Dünya ekonomisi yeniden durgunluğa (hatta daralmaya) gidiyor mu? Göstergeler piyasalarda karamsarlığın artığı yönündedir. Altın 1500 dolara yaklaşıyor. Petrol 110 doları aşamıyor. Euro/dolar paritesi 1.27’nin altını gördü. Küresel durgunluk ihtimali içeride para politikası önceliklerini etkiler mi? Bu ihtimali güçlendiren gelişmeler var. Örneğin dün, nisanda tüketici güven endeksinin yüzde 3 düştüğü açıklandı. Ayrıca ihracat ve ithalatın gerilediği anlaşılıyor. Mali piyasaların tedirginliğine rağmen Merkez Bankası’nın “olağanüstü gün” uygulamasını durdurması bir işaret olabilir. Şimdilik kura etkisi sınırlı; sepet kur 2.07 TL civarında geziniyor. Maliye Bakanlığı nisan bütçe gerçekleşmesini açıkladı. Merkez Bankası’nın yüksek temettüsü sayesinde bütçe nisanda 1.4 milyar TL fazla verdi. İlk dört ayın açığı 5 milyar TL’de kaldı. Ancak ekonomideki yavaşlama gelir tarafını zorlamaya başladı. Eğilim değişti mi?Şubat istihdam ve işsizlik verileri TÜİK tarafından açıklandı. Ocak-mart dönemini yani ilk çeyreği kapsıyor. Mevsim etkisi arındırılmış (MEA) işsizlik verilerini özellikle merak ettiğimi salı günü yazmıştım.Önce geçen yılla karşılaştıralım. Nüfusta 1.3 milyon, 15+ yaş grubunda 1.2 milyon, istihdamda 540 bin artış, işsizlerde 240 bin, iş gücünde 300 bin azalış var. Son yılın en düşük istihdam artışıdır. İşsizlik oranı 1.1 puan düşüşle yüzde 10,4’e iniyor.İstihdam artışının dağılımına bakalım. Tarım istihdamı 150 bin düşüyor. Geçmişte çok tartıştık; ayrıntılarına girmiyorum. Eğilim değişti mi? Yoksa geçici bir durum mu? İlki daha muhtemel duruyor. Toplam istihdamda düşük artışın esas nedenidir. Tarım dışı istihdamı 680 bin artıyor. Hafif de olsa bir yavaşlama var. İyi haber, sanayi istihdamının 30 bin artmasıdır. Kötü haber inşaatta istihdamın 30 bin gerilemesidir. Neticede net istihdam artışının tümü hizmetlerden kaynaklanıyor. Mevsim etkisi arındırılmış seriye dönelim. Ocakta işsizlik oranı yüzde 9’la tarihi bir rekor kırmıştı. Şubatta yüzde 9,1’e yükseliyor. Eğilim değişti diyemeyiz. Olabilir; olmayabilir. Hâlâ ikinci en düşük işsizlik oranıdır. İstihdam oranıEkonomi yeterince istihdam yaratıyor mu? Mutlak sayılar aldatıcıdır. Nüfus artışını da hesaba katmak gerekir. Bu amaçla iş gücünün (çalışanlar artı işsizler) çalışabilir yaş grubuna oranı alınır. Katılım oranı deniyor. Daha gerçekçi ölçü, oranı sadece istihdamla (işsizler hariç) hesaplamaktır. İstihdam oranı deniyor. Mevsim etkisi arındırılmış verileri TÜİK yayınlıyor. İstihdam nüfustan hızlı artınca oran yükselir. Yavaş artarsa geriler.2005’ten bu yana istihdam oranının seyri grafikte görülüyor. Küresel kriz öncesinde yüzde 42 civarındadır. Yani çalışabilir yaşta 100 kişiden 42’si çalışıyor. Krizde oran yüzde 40’a iniyor. Hızlı büyüme Şubat 2011’de yüzde 45’e taşıyor. Ve orada kalıyor. İki gözlemle bitirelim. Kriz sonrası hızlı büyüme önce istihdam dostudur. İstihdam oranını üç puan artırmıştır. Ancak son yılda eğilim değişiyor. İstihdam oranı ulaştığı düzeyi ancak koruyabiliyor. Yakın gelecek için iyi haber değildir.
Yunanistan euro’dan ayrılacak mı? Dünya bu soruyu cevaplamaya çalışıyor. Seçimden istikrarlı bir hükümet çıkmadı. Haziran başında yeniden seçim sandığı kuruluyor. Velhasıl euro kararı vatandaşa kaldı. Normaldir; mal sahibi odur.Euro’dan ayrılmanın Yunanistan’a maliyeti fevkalade yüksektir. Ancak AB projesi açısından da ciddi bir mağlubiyettir. O nedenle baştan itibaren bir şekilde ara çözüm bulunacağını iddia ettim. Şimdi o kadar emin değilim.Borsalar haftaya sert düşüşle başladı. Ama parite etkilenmedi. Son baktığımda hâlâ 1.29’a yakın seyrediyordu. Buna karşılık petrol fiyatı aylar sonra 110 dolara geriledi. Bekleneceği gibi, içeride kur kıpırdadı. Döviz sepeti 2.07 TL’ye yaklaştı.Bugün iki veri açıklanıyor. Biri şubat istihdamı; ilk çeyreği kapsıyor. Takvim ve mevsim etkisi arındırılmış işsizlik oranına bakacağız. Diğeri nisan bütçe gerçekleşmesi; nakit dengesi bu ay işe yaramadı. Bütçe disiplini dalgalı suların kritik çapasıdır.Dış açık geriliyorMart ödemeler dengesi Merkez Bankası tarafından yayınlandı. Piyasa cari işlemler açığını 6 milyar dolar öngörüyordu. 6.1 milyar dolar çıktı. Geçen yıl 9.6 milyar dolardı. Bir önceki yıla göre 3.5 milyar dolar daralma demektir.Neticede yıllık açık 75.2 milyar dolardan 71.8 milyar dolara indi. Ekim 2011’de 78.6 milyar dolarla tarihi rekor kırmıştı. Olumsuz dış koşullara rağmen son beş ayda 7 milyar dolar azaldı.Biri euro krizinin ilk çeyrekte AB’de yeni bir resesyonu tetiklemesidir. Türkiye AB’ye ihracatını artıramadı. Hatta ihracat geriledi. Ufukta bu eğilimin değişeceğine dair işaret görünmüyor. Yumuşak iniş için kötü haberdir.Diğeri petrol fiyatlarının 120 doları aşmasıdır. Fiyat artışı enerji ithalatını tırmandırdı. Neyse ki dünya ekonomisi üzerindeki kara bulutlar petrol fiyatını gevşetiyor. Dış dengeyi olumlu etkileyecektir. İyi haberdir.Milli gelire oranıDış açığın evrimini görmenin en sağlıklı yolu milli gelire oranına bakmaktır. Genellikle takvim yılı kullanılıyor. Konjonktürün kırılma anlarında ise çeyrek verileri daha yararlı oluyor. Bu da milli geliri ve dış açığı mevsim etkisinden arındırmayı gerektiriyor.Bu amaçla en basit yöntemi uyguladım. Çeyrek cari işlemler açığını dolar bazında çeyrek milli gelirine böldüm. Elde ettiğim seriye mevsim arındırması (Tramo-Seats) uyguladım.Grafik küresel krizin hemen öncesinde, 2008’in ilk çeyreğinde başlıyor: Dış açığın milli gelire oranı yüzde 5,8. İkinci çeyrekte petrol fiyatı ile birlikte yüzde 7,1’e yükseliyor. Krizle birlikte hızla daralarak 2009’un ilk çeyreğinde yüzde 0,5’e geriliyor.Sonraki iki yılda dış açık patlıyor. Zirve 2011’in ilk çeyreğinde: Yüzde 10,8). Sonra eğilim değişiyor. Önce yavaş, sonra sert düşüşle yüzde 7,8’e iniyor. Yıllık düzelme 3 puandır. Yumuşak inişle uyumludur. İktisat politikasının başarı hanesine yazılmalıdır.
Küresel piyasalar keyifsiz bir hafta geçirdi. Varlık piyasaları yükselme umutlarını canlı tutacak hikayeyi bir türlü bulamıyor. Bu kez satış dalgaları başlıyor. Hisse senetleri, altın, petrol ve hammadde fiyatları beraberce geriliyor.Euro Bölgesi’ni Yunanistan ve İspanya kaynaklı sorunlar vuruyor. Parite 1.29’a indi. Bu eğilim devam edebilir. Ancak TL fazla etkilenmedi. Döviz sepeti haftayı 2.05 TL’nin altında kapattı.Nisan nakit dengesi gerçekleşmesi Hazine tarafından yayınlandı. Bütçenin öncü göstergesidir. Ancak 7 milyar TL vergi tahsilatının Mayıs’a kaydığı anlaşılıyor. O nedenle bütçe sonuçlarını bekliyorum. Yeni anayasa yakında Meclis gündemine iniyor. Tartışmalar iyice hararetlendi. Favori konumdur. Ana hatları ortaya çıkıncaya kadar dolaylı müdahil oluyorum. Konjonktürün belirsizliği de azaldığına göre önümüzdeki dönemde daha çok yazacağım. Sanayi yavaşladıMart sanayi üretim verileri TÜİK tarafından yayınlandı. Böylece 2012’nin ilk çeyreği için büyüme ve konjonktür açısından ilk önemli öncü göstergeyi öğrendik. Mart’ta piyasa toplam sanayi üretiminde geçen yıla kıyasla yüzde 2.2 artış bekliyordu. Ben yüzde 2.5 diyordum. Fiili sayı piyasanın biraz üzerinde, benim tahminimin altında çıktı. Toplam sanayi üretimi yüzde 2.4, imalat sanayi üretimi yüzde 1.6 arttı.İlk çeyreğe bakalım. Geçen yıla kıyasla toplam sanayi üretiminde yüzde 2.8, imalat sanayinde yüzde 1.7 artış var. Geçen yılın son çeyreğinde, aynı sıra ile, yüzde 6.5 ve yüzde 5.8 artmıştı.Bu sonuçlar yumuşak iniş senaryosu ile uyumludur. İlk çeyrekte genelde sanayi üretiminde bir yavaşlama var. Euro bölgesi resesyonu ihracat üzerinden imalat sanayinde yavaşlamaya daha belirgin hale getiriyor.Son olarak takvim ve mevsim etkisi arındırılmış verileri görelim. Mart’ta bir önceki aya kıyasla toplam sanayi üretimi yüzde 0.7, imalat sanayi üretimi yüzde 0.9 arttı. Son çeyrekte ise, 2011’in son çeyreğine göre, aynı sıra ile yüzde 1.5 ve yüzde 1.7 düştü. Ayrıntısı önem kazanıyor. Ocak’ta Aralık ayına göre her iki endeks de yüzde 3.1 geriliyor. Şubat ve Mart’ta ise tekrar artış eğilimine geçiyor. Ama Ocak düşüşünü telafi edemiyor. Sonunda çeyrek toplamında sanayi üretimi azalıyor.Büyüme ne olur? İmalat sanayi üretimi artışı ile büyüme hızı arasında güçlü bir ilişki vardır. Krizde imalat sanayi üretimi milli gelire kıyasla daha sert düşmüştü. Dolayısı ile toparlanma döneminde daha hızlı büyüdü. 2011’de ilişki dengelendi. Grafikte çubuklar çeyrek bazında imalat sanayi üretimi artışını, çizgi büyüme hızını gösteriyor. 2011’in ikinci çeyreğinden bu yana imalat sanayi üretimi ve milli gelirde artış hızının birbirine çok yakın seyrettiği görülüyor.İlk çeyrekte büyüme ne olur? BETAM’dan (www.betam.bahcesehir.edu.tr) Z.İmamoğlu ve B.Soybilgen’in yüzde 3.5 tahmini bana makul geliyor. Grafikle de uyumlu duruyor. Salı günü ilk çeyrekte ödemeler dengesine bakacağım.
Yunanistan seçimleri kelimenin tam anlamı ile bir siyasi deprem getirdi. Şaşırtıcı mı? Pek sayılmaz. Kamuoyu yoklamaları bu durumu öngörmüştü. Olsa olsa mucize bekleyenler hayal kırıklığına uğradı.Yunanistan seçimleri biraz 1990’lar sonu Türkiye’sini anımsatıyor. Ülkeyi uzun süredir yöneten iki merkez partisi eriyor. Mecliste çoğunluk radikal sağ ve sol partilere geçiyor. Ancak çok-partili koalisyon hükümetleri kurulabiliyor.“Seçmenin tercihi öyle; demokraside çözüm bitmez” diyebilirsiniz. Ne var ki Yunanistan, tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşıyor. Hasarın daha da artmaması için özellikle bu anda güçlü ve istikrarlı bir hükümete ihtiyacı var.İki farklı açıdan bakabiliriz. Bundan sonra ne olabilir? Neden böyle oldu? İlkini Fransa seçimlerinde yaptım. Yunanistan’da ise bana ikinci soru daha yararlı geliyor. Türkiye’nin güncel tartışmalarına da ışık tutuyor.Seçim sistemiSeçim sisteminin siyasi süreçlerdeki belirleyici rolünü yıllardır vurguluyorum. Başkanlık sistemini, dar bölgeyi ve iki turlu seçimi savunuyorum. Yunanistan’ın bugün içine düştüğü siyasi kargaşanın tezlerimi doğruladığı kanısındayım.Fransa ile başlayalım. Siyasi dağınıklık başkanlık seçiminin ilk turuna yansıdı. Ama ikinci turdan net bir sonuç çıktı. Çünkü tercih ikiye inince, seçmen adaylardan birine yöneldi. Yani başkanlık sistemi iki turda güçlü bir yürütme oluşturdu.Alternatif tarih yazalım. Yunanistan’ın nispi temsil-parlamenter sistem ikilisini Fransa’ya taşıyalım. Fransa’nın Mayıs 2012 siyasi yelpazesini hesaba katalım. Sonuç Yunanistan’dan çok farklı olur muydu?Fransa bu sorunun cevabını 1950’lerin siyasi çalkantılarında öğrendi. Ekonomik kriz yoktu ama Cezayir savaşı bardağı taşırdı. Siyasi geleneğine ters düşmesine rağmen çözümü başkanlık sisteminde buldu.Yunanistan’a dönelim. Siyasi kâbusun faturasını seçmene çıkartmak yanlıştır. İki turlu başkanlık sistemi ile aynı seçmen bu seçimden güçlü ve istikrarlı yürütme çıkartırdı. Yani seçmen aslında hatalı seçim sisteminin mağdurudur.Seçilebilir alternatifHepsi bu kadar mı? Değil. Konjonktür sözcüğünü hatırlayın: Bağımsız dinamiklerin üst üste gelmesi. Sonucu belirleyen bir başka etken ülkenin uzun süredir iki merkez partisi tarafından yönetilmesidir. Dolayısı ile vatandaş haklı olarak krizden onları sorumlu tuttu.Şüphesiz, seçim sistemi buna da katkı yapmıştır. Ama tümü ile ona bağlayamayız. Nitekim karşı örnek Türkiye’dir. 2001 krizi sonrasında seçmen parlamenter sistem içinde eski meclisi tasfiye etti. AKP’yi tek başına iktidara getirdi.Fark, krizde sorumluluk taşımayan bir partinin seçmen tarafından “seçilebilir alternatif” kabul edilmesinde yatıyor. Demokrasilerde seçim kazanmanın temel önkoşuludur. 2002 sonrasında Türkiye’de muhalefetin en büyük zafiyetidir.Yunanistan eski siyasi sınıfa “seçilebilir alternatif” neden üretemedi? Yakın gelecekte yapabilir mi? Benzer sorular yarına yönelik Türkiye için kolayca sorulabilir. Çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Fransa’da cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turunda seçmen sürpriz yapmadı. Hollande kamuoyu yoklamalarında uzun süredir önde gidiyordu. Seçimi 4 puan farkla aldı. AB’nin ikinci, dünyanın dördüncü ekonomisine devlet başkanı oldu.Başkanlık sistemini savunduğum biliniyor. İçerdiği demokratik sürecin somut örneğidir. Hollande önce Sosyalist Parti’nin herkese açık ön seçimini kazandı. Sonra ilk turdan birinci çıktı. Nihayet seçmenin yarıdan fazlasının oyu ile seçildi.Cumhurbaşkanlığı, seçim sürecinin ilk aşamasıdır. Bir ay sonra milletvekili seçimleri (gene dar bölge-iki turlu) yapılıyor. Hükümeti belirliyor. Sosyalist Parti yakaladığı momentumu genel seçimde sürdürebilecek mi? Muhtemeldir ama garanti değildir.Pazar günü Hollande’a desteğimi siyasi nedenlere bağladım. Sarkozy’nin yükselen yabancı düşmanlığına verdiği desteğe işaret ettim. Türkiye karşıtlığı bunun parçasıdır. Kaybetmesine sevindim. Uyarı: Ermeni soykırımı konusunda tavır değişmez.İki “tarz-ı iktisat”Bir sosyalistin Fransa’ya Cumhurbaşkanı olması Euro Bölgesi iktisat politikalarını nasıl etkiler? Bu soru epeydir soruluyor. Anglosakson dünyası karamsar analizler yapıyor. Örneğin The Economist “Tehlikeli Bay Hollande” kapağı ile çıktı.Neden? Çünkü Hollande seçim kampanyasında Almanya’nın euro bölgesine giydirdiği muhafazakâr deli gömleğini net şekilde eleştirdi. Kemer sıkma politikalarına karşı çıktı. Mevcut konjonktürde önceliğin büyüme ve istihdama verilmesini istedi.Geri planda iki “tarz-ı iktisat” yatıyor. Krizde devlet ne yapmalı? İktisadın ezeli ve ebedi tartışmasıdır. Keynes-öncesi (muhafazakâr) iktisat her koşulda küçük devleti ve denk bütçeyi savunur. AB’de Almanya (ABD’de Cumhuriyetçiler) temsil ediyor.Keynes’çi (ilerici) iktisat karşı çıkar. Krizde kemer sıkma “küçülme-deflasyon” kısır döngüsünü tetikler, topluma gereksiz yüksek maliyet yükler der. Çözümü gevşek para ve maliye politikalarını cesaretle uygulamakta görür. AB’de güçlü savunucusu yoktu.Bu açıdan Fransa’nın Keynes’çi kampa geçmesi euro için fırsattır. Almanya’yı gerçekçi davranmaya zorlar. Gevşeyen kemerler euroya değer kaybettirir. Enflasyon kıpırdar. Kısır döngü kırılır. Sorunlu ülkelerin ödediği toplumsal bedel azalır.“Şizofren” piyasalarKeynes’çi iktisat geleneği Türkiye’de maalesef yeşermiyor. Kamuoyuna mali piyasaların görüş ve çıkarları hükmediyor. Her durumda, para ve maliye politikalarının sıkılması tek çözüm olarak sunuluyor.Halbuki dünya değişti. Artık IMF bile Euro Bölgesi’ne büyüme öneriyor. Baş iktisatçısı O. Blanchard’ın Euro Bölgesi’nde kemer sıkma taleplerine yönelik eleştirileri Hollande’ın tezleri ile örtüşüyor. “Üstelik mali piyasalar bayağı şifozren davranıyor. Maliye politikasının derhal sıkılması isteniyor. Ama aynı anda sıkılan maliye politikasının büyümeyi düşürmesine karşı sert bir olumsuz tepki veriliyor.” (Önsöz, WEO, Nisan 2012; vurgu benim).Yunanistan seçimi farklı bir çerçeve gerektiriyor. Ayrı yazı planlıyorum.
Başbakan Erdoğan’dan düşen kredi notuna sert tepki geldi. Alternatif değerlendirme kuruluşu için düğmeye basılmış. Çocukluğumun Baytekin filmlerine benzedi: “Erdoğan S&P’a karşı”. Tümü ile iç siyaset hamlesidir.Bir: zaten piyasa S&P’u ciddiye almadı. Döviz sepeti 2.03 TL’ye geriledi. İki: yeni kuruluşa dış fazla veren ülkeler (Almanya, Çin, vs.) katılır mı? Hayır. Üç: kalıcı çözüm rekabetçi kurdan geçer. Sürdürülebilir dış denge kredi notunu hükümsüz kılar.Bugün AB’de iki kritik seçim yapılıyor. Fransa’da sağ iktidar ekonomiyi dönüştüremedi. Yabancı düşmanlığına sığındı. Hollande “ehven-i şer” oldu. Yunanistan’ın gündeminde kriz ve fakirleşme var. Kemer sıkma programı oylanıyor. Venizelos’u tercih ederim. Kapitalizm sohbetinde demokrasi ilişkisine mutlaka gireceğim. Nisan araç satışları açıklandı. Geçen yıla göre otomobil yüzde 15, hafif ticari araç yüzde 27, toplam yüzde 19 düştü. Ocak-Nisan döneminde, aynı sıra ile, yüzde 19, yüzde 34 ve yüzde 23 düşüş var. İç talepte kontrollü gevşemeyi yansıtıyor.Yaşam maliyeti artıyorNisan enflasyonu TÜİK tarafından açıklandı. Tüketici fiyatları TÜFE için piyasa yüzde 1.3, ben ise yüzde 1.5 öngörmüştüm. Bir kaza oldu; bu kez tutturdum. Böylece yıllık tüketici enflasyonu yüzde 11.1’e yükseldi.Kendi çapında yakın dönem rekorudur. 2003 bazlı seride sadece 2008 yazında üç ay (Temmuz, Ağustos ve Ekim) yıllık TÜFE artışı biraz daha yüksek çıkmıştı. Hatırlatma: 2008’de petrol fiyatı rekor kırdı. Ardından küresel kriz geldi. Enflasyon çöktü.Şaşırtıcı mı? Hayır. Enflasyonun ilkbaharda yüzde 11’i aşacağı baştan biliniyordu. Ben de uyardım. Verilerde ilginç yeni bilgiler var mı? Doğrusu göremedim. Son ayların eğilimleri değişmedi. Kısaca özetleyelim. Vatandaş için önemlisi yaşam maliyetinde hızlı artıştır. Ücretlilere bakalım. Geçen yıl yüzde 11 zam alamayan satın alma gücü kaybetti. Dolayısı ile fakirleşti. Nedeni nisbi fiyat hareketleridir. Üçü öne çıkıyor.Bir: dolaylı vergiler arttı. Vatandaşın vergi sonrası geliri azaldı. İki: TL değer kaybetti. İç piyasadan elde edilen gelir daha az ithal ürün satın alıyor. Üç: enerji fiyatları yükseldi. Enerji ithalatı için gerekli yerli ürün miktarı arttı. Olay budur. Hangi enflasyon sarmalı?Diğer eğilimin doğru saptanması büyüme ve işsizlik açısından önemlidir. Çünkü para politikasını belirliyor. Soru basittir: yüksek enflasyon sarmalı hortladı mı? Önce talep baskısını ve fiyatlama davranışlarını yansıtan kalemlere bakıyoruz. Bir: kira artışı bir yıldır yüzde 4.5 civarında geziniyor. İki: berber enflasyonu yılbaşından bu yana yüzde 9’un altında seyrediyor. Geçtiğimiz aylarda grafiklerini vermiştim.İç ve dış konjonktüre dönelim. Dünya ekonomisi yavaşlıyor; AB resesyonda; ABD tekliyor; hammadde fiyatları geriliyor. Türkiye’de iç talep gevşedi; kredi musluğu kapandı; likidite sıkıldı; bütçe disiplini sürüyor. Hangi enflasyon sarmalı? Nerede? Kamuoyunda TÜİK’in enflasyonu kasden düşük ölçtüğü görüşü yaygındır. Bugün İstanbul Ticaret Odası verileri ile karşılaştıracaktım. Yerim bitti; başka yazıya kaldı.
Bugün yayınlanan nisan enflasyonuna pazar günü bakacağım. Piyasa TÜFE’de nisanda yüzde 1,3, yıl sonunda yüzde 7,5 artış öngörüyor. Ben nisanda daha yüksek (yüzde 1,5) ama yıl sonunda daha düşük (yüzde 6,5) bekliyorum.Türkiye İhracatçılar Birliği nisan ihracatını açıkladı. Geçen yılın yüzde 2 altında çıktı. Özellikle AB ülkelerine ihracatta ciddi düşüş var. Geçen yazıda değindim. Yüksek petrol fiyatı ile birleşince dış dengede düzelmeyi zorlaştırıyor. Kötü haberdir.Ünlü kredi değerlendirme şirketi Standart&Poor’s Türkiye’nin notunu bu nedenle durağana indirdiğini açıkladı. Geçmiş performansı ile uyumludur. Etkisi çok sınırlıdır. Nitekim son baktığımda döviz sepeti 2.05 TL’nin altında seyrediyordu. Nedenselliğin yönüKapitalizm sohbetine devam ediyorum. “Sanayi devrimi neden İngiltere’de gerçekleşti?” diye sorduk. Kurumsal iktisat okulunun geliştirdiği analizi kullandık. Farkın kurumsal yapıda yattığını söyledik.Başka türlü sorabiliriz. Zenginliğin kökeninde ne var? Modern topluma bakınca önce fiziki sermaye birikimi gözleniyor. Makinelerde, teknolojide ve eğitilmiş insan gücünde somutlaşıyor. Onlar varsa yüksek verim yani zenginlik de oluyor.Ya insanların davranış biçimleri? “Zihniyet” diyelim. İlk bakışta maddi koşulların bir türevi gibi duruyor. Makine stoğunda, teknolojide ve eğitim düzeyinde artışın insanların davranış biçimlerini de değiştireceği hipotezine götürüyor.Bu anlayış Türkiye’de çok yaygındır. Halbuki kurumsal iktisat tam tersini savunur. Önceliği insan davranışlarını çerçeveleyen yazılı ve yazılı olmayan kurallara verir. Bunlar önce zihinlerde varolur. O nedenle zihniyet kavramını kullandım.Biraz açalım. Kural nedir? Bireyin kısa dönemli çıkarları ile örtüşmeyen bir davranışı kabullenmesidir. Böylece bireyin kısa dönem çıkarları ile toplumun uzun dönem çıkarları arasındaki çelişkiler çözülür. Kurallarda anlaşma kurumları oluşturur. Kurum hem kurallara uyumu hem kuralların değişimini düzenler.“Yapanın yanında kalır” zihniyetine bakalım. Kuralı tek başına bozan daima kârlı çıkar. Topluma maliyeti de düşüktür. Ancak kurala kimse uymazsa herkes zarar eder. Toplumsal maliyet çok yükselir. Zenginliğe giden yolu kapatır.Futbol keşmekeşiLafı uzatmayalım. Nedenselliğin yönü bellidir. Gelişmiş ülkelerde kurallara uyulması zenginliğin sonucu değildir. Tam tersine, zenginliği mümkün kılan yüksek verimin nedenidir.Futbolda yaşanan şike olayı bu çerçeveye mükemmel oturuyor. Futbol dediğin bir top ve üç hakem; makine, teknoloji sorunları yok. Eğitim desen yöneticiler üniversite mezunu seçkinler. Üstelik yazılı kurallar ve kurumsal yapı gelişmiş ülkelerden aktarılmış. Ama tam bir keşmekeş yaşanıyor. Zor kararlar bir yıldır alınamadı. Kurallar uygulanamadı. Arada keyfi değişikliklere gidildi. Yazılı kuralların yazılı olmayanlarla çeliştiği ortaya çıktı. Türkiye’de gelişmeyi durduran zihniyet sorunlarına iyi örnektir.
Küresel mali piyasaların keyfi yerinde duruyor. New York’ta DowJones endeksi rekor düzeyde (13.200) dolaşıyor. Avrupa o kadar iyimser değil; ona rağmen euro biraz güçlendi. Son baktığımda parite 1.32’yi aşmıştı.İçeride İMKB-100 endeksi 60 bin civarında yatay seyrediyor. Ona rağmen 2012’de dolar cinsinden verimi yüzde 30’u buldu. Ligin tepesine oturdu. TL ise değer kazanıyor. Döviz sepeti 2.04 TL’ye kadar geriledi.Perşembe günü nisan enflasyonu açıklanıyor. Enerji fiyatlarına yapılan zamlar TÜFE’yi tırmandıracaktır. Yüzde 1.5 bile olabilir. Yıllık enflasyon yüzde 11’i geçer. 2008 yazından bu yana en yüksek düzeydir.1 Mayıs işçi bayramı benim neslimin özel günlerinden biridir. Taksim’de kutlanmasının sembolik anlamı vardır. İslamcı solcuların da katılma kararı alması beni ayrıca mutlu etti.Ticaret açığı daralıyorMart dış ticaret verileri TÜİK tarafından yayınlandı. Bu kez piyasa tutturdu. 12.7 milyar dolar ihracat, 20.1 milyar dolar ithalat ve 7.4 milyar dolar açık bekleniyordu. Aynı sıra ile, 13.7 milyar dolar, 20.6 milyar dolar ve 7.4 milyar dolar geldi.Martta geçen yıla göre ihracat yüzde 12 artarken ithalat yüzde 5 geriliyor. Dolayısı ile dış ticaret açığı yüzde 25 (2.5 milyar dolar) azalıyor. Aynı eğilimi ilk çeyrek verilerinde görüyoruz. Geçen yıla göre ihracatta yüzde 14 artış, ithalatta yüzde 1, dış açıkta yüzde 19 düşüş var.Yıllık ihracat 139 milyar dolara yükseldi. Tarihi rekordur. Yıllık ithalat rekora 242 milyar dolarla şubatta ulaşmıştı. Martta 241 milyar dolara indi. Yıllık dış ticaret açığı ise zirveyi 107 milyar dolarla Ekim 2011’de görmüştü. Martta 102 milyar dolara geriledi.Aylık, üç aylık ve yıllık sayıları bilerek verdim. Çünkü üçü de aynı yönde hareket ediyor: İhracat artıyor, ithalat azalıyor, dış ticaret açığı daralıyor. “Yumuşak iniş” senaryosu ile uyumludur. İktisat politikasının başarısıdır.İki ilginç eğilimBirincisi, euro bölgesinde büyümenin durması AB’ye ihracatı vuruyor. İlk çeyrekte AB’ye ihracat yüzde 2 düşüyor. Diğer ülkelere ise yüzde 26 artıyor. Neticede AB’ye ihracatın payı geçen yıl yüzde 48 iken bu yıl yüzde 42’ye iniyor. Yakın gelecekte bu eğilimin değişmesi için bir neden görülmüyor.İkincisi, yüksek enerji fiyatları ekonomide dengelenmeyi zorlaştırıyor. İlk çeyreğe bakalım. Enerji-dışı ithalattan kaynaklanan açık 6.7 milyar dolar düşüyor. Ancak net enerji ithalatında 2.3 milyar dolar artış bunun dış ticaret dengesine yansımasını kısıtlıyor. Kısa dönemde enerji fiyatlarının gevşemesi ihtimali yoktur. Yani bu eğilim de devam edecektir.