Ne kadar zenginleştik?

6 Nisan 2011

Şu sıralarda gündeme yetişmekte zorlanıyorum. Yıllık milli gelir sayılarından sonra böyle oluyor. Ne güzel, konu sıkıntısı çekmiyorsun diyeceksiniz. Evet ama bir sorunum var. Ekonomi köşelerinde rekabet ve kalite çok arttı. Sevdiğim konuları benden önce yazanlar çıkıyor. Tekrarlamak canımı sıkıyor.İki konuda hazırlık yapmıştım. Biri rekor büyümenin analizi idi. Özel yatırım harcamalarında son çeyrekte ortaya çıkan ani patlamaya bakacaktım. Seyfettin Gürsel benden hızlı davranıp Radikal’de yazdı. Teknik boyutu da olduğundan geriye atıyorum.Diğerinin siyasi boyutu da var. AK Parti’nin sekiz yıllık iktidar döneminde kişi başına gelirin ne kadar arttığı tartışması başladı. Ne de olsa seçime iki ay kaldı. Ortalıkta gene afaki sayılar uçuşmaya başladı. Korktuğum başıma geldi. Ege Cansen hemen topa girdi. Ölçme hatalarına karşı en az benim kadar duyarlıdır. Hürriyet’te muhasebe bilgisini döktürdü. Daha genel bir konu olduğu için önceliği ona veriyorum.Dolar yanlış ölçüdürYüksek enflasyon döneminde kötü bir alışkanlık oluştu. “Dandik TL” ile bırakın yedi-sekiz yılı, bir önceki yılla bile karşılaştırma yapmak anlamsızdı. Ekonomi boşluk tanımıyor. Karşılaştırmalarda dolar kullanımı yaygınlaştı.Örnek verelim: 2002’de cari kurdan kişi başına gelir 3.500 dolardı. 2010’da 10.000 dolara yükseldi. Bu hesaba göre sekiz yılda üç katına yakın (yüzde 185) artış var. Yıllık büyüme hızı yüzde 14 ediyor.Dolarla yapılan hesabın neden yanlış olduğunu uzun süredir anlatıyorum. Çünkü ölçü biriminin kendisi değişken. Doların değeri zaman içinde değişiyor. 2002’nin ve 2010’un doları aynı satınalma gücüne sahip değil.Doğrusu ne? 1998 sabit fiyatları ile hesaplanan kişi başına gelirdeki değişime bakmak. 1998 fiyatları ile kişi başına gelir 2002’de 1.090 TL iken 2010’da 1.430 TL’ye yükseliyor. Sekiz yılda artış yüzde 31, yıllık ortalama artış yüzde 3,5 ediyor.Ancak, şimdi bu sayılar komik duruyor. Nedeni serinin ilk yıllarındaki yüksek enflasyondur. Çözüm 2010’dan geriye taşımaktır. Daha kolay anlaşılır. 2010 fiyatları ile kişi başına gelir 2002’de 11.400 TL’den 2010’da 15.000 TL’ye yükseliyor. Satınalma gücü paritesiSağlamasını yapmak için Satınalma Gücü Paritesi (SGP) ile hesaplanan kişi başına gelir verilerine döndüm. Dünya Bankası 2005 dolar fiyatlarını sabit tutan bir seri yayınlıyor. Uluslararası karşılaştırmalarda tercih ediliyor.Sabit 2005 doları ile 2002’de kişi başına gelir 9.150 dolardı. Son veri 2009’da 11.210 dolara yükseldi. 2010’u ben hesapladım (bu konuda kendime güveniyorum). 12.650 dolar buldum. Sekiz yıllık artış yüzde 38, yıllık ortalama artış yüzde 4 oluyor.Görüldüğü gibi sağlama başarılıdır. Sabit TL ile kişi başına gelir artışı yüzde 31, sabit dolarla SGP kişi başına gelir artışı yüzde 38’dir. Aradaki fark bu dönemde TL’nin değer kazanmasının yarattığı ek refah etkisini yansıtmaktadır. Bilginize...

Devamını Oku

Enflasyon ve büyüme

4 Nisan 2011

Mart enflasyonu TÜİK tarafından açıklandı. Böylece 2011’in ilk çeyrek verisi kesinleşti. Zaten ilk yayınlanan makroekonomik gösterge enflasyondur. İkincisi aylık gecikme ile çıkan dış ticarettir. Geçen yazıda İTO’nun Ücretliler Geçinme Endeksinin düşük çıktığını yazmıştım. Piyasa tüketici fiyatlarında yüzde 0,8 civarında artış bekliyordu. Ben yüzde 0,5’le iyimser kanatta kalmıştım. Martta tüketici fiyatlarında TÜFE artış yüzde 0,4 oldu. Geçen yıl yüzde 0,6 idi. Böylece yıllık TÜFE son kırk küsur yılda ilk kez yüzde 4’ün bir gıdım altına geriledi. Yüzde 3,99 çıktı. Tarihi rekor diyebiliriz. Ama ölçme hatası sınırında olduğunu unutmayalım. Üretici fiyatları ÜFE enflasyon hedeflemesinde sadece bir öncü göstergedir. O nedenle fazla üstünde durmuyoruz. Martta ÜFE artışı da yüzde 1,2 ile beklentinin altında geldi. Yıllık yüzde 10’a indi.Ayrıntılar önemliGeri planda 2010’da gıda fiyatlarında yaşanan yüksek artışların tersine dönmesi yatıyor. Geçen yıl bu konuyu çok işledik. Gıdada iç ve dış arz koşullarından kaynaklanan nispi fiyat artışını gösterdik. Eninde sonunda bir düzeltmenin geleceğini vurguladık.Bu durum özellikle sonbaharda iyice belirginlik kazandı. Yıllık gıda enflasyonu ekimde yüzde 18’e kadar tırmandı. Sonra aynı hızla düşüşe geçti. Nitekim martta gıda fiyatları yüzde 0,4 geriledi. Yıllık gıda enflasyonu yüzde 3,3’e indi.Gıda ve enerji fiyatlarındaki oynaklık “çekirdek enflasyonu” yakından izlemeye gerektiriyor. TÜİK’in hesapladığı Özel Kapsamlı TÜFE Göstergeleri arasından ÖKTG-I Merkez Bankası tarafından da para politikasında kullanılıyor. Martta ÖKTG-I yüzde 0,6 ile TÜFE’nin üstünde arttı. Buna karşılık yıllık artış yüzde 3,8 ile TÜFE’nin altında kaldı. Ancak, mevsim etkisini temizleyip yıllandırınca yüzde 6,5’a yükseliyor. Çekirdek enflasyonda yükseliş eğilimi işaretidir. Talep baskısını ölçmek için kira kalemini kullanıyorum. Cüzi bir kıpırdanma var. Martta geçen yılın on binde 8 (yüzde 0,08) üzerinde, yüzde 0,36 çıktı. Yıllık kira enflasyonu yüzde 4,1 oldu. İlginç şekilde TÜFE ve kira artışı eşitlendi. Talep canlı ama...Türkiye’de yaygın inançlardan biri ekonomik büyüme ile tüketici enflasyonu arasında neredeyse bire bir ilişki olduğudur. Meslektaşlar arasında bile ekonomi canlanınca enflasyonun da yükseleceğini düşünen çoktur.Uzun dönemde gerçek payı olabilir. Kısa dönemde ise söz konusu ilişki yok denecek kadar azdır. Tersine, hızlanan büyümeye rağmen enflasyon düşebilir. Çok iyi bir örneği 2003 sonrası Türkiye’dir.2010’dan bugüne büyüme ve enflasyon karşılaştırması için aşağıdaki grafiği hazırladım. Sütunlar çeyrek büyüme hızını, çizgi TÜFE artışını gösteriyor. Üçüncü çeyrekte büyüme yavaşlıyor, enflasyon artıyor. Son çeyrekte büyüme sıçrıyor, enflasyon düşüyor. 2011 ilk çeyrek büyümesi haziran sonunda açıklanıyor. Diğer göstergeler çift haneye yakın büyümeye işaret ediyor. Hâlbuki yılın ilk üç ayında enflasyon tarihi rekor düzeylere geriledi. Görüldüğü gibi yaşam ezbere uymuyor. Hatırlatmak istedim.

Devamını Oku

Krediler ve büyüme

2 Nisan 2011

Küresel mali piyasaları yeni bir iyimserlik dalgası kapladı. Benim baktığım yerden dünya ekonomisinin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. Onların gözlükleri ise tozpembe gösteriyor. Nerede satıldığını öğrenmeye çalışıyorum. Ben de alacağım.2010’un iki önemli kamu borç verisi Hazine tarafından açıklandı. Net kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 29’a indi. 2008’le yarım puan fark kaldı. Hemen yakalar. AB tanımlı brüt borç stoğu da yüzde 42’ye geriledi. 2008’den iki puan yüksek. Şubat dış ticaret verileri TÜİK tarafından yayınlandı. İthalat çılgın gibi artıyor. Dış ticaret açığı 7.5 milyar dolar ile yeni rekor kırdı. Takvim ve mevsim etkisini düzeltince Ocak gibi 9 milyar dolar çıkıyor. Korkutucudur.Mart enflasyonu yarın TÜİK tarafından açıklanıyor. İTO’nun İstanbul Ücretli Geçinme Endeksinde yıllık artış yüzde 4.9’a geriledi. Enflasyonda anlamlı bir artış eğilimi görmüyorum. Piyasalar ayrıntıları dikkatle okumaya çalışacaktır. Kredi kanalı kritiktirMilli gelir analizi ile devam ediyorum. Konjonktür analizi ve iktisat politikası açısından yıllık verilerden çok çeyrek bazında gelişmeler önem kazanıyor. Nitekim son çeyrekte iç talepte ani bir sıçrama oluştuğunu yazdık.Son çeyrekte iç talep artışını iki kalemde izliyoruz. Özel tüketim harcamalarının büyümeye katkısı yüzde 6.2, özel yatırımların katkısı ise yüzde 8.0 oldu. Toplayınca özelel kesimin büyümeye katkısı yüzde 14.2 çıkıyor. Bu da bir rekordur.Özel kesim tüketim ve yatırım harcamalarını nasıl bu kadar hızlı arttırabildi? Bu sorunun cevabını Merkez Bankası her fırsatta hatırlatıyor. Kredi hacminde yaşanan patlamadan kaynaklandığını söylüyor.Piyasa ekonomisinde kredi kanalı kritiktir. Çünkü bankacılık sistemi gelir olmaksızın satın alma gücü yaratabilir. Merkez Bankasının para basması ile eşdeğerdir Böylece özel kesimin kazanmadığı geliri harcamasına olanak sağlanır. Nitekim tarih boyunca para politikasının asli işlevi kredi kanalının kontrolü olmuştu. Kökten piyasacı zihniyet son yirmi yılda bu yaklaşımı terketti. Bedeli ağır oldu. Kriz eski yöntemlere “iade-i itibar” sağladı. Tehlikeli gidişatBanka sisteminin yarattığı satın alma gücünü nasıl ölçebiliriz? Tek başına kredi artışı gerekli bilgiyi taşımaz. Mevduat artışını düşmek gerekir. Aradaki fark bankaların özel kesime sağladığı satın alma gücüdür. Nominal değerleri kullanırız.Karşılaştırma için cari fiyatlarla milli gelirdeki artışı kullanırız. Örnek yapalım. 2009’un son çeyreğinden 2010’un son çeyreğine mevduat 81 milyar TL, krediler 132 milyar TL, yani net kredi 54 milyar TL, milli gelir ise 44 milyar TL artmış. Dikkat: son çeyrekte net kredi artışı milli gelir artışından fazladır. Aradaki fark ithalata gitti. 2010’da çeyrek bazında net kredi ve milli gelir değişimi aşağıdaki grafiktedir. İlk çeyrekte net kredi düşüyor. İkinci çeyrekte gelir artışının yüzde 40’ını, üçüncüde yüzde 90’ını oluşturuyor. Son çeyrekte gelir artışının üstüne tırmanıyor (yüzde 116). İşte, Merkez Bankası bu tehlikeli gidişata müdahale etmeye çalışıyor. Bankaların neden bu kadar çok bağrıştıkları da anlaşılıyor.

Devamını Oku

2010’da rekor büyüme

31 Mart 2011

Merakla beklenen son çeyrek milli gelir verileri açıklandı. Böylece 2010 yılı verileri tamamlandı. Yıl sonunda TÜİK bir önceki yıl verilerinde de revizyon yapıyor. Yani 2010 verileri ancak gelecek martta kesinleşecek. Ancak oynamalar çok küçük olur.Pazar günü 2010’da büyümenin yüzde 9’u bulacağını yazmıştım. Yüzde 8.945 çıktı. Fark on binde bir bile etmiyor. Olağan ölçme hataları sınırı içinde kalıyor. Tam tutturmuş sayılırım.Lafı ağzımızda dolaştırmayalım. Türkiye ekonomisi için 2010 olağanüstü parlak bir yıl olmuştur. Diğer göstergelerden bunu zaten biliyorduk. Milli gelirde rekor büyüme son noktayı koydu. Elbette, “ama” diye başlayan çok sayıda cümle kurabiliriz. Hemen akla büyümenin iç talep kökenli olması ve dış açığın da tarihi rekorlar kırması geliyor. Gene de hızlı büyüme kendi başına büyük bir başarıdır. Bu gerçeği kabullenmek gerekir. Verilere ilk bakışSon çeyrekle başlayalım. Piyasa yüzde 7-8 aralığında büyüme bekliyordu. Gerçekleşme tahminlerin çok üzerinde, yüzde 9,2 oldu. 2003 sonrasının ikinci en yüksek son çeyrek büyümesidir. Rekor yüzde 9,8’le 2005’te kırılmıştı.Kökeninde özel tüketim ve özel yatırım harcamalarındaki hızlı artış yatıyor. Özel tüketimde yüzde 9, özel yatırımlarda ise (sıkı durun) yüzde 49,5 büyüme var. Böylece iç talep yüzde 14,8 artışla 2003 sonrası için son çeyrek rekorunu kırdı.Ancak talep büyük ölçüde ithalata yöneldi. Mal-hizmet ihracatı yüzde 4,3 , mal-hizmet ithalatı ise yüzde 25,4 arttı. Aradaki büyük fark yüzünden dış ticaret açığı büyümeyi yüzde 5,6 aşağı çekti. Bu da bir son çeyrek rekorudur.Kısaca yıllık verileri de özetleyelim. Nominal milli gelir 2010’da 1.1 trilyon TL’ye yükseldi. Kişi başına takriben 15 bin TL yada 10 bin dolar ediyor. Biraz küsuratı da var. Dolar bazında kriz öncesi düzeye yaklaşıldı. 1998 sabit fiyatları ile yıllık milli gelir 2008 yazında 103.7 milyar TL ile zirveyi görmüştü. Sonra düştü. Ancak bu yılın üçüncü çeyreğinde geçebildi. Yıl sonunda ise 105.7 milyar TL ile rekor kırdı. Kriz öncesine kıyasla büyüme yüzde 2 çıkıyor. Konjonktür gözlemleri2010 başında büyüme tahminleri yüzde 4 civarında idi. Ben yüzde 5.2 ile aşırı iyimserler arasında yer almıştım. İlk yarıda baz etkisi ile büyüme yüksek çıksa bile, ikinci yarıda ekonomik faaliyetlerde nispi yavaşlama bekleniyordu.Ama öyle olmadı. Kış ve ilkbahar beklentilerle nisbeten uyumlu geçti. Yaz aylarında talepten küçük kıpırdanma işaretleri geldi. Derken sonbaharla birlikte talepte aniden patlama boyutunda bir canlanma belirdi. Konjonktür analizinde takvim ve mevsim etkisi temizlenmiş serileri kullanıyoruz. TÜİK yayınlıyor. Bir önceki çeyreğe kıyasla hızlanma ya da yavaşlamayı saptıyoruz. İkinci çeyrekten üçüncüye ekonomi yüzde 1,2 büyümüştü. Üçten dörde yüzde 3,6 büyüdü. Son çeyrek için rekordur. Son çeyrekte özel tüketim ve yatırım harcamaları neden hızlandı? İşte size ilginç bir soru. İpucu vereyim: Referandum tarihi 12 Eylül’dür. Referandum sonucu ile hızlanan büyüme arasında güçlü bir nedensellik ilişkisi olduğunu düşünüyorum.Milli gelirin ayrıntılarına bakmaya devam edeceğim.

Devamını Oku

ABD’de karamsar sesler

28 Mart 2011

2010 milli geliri perşembe açıklanıyor. Öncesinde canım iktisat politikası yazmak istemedi. Notlarıma baktım. Türkiye’de siyaset öne çıkıyor. Anayasa tartışması ve aday belirleme yöntemi özellikle önemli. İleride mutlaka katılacağım.Bugün ABD’ye odaklanmaya karar verdim. Listemde yer alan iki kitap ve bir makaleyi tanıtmak istiyorum. “Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla” misali, Türkiye için önemli dersler içerdiğini düşünüyorum. ABD’yi güçlü kılan vasıfların başta geleni varolan ve muhtemel sorunlara karşı duyarlılıktır. Gündeme gelen her sorun üzerine derhal çok sayıda araştırma ve kitap yayınlanır. Farklı çıkar ve zihniyet optiklerinden çözümler önerilir. Taraflar oluşur. Kişi başına gelir düzeyi ile tanımlanan gelişmişlikle söz konusu toplumsal farkındalık arasında güçlü korelasyon vardır. Bir açıdan gelişmişliğin nedenidir. Aynı anda güvenilir bir göstergesidir.Sonun başlangıcıKitapların isimleri zaten her şeyi anlatıyor. Biri 2010’da yayınlandı. Amazon’dan getirtip okudum. İki yazarından biri Bradford DeLong izlediğim bir makro iktisatçıdır. Stephen Cohen’i tanımıyorum.“İtibarın Sonu: Paranın Başka Ülkelerde Olmasının Sonuçları” (Basic Books). İtibar sözcüğünü “influence” karşılığı olarak kullanıyorum. Fors ya da söz geçirme anlamına da geliyor.Sanırım mesajını tahmin ettiniz. Büyük dış açıklar veren bir ülkenin küresel egemenliğini sürdüremeyeceğini anlatıyor. Bol örnek ve veri var. Paran (dış dengen) kadar konuşabilirsin demeye getiriyor.Diğerini The Economist’ten öğrendim. Şubat’ta yayınlanmış bir e-kitap. Gene Amazon’a baktım. Maalesef Türkiye’den indirmek mümkün değil. Yazarı Tyler Cowen’in de adını ilk kez duyuyorum.“Büyük Stagnasyon: Amerika Yakın Geçmişte Alçak Dallardaki Meyvaların Tümünü Nasıl Yedi, Hastalandı ve (Bir Gün) Kendini Daha İyi Hissedecek” (Penguin eSpecial). Borç para ile ucuz enerji dönemi bitti, bundan sonra hayat çok zorlaşacak diyor.AVM ve fabrikaThe Economist’ Voice elektronik bir dergi (www.bepress.com/ev). J. Stiglitz yönetiyor. Kısa iktisat politikası yazıları çıkıyor. Son sayıda E. Leamer gelirinin altında harcayan Japonya ile üstünde harcayan ABD için harika bir benzetme yapıyor.“Metafor kullanalım. Japonya fabrikalarını alışveriş merkezlerine dönüştürmek zorunda. ABD ise farklı; alışveriş merkezi yerine fabrika açması gerekiyor. (Enflasyon ve) deflasyon vurgusu bizim yapmak zorunda olduğumuz reel düzeltmeyi görmemizi engelliyor, hedef şaşırtıyor. Kemerlerimizi sıkmak zorundayız. Çünkü hiçbir zaman kazanamayacağımız gelirleri harcadık. Şimdi bu hayali geliri telafi etmek için daha da çok çalışmak zorundayız.”Okurken etrafımızda mantar gibi fışkıran alışveriş merkezlerini hatırladım. Hamlet’ten esinlenip soralım.“AVM ya da fabrika; işte bütün mesele!”

Devamını Oku

Şundan bundan

26 Mart 2011

Gözünüzden kaçmış olabilir. Haber Financial Times’da çıktı.Utah eyaletinde altın ve gümüş sikkeleri kanuni ödeme aracı kabul eden bir yasa geçti. Fed’in gevşek para politikasına tepkiyi yansıtıyor. ABD’ye gidenler altın ve gümüş dolar almayı unutmasın. Reel kesim güven anketi ve kapasite kullanımı Mart sonuçları açıklandı. Reel kesimin morali iyi duruyor. Kapasite kullanımı ise son iki yılın üstünde ama kriz öncesinin altında seyrediyor. Sanayide enflasyonist baskı görülmüyor.Cumhuriyetin 100’üncü yılında ihracat ne olur? Başbakan “500 milyar dolar” dedi. Sayılara göz attım. Rahat tutar, hatta geçer. Ancak kimse ithalat ve dış ticaret açığı tahmini vermedi. Neden acaba? Bu hafta son çeyrek milli geliri açıklanıyor. Böylece 2010 büyüme hızını kesinleşiyor. Yüzde 9’u bulur mu? Olabilir. Son çeyreğin tüm göstergeleri büyümenin hızlandığına işaret ediyor. Merakta bekliyoruz. Yabancı gözü ile yargıGeçen hafta çok parlak bir yabancı yönetici ile sohbet fırsatım oldu. Uluslararası şirketlere danışmanlık yapıyor. Fransız ama New York’ta oturuyor. Özgeçmişi beni bile etkiledi. Müşterilerinin Türkiye’ye ilgisi artınca şahsen gözlemeye karar vermiş. İlk kez geliyor. Ama ev ödevini iyi yapmış. Çok şey okumuş. Daha önemlisi, temasta olduğu kişilerin Türkiye hakkındaki görüşlerini toparlamış.Eski bir dostun tavsiyesi ile beni aradı. Bir içki için buluştuk. Önce onun izlenim ve kanaatlerini anlatmasını istedim. Eksik ve fazlaları tamamlamaya çalışırım dedim. Bilinen özellikleri saydı: Nüfus, coğrafya, dinamizm, siyasi istikrar, vs. vs.Sıra sorunlara geldi. Hiç tereddüt etmeden “Yargı çok yavaş çalışıyor ve keyfi kararlar çıkıyor” dedi. Siyasi davaları kasdettiğini sandım. “Hayır, yabancı firmalar hukuk sisteminin günlük işleyişine güvenmiyor” diye açıklık getirdi.Çok haklı olduğunu düşünüyorum. Kendi deneyimlerim de bunu doğruluyor. Bir gayrimenkul sorunu sayesinde mahkemelerin nasıl çalıştığını birinci elden yaşıyorum. Giderek sorunların daha da büyüyeceğine hazırlıklı olmalıyız. Sivil itaatsizlikGenellikle kitaplar basılıp satışa çıktıktan sonra ünlenir. “İmamın Ordusu” bu kuralı bozdu. Ne kitapmış ama! Sayesinde bu yüzyılda basılmamış kitabın toplanmasına, okumuş olmanın terör suçu sayılmasına şahit olduk.Etkili bir protesto için ne yapabilirim diye düşünüyordum. Sevgili dostum Şanar Yurdatapan benden önce davrandı. Aşağıdaki mesajı yolladı. “Elinizde varsa, lütfen bana ulaştırır mısınız? Söz, kimden aldığımı bildirmeyeceğim.Ama bütün eşe, dosta, bende adresi bulunan bütün gerçek ve tüzel kişilere, ilgili bütün kurumlara, dünyanın dört köşesindeki politikacılara, yazarlara, gazetecilere, sanatçılara, hukukçulara, -yargıç ve savcılara da- yollayacağım. Bunu bilerek ve isteyerek (taammüden) yapacağım. Başkalarını da yapmaya teşvik edeceğim. Sizi de ediyorum.”Yüzde yüz katılıyorum. Yasama, yürütme ya da yargı farketmez. Yönetimin akla, sağduyuya ve ahlaka sığmayan kararları karşısında en doğrusu sivil itaatsizlik hakkını kullanmaktır. Sizleri de bu protestoya katılmaya çağırıyorum.

Devamını Oku

Küresel ısınma ve nükleer enerji

23 Mart 2011

Küresel mali piyasaların iyimserliği uzun sürmedi. İki gündür dünya borsaları tekrar yönünü aşağı çevirdi. İMKB’ye de yansıdı. Ancak yurt dışından TL varlıklara ilgi güçlü seyrediyor. Sepet kur 1.88 TL’ye geriledi. Şubat sonu itibariyle Merkezi Yönetim borç stoğu Hazine tarafından açıklandı. Toplam borç 483 milyar TL (304 milyar dolar). İlk iki ayda TL borcunda reel artış yok. Bütçe fazlası borç dinamiğini önemsiz kılıyor. Merkez Bankası ayın ikinci Beklenti Anketi sonuçlarını yayınladı. Önümüzdeki iki yıl için enflasyon beklentisi yüzde 7’nin biraz altında istikrar kazandı. Hedefin üstündedir. Faizin yaza kadar bu düzeyde kalması ama sonbaharda 1 puan yükselmesi öngörülüyor.Para Politikası Kurulu piyasaları şaşırttı. Faize dokunmadı ama karşılık oranlarını 2 ila 5 puan arasında artırdı. Vadesiz ve bir aylık mevduat için yüzde 15’e çıkardı. Piyasadan 19 milyar TL çekiyor. Anlaşılan beklediğini görmüş; bence gereksiz vakit kaybetti.Çevre dostu (!) nükleer enerjiBugün para politikasının ayrıntılarına girmeyi planlamıştım. Ama Milliyet’te Metin Münir’in nükleer enerji üzerine yazısını okuyunca vazgeçtim. Benzer bir yazıya ben niyetlenmiştim. Çok gecikmeden yazmaya karar verdim. Münir 2006 yılına kadar nükleer enerji karşıtı kampta yer almış. O yıl James Lovelock’un “Gaia’nın İntikamı” adlı kitabını okumuş. Kamp değiştirmiş. Nükleer enerjiyi savunmaya başlamış.İngiliz vatandaşı Lovelock’un kariyeri çok ilginç. Tıp okumuş; NASA’da çalışmış. çok önemli makine ve ölçü aletleri icat etmiş; küresel ısınmayı ilk saptayanlar arasında yer almış vs. vs. İnternette özgeçmişini okumanızı tavsiye ederim.Araştırmalarında fosil yakıtlardan (kömür, doğal gaz ve petrol) salınan karbonla küresel ısınma arasındaki birebir ilişkiyi saptamış. İklim değişikliğinin kısa sürede insanlığın sonunu getireceğine karar vermiş. Mantığı basittir. Küresel ısınma nasıl engellenir? Fosil yakıttan vazgeçerek. Yerine ne koyabiliriz? Rüzgâr, güneş ve hidrolik gibi yenilenebilir kaynaklar yetmez. Güvenilir tek kaynak nükleerdir. Böylece Lovelock çevreci nedenlerle nükleer enerjiyi savunuyor.Hesap doğru mu?Karbon salınımı tipik bir “dışsallık” sorunudur. Petrolün fiyatına salınan karbonun iklim etkisinin maliyeti dahil değildir. Lovelock bu maliyetin bugün zannettiğimizden çok daha yüksek olduğunu düşünüyor.Sonuç tartışmalıdır. Zaten iklim modelleri çok yenidir. Otuz-kırk yıl sonrası ancak hipotezler ve varsayımlarla hesaplanabilir. Yanılgı ihtimali yüksektir. Halbuki nükleer enerjinin riskleri uzak bir gelecekte değil, bugündedir.Üç yaklaşım mümkündür. Biri ikisine de karşı çıkmaktır. Gerçekçi değildir. Diğeri ucuz petrolle büyük bir felaket riskini almaktır. Üçüncüsü Lovelock’un tavrıdır. Faturası bilinen nükleeri ehven-i şer seçmektir. Dikkatle düşünmenizi öneriyorum.

Devamını Oku

IMF bile değişiyor

21 Mart 2011

Mali piyasaların mantığını anlayan beri gelsin. Ortalık kötü haber kaynıyor. Japonya’da deprem ve nükleer felaket, Libya’da sıcak çatışma, ABD’de konut inşaatında rekor düşüş, say sayabildiğin kadar. Doğal olarak dün sabah gelen raporlar borsaların aşağı yönlü açılmasını öngörüyordu. Ama tam tersi oldu. Borsalar yükseldi. Euro (ve TL) dolara karşı değer kazandı. Sepet kur 1.91 TL’de sabit kaldı. Türkiye’yi gündemdeki kritik dış politika soruları meşgul etti. Libya’ya askeri harekete tavrı ne olmalı? NATO operasyonuna dönüşmesine onay vermeli mi? Gönlüm çatışmanın dışında kalmaktan yana. Ama fayda-maliyet hesabında zorlanıyorum.Raslantı mı?Küresel mali kriz sadece banka sistemini zora sokmadı. Mali piyasaların etkin çalıştığı varsayımı üzerine inşa edilen makro iktisat anlayışını da çok hırpaladı. Egemen paradigma diyebiliriz. Keynesçiler “ortodoks” sıfatını sever. Eski ezberlerin önemli mabetlerinden biri IMF’in de bu süreçten etkilenmesi kaçınılmazdı. Nedeni çok açıktır. IMF’te kullanılan teorik çerçeve gelişmiş ülkeler bankacılık sistemlerinde biriken sorunların görülmesini engellemişti.Kriz sonrasında ilginç bir gelişme yaşandı. Geleneğe göre, IMF Başkanını Avrupa seçer. Güçlü bir rakipten kurtulmak isteyen Sarkozy sosyalist parti üyesi Strauss-Kahn’ın göreve atanmasını sağladı. Yani krizle birlikte IMF’in zirvesi sola eğildi.Daha bitmedi. IMF’e yeni bir başiktisatçı gerekti. Stauss-Kahn tercihini MIT hocası kendisi gibi Fransız makro iktisatçı Olivier Blanchard’dan yana kullandı. Tahmin ettiniz; Keynesçi ve sol eğilimlidir.Bütün bunlar tarihin cilvesi diyebileceğimiz raslantılar mı? Yoksa büyük patronların satranç misali dikkatle planlanmış hamleleri mi? Bilemiyorum. Sonuçları beni daha çok ilgilendiriyor.Olumlu işaretlerMart başında (7-8 Mart) Blanchard küresel mali kriz sonrasında makro ekonomik politikaların geleceğini tartışmak üzere üst düzey bir konferans düzenledi. Videosu ve sunum özetleri internette var (www.imf.org). IMF değişebilir mi? Geçmişte Türkiye’ye de zarar veren “ortodoks” reçetelerinden vazgeçebilir mi? Kategorik “evet” diyemem. Ama şu ana kadar gelen işaretlerden umutlandığımı söyleyebilirim. Nitekim eski egemen paradigmanın yeminli düşmanları arasında IMF’teki yenilenmeye şans tanıyanlar belirdi. Biri Joe Stiglitz: Toplantıya katıldığını duydum. Diğeri Paul Krugman: Blogunda Blanchard’ı ve yaptıklarına destekledi.Keynesçi analize açık bir yaklaşımın IMF’de güçlenmesi Türkiye açısından çok yararlıdır. Ekonominin gerçekleri ile daha uyumlu iktisat politikalarına geçişi kolaylaştırır. Sadece “IMF lobisini” üzer. Mahzuru yoktur.

Devamını Oku