Dünya zenginlik sıralaması

3 Mart 2012

Seyahat programında bir karışıklık oldu. Pazar yazımı gazeteye üç gün önce yollamam gerekti. Anlayacağınız güncel konulara giremiyorum. Yarın sabah yayınlanacak Şubat enflasyonuna yetişmeye çalışacağım.Sevdiğim bir meslektaşın makalesinin okuyordum. Türkiye’nin dünya kişi başına gelir sıralamasındaki yerine referans vermiş. Bu tür göstergeler uzun dönemli gelişme performansını değerlendirmek amacı ile kullanılıyor.Aklıma takıldı. Dünya Bankasının bütün verilerinin halka açtığını daha önce yazmıştım (http://databank.worldbank.org). Excel dosyalarına aktarmakta sorun vardı, o da çözüldü. İstenilen verilere iki tıklama ile ulaşılıyor.Neyse, 2010 yılı için cari kurdan kişi başına gelir verilerini indirdim. En çok o kullanılıyor. Nüfus verileri zaten vardı. Türkiye’nin dünyadaki yerini daha iyi görmeye çalıştım. O arada dünya gelir dağılımı da ortaya çıktı.Neresindeyiz?Dünya Bankası verileri 216 “ülkeyi” kapsıyor. Sözcüğü tırnak içinde almamın nedeni bir bölümünün çok küçük olmasıdır. Örneğin 10’unun nüfusu 100 binin, 58’inin 1 milyonun, 100’ünun 5 milyonun, 134’ünün 10 milyonun altında.Halbuki, dünya nüfusunun yüzde 71’i Türkiye’nin içinde olduğu en kalabalık 20 ülkede yaşıyor. Yani küçük ülkelerin varlığı sıralama mantığını zorluyor. Türkiye örneği ile açıklayacağım.2010’da dünya kişi başına gelir ortalaması 9.200 dolar. Türkiye 10.100 dolar ile dünya ortalamasının yüzde 10 üzerine çıkıyor. Sıralamada 63’üncüyüz. Geliri daha düşük 154 ülke var. 217’ye bölünce en zengin yüzde 30’a giriyoruz.Nüfusu ekleyelim. Kişi başına geliri 10.100 dolar ve üstü ülkelerin toplam nüfusu 1.54 milyar; dünya nüfusu ise 6.84 milyar. Bölünce bu gurubun dünya nüfusunun en zengin yüzde 23’ünü kapsadığı hesaplanıyor.Yani sıralamaya nüfus boyutunu ekleyince Türkiye irtifa kazanıyor. En zengin yüzde 30 yerine yüzde 23’e giriyor. Doğru ölçü budur. Dünya nüfusunun yüzde 77’si kişi başına gelir düzeyi Türkiye’den daha düşük ülkelerde yaşıyor.Bozuk gelir dağılımıDünya gelir dağılımına bakalım. Türkiye dahil en zengin 63 ülke cari fiyatlarla dünya gelirinin yüzde 75’ini üretiyor. Sadece ABD artı AB dünya nüfusunun yüzde 12’si ama üretimin yüzde 49’unu yapıyor.Gelir dağılımı hesaplarından hatırlarsınız. Yüzde 20’lik nüfus dilimlerinin gelirden aldıkları paya bakılır. Buradan Gini katsayısı hesaplanır. Daha basit bir yöntem en zengin yüzde 20’nin payını en fakir yüzde 20’ye oranlamaktır. En zengin yüzde 20’nin dünya gelirinde payı yüzde 71.7; en fakir yüzde 20’nin payı ise yüzde 3.2. Yani 22.4 katı ediyor. Türkiye’de bu oran 7.2’dir. Bu ölçü ile 2010’da dünya gelir dağılımı Türkiye’nin bozuk gelir dağılımından üç kat kötüdür.Son not: Türkiye ilk yüzde 20’yi kıl payı kaçırıyor. İkinci yüzde 20’de ikinci ülke ama önünde Rusya var. Yani en zengin yüzde 20’ye terfi etmekte zorlanabiliriz. Bilginize...

Devamını Oku

Ocak dış ticareti

29 Şubat 2012

Avrupa Merkez Bankası üç yıl vadeli ve yüzde 1 faizli fonlama ihalesine bankalardan 560 milyar dolar talep geldiğini açıkladı. Yani euro bölgesi likidite bolluğunda yüzüyor. Piyasa beklentileri ile uyumludur.Avrupa borsaları olumlu etkilendi. Pariteye etkisi sınırlı kaldı. Son baktığımda 1.34 civarında seyrediyordu. Türkiye’de İMKB yükseldi. Döviz sepeti 2.04 TL’ye geriledi. New York’ta ise Dow Jones endeksi 13 bin düzeyinde tutunmaya çalışıyor.Petrol piyasası üzerindeki kara bulutlar bir türlü dağılacağa benzemiyor. Özellikle İran’ın Hürmüz Boğazı’nı tanker trafiğine kapatması ihtimali herkesi tedirgin ediyor. Petrol fiyatındaki artışın Türkiye’ye faturası büyüktür.Verilere bakıyoruzOcak dış ticareti TÜİK tarafından açıklandı. Dış ticaret açığında daralmanın hızını anlamak açısından yılın ilk ayları büyük önem taşıyor.Piyasa tahminleri şöyle idi: İhracat 10.6 milyar dolar; ithalat 17.7 milyar dolar; açık 6.1 milyar dolar. Dış açık için en düşük tahmin 4.2 milyar dolar, en yüksek 7 milyar dolardı.İhracat geçen yıla göre yüzde 9 artışla 10.4 milyar dolar, ithalat yüzde 3 artışla 17.4 milyar dolar, dolayısı ile dış ticaret açığı 300 milyon dolar düşüşle 7 milyar dolar oldu. Yani piyasa tahminleri iyimser kaldı.Dolayısı ile yıllık toplamlar çok az değişti. İhracat 136 milyar dolara yaklaştı. Ama 2008 sonbaharının rekorunu kıramadı. İthalat ise 241 milyar doları geçip tarihi rekor dizisini sürdürdü. Dış açık 400 milyon dolar düşüşle 105 milyar dolara yaklaştı. Takvim ve mevsim etkisini arındırınca bu resim değişmiyor. Nitekim aralık ayına göre ihracatta yüzde 1 düşüş var. AB’ye ihracatın azalmasını yansıtıyor. Diğer ülkelere ihracat hızlı artıyor. Halbuki ithalatta yüzde 3 artış görülüyor. Petrol fiyatının yükselmesi ithalatı olumsuz etkiliyor.Düzelme çok yavaşLafı uzatmayalım. Dış açık küçülüyor ama temposu “yumuşak iniş” için yetersiz duruyor. Temel sorun ihracat artışının düşüklüğü değildir. Ona rağmen yıllık ithalatın yükselmeye devam etmesidir.Tek gözlemden genellemek daima sorunludur. Pek çok seride olduğu gibi, dış ticarette de aydan aya açıklanması zor dalgalanmalar olabiliyor. Aşağıdaki grafik sorunu anlamayı kolaylaştıracaktır.Çubuklar milyar dolar cinsinden yıllık dış ticaret açığını gösteriyor. Krizde düşüyor. Toparlanma ile birlikte hızla tırmanıyor. Kasımda zirveye çıkıyor. İki aydır yavaş bir gerileme başlıyor.Çizgi ise takvim ve mevsim etkisi arındırılmış dış ticaret açığının yıllandırılmış değerini veriyor (aylık açığı on iki ile çarpıyoruz). Aylık dalgalanmalar çok nettir. Son dönemde zayıf da olsa aşağı yönlü eğilim belirgindir.Malum soru ile bitiriyorum: Bu kur düzeyi dış açıkta arzulanan düzelme için yeterli midir?

Devamını Oku

Euro’yu bırakmanın maliyeti

27 Şubat 2012

Avrupa borsaları haftaya iyi başlamadı. Satış dalgası İMKB’ye de yansıdı. Euro, dolar karşısında biraz değer kaybetti. Son baktığımda parite 1.34’e inmişti. Sepet kur bir 2.08 TL’ye tırmandı ama tekrar 2.07 TL’ye döndü. G-20 ülkeleri ekonomi bakanları yılın ilk toplantısını Meksika’da yaptı. Gündem euro bölgesi sorunlarına odaklandı. Euro krizinin dünya ekonomisine olumsuz etkilerini asgariye indirme çabasını yansıtıyor.Sorunlu ekonomilerin etrafına “yangın duvarı” örecek çapta (2 trilyon dolar) destek sağlamanın yolu aranıyor. Avrupa-dışı ülkeler IMF üzerinden katılıyor. Herhalde Türkiye de para verecektir. Nereden nereye... Ama Almanya planı kabul etmedi. Yarın Ocak dış ticaret verileri açıklanıyor. Dış açığın daralacağı biliniyor. Ne kadar? Geçen yıl 7.3 milyar dolardı. Piyasa 6.2 milyar dolar öngörüyor. Daha düşük gelebilir. “Yumuşak iniş” senaryosu için kritik önemdedir.Damdan düşenin...Pazar günü değindim. The Economist (18 Şubat) Yunanistan’ın mutlaka euro’da kalmasını savunan bir yazı yayınladı. Ne olmuş; sağda solda euro’yu terk etmenin yüksek maliyetini anlatan çok yazı var diyebilirsiniz.Fark yazarlarda: M. Blejer Arjantin’in, G. Ortiz ise Meksika’nın Merkez Bankası eski başkanı. Özellikle ilki önemli; çünkü Drahma’ya geri dönüşü önerenler hep Arjantin’i örnek gösteriyor. Okurken güzel özdeyişler hatırladım. Biri hemen akla geliyor: “Damdan düşenin hâlini sadece daha önce düşen anlar.” Başkaları da var: “Davulun sesi uzaktan hoş gelirmiş”, “bekâra boşanmak kolaydır” vs.Yazı Arjantin’de Peso’nun dolarla hukuki bağının kesilmesi sırasında ödenen büyük faturaya odaklanıyor. Bankalara hücum; çöken mali sistem; yasaklanan para çekme: reel kesinde iflas dalgası; borçludan alacaklıya keyfi servet aktarımı vs. Liste uzun...Dikkat: Arjantin Peso’yu bırakmadı, sadece dolar karşısında değerini düşürdü. Yunanistan’da bütün kontratlar euro ile yapılmıştı. Drahma’ya çevirmenin yol açacağı yasal kâbus ve ağır ilave yükler özellikle vurgulanıyor.IMF yapamaz“Yapılması gereken euro’nun terk edilmesi değil, euro bölgesinin ve Yunanistan’ın özel koşullarını yansıtan bir çerçevenin kurulmasıdır. Uyum ve reform sürecinin uzun süreceği (belki on yıl?) kabul edilmelidir.Rekabet gücü uyumun ve yapısal reformların bir sonucu olarak ortaya çıkar; desteğin ön koşulu olmamalıdır. Piyasaların uzun süre Yunanistan’a kapalı kalacağı ve büyük miktarda uzun dönemli resmi finansman gerektiği bilinmelidir. Kamu kesiminde uyum ve özel kesimde nominal ücret indirimleri eşit ağırlık taşımalıdır.Bu program en iyi euro çerçevesinde tasarlanıp uygulanabilir. IMF uzun dönemli taahhütler için analitik yeterliliğe sahip değildir. Yunanistan uzun ve zor bir yola çıkmıştır; euro bölgesinin dışı yerine içinde yolculuk daha az travma, daha çok başarı getirir.”Yazı böyle bitiyor. Bence IMF uyarısı hayatidir. Damdan düştük, biliyoruz.

Devamını Oku

Reform sancıları

25 Şubat 2012

Yunanistan fırtınası sakinledi. Yerini petrol fiyatları doldurdu. Yılbaşından bu yana hampetrol (Brent) hızla pahalılanıyor. Cuma 126 dolara yaklaştı. İki aydan kısa bir sürede yüzde 16 arttı. Toparlanmakta zorlanan dünya ekonomisi için kötü haberdir.Yunanistan haberleri hâlâ gündemde. Wall Street Journal (Perşembe) Avrupa Merkez Bankası başkanı Draghi’yi konuşturmuş. The Economist’te (18 Şubat) Arjantin ve Meksika Merkez Bankası eski başkanları Yunanistan’ın mutlaka euroda kalmasını savunuyor.Döviz piyasalarında hareket var. Euro-dolar paritesi 1.35’e iyice yaklaştı. Ama dolar euroya karşı değer kaybederken TL karşısında değerlendi. Cuma döviz sepeti 2.07 TL’den kapandı. Beklenen gelişmelerdir. İktisadi yönelim anketi ve ve kapasite kullanım oranı Şubat sonuçları açıklandı. Reel kesim güveni toparlanıyor. Kapasite kullanımında ise küçük bir düşüş var. İkisi de “yumuşak iniş” senaryosu ile uyumludur.Eğitim reformuTürkiye’de seçkinlerle bir anket yapalım. Gerekli reformların sıralanmasını isteyelim. İlk sırada mutlaka eğitim reformu çıkar. Cem Yılmaz iyi özetlemişti. Tüm sorunları bir şekilde eğitim yetersizliğine bağlama eğilimi yaygındır. Ancak, bu koşullarda reformun kamuoyunda güçlü destek bulacağını düşünmek yanlıştır. Genelde tersi olur. Çünkü Türkiye karmaşık toplumsal sorunları soyuttan somuta taşımakta büyük zorluklar yaşar. Bu özellik eğitimle sınırlı değildir.Türkiye’nin mevcut ve geçmiş eğitim politikalarını uzun süredir eleştiriyorum. Eğitimde A’dan Z’ye köklü reform ihtiyacını vurguluyorum. Biri zorunlu eğitim süresidir. 8 yıl bugün tek kelime ile komiktir. Bir an önce 12 yıla yükselmelidir. Diğeri okul-öncesi eğitimdir. Pek çok ülkede 3-4 yıla ulaştı. Bütün araştırmalar önemini gösteriyor. Ona rağmen 1 yıl hedefi yeni geliyor. Bir an önce uzatılmalı ve yaygınlaştırılmalıdır.İlk, orta ve lisede okul mekanlarını ayıran “4+4+4” sistemi yararlıdır. Ancak bu aşamada “esneklik” arayışı kesintisiz eğitimin delinmesi riski taşıyor. Hükümet bir taşla birkaç kuş vurmaya kalkınca reformun meşruiyeti sorgulanıyor. Yazık oluyor.Yeni ticaret kanunuBir başka zor reformla devam edelim. Eski ticaret kanunu 1957’de yürürlüğe girmişti. O günleri hatırlıyorum. Döviz karaborsaya düşmüştü. Özel sanayi yeni kurulan derme çatma montaj atölyelerinden ibaretti. Şahıs firması kuraldı. Birkaç büyük il dışında şirket yoktu. Yıllar geçti. Ekonomi dışa açıldı. Sanayide, hizmetlerde, mali kesimde, vs. rekabetçi firmalar kurumlaştı. AB ile Gümrük Birliği gerçekleşti. Türkiye bölgenin ekonomik dinamosuna dönüştü. Ama ticaret kanununu bir türlü değiştiremedi.Ticaret hukuku uzmanı değilim. Teknik tartışmaya girmem yakışmaz. Ama Ünal Tekinalp hocayı yakından tanırım. Bilgisine ve ciddiyetine birinci elden şahidim. Medyada söylediklerini de dikkatle izledim. Kanunun değişmeden yürürlüğü girmesinden yanayım.

Devamını Oku

Yunanistan’da “mutlu son” (mu?)

23 Şubat 2012

Salı günü toplanan Para Politikası Kurulu Merkez Bankası’nın piyasayı fonlama maliyetinin üst sınırını 1 puan düşürdü. Azami fonlama faizi yüzde 11.5’a indi. Diğer faizleri değiştirmedi.Pratikte etkisi yoktur. Bir süredir zaten daha düşük faizden fonlama yapıyordu. Sembolik değeri vardır. TL’nin fazla değer kazanmasını istemediğine işarettir. Faiz indirimi istiyordum ama geleceğinden emin değildim. Yani olumlu buluyorum.Yunanistan’ı kurtarma paketi mali piyasaları kesmedi. Avrupa borsaları üç gündür aşağı döndü. Parite 1.33’ü gördü. İçeride döviz sepeti 2.05 TL’ye çıktı.2011 sonu itibariyle araç parkı TÜİK tarafından açıklandı. Trafikte 16.1 milyon araç dolaşıyor. Araçların yarısı (8.1 milyon) otomobil; yüzde 16,2’si (2.6 milyon) hafif ticari araç. 4.6 kişiye bir araç, 9.2 kişiye bir otomobil düşüyor.Almanya’nın dediği olurGençlik günlerimde Almanya dünya futbol şampiyonasında finali adeta tekeline almıştı. Şu espri çok yaygındı: futbolu 22 kişi, üç hakem ve bir topla oynar ama sonunda daima Almanlar kazanır.Bugün benzer bir tanımı Euro bölgesi (resmi adı Avrupa Para Birliği) için verebiliriz: 17 eşit üyeden oluşan ve sonunda Almanya’nın dediğini yapan bir topluluktur. Sanırım bu konuda kimsenin şüphesi kalmadı.Geçmişte çok yazdım. Yunanistan krizinde Almanya fevkalade net bir tavır aldı. Zaman içinde hiç değiştirmedi. Kararlığı hem Yunanistan’ı hem diğer ortaklarını koşullarını kabullenmek zorunda bıraktı.Bir: Hatayı yapan bedelini öder. Yunanistan bu krizden ucuz kurtulamaz. Hem kamu hem özel kesim kemerleri sıkacaktır. Yunanistan’ın iç siyaset sorunları bizi ilgilendirmez. Krizlerin gelecekte tekrarını önlemenin tek yolu budur.İki: Her koyun kendi bacağından asılır. Yunanistan’a borç veren bankalar da faturaya katılmalıdır. Ülkeler kendi bankalarındaki zararlardan sorumludur. Yöntemi kendi seçer. Ama AB kurumlarına ek yük getiremez.Üç: Alman vergi mükellefini unutun. Yunanistan’ın Alman kamu kaynakları ile kurtarılmasına izin vermeyiz. Dolayısı ile Alman vatandaşlarına ek yük getiren tüm çözümleri veto ederiz.Yunanistan kurtulur mu?Paketin ayrıntılarını medyada okudunuz. Yukarıdaki üç ilkeyi birebir yansıtıyor. Faturanın büyük bölümünü Yunan halkı, bir kısmını alacaklı bankalar ve onların hükümetleri ödüyor. Almanya’nın payı bankalarının zararı ile sınırlanıyor.Pakette 130 milyar euro destek, 107 milyar euro borç silme vs. yer alıyor. Ama Yunanistan’ın yapısal sorunlarını çözmüyor. Sadece iflas ve kaosun şimdi gerçekleşmesi engelliyor. Böylece intizamlı çözüm için zaman tanıyor. O kadar.Velhasıl top artık Yunanistan’dadır. Oyunun kuralları kesinleşti. Bundan sonrası kazandığı birkaç yılı iyi kullanabilmesine bağlıdır. Yapabilir mi? Evet. Yapacak mı? Bilmiyorum. Son şansın hakkını vermesini umut ve temenni ediyorum.

Devamını Oku

Euro krizi ve küresel ekonominin geleceği

20 Şubat 2012

Dünya nefesini tuttu, Euro Bölgesi maliye bakanları toplantısının sonuçlanmasını bekliyor. Sabah Avrupa borsaları yükselişle açıldı. Anlaşılan mali piyasalar kararın olumlu çıkacağını düşünüyor. Öyle olmasını temenni ediyorum.Tartışmalara Kemal Derviş de katıldı. 16 Şubat yazısına Project Syndicate sitesinden ulaşılıyor (www.project-syndicate.org/commentary/dervis7/English). Arapça, Çince vs. 8 dile tercümesi var; Türkçe yok.Siteye arada bakmanızı öneririm. İktisatçı, gazeteci, siyasetçi, kamuoyu önderi vs. farklı bakış açılarını yansıtan yazılar çıkıyor.Derviş’in makalesi önemli temalara giriyor. Euro bölgesinin yapısal sorunlarını irdeliyor. Küreselleşmenin içerdiği çelişkileri hatırlatıyor. Nitekim yazının başlığı şöyle: “Avrupa Krizinin Küresel Geleceği.” Makaleden alıntılar aşağıda; altını ben çizdim.Euro krizi“Artık adeta herkes Euro Bölgesi’nin önündeki temel sorunun bir ekonomik birlik olmadan parasal birliğe gitmesinden kaynaklandığını kabul ediyor. Böyle bir kurumsal yapının dünya örneği yok. Dolayısı ile üretim maliyetleri arasında zamanla oluşan farklar döviz kuru hareketleri ile düzeltilemiyor.Bir çözüm dış fazla veren ülkelerin daha yüksek enflasyona örneğin yüzde 4 civarında izin vermeleridir. Bu olmadığı takdirde sorunlu ülkelerde üretim maliyetlerinin azalması için deflasyon (ücret ve fiyatların düşmesi) gerekiyor.Uygulamada, deflasyon ancak çok yüksek işsizlik ve toplumsal sıkıntı pahasına sağlanabilir. Doğal olarak, kemer sıkma ile deflasyonu birleştiren mevcut stratejinin siyasi fizibilitesi gündeme geliyor. Euro Bölgesi’nin geleceği üzerindeki büyük belirsizlik buradan kaynaklanıyor.Dış fazla veren ülkelerde yüksek enflasyon ve sorunlu ülkelere kaynak transferi zaman kazandırır. Yapısal reformların olumlu sonuçları görülür. Deflasyon gereği azalır. Ama dış fazla veren kuzey ülkeleri buna karşı çıkıyor. Sorunlu ülkelerde zorunlu reform çabasını zayıflatması korkusu öne çıkıyor.”Küresel çelişkiler“Euro Bölgesi sorunlarının bir de küresel boyutu var. Buna Dani Rodrik, J. M. Severino ve Olivier Ray gibi yazarlar daha önce değinmişti. Milli demokratik siyaset ile küreselleşme arasında ciddi bir gerginlik yaşanıyor.Dış ticaret, iletişim ve mali akımlar milli ekonomilerin karşılıklı bağımlılığını çok artırdı. Böylece mali piyasa çalkantıları karşısında kırılganlık da yükseldi. Neticede ülke içinde politika yapıcılarının manevra alanı her yerde daraldı.Ortaya çıkan tehditler gerçektir. Bu da küresel düzeyde politika eşgüdümü zorunluğunu getiriyor. Öte yandan, vatandaşlar ise ekonomide ne olup bittiğini anlamak, iktisat politikalarını tartışmak ve önerilen çözümleri onaylamak istiyor.Dolayısı ile mali piyasaların demokratik süreçler tarafından denetlenmesine olanak verecek şekilde uluslarüstü (supranational) siyaset biçimleri gerekiyor. 20’nci yüzyılda bu sürecin milli piyasalar ve milli devlet düzeyinde gerçekleştiğini hatırlatalım.Aslında Avrupa’nın krizi 21’inci yüzyılın temel siyasi tartışmasının öncüsüdür: küresel piyasalarla milli siyaset arasındaki gerginlik nasıl çözülebilir?”

Devamını Oku

Kamu istihdamı

18 Şubat 2012

Kamu istihdamı 2007’den bu yana üç ayda bir TÜİK tarafından açıklanıyor. Bunları daha önce iki kez değerlendirdim (2007 ve 2009). Ama 2011’in üçüncü ve dördüncü çeyrek verileri zamanında çıkmadı. Neyse, işgücü anketi Kasım sonuçlarına eklendi.Veri seti yararlı analitik ayrıntılar içeriyor. Örneğin kamu çalışanları işveren kurumlara göre üçe bölünüyor: merkezi yönetim, yerel yönetim ve bağlı kuruluşlar. KİT’ler, kamu bankaları, vs. son kategoride yer alıyor.Aynı zamanda kamu çalışanları statü açısından üçe ayrılıyor: kadrolu (memur), sözleşmeli ve işçi (sürekli ve geçici). Bir de “diğer” kategorisi var. Ne anlama geldiğini doğrusu bilmiyorum. Türkiye’nin toplumsal belleğinde hükümetlerin popülist istihdam politikaları derin izler bırakmıştır. Siyasi nedenlerle kamu istihdamının şişirildiği görüşü çok yaygındır. Bakalım sayılar ne diyor.Son verilerElimizde beş yıllık veri var. İlki Mart 2007: kamu kesiminde toplam 2 milyon 930 bin kişi çalışıyor. Son veri Aralık 2011: kamu istihdamı 3 milyon 100 bine yükselmiş. Fark 170 bin kişi; dolayısı ile toplam kamu istihdamı beş yılda yüzde 5.9 artıyor. Kurumsal dağılıma bakalım. 2011 sonunda kamu çalışanlarının yüzde 84’ü merkezi yönetimde, yüzde 9’u yerel yönetimlerde, yüzde 7’si ise bağlı kuruluşlarda istihdam ediliyor. Merkezi yönetimin istihdamda ezici ağırlığı çok belirgindir.Değişimin ayrıntılarını görelim. Merkezi yönetim çalışanları beş yılda 300 bin kişi artarak 2 milyon 600 bine tırmanıyor (artış yüzde 11.6). Buna karşılık yerel yönetim istihdamı 57 bin azalarak 280 bine (düşüş yüzde 17), bağlı kuruluş istihdamı 41 bin azalarak 218 bine (düşüş yüzde 16) geriliyor. Son beş yılda merkezi yönetimin ağırlığı artıyor.Gelelim statü dağılımına. 2011 sonunda 3.1 milyon kamu çalışanının yüzde 78’i kadrolu (memur): 2 milyon 416 bin kişi ediyor. Yani kamu çalışanlarını esas gövdesi memurlardan oluşuyor. Sözleşmeli personel yüzde 5.5 (170 bin), sürekli işçiler yüzde 12.5 (360 bin), geçici işçiler yüzde 0.7 (22 bin), “diğer” kategorisi ise yüzde 3.5 (112 bin) çıkıyor. Memurlar dışındaki çalışanların toplamı yüzde 23 oluyor.Kamu istihdamı şişiyor mu?Sorunun cevabı özel kesim istihdamı ile karşılaştırmayı gerektiriyor. Bir kaç alternatifimiz var: toplam istihdam, tarım-dışı istihdam ve ücretli istihdam. Bence en anlamlısı ücretli istihdamıdır.2007 sonrasında kamuda çalışanların toplam ücretli istihdama oranı grafikte izleniyor. 2007 başında dört ücretliden birinin (yüzde 24.7) işvereni kamu kesimidir. 2011 sonunda bu oran beş kişide bire (yüzde 20.3) geriliyor.Çünkü beş yılda kamu istihdamında artış 170 binde kalırken, özel kesim ücretli istihdamı ise 3.3 milyon yükselmiştir. Bu koşullarda kamunun populist bir istihdam politikası uygulamadığını söyleyebiliriz.Son olarak 2009 ilkbaharında kamu payında sert yükselişi açıklayalım. Krizde işsizlik zirveye tırmanmıştı. Yani nedeni özel istihdamın azalmasıdır. İş güvencesi açısından özel-kamu farkının iyi bir göstergesidir.

Devamını Oku

2011’de istihdam ve işsizlik

17 Şubat 2012

Maliye Bakanlığı Ocak ayı bütçe gerçekleşmesini açıkladı. Faiz-dışında 7.1 milyar TL, bütçede 1.7 milyar TL fazla çıktı. Enflasyonu düzeltince bile her ikisi de tarihi rekorlardır. Sıkı maliye politikası sürüyor.Merkez Bankası ve TÜİK tarafından hesaplanan Tüketici Güven Endeksi Ocak’ta yükseldi. Ekimde dibi görmüştü. Üç aydır istikrarlı bir artış eğilimi oluştu. Yani tüketici mali piyasaların karamsarlığını paylaşmıyor. Vatandaşın sağduyusu diyebiliriz. Bir başka ‘yumuşak iniş’ işareti elektrik tüketimi verilerinden geldi. Ekonomik faaliyetin önemli bir öncü göstergesidir. Yıllık artış Kasım’da yüzde 16, Aralık’ta yüzde 10’dan Ocak’ta yüzde 9’a geriledi. Geçen yıl yüzde 13’tü.Yunanistan krizinde son gözüktü mü? Dünya nefesini tutmuş papatya falı açıyor: Batacak, batmayacak, batacak... Bilen beri gelsin. Dikkatinizi çekerim: TL hiç etkilenmedi. Son baktığımda döviz sepeti 2.04 TL’nin altına inmişti. Rekoru bol yılHanehalkı İşgücü Araştırması Kasım sonuçları TÜİK tarafından yayınlandı. Ekim-Aralık dönemini kapsıyor. Dolayısı ile dördüncü çeyrekte ve böylece 2011’de istihdam ve işsizlik sayıları kesinleşti.Dördüncü çeyreği geçen yılın aynı dönemi ile karşılaştırarak başlayalım. 15+ yaş nüfus 1.2 milyon artarken toplam istihdamda artış 1.4 milyon oldu. Yani istihdam nüfustan 200 bin kişi daha hızlı arttı.O sayede işsiz sayısı 400 bin kişi azalarak 2.4 milyona geriledi. Böylece işsizlik oranı yüzde 9.1’e düştü. Son çeyrek için 2005’te başlayan seride en düşük değerdir. 2011’in başarılı istihdam performansının son çeyrekte de devam ettiğini gösteriyor.Yıllık verilere geçelim. İşsizlik oranı 2009’da yüzde 13.7 ve 2010’da yüzde 11.7 olmuştu. Bu yıl yüzde 10’un altına inmesini bekliyorduk. Gerçekleşme yüzde 9.6 oldu. Evet; bu da tarihi rekordur.Ekonominin istihdam yaratma gücünün bir diğer göstergesi katılım oranıdır. Çalışanlar ve işsizler toplamını 15+ yaş grubuna bölerek hesaplanır. 2011’de yüzde 50.1 ile en yüksek tarihi değerine ulaştı. Geçen yıl yüzde 49’du.Hâlâ eğilim güçlüYakın dönem eğilimlerini daha iyi anlamak için mevsim etkileri temizlenmiş verileri tercih ediyoruz. İş gücü, istihdam ve işsizlik için bunları artık TÜİK yayınlıyor. Alt kalemleri kendimiz hesaplıyoruz.2005 başından bu yana mevsim etkisi arındırılmış işsizlik oranları grafiktedir. Bir bakıma son yedi yılın konjonktürünü özetliyor. Küresel krize kadar (2008 sonbaharı) işsizlik oranı yüzde 10 civarında geziniyor. Krizde işsizlik patlıyor. Nisan 2009’da yüzde 15’le zirveye tırmanıyor. Sonra ekonomi toparlandıkça geriliyor.Ağustosta eski dibi yakalıyor (yüzde 9.6). Ama orada kalmıyor. Üç aydır yeni dip düzeyinde (yüzde 9.3-9.4) yatay seyrediyor. Güçlü istihdam olanakları tüketicinin güveninin ana nedenlerinden biridir. ‘Yumuşak iniş’ için önemli bir destektir.

Devamını Oku