yayınladı. Cari işlemler açığı 3 milyar dolar çıktı. Çok yüksek; kötü haberdir. Finansman cephesinde 2 milyar dolar net hata noksan kaleminden, 1 milyar dolar ise yabancıların TL tahvili alımlarından geliyor. Enflasyona bakıyoruzHükümet IMF’le ilişkisini kopardı. Dış açık tekrar büyüyor. Enflasyon çift haneyi gördü. Enflasyon beklentileri bozuluyor. Ama yabancıların TL ve dolar cinsinden devlet tahvillerine ilgisi sürüyor. Nasıl açıklayacağız?Bu tür soruların basit ve net cevabı yoktur. Ekonomik birimler karar alırken çok sayıda etkene bakar. Her birine farklı ağırlık ve önem verir. Dolayısı ile bunları önce tek tek analiz etmek, sonra birleştirmek gerekir.Bugün enflasyon olayının ayrıntılarına inmek istiyorum. Çıplak gözle görünenle derinde yatan eğilimlerin ayrıştığı bir süredir biliniyor. Merkez Bankası da bu olguyu raporlarında vurguluyor. Son dönemde iki kez yazdım. Türkiye’de hayat pahalılığı kesinlikle artıyor. Buna karşılık gelen veriler talep kökenli bir enflasyonist baskı işareti taşımıyor. Tam tersine, pek çok sektörde neredeyse deflasyonist eğilimlerin belirdiği görülüyor. Enflasyon ve talep ilişkisi için kira artışlarına bakmayı tercih ettiğim biliniyor. Teorik ve pratik nedenlerine girmiyorum. Toplam arz-talep dengesinin en sağlıklı göstergelerinden biridir. İstanbul’da kiralarGeçmişte enflasyon ve kiralar için Türkiye geneline ait sayıları kullandık. Bu kez bir değişiklik yaptım. Internetten İstanbul’un verilerini indirdim. Sadece Türkiye’nin değil, bölgenin en büyük metropolüne baktım. Durumu kısaca özetleyelim: 2006 başından 2007 yazına kadar yıllık kira artışı İstanbul’da yüzde 20 düzeyinde yatay seyrediyor. Aynı dönemde TÜFE yüzde 10 etrafında dalgalanıyor. Yani kira artışı genel enflasyonu iki katıdır.Temmuz 2007’de yıllık kira artışında bugüne kadar devam eden düşüş başlıyor. Mayıs 2009’da tek haneyi görüyor. Şubat 2010’da ise yüzde 5.1’e iniyor. Yani kiralardaki artış iki buçuk yıl içinde enflasyonun iki katından yarısına geriliyor.Lafı uzatmayalım. Kritik enflasyon göstergesi kiralardır. Ev sahibi neden enflasyonun altında kira artışını kabul ediyor? Kiracı bulamamaktan korkuyor. Böyle devam ettiği sürece enflasyon bir yerlere gitmez, gidemez. Sadece ev sahibi üzülür, kiracı sevinir.

Devamını Oku

Elveda IMF!

10 Mart 2010

Küresel ekonomik gündem iyice yoğunlaştı. İlgimi çeken birkaç haberin altını çizeceğim. Bence en önemlisi “kriz kâhini” Roubini’nin yeni tahminidir. Bir ay içinde Çin hükümeti Yuan’ın değer kazanmasına izin verecek dedi. Bir kenara yazın.Euro bölgesi ile küresel mali piyasalar arasındaki savaş kızışıyor. İki gün önce Wall Street’in büyüklerinin üye ülkeler tahvil ihalelerinden dışlandığı açıklandı. Ne demişler; bir atlarsın çekirge, iki atlarsın çekirge...Dün ise mali piyasalar euro üstüne spekülatif oyunlara girmekle suçlandı. Kamu kâğıtlarında ödeme riskine karşı sigorta sağlayan türev ürünlerin (credit-default swap CDS) yasaklanması talep edildi. Başarılı olacaklarını sanmıyorum.Ben demiştimEsas bomba haberi dün sabah radyoda duydum. Yılan hikâyesine dönen IMF anlaşması rivayetlerine nihayet son nokta kondu. Türkiye ile IMF arasında görünür gelecekte bir standby anlaşması imzalanmayacağını iki taraf birden açıkladı.Yılan hikâyesi diyorum çünkü 19’uncu anlaşmanın bittiği 11 Nisan 2008 tarihinden bu yana tartışılıyor. Aslında daha gerilere, 2007 sonbaharına kadar gidiyor. Yeni anlaşma isteyenler eskisi bitmeden tam saha pres uygulamasına geçmişlerdi.Türkiye’nin yoluna IMF’siz devam kararı anlaşmanın zorunluluğunu savunan kesimler için hezimettir. İki buçuk yıl bıkmadan usanmadan baskı yaptılar. Temcit pilavı misali, aynı argümanları evirip çevirip yeniden dolaşıma soktular. Sonuç: Hüsran... Bu konuda ilk yazım 4 Mayıs 2008 tarihini taşıyor: “IMF’e Gerek Yoktur”. Sonrasında aynı içerikte beş yazım daha çıktı. Onun dışında çok yazımda küçük dokundurmalar yaptım. “IMF lobisi” deyimini yerleştirdim.İki farklı temayı ayırt etmek gerekiyor. İlki bir tavırdı: IMF’le anlaşmanın yanlış ve yararsız olduğunu savundum. İkincisi bir tahmindi: Ben istesem bile Erdoğan hükümetinin IMF’le bir anlaşma imzalamayacağını söyledim. Bu kez talih bana güldü.Gündem rahatladıTekrarlayalım. Hükümeti IMF’le anlaşmaya zorlama çabaları abesle iştigaldi. Bir bardak suda kopartılan yapay fırtına ekonominin gerçeklerinden tümü ile kopuktu. Üstelik gündemi meşgul ederek esas sorunların tartışmasını engelliyordu.Dün mali piyasaların tepkisi söylediklerimin kanıtıdır. Bir an için düşünün. Küresel piyasalar zaten tedirgin, üstüne IMF’siz devam haberi geliyor. Lobinin söylediklerine inanan bir vatandaş ne bekler? Kur tırmanır, borsa çöker vs.Ne oldu? Son baktığımda dolar ve euro’daki artış bir kuruşa bile ulaşmamıştı. Sıradan günlerde daha çok hareket oluyor. Aynı şeyi borsa için de söyleyebiliriz. IMF anlaşmasına biçilen değeri böylece öğrendik: Sıfır.Tarihi bir karardır. Türkiye ekonomisinde bir dönemin bittiğinin resmen tescilidir. Geçmişte verdiği destek için IMF’e teşekkür ederiz. Büyüklük bizde kalsın, yaptığı hataları da affedelim. Ama tekrar eline düşmemeye çalışalım. Hayırlı olsun.

Devamını Oku

Ocak sanayi üretimi

8 Mart 2010

Yunanistan için kritik bir hafta başladı. Başbakan Papandreou AB’nin ağır topları nezdinde destek turuna çıktı. Sarkozy vaatkâr konuşuyor ama Almanya’nın etkilendiğine dair bir işaret görülmüyor. Kısa dönemde çözüm bulunacağını sanmıyorum.Bu bilek güreşine IMF de çekildi. Yunanistan aba altında sopa gösteriyor. “Destek vermezseniz IMF’e giderim ha!” diyor. Çünkü bir euro ülkesinin IMF’e muhtaç kalması diğer üyelerin hoşuna gitmiyor. Kırk katır mı, kırk satır mı? Hayat zor...Bizde piyasalar haftaya iyimser başladı. Son baktığımda borsa yukarı döviz kuru aşağı gidiyordu. Siyasi gerginlik, yüksek şubat enflasyonu vs. mali istikrar bozulmuyor. Ah şu piyasalar; “IMF lobisini” neden böyle üzüyorlar?TÜİK’ten bir yenilikOcak sanayi üretimi dün TÜİK tarafından açıklandı. Daha önce yayınlanan kapasite kullanımı, ihracat ve enflasyon verilerinden 2010’un nasıl başladığı hakkında bir fikrimiz oluşmuştu. Sanayi üretimini merakla bekliyorduk.TÜİK çok önemli bir yeniliği daha gerçekleştirdi. Takvim ve mevsim etkilerinden arındırma işlemine madencilik, imalat sanayii ve elektrik-gaz-su sektörlerini kattı. Böylece ana sektörler bazında bir önceki ayla karşılaştırmak kolayaştı.Düne kadar bu hesapları kendim yapıyordum. Bir işten kurtuldum. Daha önemlisi, TÜİK’in imkânları benden fazla, yani hesaplarına daha çok güveniyorum. Basın özetine eklenen hesapları açıklayıcı notu meraklılara tavsiye ederim.Artıyor ama...Ocak’ta geçen yılın aynı ayına kıyasla toplam sanayi üretiminde yüzde 12.1; imalat sanayinde yüzde 14.4 artış var. İlk bakışta sanayinin yılın ilk ayını parlak geçirdiği kanısı oluşuyor. Ama kazın ayağı öyle değil.Çünkü, endeksler geçen yıl aynı sıra ile yüzde 21.4 ve yüzde 24.4 gerilemişti. Demek ki bu yılın artışı geçen yılın düşüşünü telafi etmeye yetmiyor. Sanayinin çarkları Ocak 2008’in 10 küsur puan altında dönebiliyor.Takvim ve mevsim etkisinden arındırılmış verilere gelelim. Ocak ayını aralıkla karşılaştırıyoruz. Üretim artışları toplam sanayide yüzde 0.3’de, imalat sanayinde yüzde 0.7’de kalıyor. Yani ocakta sanayi üretimi aslında yatay seyrediyor.Anlamı üstüne birkaç gözlem yapalım. Büyüme için kötü haberdir. Ekonomi 2010’a güçlü bir büyüme ivmesi ile girmedi. İç ve dış talepte canlanmanın sınırlı kaldığı diğer göstergelerden izleniyordu. Sanayi üretimi bu tespiti doğruluyor.Enflasyon için iyi haberdir. Şubatta yıllık TÜFE artışının iki haneye tırmanması tedirginlik yaratmıştı. Kalıcı bir yükselişe dönüşmesinden korkuluyordu. Ocak sanayi üretimi enflasyon üzerinde talep baskısı olmadığını gösteriyor.İstihdam ve işsizlik için kötü haberdir. Kriz sanayi istihdamını ciddi şekilde düşürdü. Son aylarda toparlanma sınırlı kaldı. Sanayi istihdamının kriz öncesi düzeyi 2010’da yakalaması bana hayal geliyor.

Devamını Oku

Joe’nun barı nasıl battı?

6 Mart 2010

İnternette ABD kökenli bir hikaye dolaşıyor. Bence mali krizi çok hoş anlatıyor. Okuması kolay; Pazar günü için değişik bir yazı olur dedim. Tercüme ederken özgür takılıp yerel renkler eklemeye çalıştım. Bakalım beğenecek misiniz? ABD’nin otomotiv başkenti Detroit kentinde bar sahibi Joe’nun işleri iyi gitmiyor. Çünkü otomobil sanayi ile birlikte Detroit’in ekonomisi de çöküyor. Müşterileri işsizler ve alkolikler; paraları yok. Joe’nun aklına dahiyane bir pazarlama stratejisi geliyor. “Bugün iç yarın öde” kampanyası başlatıyor. Yani müşterilerine kredi açıyor. Sonra içilen içkiyi ve tutarını bir veresiye defterine kaydediyor. Bekleneceği gibi, içki satışları patlıyor. Kentin her köşesinden işsizler ve alkolikler Joe’nun barının müdavimi oluyor.Joe uyanık bir bar sahibi. Bu durumda fiyatlara zam yapıyor. Ama peşin para ödemeyen müşteriden hiç tepki gelmiyor. Fakat cirosu ve kârlılığı daha da artıyor. O da tekrar zamlıyor. Kentin en çok satış yapan ve en kârlı barı seçiliyor.Parlak finansçılar devredeJoe’nun çalıştığı bankanın genç ve dinamik müdürü olayı farkediyor. Satışı ve kârı artan Joe’ya yüksek kredi limiti açıyor. Joe’nun veresiye defterindeki alacakları karşılık kabul ediyor. Borçlular işsiz ve alkolik olsa bile fazla risk taşımadığına karar veriyor. Bu noktada bankanın genel müdürlüğü uyanıyor. İyi üniversitelerin fizik, bilgisayar ve matematik bölümlerinden mezun parlak finansçılar işe koyuluyor. Joe’nun veresiye defteri bölüp harmanlanıyor. Karşılığında çıkartılan tahviller dünya piyasalarına pazarlanıyor. Ama önce kredi derecelendirme kuruluşlarına gidiliyor. Analistler bakıyor. Tahvilin karşılığı yani Joe’nun veresiye defteri sağlam bulunuyor. Tahvillere yatırım derecesi AAA kredi notu veriliyor. İyi niyetli (yoksa saf mı?) yatırımcılar AAA kredi notunu önemsiyor. Aldıkları tahvilerin karşılığının aslında işsiz ve alkoliklerin içki borcu olduğunu anlayamıyor. Üstelik, tahvillerin fiyatları sürekli artıyor. Dolayısı ile bu kârlı işi fazla karıştırmak da istemiyorlar. Bir an için durup bakalım. Herkes halinden memnun. İşsiz alkolikler içkiye boğuluyor. Joe ev, araba, yat, vs. alıp sınıf atlıyor. Banka parlak finansçılara inanılmaz primler dağıtıyor. İşte, bir piyasa mucizesi daha, değil mi! Böyle düşünen iktisatçılar da var. ‘Saadet zinciri’ kopunca...Derken bir gün... Maalesef bir risk yöneticisi arabanın tekerine çomağı sokuyor. Veresiye defterinde yer alan işsiz ve alkoliklerin borç ödeme kapasitesini araştırıyor. Ve böylece cehennemin kapıları açılıyor. “Saadet zinciri” kopuyor. Banka kredileri geri isteyince Joe iflas ediyor. Joe borcunu ödemeyince bankanın bilançosu bozuluyor. Tahvil fiyatları hızla düşüyor. Bunları kredi ile satın alanlar sıkışıyor. Bu da bankaların özkaynaklarını bitiriyor. Para piyasalarında likidite kuruyor.Özkaynağı kalmayan bankaların kredileri kesmesi dönüp içki üreticilerini vuruyor. Onlar çalışanlarını işten çıkartıyor. Yeni bir iflas dalgası geliyor. Bir kısır döngü çalışmaya başlıyor. Ekonomide işsiz (ve alkolik) sayısı patlıyor. Ya bankalar ve bankacılar? Washington’da güçlü bağlantıları var. Devletten trilyon dolarlık kurtarma paketleri kopartılıyor. Bankacıların yüksek primleri sürüyor. Operasyonu işini kaybetmeyen ve içki içmeyen vatandaşlar finanse ediyor. Şimdi, bu mali krizin nasıl çıktığını anladınız mı?

Devamını Oku

Hayat pahalılığını ölçüyoruz

3 Mart 2010

Küresel döviz piyasalarında artan volatiliteye dikkat çekelim. Euro-dolar paritesinde gün içinde bile sert dalgalar oluşuyor. Sterlin ise adeta serbest düşüşe geçti. Bunlar bana TL’nin eski günlerini anımsatıyor. Nereden nereye, değil mi!2009 istihdam ve işsizlik verileri TÜİK tarafından açıklandı. İki hafta önce kendi hesaplarımı vermiştim (18 Şubat). Sayılar tutuyor. Bölgeler ve meslekler itibariyle dağılım gibi ilginç ayrıntılar medyada yer aldı. Sonuç: 2009’da işsizlik patladı.Türkiye mali istikrarın mürüvvetini görüyor. Yıllar sonra ilk kez özel sektör TL tahvili ihraç etti. Akfen Holding’in iki yıl vadeli altı ayda bir faiz ödemeli 100 milyon TL tahvili devlet tahvillerinden 2-3 puan daha yüksek faiz ödüyor. Arkası gelir.Enflasyon tırmanıyorDün açıklanan şubat enflasyonu gene şaşırttı. TÜFE yüzde 1,5, ÜFE yüzde 1,7 arttı. İlk iki aylık artış aynı sıra ile yüzde 3,3 ve 2,3’e tırmandı. Yıllık enflasyon TÜFE’de yüzde 10,1’le iki haneye, ÜFE’de yüzde 6,8’e ulaştı.Tüketici fiyatlarında yüzde 1’in altında (,8) artış bekliyordum. Piyasa biraz daha iyimserdi. Buna karşılık Merkez Bankası meyve-sebze fiyatlarını vuran sel ve kötü hava koşullarının güçlü etkisi konusunda uyarmıştı. Haklı çıktı.TÜFE’de son yedi yılın en yüksek şubat enflasyonudur. Bütçe açığını kapatmayı amaçlayan dolaylı vergi artışları ve gıda fiyatlarındaki hızlı yükselişten kaynaklanmaktadır.Geçen ay TÜFE’nin iki ayrı olayı ölçtüğünü anlattım. Kısaca hatırlatalım. Biri hayat pahalılığıdır. Tüketicinin refah düzeyini sabit tutacak nominal gelir artışını hesaplar. Nispi fiyatlardaki değişimi de yansıtır. Aşağıda örnekler veriyorum.Diğeri ekonominin genel arz-talep dengesidir. Üreticilerin gelir kayıpların telafi etme gücünü yansıtır. Para politikasını etkiler. Özel Kapsamlı Göstergeler kullanılır. En geniş kapsamlısı ÖKTG-I şubatta yüzde 0,5 düştü. Yıllık artışı yüzde 4 oldu.Fakirin durumu kötüDaha önce tanıttığım “enflasyonmetre” farklı kesimler için hayat pahalılığı ölçme fırsatını veriyor. İlgilenenler http://akat.bilgi.edu.tr adresinde kendi hesaplarını yapabilir. Ben iki tipik örneğe baktım.Aylık harcaması 1.500 TL olana “fakir” dedim. Kendi gecekondusunda oturuyor. İçkisi yok ama sigara içiyor. Araba sahibi değil. 600 TL gıda masrafı var. Yıllık enflasyonu yüzde 14,6 çıkıyor. Ücret zamlarının bunun çok altında kaldığı biliniyor.“Zengin” ayda 5 bin TL harcıyor. 1.000 TL kira ödüyor. Ona da aylık 600 TL gıda masrafı koydum. İçkisi, sigarası ve üstüne makul bir arabası var. Yıllık enflasyonu yüzde 8,8 çıkıyor. Nominal gelirde bu artışı sağlamak da kolay durmuyor.Dikkatizi çekerim. Fiyatlar ikisi için aynı oranda artıyor. Ama harcama dağılımı farklı olduğundan fakirin enflasyonu zengine 5,8 puan fark atıyor. Nedeni düşük gelirlilerin bütçesinde nispi fiyatı yükselen malların payının daha yüksek olmasıdır. Özetleyelim. Hayat pahalılığı özellikle fakir kesimlerin refahını düşürüyor. Ama ekonomide enflasyonist baskı oluşmuyor. Bu ilginç durumun anlamını düşünmenizi öneririm.

Devamını Oku

Siyasi kriz ve döviz kuru

1 Mart 2010

Ocak dış ticareti TÜİK tarafından yayınlandı. Geçen yıla kıyasla ihracat sabit kalırken ithalat yüzde 23 artıyor. Altın ihracatı düşüyor. İyi haber, AB’ye ihracatın yüzde 17 artmasıdır. Ama ihracat ithalat makası hızla açılıyor.Türkiye İhracatçılar Meclisi Şubat ihracatını dün açıklandı. Geçen yıla göre yüzde 20 artış var. İhracat toparlanıyor ama güçlü bir artış işareti görülmüyor. Sanayi üretiminde Şubat’ta da makul bir artış gelecektir.Finansal Çözümler Ltd. tarafından hesaplanan CNBC-e Tüketici Endeksleri Şubat sonuçları çıktı. Güven ve beklenti endeksleri yatay ama nispeten olumlu seyrediyor. Tüketim eğilimi ise Aralık’tan itibaren cansız gidiyor. Yani tüketimde bir patlama gözükmüyor.Para Politikası Kurulu toplantı özeti yayınlandı. Ocak’tan Şubat’a yeni bilgi yok. Özetle, geçici etkenler bir süre enflasyonu yükseltir ama genelde düşüş eğilimi sürüyor deniyor. Gecelik faizin bugünkü düzeyi tatminkâr bulunuyor.Başbakan yanılıyorOkuldaki odamda televizyon sevmiyorum. Ama radyom hep açıktır. O sayede Başbakan Erdoğan’ın köşe yazarlarına ve medya patronlarına sert eleştirilerini canlı dinledim. Doğrusu şaşırdım. Kulaklarıma inanamadım desem yeridir.Zarfla başlayalım. Siyasilerin medyaya yönelik bu tür saldırgan tavırlarına ilke olarak karşıyım. Her siyasetçi muhalif gazeteciyi eleştirebilir. Ama üslup içerik kadar önemlidir. Kaba güç gösterisi daima geri teper. Zekâ pırıltılı ince vuruşlar beğeni toplar.Mazrufla devam edelim. İki ayrı olay var. Birincisi, Erdoğan köşe yazarlarının mali piyasalar üzerindeki etkileri konusunda yanılıyor. Borsa, döviz kuru ve faiz gazete köşelerine adeta hiç aldırmaz. Çalışan piyasaların kendi iç iletişim kanallarıdır.İkincisi, Erdoğan TL’nin değer kaybının ekonomiye etkisi konusunda yanılıyor. Şu ya da bu siyasi nedenle de olsa, döviz kurunun yukarıya gitmesi ekonomi için zararlı değil yararlıdır. Şikâyet değil teşekkür gerektirir.Kuru nasıl düzeltiriz?Şubat başında Londra’da yaptığım konuşmadan söz etmiştim. Orada rekabetçi olmayan kurun resesyondan çıkışı zorlaştırdığını söyledim. Sorunu zaten yıllardır bu köşede yazıyorum. TL’ye değer kazandıran yanlış para politikalarını eleştiriyorum.Tartışma bölümünde ilginç bir soru geldi. TL’nin değer kaybetmesi için benim hangi politikaları önerdiğim soruldu. Gelinen noktada para ve maliye politikalarının devreden çıktığını, TL’ye değer kaybettirmek için kullanılamayacaklarını anlattım.Ama çözüm vardır, hükümetin bir siyasi kriz çıkarması bunu temin eder dedim. Mantık açıktır. Siyasi gerginlik mali piyasaları korkutur. Döviz kuru tırmanır. İhracatçı sektörlerin rekabet gücü artar. İhracattaki artış büyümeyi olumlu etkiler.Evet, siyasi kriz hakikaten çıktı. Kuru kıpırdattı. Hayalim gerçekleşti. Erdoğan’ın bu hayırlı olayı biz köşe yazarlarına mal etmesi sonucu değiştirmez. Mühim olan TL’nin değer kaybıdır, gerisi boş laftır. Böyle biline...

Devamını Oku

Kredi notu saçmalığı

25 Şubat 2010

İlginç bir gelişmeye dikkat çekelim. Komutanlar Salı günü gözaltına alındı. İki gündür ABD ve Avrupa borsaları inişe geçti. Doğal olarak İMKB daha sert düşüyor. Dolar ise euro, sterlin ve TL karşısında değer kazandı. Yani “balyoz” dünyayı vurdu! Şaka, şaka...Şubat 2001’de Ecevit’le Sezer arasında çıkan tartışmadan çok daha ciddi bir siyasi kriz olduğu açıktır. Ama mali piyasalara etkisini karşılaştırmak mümkün değildir. Türkiye ekonomisinin dokuz yılda istikrar yolunda katettiği mesafenin bence en iyi kanıtıdır.Şubat reel kesim güven endeksi ve kapasite kullanımı yayınlandı. İlkinde anlamlı bir yükseliş var, gelecek üç ay göstergeleri kriz öncesine geldi. İkincisi sonbaharda ulaştığı düzeyde yatay seyrediyor. Ilımlı toparlanma beklentileri ile tutarlıdır.2009 sonu trafiğe kayıtlı motorlu araç verileri çıktı: toplam 14 milyon, otomobil 7 milyon, kamyonet 2.2 milyon. 5 kişiye bir motorlu araç, 10 kişiye bir otomobil demek. Kriz mriz, 2009’da otomobil sayısında 300 bin artış var.Tuhaf bir görünümSon kredi notu artışı üstüne bir yazı planlamıştım. Amacım Türkiye’ye haksızlık yapıldığını göstermekti. Salı günü Radikal’de Mahfi Eğilmez benden iyi anlatmış; sözü ona bırakmaya karar verdim. Başlık ve tablo da onundur.“Tabloda S&P’nin bazı ülkeler için yerel paraları cinsinden verdiği notlarla birlikte kredi derecelendirmesinde en fazla etkili olan üç ekonomik gösterge yer alıyor. (Kredi notu) bir ülkenin ya da şirketin alınan borcu zamanında geri ödeyip ödemeyeceği sorusunun yanıtıdır.Tabloda tuhaf bir görünüm olduğu ilk bakışta fark ediliyor: Ya Türkiye ve Rusya’nın kredi notları yanlış ya da öteki ekonomilerin çoğunun. Tabloda kredi notu doğru gibi görünen iki ekonomi var: Çek Cumhuriyeti ve Polonya.İrlanda’nın yüzde 14’lere varan bütçe açığı ve yüzde 64 olan kamu borç yüküyle kredi notunun AA değil BB olması gerekiyor. Portekiz’in ikiz açığının yüksekliğinin yanı sıra yüzde 75’e ulaşan kamu borç yüküyle kredi notunun karşılığı A+ değil BB- olmalı diye düşünüyorum.Yunanistan’ın ikiz açığında ve kamu borç yükünde ortaya çıkan astronomik artışla kredi notunun BBB+ değil BB- olması akla daha yakın görünüyor. Bu çerçeve içinde bakıldığında Rusya’nın kredi notunun A, Türkiye’nin kredi notunun da BBB olması gerektiği kanısını taşıyorum.” Hatalar masum mu?Neden böyle oluyor? Mahfi ile devam edelim. “Kredi değerlendirme kuruluşları çok ağır hareket ettikleri için yanıltıcı oluyorlar. Türkiye’nin kredi notu 2006 yılı sonunda ya da en geç 2007 yılı başında BBB’ye ulaşmış olmalıydı. Çünkü Türkiye’nin son on yıllık dönemdeki en parlak yılı 2006’dır.” Ya maliyeti? Gene Mahfi: “Bu gecikmeler yatırımcıyı yanıltıyor ve haksız yere maliyetleri etkiliyor. Örneğin Yunanistan son aylara gelene kadar hak etmediği orandaki yüksek kredi notuyla ucuza borçlanırken Türkiye hakkının karşılığı olmayan düşük kredi notuyla pahalı borçlanma yapıyordu.” Demek ki derecelendirme hatasında kazanan ve kaybedenler var. Kaybeden yüksek reel faizleri ödeyen vergi mükellefidir. Kazanan ise yüksek reel getiri elde eden mali piyasalardır.Acaba yapılan hatalar gerçekten masum mu? Derecelendirme kuruluşlarının kriz öncesi yaptıklarını görünce, süphelenmekte haklıyız. Ne dersiniz?

Devamını Oku