Dünya borsalarında tedirginlik sürüyor. Hafta başında düşüş eğilimini kırmak için çok çaba gösterildi. Ama başarılı olunamadı. Cuma günü tümü düşüşle kapandı. Euronun değer kaybı da devam ediyor. Dün parite 1.23’ü gördü. Maliye Bakanlığı Nisan bütçe sonuçlarını açıkladı. Geçen yıla kıyasla faiz-dışı harcama artışı yüzde 0.8 ama gelir artışı da geçen ayların altında kalmış. Neticede 2010’un faiz-dışı fazla hedefi (6.5 milyar TL) ilk dört ayda tutturulmuş (6.3 milyar TL). Mart dış ticaret değer ve miktar endeksleri TÜİK tarafından yayınlandı. Miktar endekslerini merak ediyordum. Geçen yıla kıyasla ihracatta yüzde 11, ithalatta ise yüzde 31 artış var. Dış açıkta tehlikeli gidişatın bir başka işaretidir. IMF’ten Mali KuralaMali Kural Kanun Tasarısı gündemi meşgul ediyor. Başbakan Yardımcısı Babacan’ın iktisatçılarla yaptığı toplantıdan sonra kavramı tanıtmıştım (2 Şubat 2010). Değerlendirmek için formülün katsayılarını görmek gerektiğini yazmıştım. Türkiye’nin demokrasi geleneğinde ciddi zafiyetler vardır. Örneğin, kamuoyunda etkili bir kesim seçimle gelen hükümetlere güvenmez. Şu ya da bu şekilde yetki alanlarının daraltılmasını savunur. “Vesayet rejimine” sıcak bakar.Vasi kim olacak? Akla hemen bürokrasi gelir. Siyasi vasi dün askerdi. Değişen dünya ve Türkiye koşulları darbeyi zorlaştırınca bu işlevi yargı üstlendi. Neyse ki, yavaş da olsa siyasi vesayet rejimi tasfiye ediliyor. Ya ekonomi? Aynı kesimlerde seçimle gelen hükümetlerin güçlü popülist eğilimlere sahip olduğu inancı yaygındır. 20’nci yüzyılın son 30 yılı deneyimleri bu görüşü doğrular yöndedir. O nedenle ekonomik vasi dışarıda arandı. Umutlar IMF’ye bağlandı. “IMF sevdasının” geri planı budur. Ama hükümet 2008 yazında IMF’yle ilişkisini bitirdi. Yerine benim 2004’te önerdiğim yöntemi benimsedi. Kendi iradesi ile bütçeye disiplin getirmeyi seçti. Orta Vadeli Program ve Mali Kural Kanunu bunun araçlarıdır. Sıkı maliye politikasıMali kural formülü karışık gibi duruyor ama aslında çok basittir. Formül bir önceki yılın bütçe açığına ve o yılın büyüme hızına bakarak bütçe açığının milli gelire oranını saptıyor. Böylece farklı senaryoların bütçeye etkisini öngörebilir kılıyor. Bu yıl bütçe açığı milli gelirin yüzde 13.5’ine ulaşan Yunanistan’a formülü uyguladım. Hedef büyümeyi tutturması halinde 2014’de bütçe açığı yüzde 3’ün altına iniyor. IMF destekli kurtarma paketine çok benziyor. Ya Türkiye? 2010’da bütçe açığını yüzde 4.5 aldım. Önümüzdeki dört yılın ortalama büyümesi yüzde 5 olursa, yüzde 3’e (Maastricht kriteri) iki yılda iniyor. Bütçe açığı 2011’de yüzde 3.5’a, 2012’de yüzde 2.7’ye, 2013’de 2.1’e, 2014’de yüzde 1.7’ye geriliyor. Tercih edilen katsayılar sıkı maliye politikası anlamına geliyor. Özellikle hedef bütçe açığının düşük tutulması (yüzde 1) bu sonuçta etkili oluyor. Soru: hükümet kendi kuralına uyar mı? Uyması kendi çıkarınadır. Yoksa hiç kural getirmemek daha akıllı ca olurdu. “IMF lobisini” tatmin eder mi? Etmesi mümkün değildir. Çünkü sorun ideolojiktir. Buna karşılık mali piyasalar pragmatiktir. Nitekim olumlu karşıladılar. Kuralın muhtemel etkileri ve içerdiği riskler bir başka yazıya kaldı.
Ödemeler dengesi Mart sonuçları Merkez Bankası tarafından yayınlandı. İlk çeyrek cari işlemler açığı 10 milyar dolara yükseldi. 2008 hariç (12.3 milyar dolardı) en yüksek ilk çeyrek dış açığıdır. Finansman kalitesi de düşüyor. Ayrıntılarına gireceğim. Hazine Nisan nakit gerçekleşmesini açıkladı. Bütçenin öncü göstergesidir. Talepteki canlanma ve hükümetin harcamaları denetim altına alması Hazine’yi rahatlatıyor. Faiz-dışı dengede ilk dört ayda 4.4 milyar TL fazla var.Başbakan Yardımcısı Babacan Mali Kural Kanun Tasarısı’nı tanıttı. Hükümet mali kuralı en geç yıl ortasında hayata geçirmeyi taahhüt etmişti. Özellikle formülde kullanılacak katsayıları merak ediyorduk. Çok önemlidir; ayrı bir yazı konusu yapacağım.Farklı dengesizlikler“Her gördüğün sakallıyı baban sanma” denir. Aynı şeyi mali krizler için söyleyebiliriz. Şu sıralarda Lehman Biraderler’le Yunanistan arasında paralellik kuruluyor. Halbuki ciddi benzemezlikler de var.Her krizin nihai nedeni ekonomide biriken reel dengesizliklerdir. Olağan düzeltme mekanizmaları şu ya da bu şekilde çalışmaz. Ekonomi kırılma noktasına gelir. Genel kural budur. Ama dengesizlikler çok farklı olabilir.İlk akla gelen dış dengede açık ya da fazladır. ABD’nin devasa dış açığı vardı. Karşı tarafta, başta Çin, dış fazla veren ekonomiler yer alıyordu. Buna karşılık Euro Bölgesi’nin dünya ile kayda değer bir dış açığı yoktur.İkincisi borç düzeyidir. Özel ya da kamu kökenli olabilir. ABD’de (ve İngiltere’de) krizi özel kesimin aşırı borçluluğu tetikledi. Kamu borcu krizle mücadele sırasında yükseldi. Euro Bölgesi’nde ise sorun doğrudan kamu borçlarından çıktı.Üçüncüsü bütçe açığıdır. ABD’de bütçe açığı kriz öncesinde yükselmişti. Canlandırma paketleri sorunu iyice ağırlaştırdı. Euro Bölgesi’nde kriz öncesinde bütçe açığı küçüktü. Krizde de maliye politikası fazla gevşemedi.Farklı düzeltmelerABD’yi krize götüren süreci anlamak daha kolaydır. Özel kesimin aşırı borçlanması büyük bir dış açık yaratıyor. Krizde buna kamu borçları ekleniyor. ABD’nin dengesizliği küresel; yani düzelmesi için küresel uyum gerekiyor. Daha açık söyleyelim: ABD’nin dış açığı ancak diğer ülkelerin fazlaları ile birlikte küçülebilir. Euronun sorunları ise bölge-içi dengesizliklerden kaynaklanıyor. Üye ülkelerin bir bölümü büyük dış açık, diğerleri dış fazla veriyor. Dış açığın gerisinde genellikle bütçe açığı ve kamu borçlanması yatıyor. En saf örnek Yunanistan’dır.ABD ile Euro Bölgesi arasındaki temel fark buradadır. Euro Bölgesi’nin dengesizlikleri kamu kesimi kökenli ve bölge-içidir. Dolayısı ile düzeltme için küresel uyum gerekmiyor. Euro Bölgesi’nde maliye politikası uyumu öne çıkıyor.Hangi düzeltme daha kolay, daha intizamlı gerçekleşebilir? Küresel düzeltme mi? Bölge-içi düzeltme mi? İlk bakışta ikincisi gibi duruyor. Ama diğer koşullar çok önemlidir. Maalesef bugün yerim bitti; bu ilginç konuya geri döneceğim.
Euro ülkeleri mali çalkantıya güçlü bir tepki verdi. Ayrıntılar yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Hükümetler 500 milyar euro koyuyor. IMF 250 milyar euro katkı yapıyor. Takriben 1 trilyon dolara ulaşan bir destek paketi oluşuyor.Üstüne, Avrupa Merkez Bankası sıkıntıya düşen ülkelerin tahvillerini satın alabileceğini açıkladı. Düne kadar bu konuda direniyordu. Böylece sorunlu ülkelerin likidite sorunları da hafifliyor.Euro Bölgesi’nden bu tür bir kararlılık beklenmiyordu. Hükümetlerin olayın ciddiyetini anlamadıkları düşünülüyordu. Euro bölgesinin dağılmasına kadar giden karamsar senaryolar yazılıyordu. O açıdan önemli ve olumlu bir gelişmedir.Paket sorunları çözmeye yeter mi? Mali piyasaları coşturduğu kesin; son baktığımda İMKB’yi yüzde 7, Paris Borsası’nı yüzde 8, euroyu yüzde 2 yukarı taşımıştı. Ama siz tedbiri elden bırakmayın. Ben de yoğurdu üflemeye devam ediyorum.Üretim artışı sürüyorMart ayı sanayi üretim verileri dün TÜİK tarafından yayınlandı. Toplam sanayide yüzde 20 artış bekleniyordu. Biraz üzerinde, yüzde 21.1 geldi. Geçen yıl sanayi üretiminin yüzde 20,3 daraldığını hatırlatalım.Krizde imalat sanayii toplam sanayiye kıyasla daha hızlı küçülmüştü. Toparlanma ile birlikte bu eğilim tersine döndü. İmalat sanayii Mart’ta yüzde 23.9 büyüdü. Geçen yıl yüzde 23.5 düşmüştü.Konjonktürü daha iyi izleme olanağı sağlayan takvim ve mevsim etkisi temizlenmiş verilere bakalım. Şubat’tan Mart’a toplam sanayide yüzde 0.9, imalat sanayiinde yüzde 0.8 artış var. Yani Mart’ta üretim Şubat’ın üstüne çıkmış.Toparlanmanın neresindeyiz? Bu soruyu cevaplamak için kriz öncesi zirve ile (Mart 2008) karşılaştırıyoruz. Maalesef haberler iyi değil. Toplam sanayi üretimi zirvenin 8 puan, imalat sanayi 9 puan altında kalıyor.İlk çeyrekte büyümeOcak-Mart dönemine (ilk çeyrek) dönelim. Geçen yıla göre ilk çeyrekte toplam sanayi üretiminde yüzde 17.2, imalat sanayii üretiminde yüzde 19.7 artış var. İyimserler beklentilerin de üstündedir. İlk çeyrekte milli gelirin büyüme hızı yüzde 15’e yaklaşabilir.Daha ilginci, 2009’un son çeyreği ile karşılaştırmaktır. Gene takvim ve mevsim etkisi temizlenmiş serileri kullanıyoruz. İlk çeyrekte toplam sanayide yüzde 2.5, imalat sanayiinde yüzde 3.2 artış çıkıyor. İlk çeyrekte takvim ve mevsim etkisi temizlenmiş milli gelir de artar.Bu veriler piyasanın 2010 büyüme tahminlerini yukarı çekmesine yol açacaktır. Ben zaten yılbaşında yüzde 5’in üstünde öngörmüştüm. İlk fırsatta kendi büyüme senaryolarımı anlatmak istiyorum.
Mali piyasalar fena karıştı. Tedirginlik özellikle borsaları vurdu. Kur ve faizler de etkilendi. Reel ekonomi beklentileri de bozuluyor. Aniden “mali kriz” sözcüğü geri geldi. Resesyon alfabesinin “W” harfi de canlandı. 2008’de mali krizi özel kesimin aşırı borçlanması tetiklemişti. Şimdi gündem değişti. Kamu borçları ikinci krize yol açar mı? Şişen borsa balonları patlar mı? Ben yoğurdu üfleyerek yemeye devam ediyorum. Yeterince “erken öten horoz” durumuna düştüm. Alman Parlamentosu Yunanistan’a destek paketini onayladı. Ama olay bitmedi. Destek karşıtları iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvuruyor. Almanya desteğini çekmek zorunda kalırsa işler iyice karışır. Göreceğiz. Yunanistan krizinin sürpriz yansımaları da oluyor. Alman medyasında Türkiye lehine haber ve yorumlar çıkmaya başladı. “Arabın intikamı” diyebilir miyiz? Bence çabuk unutulur. Türkiye karşıtı cephe kolay delinmez. Gene de hiçten iyidir.Euro-dolar paritesiSon iki haftanın en ilginç gelişmesi euronun dolar karşısında hızlı değer kaybı oldu. 2008 sonunda parite 1.50’ye kadar yükselmişti. Yeniden 1.60’ı hatta üstünü göreceği söyleniyordu. Ama yeni yılda dolar değer kazandı. Nisan’ı 1.33 düzeyinde bitirdi. Mayıs’ın ilk haftasında da o düzeyde seyretti. Ama geçen hafta euro hızla düştü. New York borsasının çöktüğü gün içinde 1.26’ya kadar indi. Tahminciler çok çabuk pozisyon değiştirir. Son raporlarda 1.20 ve altı deniyor. Alt sınırı 1.10’a çekenlere rastlanıyor. Üç ay önce doların engellenemez çöküşü anlatılıyordu. Şimdi benzer analizler euro için yapılıyor. Parite ilk kez dalgalanmıyor. Kırk yıldır, yani Bretton Woods sisteminin terkedilmesinden bu yana sert kur hareketleri oluyor. Dolayısı ile uzun dönemli eğilimlere bakmak önem kazanıyor. Yöntem açıklaması: Euro 2000’de devreye girdi. 1970-2000 dönemi için euro yerine Alman Markı’nı (DM) kullanıyoruz. Dalgalar ve uzun dönemli eğilimBretton Woods sonrasında doların zirvesi Mart 1985’dir: 3.31 DM. Euro=0.59 $ ($=1.70 euro) demek. Sonraki on yılda dolar düşüyor. Nisan 1995’te 1.38 DM’a geriliyor. Euro=1.42 $ ($=0.71 euro) demek. Paritenin 1995 sonrası dalgalanmaları grafikte izleniyor. Haziran 2001’de dolar yeni bir zirve yapıyor: euro=0.85 $ ($=1.17 euro). Temmuz 2008’de ise tarihi dibi görüyor: euro=1.58 $ ($=0.63 euro). Grafiği esas anlamlı kılan 15 yıllık ortalama parite eğrisidir. Neden 15 yıl? Çünkü dalga boyu 10 yıla uzanıyor. 15 yıllık ortalama ile dalgaları aşıyoruz. Uzun dönemli eğilimi görüyoruz. Birkaç gözlem yapalım. Bir: Uzun dönemde parite istikrarlı seyrediyor. İki: Euroda genel bir artış eğilimi var: yüzde 18. Üç: 1995-2000 arasında euronun yükselişi nisbeten hızlı oluyor: yüzde 15. Sonraki beş yılda duruyor. Son beş yılda az artıyor: yüzde 3.4. Son olarak, parite 1.20’ye düştüğünde euronun uzun dönem değerine ulaştığını belirtelim. Grafik düşüş dalgasının euroyu kısa dönemde 1.20’nin altına taşıyabileceğini de hatırlatıyor. Devamını beraberce izleyeceğiz.
Mali piyasalar gene çalkantılı bir döneme girdi. Volatilite hızla yükseliyor. Ama bu kez şişen “Balon sönmeye başladı” demeye hiç niyetim yok. Sütten ağzım yandı, yoğurdu üflemeye kararlıyım. Bekleyelim, görelim.Bir örnek: Euronun zayıflaması Yunanistan sorunu ile açıklanıyordu. Hafta sonu destek paketi kesinleşti. Ne beklersiniz? Euro’da değer kaybının durmasını. Ne oldu? Euro değer kaybetmeye devam etti. Gel de çık bu işin içinden...Merkez Bankası her ay sıcağı sıcağına enflasyonu değerlendiriyor. Fiyat gelişmeleri raporu enflasyondan bir gün sonra yayınlanıyor. Bu ayın gözlemleri Salı günü çıkan yazımla örtüşüyor. Memnun oldum.Finansal Çözümler Ltd. tarafından hazırlanan CNBC-e tüketim endeksleri Nisan sonuçları çıktı. Hem güven hem eğilim endeksleri olumlu seyrediyor. Özel tüketimin ikinci çeyrekte de büyümeye artı katkı yapma ihtimali güçleniyor.Borç yiyen kesesindenİşi gücü bıraktık Yunanistan’a verilen desteği konuşuyoruz. Komşuda olup bitenlerin merak edilmesi doğaldır. 2001 krizi ile karşılaştırmalar da ilginç oluyor. Bu arada bazı konulara açıklık getirme fırsatını tanıyor.Başta Almanya, destek sağlayan ülkelerde pakete ağır eleştiriler seslendiriliyor. Vatandaş itiraz ediyor. “Ben çalıştım, tutumlu davrandım, geç emekli oluyorum, şimdi sen benim vergilerimi nasıl tembel Yunanlılara verirsin” demeye getiriyor.İtiraz haklı mı? Destek paketi diğer Euro Bölgesi vatandaşlarının ödediği vergileri kullanıyor mu? Maalesef biraz iktisat ve muhasebe bilgisi, bu itirazın gerçeği pek yansıtmadığını gösteriyor.Optik yanılgının birinci nedeni, Yunanistan’a verilen paranın hibe gibi algılanmasıdır. Halbuki değildir; borçtur. Özdeyişi hatırlayın: borç yiyen kesesinden. Yunanistan’a karşılıksız yardım yapılmıyor. Sadece bankaların vermediği borcu devletlerden alıyor. İkincisi, borç verenler zarar değil kâr ediyor. Çünkü faiz yüksek tutuldu. Örneğin Alman Hazinesi yüzde 2 ile borçlanıp bunu yüzde 5’le Yunanistan’a veriyor. Farkı bütçeye gelir yazıyor.Risk nerede?Yani kısa dönemde destek paketi kaynakları mali piyasalardan geliyor. Bütçelere girmiyor. Vergi mükellefinin parasına dokunmuyor. Ancak bu ifadede kritik bir sözcük var: Kısa dönem. Risk uzun dönemde ortaya çıkıyor.Nedir? Vadesi dolduğunda Yunanistan’ın euro ortaklarından aldığı borçları geri ödememesi. Bu takdirde borç verenler batık hale gelen borç tutarını bütçeye gider yazmak zorunda kalıyor. Fatura o zaman vergi mükellefine çıkıyor.Gerçekleşebilir mi? Hayır diyemeyiz. Yunanistan kazandığı zamanı iyi kullanmayabilir. Sonunda iflas edebilir. Ama gene de borcun tümünün batması ihtimali düşüktür. Çünkü iflas halinde bile devletten devlete borçlara öncelik verilir.ABD sağcılarında IMF benzer bir optik yanılgı nedenidir. Vatandaşın parasını kötü yönetimlere peşkeş çekmekle suçlanır. Halbuki IMF kimsenin gözünün yaşına bakmaz; borcunu çatır çatır tahsil eder. İstediği kadar bağırıp çağırsın, Yunanistan da ödeyecektir.
Yunanistan sorununda sağduyu nihayet galip geldi. Ayrıntılar yavaş yavaş çıkıyor. Üç yılda diğer euro bölgesi ortaklarından 80 milyar euro, IMF’den 30 milyar euro, toplam 110 milyar euro veriliyor. Euro Bölgesi için kritik bir karardır.Yunanistan’da hükümetin ağır bir kemer sıkma politikasını kabul ettiği anlaşılıyor. “Ölümü göster, sıtmaya razı olsun” denir. Yunanlıların tepkisini merak ediyorum. Güçlü siyasi direnç işleri karıştıracaktır.Destek milli gelirin (2009’da 235 milyar euro) yarısına ulaşıyor. Etkileyici bir sayı. 2001 krizinde Türkiye’nin 100 milyar dolar alması anlamına geliyor. Üstelik bizde faiz dışı fazla vardı. Borç oranı yarıdan daha düşüktü. Bilmem anlatabiliyor muyum?Artıyor ama...Nisan enflasyon verileri dün TÜİK tarafından açıklandı. Tüketici fiyatları -TÜFE- artışı piyasanın beklediği yüzde 0,7’nin biraz altında, yüzde 0.6 çıktı. Yıllık tüketici enflasyonu yüzde 10.2 ile tekrar çift haneye yükseldi.Üretici fiyatları -ÜFE- eski önemini kaybetti. Arada sırada değiniyoruz. Bir: Enflasyon hedefi tüketici fiyatları üzerinden saptanıyor. İki: ÜFE-döviz kuru ilişkisi artık yok. Üç: Yapısı gereği çok dalgalanıyor.Nisanda ÜFE artışı yüzde 2.4 çıktı. Yılık artış Kasım 2008’den bu yana ilk kez yüzde 10.4 ile çift haneyi gördü. Geçen nisanda yıllık artış eksiye dönmüştü. Ekonomide maliyet baskılarının varlığına işaret ediyor.TÜİK mevsim etkisini temizleme işlemine enflasyonu bir türlü katamadı. Bir an önce yapmalıdır. Herkesin hesabı farklı çıkıyor. Benimkinde ekim-şubat arasında mevsim etkisi hariç aylık TÜFE yüzde 1.2’ye yükselmişti. Mart ve nisanda yüzde 0.5’e geriledi. “Çekirdek enflasyona” dönelim. Merkez Bankası’nın yakından izlediği ÖKTG-I endeksi iki aydır yükseliyor. Ama mevsim etkisi temizlenip yıllandırılınca yüzde 6 civarında istikrarlı seyrini koruduğu görülüyor.Fiyatlama davranışlarında değişim ve talep baskısını anlamak için kira kalemine öncelik veriyoruz. Yıllık kira artışı hâlâ yavaşlıyor. Geçen Nisan’da yüzde 10, Aralık’ta yüzde 5.3; Mart’ta yüzde 4.7 olmuştu. Bu ay yüzde 4.6’ya indi.Hayat pahalılığı, faiz ve işsizlerEnflasyonun iki farklı muhatabı var. Biri vatandaş: Hayat pahalılığına yani fiyat artışlarının reel gelirini nasıl erittiğine bakar. Orada haberler kötü; enflasyon yükseliyor. Gıda, enerji ve vergi kökenli enflasyon en çok düşük gelirli kesimleri vuruyor.Diğeri mali piyasalar: Para politikasına yani faizlere odaklanırlar. Talep kökenli enflasyon baskısı faiz artışı getiriyor. Zaten düşük faize bir türlü alışamadılar. Talep enflasyonu sayesinde faizin tekrar tırmanacağı günleri iple çekiyorlar.Enflasyondaki artış üstüne her ay aynı soruları soruyoruz. Kalıcı mı yoksa geçici mi? Talep kökenli mi yoksa maliyet kökenli mi? Para politikası sıkılmalı mı yoksa böyle bırakılmalı mı? Altı çizilen sözcükler bilinen cevaplarımdır.Son olarak enflasyon-faiz denkleminin bir de görülmeyen ve konuşulmayanları olduğunu hatırlatalım. Kim onlar? İşsizler. Faiz artışına mali piyasa oyuncularından çok farklı baktıklarını garanti ederim.
Para Politikası Kurulu Nisan toplantı özeti ve yılın ikinci Enflasyon Raporu açıklandı. Raporda ilginç bilgiler yer alıyor. En önemlisi Merkez Bankası yılsonu enflasyon tahminini yükseltti. Yarın çıkacak Nisan enflasyonunu gördükten sonra değerlendireceğim.Mart dış ticareti açıklandı. İhracat yüzde 22, ithalat ise yüzde 43 artınca aylık dış ticaret açığı 5 milyar dolara dayandı. Korktuğumuz başımıza geliyor. İç talepteki canlanma olduğu gibi ithalata yansıyor. Aşırı değerli TL’nin kaçınılmaz sonucudur. İlk çeyrek dış ticaretini ayrıca ele alacağım.TÜİK’ten bir yenilik daha geldi. Mevsimlik etki temizlenmiş aylık serilere istihdam ve işsizlik de eklendi. 2005’e kadar geri gidiyor. Önemli bir eksiklik giderilmiş oldu. Konjonktürün istihdam boyutunu izlemek kolaylaştı.‘Likidite-batık’ açmazıYunanistan’ın düze çıkması için ne kadar kaynak gerekiyor? İki yıl için 80 milyar euro deniyordu. Sonra 100, şimdi 120 milyar euro telaffuz ediliyor. Bir yatırım bankası Portekiz, İspanya vs. diğer sorunlu euro ülkeleri için toplam 600 milyar euro hesaplıyor.En akılcı çözümü Yunanistan’ın eurodan çıkmasında görenler de var. Bu şekilde parasının değerini düşürerek daha kolay uyum sağlayacağı savunuluyor. Eurodan çıkartılması hatta moratorium ilan etmesi talepleri de seslendiriliyor.Sorun finans çevrelerinin iyi bildiği bir açmazı yansıtıyor. Şahıslar yada şirketler için de benzer koşullar oluşabilir. Yaşanan bir nakit sıkıntısı mıdır? Yoksa borçları ödeme kapasitesinin aşmış mıdır? Literatürde bu açmaz “likidite-batık” (liquidity-solvency) kavramları ile özetlenir. Kurumun uzun dönemde borçlarını geri ödeme gücü varsa, likidite sorunudur. Ek kaynak sağlayarak olayın asgari zararla toparlanması mümkün olur. Eğer uzun dönemde borcunu geri ödeyemeyecekse ek kaynak sonucu değiştirmez. Dipsiz kuyuda kaybolur gider. Netiede batan para miktarı artar, o kadar. Bu durumda bir an önce iflasını istemek en akıllısıdır.Yunanistan’ın destek istediği ülkeler bu açmazı çok iyi biliyor. O nedenle verilen ek kaynağı geri ödeyebileceğini kanıtlaması isteniyor. Ama Yunanistan bir türlü euro ortaklarını aslında batık olmadığına ikna edemiyor.2001 krizi üstüne2001 krizine aynı çerçeveden bakabiliriz. Koşullar bire bir uymuyor ama ilginç benzerlikler var. Yunanistan euro üyesi; biz kur çapası uyguluyorduk. 2001’de Türkiye’nin bütçe açığı ve borç oranı Yunanistan’a kıyasla da daha düşüktü. 2000 sonbaharından itibaren Türkiye ağır bir likidite sarmalına girdi. Kasım’da sıcak para kaçtı ve faiz patladı. Demirbank battı. IMF ek kaynak verince piyasalar biraz sakinledi. Ama Şubat 2001’de likidite krizi tekrar mali kesimi vurdu. Ne oldu? IMF bu kez ek kaynak vermeyi reddetti. Yani sorunun bir likitide krizinin ötesine geçtiğine, Türkiye’nin borçlarını geri ödeyememesi riskinin oluştuğuna karar verdi. Türkiye’yi kur çapasını bırakmaya zorladı. Meşhur 2001 krizi böylece tetiklendi.O dönem Türkiye’sine kıyasla bugün Yunanistan’a çok daha esnek davranıldığı açıktır. Doğrusu da odur. Amacım alternatif tarih yazmak değil. Ama 2001 krizinde Türkiye’ye yapılan büyük bir haksızlıktı. Hatırlatmak istedim.
Yunanistan için sorunlarını nispeten düzenli bir şekilde çözebilme olanağı giderek azalıyor. Krizlerde doğru zamanlama hayati önem kazanır. Özellikle şu ya da bu nedenle hastalığa müdahalede gecikmenin bedeli çok yüksektir.İki iyi bilinen örnek verelim. Biri Lehman Biraderler’in battığı dönemdir. Amerikan yönetimi çok hızlı davrandı. FED’in bilançosu patladı. Hazine arkasında durdu. Maliye politikası gevşetildi. Olayın bir felakete dönüşmesi engellendi.Diğeri bizim Kasım 2000 likidite krizidir. Maalesef IMF aşırı kuralcı bir yaklaşım benimsedi. Gerekli para politikası tepkisine kırmızı ışık yaktı. Göz göre göre ekonomi 2001 krizine sürüklendi.Euro bölgesinde kritik değişken Almanya’nın tavrıdır. Bir türlü makul bir çözüme yanaşmıyor. Sorunu sürüncemede bırakıyor. Euro bölgesinin diğer zayıf ekonomilerine sıçraması riskini artırıyor. Bugün Portekiz, yarın İspanya, sonra...Kapasite kullanım oranıHafta başında Merkez Bankası iki öncü gösterge yayınladı. İlginç şekilde, ikisi de beklenenden olumlu çıktı. Yılın hem ilk hem ikinci çeyreğinde ekonominin yüksek büyüme oranları tutturması ihtimali belirdi.İmalat sanayii kapasite kullanım oranı Nisan’da ani bir sıçrama yaptı. 2007 sonundan bu yana yüzde 70’in altında seyrediyordu. Yüzde 72.9’a tırmandı. Nisan 2009’da yüzde 60.3; geçen ay yüzde 67.9 idi.Kapasite kullanım oranı, bazı yöntemsel zafiyetlerine rağmen, yararlı bir öncü göstergedir. Birincisi kısa dönemde sanayi üretim endeksini yakından izler. Sanayi üretimi artışı Nisan’da yüzde 20’lere ulaşabilir.İkincisi, imalat sanayii yatırımları hakkında bilgi taşır. Yatırımların canlanması için kapasite kullanım oranının belirli bir düzeyi bulması gerekir. Hangi düzey? Yüksek yatırım dönemlerinde oranın yüzde 80’lerde seyrettiğini hatırlatalım.Reel kesim güven endeksiReel kesim güven endeksi de yılbaşında başladığı yükselişi Nisan’da da sürdürdü. Farklı göstergelerin toplamıdır. İç ve dış piyasa siparişlerini, üretimi, istihdamı, sabit sermaye yatırımlarını kapsar. Yakın geçmişe ve yakın geleceğe de bakar.Reel kesim güven endeksi 118.8’e tırmandı. 2007 yazında ulaştığı zirveye az çok geri dönmüş oldu. Hareketin bütün alt kalemlere yayıldığı görülüyor. Ayrıca üç ay sonrası için beklentiler de benzer bir eğilim gösteriyor.Yukarıda da belirttim. Öncü göstergeler 2010’un ilk yarısı için umut veriyor. Ancak, daha sonrası için tereddütlerim var. Bana hızlı büyüme sürdürülebilir gibi gelmiyor. Özellikle TL’de değer artışından çok rahatsızım. Bugün yerim kalmadı ama devam edeceğim.