AB ve ABD piyasaları Paskalya nedeni ile dün tatildi. Açık olan Asya borsaları ile birlikte İMKB de geriledi. Buna karşılık döviz kuru 2.07 TL civarından yatay seyretmeyi sürdürdü.Şubat sanayi üretimi TÜİK tarafından açıklandı. Sanayi üretimi geçen yıla göre yüzde 4.4 yükseldi. Takvim ve mevsim etkisi arındırılınca geçen aya göre yüzde 0.7 artışa tekabül ediyor.Piyasanın yüzde 2.7 artış beklentisinin epey üzerindedir. Ocakta sert yavaşlamanın yarattığı belirsizliğe değinmiştim. Bu sayılar sanayinin büyüme dinamiğini hâlâ koruduğunu gösterdi. Yumuşak inişi destekliyor.The Economist’te Türkiye üzerine çıkan iki yazı medyaya yansıdı. Biri başmakale formatında ve kısa; diğeri finans ve ekonomi bölümünün uzun ilk yazısı. Eleştirileri zorlama buldum. Piyasa da pek takmışa benzemiyor.Borç oranı düştü2011 sonu itibarıyla kamu borç stoğu verilerini Hazine açıkladı. Kamu borcunun üç farklı göstergesi öne çıkıyor. Merkezi yönetim brüt borcu her ay, AB tanımlı brüt borç ve kamu kesimi net borcu ise çeyrek bazında yayınlanıyor.Borç stoğunun mutlak değeri fazla anlam taşımıyor. Onun yerine borcun milli gelire oranı izleniyor. Dolayısı ile hem büyüme hızı hem mali disiplin etkiliyor. Yüksek büyüme ve küçük bütçe açığı halinde oran hızla geriliyor. Tersi olunca tırmanıyor (Yunanistan örneği).2011’de üç kamu borcu göstergesi de düştü. Merkezi yönetim brüt borç oranı yüzde 40’a indi. Kriz öncesi düzeyidir. AB tanımlı brüt borç oranı yüzde 39.4’e geriledi. Kriz öncesinin altındadır. 2009’da yüzde 49’a tırmanmıştı. Büyük AB ülkeleri arasında en düşük orandır. Hatırlatma: Maastricht kriteri yüzde 60.Net kamu borç oranı yüzde 22’ye düştü. Yakın tarihin en düşük net borç oranıdır. Önceki rekor 2008’de yüzde 28’dir. 2009’da yüzde 33’e yükselmişti. Ayrıntıları ve geçmişle karşılaştırma aşağıdaki tabloda kolayca izlenebilir. Kamu dengesi hesabıNet kamu borç stoğunun önemli bir yararı vardır. Sermaye kazanç ve kayıpları dâhil kamunun nihai dengesini hesaplama olanağı verir. Mali disiplinin en gerçekçi ölçüsüdür. Kamunun açığı varsa net borç stoğu artar. Fazlası varsa azalır.Net kamu borç stoğu 2010 sonunda 320 milyar TL idi. 2011 sonunda 290 milyar TL’ye geriledi. Anlamı açıktır. Kamu kesimi, her şey dâhil, 2011’de 30 milyar TL fazla vermiştir. Dikkat: Fazla hesabına faiz ödemeleri dâhildir. 2011 milli gelirine (1.3 trilyon TL) bölelim. 2011’de kamu kesimi fazlasının milli gelirin yüzde 2.3’üne ulaştığını buluruz. Dünya çapında rekor olabilir. IMF’nin (ve The Economist’in) mali disiplinin gevşediği iddialarını çürütmektedir.
Mali piyasalarda yeni haber yok. Paskalya tatili etkisi olabilir. Parite 1.30’un altına inemedi; 1.31’de kaldı. İçeride borsa düştü ama TL değer kazandı. Döviz sepeti tekrar 2.07 TL’nin altına indi. Yarın Şubat sanayi üretimi açıklanıyor. Piyasa yüzde 2.7 artış bekliyor. Ama tahmin aralığı çok geniş: minimum sıfır, maksimum yüzde 7.5. Ocak’ta sert düşüş belirsizlik yarattı. Geçici bir dalga mı? Yoksa yeni bir eğilim mi? İlki daha muhtemeldir.Otomobil satışlarında gerileme sürüyor. Geçen yıla göre Mart’ta yüzde 13, ilk çeyrekte yüzde 21 düşüş var. Önümüzdeki aylarda biraz toparlanır. Ama toplamda 2011’in altında kalır. Enerji-dışı dış dengeye yarar.“Dandik TL” tarihe gömülüyor mu? Daimler AG (cirosu 110 milyar euro) artık Türkiye’ye ihracatını TL ile yapıyor. Yani kur riskini kendisi alıyor. Böylece Mercedes fiyatları TL’ye dönüyor. Büyük ve istikrarlı pazarlarda standart uygulamasıdır.Bölgesel eşitsizlikle mücadeleHükümet yatırımlara yönelik kamu teşviklerinde yeni bir düzenlemeye gitti. Genel çerçevesi Başbakan tarafından açıklandı. Ayrıntıları medyada yer aldı. Birkaç gözlem yapmak istiyorum.Devletin mikro düzeyde yatırım kararlarına müdahalesi yararlı mıdır? İktisatçılar arasında görüş birliği yoktur. “Sanayi politikası” denir. Kökten piyasacılar ilke olarak karşı çıkar. Gerisi tavrını müdahalenin somut biçimine göre belirler.Yatırım teşviklerinin makro dengeye etkisi çok sınırlıdır. Buna karşılık tekil firma, sektör yada coğrafi mekan açısından önemli sonuçlar yaratır. Dolayısı ile ciddi çıkar çatışmalarını tetikler. Türkiye’de teşvik deyince öncelikle coğrafi eşitsizlik anlaşılır. Uygulama geçmişi çok eskiye gider. İller arasında başarı kadar mağduriyet örnekleri vardır. Anadolu’yu tanıyanlar bilir. Yüksek teşvik bölgesine girmek her ilin hedefidir. Şikayet çoktur.Son paket eski zafiyetlerin bazılarını gideriyor. Bir: bölge tercihleri daha az keyfi duruyor. İki: sübvansiyonlar pratikte anlam kazanıyor. Üç: gelişmiş bölge firmasına geri bölge yatırımında destek sağlıyor. Genelde olumludur.Dış açık ve teknolojiYeni sistemi “sanayi politikasına” yaklaştıran iki iç içe hedef var. Biri dış açığa mikro düzeyde müdahale arayışıdır. İthal ara malları içeride üreten firmaların rekabet gücünü arttıracak önlemler getiriliyor. Bir tür “ithal ikamesi” sayılır.Diğeri çalışan başına katma değeri yüksek ve yatay-dikey bağlantıları güçlü bazı sektörlerin hedeflenmesidir. Teknoloji-yoğun bu faaliyetler “stratejik” kabul ediliyor. Yerli üretici adaylarına ciddi destek sağlanıyor.Yeni teşvik sistemi anlamlı bir sanayi politikası yolunda doğru adımdır. Hükümetin tercih ve araç kümesini makul buluyorum. Yatırımın bileşim ve dağılımını etkiler. Başarı hikayeleri çıkar. Ama unutmayın: mikro önlemle makro dengesizlik çözülemez.
Dünya borsaları yüksek düzeyde tutunmaya çalışıyor. Piyasaları tedirgin eden soru biliniyor. Yoksa zirve görüldü mü? Varlık fiyatlarının ekonomik temellerden koptuğunu uzun süredir savunuyorum. Göreceğiz. Döviz piyasasında dolar aniden atağa geçti. Biraz önce baktım. Euro 1.31 dolara yaklaşmış. Paritenin yüksek oynaklığına dikkat çekerim. İçeride TL istikrarını koruyor. Sepet kur 2.08 TL civarında geziniyor.Dün benim için tarihi bir gündü. Yıllardır beklediğim ama ahir ömrümde göreceğime inanmadığım bir olay gerçekleşti. 12 Eylül darbecileri yargı önüne çıktı. Sembolik değeri büyüktür. Türkiye siyasetinde dönüm noktasıdır.Ancak bu sadece bir başlangıçtır. Örneğin yargı süreci mutlaka 27 Mayıs ve 12 Mart’ı kapsayacak şekilde genişletilmelidir. Doğrusu 12 Eylül referandumuna “amasız” destek verdiğim için çok mutluyum. Yaşam maliyeti artıyorEnflasyon bir kez daha şaşırttı. Hatırlatalım: Martta TÜFE için piyasanın tahmini yüzde 0,6; benimki yüzde 0,8 idi. Halbuki gerçekleşme yüzde 0,4 oldu. Geçen yıla eşittir. Dolayısı ile yıllık enflasyon yüzde 10,4’de sabit kaldı.Tüketici enflasyonu iki ayrı şeyi ölçüyor: vatandaşın yaşam maliyeti ve ekonomide talep baskısı. Nispi fiyatlar yavaş değişirken ikisi örtüşüyor. Son dönemde olduğu gibi fiyat hareketleri sertleşince hesap şaşıyor. Üçü kritik: tarım, enerji ve döviz kuru.Tarım fiyatları uzun dönem eğilimin çok üzerine tırmandı. Düzeltme gelebilir dedim. Başlamış olabilir. Herkes dünya enerji talebinin fiyatı yukarı çektiğini öğrendi. Tehlikeli düzeye tırmanan dış açığın TL’ye değer kaybettirdiği de biliniyor.Ancak, tarım fiyat düzeltmesi enerji ve kurun olumsuz etkisini karşılamıyor. Neticede vatandaşın yaşam maliyeti yükseliyor. Yani reel geliri düşüyor. Resmi sayılara güvenmemekte haklıdır. Berber fiyatı ve döviz kuruYa talep baskısı? O cepheden gelen işaretler olumludur. Örneğin kira artışı martta yüzde 0,2 ile mevcut serinin en düşük değerine indi. Diğer (çekirdek) göstergeler de fiyatlama davranışlarında olumsuz bir gelişmeye işaret etmiyor.Örnek olarak bir süredir ihmal ettiğim berber fiyatlarına bakıyorum. İthal ve enerji girdisi çok azdır. Fiyat, çıplak talep baskısını yansıtır. Talep varsa artar, yoksa artmaz, hatta düşer. Grafikte çizgi kadın-erkek berber enflasyonu ortalamasını (kadın yüzde 70), sütun sepet kur değişimini gösteriyor.Arada ilişki var mı? Yok. 2009’da kur artıyor berber enflasyonu iniyor. 2010’da kur düşüyor berber enflasyonu yükseliyor. İki dönemin farkı ne? 2009 kriz dönemi; talep çökmüş. 2010 hızlı toparlanma; canlı talep hemen zammı getiriyor.Ya son dönem? Kurda yüzde 30’a yakın artışa rağmen berber enflasyonu kıpırdamıyor. Yüzde 10’un altında yatay seyrini sürdürüyor. Hatta ilk çeyrekte biraz iniyor. Durum budur.
2011 milli gelir verileri dün TÜİK tarafından yayınlandı. Her fırsatta tekrarlıyorum. Milli gelir konjonktürün en kritik göstergesidir. Ekonomik gidişat hakkında en kapsamlı bilgi setini oluşturur.Daha önce yayınlanan sanayi üretimi, dış ticaret vs. diğer verilerden büyüme hızının ne olacağı ortaya çıkmıştı. Nitekim piyasanın geçen hafta yaptığı tahminler tuttu. Ya eski tahminler? Birazdan döneceğim.Milli gelir son çeyrekte yüzde 5,2; 2011’de yüzde 8,5 büyüdü. Bu arada 2010 verileri de revizyon gördü. Büyüme hızı yüzde 9,2’ye yükseltildi. Böylece kriz sonrası iki yılın ortalama büyüme hızı yüzde 8,8’e ulaştı.Kriz ve öncesi ile karşılaştıralım. Takvim ve mevsim etkisi arındırılmış milli geliri kullanıyorum. Dibe vurduğunda (2009 ilk çeyrek) önceki zirvenin (2008 ilk çeyrek) yüzde 13 altına inmişti. Sonraki üç yılda yüzde 28 arttı. Eski zirveyi yüzde 11 aştı. Yaşam grileri seviyor2011 için yılbaşında tahmin vermekten kaçınmıştım. Hatırlayalım. 2010’da iç talep patlamış, büyüme ve dış açık rekorları kırılmıştı. Dış açığı ve döviz kurunu kestirmekte zorlanıyordum. 2 Ocak 2011 tarihli yazımı şöyle bitirmiştim: “2011’in temel belirsizliği buradadır. Eski model 2011’de de sürdürülebilir mi? İki soru öne çıkıyor. Bir: Mali piyasalar izin verir mi? İki: İktisat politikaları daha dengeli bir modele intizamlı geçişi sağlayabilir mi?Açıkçası, bu soruların cevaplarını bilmiyorum. İçimden bir ses 2011’in eskiye benzemeyeceğini, son on yıla damgasını vuran konjonktürün kırılacağını söylüyor. Ama sezgilere dayanarak nokta tahmin yapmaktan korkuyorum.” Bugün artık cevapları biliyoruz. İlginç şekilde ikisi de gerçekleşti. Yaşam “siyah-beyaz” olmuyor; grinin tonlarını seviyor. Hem mali piyasalar dış açığın 80 milyar dolara tırmanmasına izin verdi. Hem iktisat politikası daha dengeli büyümeye geçişi başardı.2011 yılbaşında piyasanın büyüme tahminlerine bakalım: Beklenti anketi yüzde 5, Consensus Forecasts yüzde 4.8 öngördü. Daha gerçekçi Ekodiyalog ekibi bile yüzde 6’da kaldı. Ne diyebilirim?Konjonktür kırılmasıYıllık milli gelirin yayınlandığı gün heyecanlı geçer. Başımı excel dosyalarından kaldıramam. Konjonktürün gerektirdiği yeni tablo ve grafikler hazırlarım. Birini aşağıya koydum.“Yumuşak iniş” ekonomi fazla yavaşlamadan iç ve dış talebin dengelenmesini gerektiriyor. Konjonktür kırılması nasıl görülür? Yılın tümü ile son çeyreği karşılaştırmak yeterlidir. Talep kalemlerinin büyümeye katkısına bakıyoruz. Son çeyrekte özel talebin artış hızı düşüyor. Kamu da harcamasını kısıyor. Neticede iç talep artışı dörtte bire iniyor. Ama büyüme hızı o kadar düşmüyor. Neden? İthalatın azalması sayesinde dış talebin katkısı artıya geçiyor. Sevindiricidir.
Dünya borsaları Cuma yükseldi. Ama Avrupa hafta başındaki kaybı telafi edemedi. Parite 1.33’ün üzerinde kapandı. Petrol fiyatı 123 dolar civarında seyretti. Sepet kur 2.08 TL’de istikrar kazandı. Merkez Bankası olağan fonlamaya geri döndü.Mevsimlikten arındırılmış reel kesim güven endeksi Şubat’tan sonra Mart’ta da yükseldi. Kapasite kullanımı da Mart’ta arttı. Ama geçen yılın çok az altında kaldı. İkisi ne “yumuşak iniş” senaryosu ile uyumludur.2011 sonu borç stoğu Hazine tarafından yayınlandı. AB tanımlı (brüt) kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 40’ın altına geldi. Net kamu borcu ise nominal geriledi. Ayrıntısına ayrı bir yazıda ineceğim. Yarın 2011 büyümesi ve Mart enflasyonu açıklanıyor. İlkine Perşembe değindim. Piyasa TÜFE’de yüzde 0.7 ve ÜFE’de yüzde 7.5 bekliyor. Yıl sonu tahmini ise ikisinde de yüzde 7. Benim TÜFE tahminim bu ay daha yüksek, yıl sonu daha düşük (0.8 ve 6.5).‘Makul’ dış açıkPerşembe piyasanın dış ticaret açığı tahmini 5.5 milyar dolar dedim. Makul bulduğumu ekledim. Maalesef hata yapmışım. Doğrusu 6.5 milyar dolardır. Gerçekleşme ise 6 milyar dolar oldu. Dolayısı ile piyasa tahmini yüksek, benimki düşük kaldı.Dış ticaret açığı şu anda en kritik konjonktür göstergesidir. Dış açığın sabit kalması yada artması ekonomi dengelenmiyor demektir. Hikayenin sonu kötü biter. Öte yandan hızla gerilemesi düşük büyüme anlamına gelir. İşsizlik yükselir. Sert iniş işaretidir.Velhasıl yumuşak iniş için dış açığın makul bir tempoda azalması gerekir. Ancak bundan sonrası tartışmalıdır. Herkesin kendi “makulü” vardır. Bana yeterli gelen düşüş başkası için yavaş, diğeri için çok hızlı olabilir.Şubat’ta dış ticaret açığı geçen yıla göre 1.5 milyar dolar düştü. Çünkü ihracat ithalattan daha hızlı arttı: yüzde 17 ve yüzde 1. Yıllık açık 104 milyar dolara indi. Makul mu? Grafikte izlenen enerji ve enerji-dışı ticaret açığının seyri bize ipucu veriyor.Enerji-dışı açıkta sert bir düşüş var (Şubat’ta yüzde 50). Ama enerji açığı petrol fiyatı ile birlikte yükseliyor. Bu gidişle yıllık enerji-dışı açık Nisan’da enerjinin altına düşer. Bu eğilim bence makuldür. Ekonomi yönetiminin başarı hanesine yazılır.Başçı’nın yazısıPara politikası tartışması önemli bir dergiyi tanıtma fırsatını verdi. Aylık İktisat ve Toplum dergisi Ankara’da Profesör Ömer Faruk Çolak ve arkadaşları tarafından yayınlanıyor. İkinci yılına girdi. .17’inci sayısı yeni çıktı. Her sayıda içeriği zenginleşiyor. Bu ay yazar kadrosuna Merkez Bankası Erdem Başçı da katıldı. Konusunu tahmin ettiniz: “TCMB Para Politikaları”.Yazı kısa ve kolay okunuyor. Son iki yılda para politikasında neyin ve neden yapıldığını duru bir üslupla anlatıyor. İktisat ve Toplum kitapçılarda satılıyor. Yayıncısı Efil Yayınevi: www.efilyayınevi.com yada 312-442 52 10. Mutlaka edinin ve okuyun derim.
Üretim-harcama dengesizliğinin nedenlerine yönelik yazılara ara veriyorum. Yumuşak iniş, dış açık ve döviz kuru açısından çok önemli olduğunu söyledim. Geri döneceğim.Yarın şubat dış ticaret verileri yayınlanıyor. Dış açığın arzulanan hızda düzelip düzelmediğini göreceğiz. Piyasa 5.5 milyar dolar dış ticaret açığı bekliyor. Makul duruyor. Geçen yıl 7.5 milyar dolardı. Mart sonrasında düzelme hızlanır.Sanayi dışı kesimler için güven endeksleri mart sonuçları TÜİK tarafından açıklandı. Hizmetler, perakende ticaret ve inşaatta güven aralıkta dibe vurmuştu. Yılbaşında başlayan yükseliş sürüyor. Yumuşak iniş senaryosu için iyi haberdir.Hafta başında son çeyrek büyüme açıklanıyor. Piyasanın tahmini yüzde 6,3; böylece 2011 büyümesi yüzde 8,4’e ulaşıyor. Biraz daha yüksek çıkabilir. 2012 için beklenen yüzde 2,6 ise son IMF tahmini ile (yüzde 2,3) uyumludur.Yeni para politikasıSanırım sağır sultan bile duydu. Merkez Bankası’nın 2010 sonunda devreye soktuğu yeni para politikası bileşimi mali piyasaları çok tedirgin etti. Uygulamalar çok sert eleştirildi. Uzun uzun neden başarısızlığa mahkzm olduğu anlatıldı.Hatta doğrudan yöneticiler hedef alındı. Ağır suçlamalar yapıldı: enflasyonla mücadele ikinci plana atıldı, bağımsızlıktan taviz verildi, hükümetin dümen suyuna girildi vs. Olmadık felaket senaryoları yazıldı.İlk günlerde ben de tartışmaya katıldım. Makro dengesizlerin ayrıntısına girdim. Değişen iç ve dış koşullarda eski yaklaşımın geçersizliğini gösterdim. İntizamlı düzeltmenin yol haritasını çıkardım. Yeni politikayı bu bağlamda destekledim.Ama bir süre sonra aynı analizleri tekrarlamaktan sıkıldım. Duvara konuşma duygusuna kapıldım. Kervan zaten yürüyordu. Kenardan izledim. Gerilla tarzı küçük çakmaları sevdim. Politikaya desteğimi öyle sürdürdüm.Optik yanılgı para politikasına (ve Türkiye’ye) özgü değildir. Yerleşik çıkarları ve ideolojik saplantıları yansıtır. Cehaletle birleşir. Oluşan garip zihniyet kokteyli şaşırtıcı koalisyonları besler. Sol (?) muhalefetin mali piyasa ile son ittifakı iyi örnektir.Ana eksenler doğrudurBir: Enflasyon hedeflemesi iflas etti. “Mali piyasa etkindir” varsayımına dayanıyordu. Küresel kriz tersini kanıtladı. Para politikası faizin ötesine taştı. Kredilerin (ve döviz kurunun) doğrudan kontrolü geri döndü.İki: Enflasyonun nihai nedeni bütçe açığıdır. Kısa dönemde ilişki çok karmaşıktır. Aritmetiği tatsızdır. Ama bir kuralı evrenseldir: Bütçe disiplini enflasyonda kalıcı artışa izin vermez. Nitekim tarihte örneği yoktur.Üç: Makro dengesizliği büyüme sürerken düzeltmek gerekir. Ekonominin büyüme dinamiğini kırmak çok tehlikelidir. Vahim kısır döngüleri tetikler. Topluma gereksiz yere ağır maliyetler yükler.Dört: Döviz kuru kritiktir. Reel ekonomide fiyat kraldır. Tüm davranışları belirler. Miktarları dengeye getirir. Örneğin dış açık (miktar dengesizliği) aşırı değerli kurun (yanlış fiyat) sonucudur. Yani döviz kuru mali piyasa kaprislerine teslim edilemez.
Dünya Bankası ve Kalkınma Bakanlığı tarafından hazırlanan “Yüksek Büyümenin Sürdürebilirliği - Yurt içi Tasarrufların Rolü” raporu bahane oldu. Dış açığın gerisinde yatan tüketim artışını (tasarruf yetersizliğini) pertavsız altına aldık.Tasarruflar kamu ve özel diye ikiye ayrılıyor. DPT verilerine göre son on yılda kamu tasarrufu artıyor (7 puan). Ama özel tasarruf oranı çöküyor (12 puan). Neticede tasarruf oranı yüzde 13’e iniyor; dış açık oranı yüzde 9’u aşıyor.Özel tasarruf için hanehalkı ve kurumsal ayrımı yapılıyor. Ancak özel tasarruf deyince akla sadece ilki geliyor. Vatandaşın daha tutumlu olması için yapılabilecekler tartışılıyor. İkincisi ihmal ediliyor. Halbuki en az ilki kadar önemli.Maalesef bu noktada karşımıza veri yetersizliği çıkıyor. Özel tasarrufun dağılımı hakkında elde resmi veri yok. Analizi çok zorluyor. Bugün hanehalkı tasarrufunu bankacılık verilerinde izliyorum.Banka sistemi ve tasarrufTekil vatandaşın harcamadığı geliri için alternatifi çoktur. Menkul varlıklar: Banka mevduatı, tahvil, yatırım fonları, borsa, bireysel emeklilik, hayat sigortası. Fizik varlıklar: Gayrimenkul, altın, mücevher, sanat eseri. Diğer: Yakın çevreye borç, şirket ortaklığı.Ekonomi geliştikçe menkul varlıklar artar. Ancak ortalama aile için konut daima servetin önemli bir bölümünü oluşturur. Diğerlerinin payı düşer.Banka mevduatı ikiye ayrılır: Tasarruf ve ticari. Bizi ilki ilgilendiriyor. Yıl sonu itibariyle tasarruf mevduatı toplamını alıyoruz. Bir önceki yılla farkını hesaplıyoruz. Banka kesimine o yıl giren hanehalkı tasarrufudur.Ancak, bankacılık sistemi hanehalkına gelirinden çok harcama fırsatı da veriyor. Adı tüketici kredisidir. Konut, araç, kredi kartı, ihtiyaç kredisi vs. olabilir. Yıl sonu değerleri arasındaki fark tüketiciye sağlanan net kredidir.Yöntemle ilgili not: Dövizle kredi ve mevduat yıl sonu kuru ile TL’ye çevriliyor. Yani kur kökenli sermaye kazancı/kaybı hesaba dâhil ediliyor. Diğer yöntemi kontrol ettim; eğilim değişmiyor.Eksi net tasarrufBulgular aşağıdaki grafiktedir. Verilerine kolay ulaştığım için 2006 sonrasına baktım. Öncesi zaten çok ilginç değil. Tüketici kredileri ancak Hazine mali piyasadan çekildikten sonra mümkün olabildi.Tümü yıllık değişimin milli gelire oranıdır. Düz çizgi tasarruf mevduatını, kesikli çizgi tüketici kredilerini gösteriyor. Aradaki fark hanehalkının banka sisteminde net tasarrufudur. 2008 ve 2009’un kriz yılları olduğunu hatırlatalım.Ne görüyoruz? Mevduata dönüşen tasarruf azalıyor. 2005’ten 2011’e 1.7 puan düşüşle yüzde 3,2’ye iniyor. Aynı dönemde kredi artışı 1 puan artışla yüzde 3,9’a tırmanıyor. Dolayısı ile net tasarruf artı yüzde 2’den eksi yüzde 0,7’ye geçiyor.Bir: Banka sistemi 2010’da eksi net tasarrufa geçiyor. İki: Beş yılda net tasarruf oranı 2.7 puan düşüyor. Üç: Bankaya yatan tasarruf kadar bankadan çekilen kredi bu sonucu etkiliyor.Devam edeceğim.
Dünya borsaları haftayı ekside kapattı. Petrol fiyatı sakin; 124 dolar civarında geziniyor. Parite ilgimi çekiyor: son baktığımda tekrar 1.33’e yaklaşmıştı. Mali piyasada oyun bitmez. Herkes euro bölgesini eleştirir, ama gider euro alır!İçeride para piyasaları karıştı. Önce döviz kuru kıpırdadı. Döviz sepeti 2.12 TL’yi gördü. Anlaşılan Merkez Bankası hoşnut kalmamış. Bankaların TL likiditesini kıstı. Ortalama fonlama maliyetini arttırdı. Piyasa gafil avlandı. Salı toplanacak Para Politikası Kurulundan faiz koridorunun üst sınırında indirim bekliyordu (halen yüzde 11). Geçmişte olduğu gibi, Merkez Bankası gene istediğini aldı. Sepet kur 2.09 TL’ye geriledi.Dilimde tüy bitti. Ekonomi yönetiminin eli güçlüdür. Hazine’nin borçlanma sorunu yoktur. Merkez Bankası likiditenin mutlak hakimidir. 2011’de TCMB’nin kar rekoru kırması (8.5 milyar TL) mali piyasanın sinirini bence açıklıyor. Özel tasarrufun bileşenleriTasarruf bilmecesi ile devam ediyorum. Dış açık bir makro dengesizliğin sonucudur. Geri planda, ekonominin ürettiğinden fazla harcaması yatar. Yatırıma kıyasla tüketim yüksek demektir. Milli gelir muhasebesinde tasarruf yetersizliği şeklinde tanımlanır.Geçen yazıda uzun dönemde kamu, özel ve toplam tasarrufun seyrine baktım. Yakın geçmişte kamu tasarrufu arttı. Ama özel tasarruf çöktü. Grafik özetliyor. On yıl önce özel tasarrufun milli gelire oranı yüzde 25’di. 2011’de yüzde 10.4’a indi. Çok vahimdir. ABD’nin altındadır. Yunanistan’dan çok uzak değildir.Özel tasarruflar neden çöktü? Akla hemen tüketim geliyor. Fatura vatandaşın müsrifliğine kesiliyor. Özel tasarruf vatandaşın tüketmek yerine bankaya, altına, konuta, vs. yatırdığı gelirine indirgeniyor. “Hanehalkı tasarrufu” denir.Ama özel tasarrufun tek kaynağı değildir. Üretici firmaların (şahıslar ve şirketler) net geliri sahiplere dağıtılan karın üzerindedir. Farkın bir kısmı mali sisteme girer. Yada doğrudan sermaye mallarına (makine, teçhizat, vs) dönüşür. “Kurumsal corporate tasarruf” denir.Dikkat: milli gelirin “gayrisafi” yatırımı ölçer. Eskiyen makinanın yenilenmesi yatırımdır. Dolayısı ile “kurumsal tasarrufa” dahildir. Genellikle birikmiş amortismanlar kullanılır. Örnek: 2011’de trafiğe 43 bin kamyon kaydoldu. Gayrisafi yatırımdır. Kurumsal tasarrufa girer. Ama kamyon stoğu sadece 2 bin arttı. Karanlıkta atışMaalesef burada işler fena halde karışıyor. Çünkü Türkiye’de özel tasarrufların ayrıntılı verisi yok. Ne kadarını hanehalkı yapıyor? Ne kadarı kurumsal tasarruf? Oranlar son on yılda nasıl değişti? Cevap tek kelime: bilmiyoruz; en küçük bir fikrimiz yok.Bu bilgiler tasarruf oranını arttırmayı amaçlayan politikaların saptanmasında kritiktir. Bir: hastalığı teşhis etmeden tedavi olmaz. İki: bir tarafı düzeltelim derken diğerini bozarsınız. Karanlıkta atıştan daima karavana çıkar.Konunun başta “yumuşak iniş” ve döviz kuru, çok sayıda çıkarsaması var. Devam edeceğim.