Küresel mali piyasaları yeni bir iyimserlik dalgası kapladı. Benim baktığım yerden dünya ekonomisinin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. Onların gözlükleri ise tozpembe gösteriyor. Nerede satıldığını öğrenmeye çalışıyorum. Ben de alacağım.
2010’un iki önemli kamu borç verisi Hazine tarafından açıklandı. Net kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 29’a indi. 2008’le yarım puan fark kaldı. Hemen yakalar. AB tanımlı brüt borç stoğu da yüzde 42’ye geriledi. 2008’den iki puan yüksek.
Şubat dış ticaret verileri TÜİK tarafından yayınlandı. İthalat çılgın gibi artıyor. Dış ticaret açığı 7.5 milyar dolar ile yeni rekor kırdı. Takvim ve mevsim etkisini düzeltince Ocak gibi 9 milyar dolar çıkıyor. Korkutucudur.
Mart enflasyonu yarın TÜİK tarafından açıklanıyor. İTO’nun İstanbul Ücretli Geçinme Endeksinde yıllık artış yüzde 4.9’a geriledi. Enflasyonda anlamlı bir artış eğilimi görmüyorum. Piyasalar ayrıntıları dikkatle okumaya çalışacaktır.
Kredi kanalı kritiktir
Milli gelir analizi ile devam ediyorum. Konjonktür analizi ve iktisat politikası açısından yıllık verilerden çok çeyrek bazında gelişmeler önem kazanıyor. Nitekim son çeyrekte iç talepte ani bir sıçrama oluştuğunu yazdık.
Son çeyrekte iç talep artışını iki kalemde izliyoruz. Özel tüketim harcamalarının büyümeye katkısı yüzde 6.2, özel yatırımların katkısı ise yüzde 8.0 oldu. Toplayınca özelel kesimin büyümeye katkısı yüzde 14.2 çıkıyor. Bu da bir rekordur.
Özel kesim tüketim ve yatırım harcamalarını nasıl bu kadar hızlı arttırabildi? Bu sorunun cevabını Merkez Bankası her fırsatta hatırlatıyor. Kredi hacminde yaşanan patlamadan kaynaklandığını söylüyor.
Piyasa ekonomisinde kredi kanalı kritiktir. Çünkü bankacılık sistemi gelir olmaksızın satın alma gücü yaratabilir. Merkez Bankasının para basması ile eşdeğerdir Böylece özel kesimin kazanmadığı geliri harcamasına olanak sağlanır.
Nitekim tarih boyunca para politikasının asli işlevi kredi kanalının kontrolü olmuştu. Kökten piyasacı zihniyet son yirmi yılda bu yaklaşımı terketti. Bedeli ağır oldu. Kriz eski yöntemlere “iade-i itibar” sağladı.
Tehlikeli gidişat
Banka sisteminin yarattığı satın alma gücünü nasıl ölçebiliriz? Tek başına kredi artışı gerekli bilgiyi taşımaz. Mevduat artışını düşmek gerekir. Aradaki fark bankaların özel kesime sağladığı satın alma gücüdür. Nominal değerleri kullanırız.
Karşılaştırma için cari fiyatlarla milli gelirdeki artışı kullanırız. Örnek yapalım. 2009’un son çeyreğinden 2010’un son çeyreğine mevduat 81 milyar TL, krediler 132 milyar TL, yani net kredi 54 milyar TL, milli gelir ise 44 milyar TL artmış.
Dikkat: son çeyrekte net kredi artışı milli gelir artışından fazladır. Aradaki fark ithalata gitti. 2010’da çeyrek bazında net kredi ve milli gelir değişimi aşağıdaki grafiktedir. İlk çeyrekte net kredi düşüyor. İkinci çeyrekte gelir artışının yüzde 40’ını, üçüncüde yüzde 90’ını oluşturuyor. Son çeyrekte gelir artışının üstüne tırmanıyor (yüzde 116).
İşte, Merkez Bankası bu tehlikeli gidişata müdahale etmeye çalışıyor. Bankaların neden bu kadar çok bağrıştıkları da anlaşılıyor.
Krediler ve büyüme
Haberin Devamı