İlk yazıda tahminlerin ne ölçüde tuttuğuna baktık. Yılbaşında 2007 için “Büyüme düşer, enflasyon geriler, dış açık küçülür, TL değer kaybeder” demiştik. Büyüme ve enflasyonda nokta tahminler sapsa da eğilimler gerçekleşti. Buna karşılık cari açık ve kurda öngörülenin tam tersi eğilimler hakim oldu. Geri planda 2007’de TL’nin ciddi şekilde değer kazanması yatıyor. Bu ise ekonomideki yavaşlamaya rağmen cari işlemler açığının büyümesine yol açtı. TL’nin değer kazanması bence 2007’nin en şaşırtıcı olayıdır. 2006’yı dolar 1.42 YTL ve euro 1.86 YTL düzeyinde kapatmıştı. Halbuki bu Cuma günü dolar 1.17 YTL ve euro 1.71 YTL üzerinden işlem gördü. Böylece TL’nin reel değeri 2007’de tüm tarihi rekorları kırdı.2007’nin riskleri Yılbaşındaki yazılarımı tekrar okudum. İktisatçı dediğin tahminlerinde kendisine gereğinde kaçacak bir kapı bırakır. Yapmamışım. Tedbirsiz davranmışım. TL’nin 2007’de bu kadar değer kazanabileceği hiç aklıma gelmemiş. İşin ilginci, bugün okurken bile analiz ikna edici duruyor. 2007 başında Türkiye’ye ve dünyaya bakınca büyük bir belirsizlik derhal göze çarpıyordu. Özellikle döviz kuru konusunda iyimser olmak için nedenler bulmak çok zordu. Üç ayrı yazıda ele aldığım riskleri kısaca hatırlatmak istiyorum. Dışarısı ile başlayalım. Küresel piyasalar Mayıs 2006 türbülansının şokunu daha atlatmamıştı. Dünya ekonomisi bir düzeltmeye doğru gidiyordu. 2007’de yeni ekonomik sorunlar, mali çalkantılar ve risk iştahında bozulma kaçınılmazdı. Nitekim hepsi oldu. Öte yandan 2007 Türkiye için siyasi açıdan kritik bir yıl olacaktı. İlk aşamada Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı. Kutuplaşma zaten başlamıştı. Siyasi gerginliğin iyice tırmanacağı biliniyordu. Nitekim cumhurbaşkanı seçilemedi. Ardından milletvekili seçimleri geliyordu. Mutlaka siyasi gerginlik olacaktı. Üstüne, hükümetin seçime yönelik popülist harcamaları bütçe disiplinini bozabilirdi. Nitekim bunlar da gerçekleşti. ‘2007’de kriz olur mu?’14 Ocak 2007 tarihli yazımın başlığı budur. Geçmiş çabuk unutuluyor. Kamuoyunda yaygın kanı, yukarıdaki risklerin bir krizi tetikleyeceği yönünde idi. Dolayısı ile vatandaş yavaş yavaş döviz almaya başlamıştı. Tek tesellim, kriz konusunda çok net tavır almış olmam. “Kriz olmaz, bunu garanti ederim” diye yazdım. Çok sayıda olumsuz tepki aldığımı söylemek zorundayım. “2001 başında da böyle yazmıştın; sen olmaz dediğini göre mutlaka olacaktır” diyen oldu. Neyse, bu kez tuttu. Değerli okuyucularıma yeni yılda sağlık, huzur ve refah dolu günler dilerim.
Her yılın son yazılarında çuvaldızı kendimize batırıyoruz. Yıl başında verdiğimiz tahminlerin ne ölçüde gerçekleştiğine bakıyoruz. Böylece ekonominin seyrini de değerlendirmiş oluyoruz.2007’nin tahminci için çok zor bir yıl olduğu baştan belli idi. Çünkü belirsizliği artıran çok sayıda iç ve dış kökenli faktörün varlığı Türkiye’de ve dünyada konjonktürün ne yöne döneceğini kestirmeyi zorlaştırıyordu.Belirsizlik beni de daha uzun yazmaya zorladı. Geçmiş yıllarda gelen yıl için tahminlerimi iki-üç yazıda özetlerdim. 2007’de sadece muhtemel riskleri hatırlatmak için üç yazı gerekti. Toplam yazı ise yediye yükseldi.2007 tahminleriLafı hiç dolaştırmadan Ocak 2007’deki tahminleri geçelim. Konjonktürün dört ana eğilimini ilk yazıda açıkladım. 2007’de büyüme düşer, enflasyon geriler, cari açık azalır ve TL değer kaybeder dedim.Son yazıda ise bir “normal senaryo” üzerinde nokta tahminler verdim. GSYH ve GSMH’da büyümeyi yüzde 3.5, yıl sonu TÜFE artışını yüzde 6.3, cari işlemler açığını 21 milyar dolar, TL’nin döviz sepeti bazında yıllık ortalama değer kaybını yüzde 9 öngördüm.Başkaları ne tahmin ediyordu?Ocak 2007 Merkez Bankası Beklenti Anketi sonuçlarını kullanalım: GSMH büyümesi yüzde 4.7, yıl sonu TÜFE artışı yüzde 7.0, cari işlemler açığı 33 milyar dolar, doların yıl içinde değer kaybı yüzde 8.Görüldüğü gibi, diğer tahmincilere kıyasla büyümede ve döviz kurunda daha karamsar, buna karşılık enflasyon ve cari açıkta daha iyimser duruyorum. Eğilim olarak bakınca sadece cari açıkta ayrı düşünüyoruz: Onlara göre sabit kalacak bana göre düşecek.Sapmalara bakıyoruzEn başarılı tahminden başlayalım. 2007’de büyüme yüzde 4 civarında bağlanır. GSYH için 4’ün altında gelme ihtimali yüksektir. Tuturdum mu? Ankete kıyasla daha yakın olmama rağmen evet diyemiyorum. Tarımda kötü mahsul etkisini hesaba katmak gerekiyor.Hemen öbür uca, en başarısızına geçelim. 2007’de döviz sepeti bazında TL yüzde 4.6 değer kazandı. Bence tam bir tahmin fiyaskosudur. Seçimler, Cumhurbaşkanlığı sorunu, dünya mali piyasalarının kötü bir yıl geçirmesi vs. bu olayı daha da şaşırtıcı kılmaktadır.2007’de cari açık 37 milyar dolara ulaşır. Sapma çok büyük ama izah edilebilir bir yanı var. Kur yanılgısının kaçınılmaz sonucudur. Zaten ekonomi yavaşlarken dış açığın büyümesini başka türlü açıklamak mümkün değildir.TÜFE’nin 2007’yi yüzde 8.7 ile bitirmesini bekliyorum. Eğilim tutsa bile nokta tahminde sapma görülüyor. Doğrusu çok önemsemiyorum. Çünkü enflasyondaki yükselişin geçici arz şoklarından kaynaklandığı tezini ben de benimsiyorum.Devam edeceğim.
Aralık ayının son yazılarında biten yılı değerlendiriyoruz. Tahminlerimizin ne ölçüde tuttuğuna bakıyoruz. Sorunların envanterini çıkartıyoruz. Böylece gelen yılla ilgili tahminlerin önünü açıyoruz.2007’de konjonktüre belirsizliğin hâkim olduğunu baştan söylemiştim. Yazılarıma da yansıdı. Her yıl başında iki-üç yazı analizi özetlemeye yeterdi. Geçen yıl yedi yazı gerekti. Altısı Türkiye ekonomisi üstüne idi. Biri doğrudan dünya ekonomisini ele aldı.Geri planda dünya ekonomisinde ciddi dengesizlik ve sorunların birikmiş olması yatıyordu. Gerginlikler giderek belirginlik kazanıyordu. Benim de aralarında yer aldığım pek çok iktisatçı gidişattan korkmaya başlamıştı.Öte yandan Türkiye’nin dünya mali piyasalarına bağımlılığı iyice yükselmişti. Bu durumun yarattığı kırılganlık benim gibi pek çok iktisatçıyı rahatsız ediyordu. Yani Türkiye analizine mutlaka dünya ekonomisindeki muhtemel gelişmeleri dahil etmek gerekti.Bir yıl önce yazdıklarım18 Ocak 2007 tarihli yazımdan bir alıntı ile başlamak istiyorum.“Dünya ekonomisi yakın geçmişte önemli dengesizlikler üretti. Amerika’da hızla düşen iç tasarruf oranlarının yol açtığı dış açıklar karşılığında verilen dolarlar dünyayı likiditeye boğdu. Doğallıkla giderek enflasyon tekrar başını kaldırdı.Geçen yıl bu konuyu uzun bir yazı dizisi ile ele almıştık. Dengesizliklerin düzelmesi sürecinde kısa dönemde mali piyasalarda çalkantılar yaşanması kaçınılmazdır. Dolayısı ile bu düzeltmenin 2007’de başlama ihtimali özel önem kazanıyor.” Alıntının mantığı bence çok açıktır. Reel ekonomideki dengesizliklerden başlıyor. Düzeltme gereğini vurguluyor. Mali piyasalara çalkantılar şeklinde yansıyacağını söylüyor. 2007’de başlayabilir diyor.Şunu söylemek istiyorum. 2007’de dünya ekonomisinde yaşanan sorunlar sürpriz değildir. Dünya çapında oluşan “saadet zincirinin” bir yerden kopacağı, şu ya da bu şekilde işlerin bozulacağı belli idi. Benim bile tahmin edebilmem yeterli göstergedir.Likidite kriziİktisatçı için bir düzeltmeyi öngörmek nispeten kolaydır. Buna karşılık düzeltmenin zamanını ve hangi somut mekanizmalarla devreye gireceğini öngörmek çok zordur. Hatta adeta imkânsızdır. O açıdan yaşam tahminciyi daima şaşırtır.2007’de öyle oldu. Yaz ortasında kimsenin beklemediği boyutta ve ciddiyette bir likidite krizi başta ABD dünya mali sektörünü vuruverdi. Dev bankaları ve mali kuruluşları neredeyse felç etti. Gelişmiş ülke merkez bankalarını bir yıl önce söylense kimsenin inanmayacağı tedbirleri birbiri ardından devreye sokmak zorunda bıraktı.Küresel dengesizliklerin düzeltilmesi sürecinde böylesine ağır bir likidite krizinin yaşanacağını öngördüm mü? Cevabım hayır; öngörmedim. Ancak, ilk işaretler belirince, derhal Kasım 2000’de Türkiye’de olup bitenleri hatırladım. Hepimiz o hikâyenin nasıl bittiğini birinci elden biliyoruz. Özetlersek, 2007’nin dünya ekonomi tarihinde iz bırakan yıllardan biri olacağını söyleyebiliriz.
Salı günü Merkez Bankası 2008 yılı için para ve kur politikası genel çerçevesini bir rapor halinde açıkladı. Yıllık raporların ilki Aralık 2004’te yayınlanmıştı. Bir yıl sonra enflasyon hedeflemesi rejimine geçilince yıllık raporun önemi arttı. Rapor kısa (15 sayfa) ama kapsamı çok zengin. Para politikası açısından 2007 yılının değerlendirilmesi ile başlıyor. 2008-2010 dönemi için enflasyon hedefini yüzde 4 olarak saptıyor. Enflasyonun ölçülmesi ile ilgili sorunları anlatıyor. Benim çok önemsediğim hesap verilebilirlik ilkesinin ayrıntılarına giriyor. Belirsizlik aralıklarına açıklık kazandırıyor. Aktarım mekanizmalarını yani para politikasından enflasyona giden yolu irdeliyor. Ardından döviz kuru politikasını ve likidite yönetimi kurallarını belirliyor. En sonunda 2008 yılı Merkez Bankası takvimini veriyor.57 milyar dolar döviz alımıRaporda Merkez Bankası tarafından 2002 ve sonrasında alınan ve satılan dövizler bir tablo ile özetlenmiş. Merkez Bankası piyasa ile döviz işlemlerinde iki ana yöntem kullanıyor: Döviz alım-satım ihaleleri ve döviz alım-satım müdahaleleri.2002’den bugüne döviz alım ihaleleri ile 31.8 milyar dolar, döviz alım müdahaleleri ile 25.5 milyar dolar, toplam 57.3 milyar dolar döviz satın almış. İhale yöntemi ile en çok bu yıl (9.5 milyar dolar), müdahale yöntemi ile en çok 2005’te (14.6 milyar dolar) alım var.Döviz satışı 2006 yılı ile sınırlı kalmış. Geri planda Mayıs 2006’daki mali türbülans yatıyor. 1 milyar dolar ihale ile, 2.1 milyar dolar müdahale ile satılmış. Toplamı 3.1 milyar dolar ediyor. Bu arada, 2002’de sadece 800 milyon dolar döviz alındığını söyleyelim. O nedenle ben 2003’ten başlamayı tercih ediyorum. Merkez Bankası’nın 2003’ten bugüne 56.5 milyar dolar brüt, 53.4 milyar dolar net döviz aldığını saptıyorum.Şimdi bu dövizin arzına biraz bakalım. 2002 sonunda yabancıların elindeki devlet tahvili tutarı 1.5 milyar dolar iken Kasım 2007’de 30.3 milyar dolara yükselmiş. Artış 28.7 milyar dolar; Merkez Bankası brüt alımlarıın tam yarısı ediyor. Yabancıların mevduatı da 3.2 milyar dolar artıyıyor. Faize duyarlı bu iki kalem 32 milyar dolara ulaşıyor. Para politikası egzersiziBiraz alternatif tarih yazalım. Diyelim ki Merkez Bankası 2003’ten itibaren gecelik faizleri çok daha düşük tuttu. Yabancılar tahvil alımına ve mevduata gelmediler. Dolayısı ile Merkez Bankası bu kadar döviz almadı. TL bu kadar değer kazanmadı.Şimdi birkaç soru soralım. 2003 sonrasında daha düşük faiz ve daha az döviz alımı halinde 2007’de enflasyon daha yüksek mi çıkardı? Büyüme daha yavaş mı olurdu? İşsizlik daha çok mu artardı? Dış açık daha kötü bir noktaya mı gelirdi?İşte size ilginç bir para politikası egzersizi... Meraklıları geçen pazar çıkan para teorisi yazımda işlerine yarayacak ipuçlarını bulacaklardır. Bu hayati konuyu deşmeye devam edeceğim.
Bu yıl yazım Kurban Bayramı’nın ilk gününe denk geldi. Dolayısı ile arefe günü öğleden sonra Bilgi Üniversitesi’ndeki odamda bilgisayarın karşısına geçmek zorunda kaldım. Dışarıda soğuk bir İstanbul havası var. Okul ise sessiz ve bomboş. Tahmin edeceğiniz gibi, elim ekonomi yazmaya bir türlü gitmiyor.Okula gelmeden, Birinci Levent’teki Köy Çocuklarını Yükseltme Vakfı’na gittim. İlkokulu okuduğum ve bitirdiğim bina şimdi vakfın. Sonra Levent Camii karşısına okul inşa edildi. Eski bina vakfa bırakıldı.Eski mahallem, faaliyetlerini yıllardır izliyorum. Çok hayırlı işler yapıyorlar. Fakir ama yetenekli köy çocuklarına iyi bir eğitim fırsatı sağlıyorlar. Sadece gönüllüler çalışıyor. İlgilenmek isteyecek hayırsever okuyucularım için telefonlarını veriyorum: (0212) 264 00 15.Ölmüşlerimizin anısınaAnnemden öğrendim. Her yıl arefe günü anneannemin ruhuna kurban adardı. Âdet öyle imiş. Yaşım gereği şimdi görev sırası bana geldi. Arefe günü ailemizin büyüklerini ben anıyorum.Hayatımda önemsediğim anlardan biri oldu. O nedenle arefe günü İstanbul’da kalmaya çalışıyorum. Vakfın yöneticisi Sevim Hanım’la eski günleri yâd ederiz. Annemi, babamı, ablamı, eniştemi, yeğenimi, velhasıl tüm aileyi yakından tanır.Sonra bahçeye inerim. Vakıfta yaşayan çocuklarla selamlaşırız. Artık iyice ahbap olduğum kasapla öpüşürüz. Koçların seçimine nezaret ederim. Vekâletimi veririm. Duayı dinlerim. Kurbanın başında dururum.Her yıl çok duygulanırım. Göz pınarlarımda küçük damlalar belirir. Görülmesini istemem. Bizi büyütüp yetiştirenleri ne kadar çok özlediğimi derinden hissederim. Aradan geçen yılların sevgi bağlarımızı hiç gevşetmediğini tekrar yaşayıp sevinirim.Yaşlanma işaretleriBu yıl duygularım her zamankinden daha keskinmiş gibi geldi. Acaba özel bir neden mi var, farkına varmadığım bir şey mi oldu diye kendimi sorguladım. Doğrusu pek bulamadım. Geçen yıllardan neyin farklı olduğunu çıkartamadım.Sonra okula gelirken aniden arabada kafama dank etti. Galiba kritik bir yaş sınırını aştım. Eskiler “yaşı kemale erdi” derdi. Ben de artık o kategoriye giriyorum. İsterseniz daha açık söyleyeyim: Yaşlandım. Sev ya da sevme, sonuç değişmiyor. Nüfus kâğıdım eskidi.İşte böyle sevgili dostlarım. Bugün Bayram; bugün ekonomi yok, siyaset yok, futbol yok, yok oğlu yok... Onların yerine hayatın anlamı üzerine düşünme var, yaşamak ne güzel şey kardeşim demek var, en önemlisi yaşlandığını kabul etmek var...Tüm okuyucularımın mübarek Kurban Bayramı’nı kutluyorum.
Büyümenin yaz aylarında tökezlediğinin ortaya çıkması gündemin ön sıralarındaki yerini koruyor. Farklı tefsirler yapılıyor. Farklı çözümler öneriliyor. O nedenle ayrıntılara girme ihtiyacını duyuyoruz.Bu üçüncü yazı. Önce arz koşullarına, daha doğrusu kuraklığın tarımsal üretime olumsuz etkisine baktık. Yurt içi hasıla artışının yüzde 1.5’a inmesinin tarımsal üretimdeki düşüşle açıklanamayacağını gördük.Talep koşulları ile devam ettik. Üçüncü çeyrekte özel tüketim yüzde 2.3, kamu tüketimi yüzde 6.4 artmıştı. Dolayısı ile iç tüketim milli gelirde yüzde 2.7 büyüme sağlayacak katkı yapmıştı.Ardından ilginç bir soruya cevap aradık. Acaba ekonomi dış finansman zorlukları yüzünden mi yavaşlamıştı? Sayılar tam tersini gösterdi. Üçüncü çeyrekte hem dış açığın milli gelire oranı artmış hem de TL değer kazanmıştı.Makina-teçhizat yatırımlarıSıra yatırımlara geldi. Milli gelir hesaplarında “Gayrisafi Sabit Sermaye Oluşumu” deniyor. Kamu ve özel kesimin yatırımları makina-teçhizat ve inşaat alt-kalemlerine bölünerek ayırt ediliyor.Toplam yatırımın en büyük alt kalemi özel kesim makina-teçhizat yatırımlarıdır. Toplamın takriben üçte ikisini oluşturur. Özel kesim bina yatırımları konut ağırlıklıdır ve toplamın beşte biri civarındadır. Yani yatırımların beşte dördünü özel kesim yapar.Bir parantez açalım. Makina-teçhizat deyince akla atölye, fabrika, santral, rafineri vs. yani sanayi tesisleri geliyor. Halbuki hizmet kesimi sabit sermaye harcamalarını da kapsar. Örneğin ticari araçlar ve bina tesisatları (klima, asansör, vs.) bu kaleme dahildir.Devam edelim. Tahmin edileceği gibi, özel kesim makina-teçhizat yatırımları ekonominin üretim gücünü ve verimliliğini belirler. Daha açık söyleyelim. Gelecekteki dönemlerde büyümenin yönünü gösterir. Makina-teçhizat yatırımlarında yüksek artış oranları hızlı büyümenin sürdürülebileceği işaretini taşır. Tersine, artışın durması ekonomideki yavaşlamanın gelecek dönemlere de yansıyabileceği anlamına gelir.Manzara parlak değil2004’den bu yana çeyrek bazında özel kesim makina-teçhizat yatırımlarının seyri aşağıdaki grafikte görülüyor. Milyar TL olarak (1987 sabit fiyatları) izliyoruz. Tramo-Seats yöntemi ile mevsimlik dalgalanmaları temizledik.Çeyrek bazında özel kesim makina-teçhizat yatırımları 2004’de 5 trilyon TL civarında dalganıyor. 2005 ilkbaharında yükselişe geçiyor. 2006 başında 7 trilyon TL’ye tırmanıyor. Yüzde 40’lık bir artışa tekabül ediyor.2006 ilkbaharında artış duruyor. Özel kesim makina-teçhizat yatırımları durağanlaşıyor. Son bir buçuk yıl (altı çeyrek) boyunca bir türlü 7 trilyon TL’nin üstüne çıkamıyor. Ne ciddi bir düşüş oluyor ne de artış... 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarının son derece olumsuz bir kısır döngüyü tetikleyerek Türkiye ekonomisini köşeye sıkıştırdığını uzun süredir söylüyoruz. Grafik analizi doğruluyor.
Ekonomide para arz ve talebinin yönetilmesi görevi Merkez Bankası’na aittir. Çünkü kanuni geçerliliği olan ülke parasını basma tekeline sahiptir. Bu ise ona piyasalardaki likiditeyi denetleme gücünü verir. Bu işlemlere “para politikası” denir. Para talebi istikrarlı ve öngörülebilir ise para politikasının temel enstrümanı para arzıdır. Dolaşımdaki banknot miktarı ya da Merkez Bankası bilançosunun pasifinde yer alan kalemler para arzını oluşturur. Bu durumda kısa dönemli faizler para arzı kararının sonucunda ortaya çıkar. Yakın bir geçmişe kadar makro ve para derslerinde para politikası bu şekilde anlatılırdı. Para arzı kısılınca para piyasasında faiz yükselir. Para arzı arttırılınca düşer.Ancak para talebi teorinin varsaydığı gibi istikrarlı ve öngörülebilir değildir. O nedenle Merkez Bankası para piyasası faizlerini doğrudan belirler. O faiz düzeyinde varolan para talebi kadar likiditeyi piyasaya sağlar. Paranın iki fiyatıBu noktada iktisadın temel postülalarından birini hatırlatalım. Bir piyasa oyuncusu fiyat ve miktarı aynı anda belirleyemez. Birini tercih etmek zorundadır. Fiyatı belirlemişse miktar, miktarı belirlemişse fiyat piyasada oluşur. Ancak işin içine para girince işler karışır. Çünkü paranın bir değil iki fiyatı vardır. Birincisi para tutmanın fırsat maliyeti olan kısa dönemli faizdir. Sermaye hareketlerinin serbest olmadığı durumda paranın tek fiyatıdır.Paranın konvertibilitesi varsa ikinci fiyat yani döviz kuru devreye girer. Çünkü iç faiz yerleşiklerin ve yabancıların portföylerinde yerli paranın payını etkiler. Sermaye hareketleri ise yerli paranın değerini belirler. Açık ekonominin bu özelliği para politikası açısından çok önemlidir. Diyelim ki Merkez Bankası şu yada bu nedenle kısa dönem faizlerini ekonominin konjonktürel ve yapısal gereklerinin üzerinde bir yerde belirledi. Sermaye girişleri ülke parasının hızla değer kazanmasına yol açacaktır. Devam edelim. Merkez Bankası ülke parasının değer kazanmasından rahatsız oldu. Döviz alarak paradaki değer artışını sınırlamaya çalıştı. Ne olur? Döviz alırken para yaratır. Yani para arzı üzerinde denetimi kalmaz. Küreselleşme üçlemiAçık ekonomilerde faiz-kur ilişkisine iktisat literatüründe “küreselleşme üçlemi” deniyor. Para politikasının zorunlu ve zor bir açmazına işaret ediyor. Bir yanda faiz (ve para arzı), öte yanda döviz kuru var. Faizi (para arzını) denetlemek isterseniz döviz kurunu, yok döviz kurunu belirlemek isterseniz faizi (para arzını) piyasaya bırakmak zorundasınız. Merkez Bankası “bir yandan faizi yüksek tutarım öte yandan gelen dövizi satın alırım, böylece paranın değer kazanmasını engellerim” diyebilir mi? Der ama iktisat politikası hata ve tutarsızlık kaldırmaz. O macera kötü biter. Merkez Bankası’nın son faiz indirimini değerlenmeden önce bu genel çerçeveyi hatırlatmakta yarar gördüm.
Üçüncü çeyrekte büyüme hızında pek çok gözlemciyi şaşırtan bir düşüş yaşandı. Ekonomideki yavaşlama özellikle Gayrisafi Yurt içi Hasılada (GSYİH) görülüyor. 2006’nın üçüncü çeyreğinde büyüme yüzde 4.8 iken bu yıl yüzde 1.5’e geriledi.Üstelik geçen yazın koşulları hiç parlak değildi. Mayıs 2006’da dünya mali piyasaları ciddi bir türbülans yaşamıştı. Yaz aylarında dolar 1.50 YTL, euro 1.90 YTL’den işlem görüyordu. Merkez Bankası gecelik faizleri 4 puan birden artırmıştı.Ne oldu? Neden oldu? Bundan sonra neler olur? Bu sorular ekonomi ile ilgilenen kamuoyunu önümüzdeki günlerde çok meşgul edecektir. Farklı tefsirler getirilecek, önemli tartışmalar yapılacaktır.Ekonomik verilerle yakından haşır neşir olanların bildiği bir tehlikeye dikkat çekelim. Tek veriden genellemeye gitmek yanlış sonuçlara götürebilir. Ayrıca verilerin daha sonra yukarı doğru revizyon görmeleri ihtimalini de unutmamak gerekir.Dış açık ve büyümeYine de bazı gözlemler yapabiliriz. Bugün büyüme ile dış finansman olanakları arasında çok yakın bir ilişki kuran görüşe bakacağım. Türkiye’de çok yaygın olduğunu söyleyebiliriz.Aynı tezin iç içe birçok versiyonu vardır. Özetleyelim. Türkiye’nin iç kaynakları hızlı büyüme için yetersizdir. Bu nedenle ekonomi dış kaynak bulduğu ölçüde büyür. Dolayısı ile büyüme hızı ve dış açık beraber hareket eder.Bakalım üçüncü çeyrekte büyüme dış açık-dış kaynak ilişkisi nasıl seyretmiş. Geçen yıl üçüncü çeyrek cari işlemler açığı 5.0 milyar dolardı. Bu yıl 6.6 milyar dolara yükseldi. Ancak bu arada YTL’nin değerinin ve paritenin değiştiğini biliyoruz.Daha sağlıklı bir ölçü dış açığın milli gelire oranıdır. Kur değişimi hem paya hem de paydaya yansıdığından hata azalır. 2006 üçüncü çeyrekte dış açığın milli gelire oranı yüzde 4.1 iken bu yıl yüzde 4.5’e tırmanmış.Sayılar ne diyor? Geçen yıl GSYİH’de yüzde 4.8 büyüme için milli gelirin yüzde 4.1’i oranında dış açık verilmiş. Bu yıl ise yüzde 1.5 büyüme yüzde 4.5 dış açık gerektirmiş. Yani yukarıda özetlenen görüşün tam zıddı gerçekleşmiş. Dış açık büyürken ekonomi yavaşlamış.Dış finansman ve büyümeTanım gereği dış açık ancak finansmanı varsa oluşur. Yine de dış finansmana göz atalım. Örneğin ödemeler dengesinin sermaye hesabı bir göstergedir. Ben daha basit bir yol izleyeceğim. Dış kaynak girişini bire bir yansıtan döviz kuruna bakacağım.Parite etkisini temizlemek için “0.5 dolar + 0.5 euro” döviz sepetini kullanalım. Bir yılda TL döviz sepetine kıyasla yüzde 10.6 değer kazanmış. Büyüyen dış açığa ve yükselen enflasyona rağmen TL’nin değer kazanması dış kaynak bolluğuna işarettir.İşte size ilginç bir durum: Ülkeye dış kaynak akıyor; dış açık hem dolar cinsinden hem milli gelirin oranı olarak büyüyor; ama büyüme kazık fren yapıyor. Üçüncü çeyrek milli gelirinin diğer sürprizlerine başka yazılarda değineceğim.