Kriz gözlemleri

23 Ocak 2008

Küresel ekonominin üstünde kapkara bulutlar dolaşıyor. Ekonomik kriz korkusu bu hafta mali piyasaları yangın yerine çevirdi. Yıllardır görülmemiş duyulmamış şeyler oluyor. Amerika’da maliye politikası gevşetiliyor. Vergi oranları düşürülerek vatandaşa 150 milyar dolar kaynak transferi planlanıyor. Ek gelirin tüketime kayması ve talepteki tehlikeli daralmayı durdurması hedefleniyor. Ardından FED olağan toplantı gününü bile bekleyemeden faizlerde 0.75 puan indirime gitti. Şimdilik fazla işe yaramış gibi durmuyor. Tersine, piyasadaki paniği artırdığı yönünde işaretler ağır basıyor. Bu arada ünlülerden birbiri ardına karamsar beyanatlar geliyor. ABD’nin ve dolayısı ile dünyanın son yılların en ciddi ekonomik krizine girdiği söyleniyor. Büyük Buhran sonrasının en büyük krizidir diyenlere bile rastlanıyor.Mali piyasalarda çalışanların heyecan ve şaşkınlığını anlayabiliyorum. Olumsuz gidişat onların yaşamına yansıyacak. Mali kurumlar küçülmek zorunda kalacak. Çalışanların bazıları işsiz kalacak. Geri kalanların gelirleri düşecek. Ancak, bunları sürpriz gibi yaşamalarını anlayamıyorum. Bence ortada en küçük bir sürpriz yoktur. Bu hikâyenin eninde sonunda buralarda bir yerlerde biteceği uzun süredir biliniyordu. Ayı, haftası, günü ve saati bilinmiyordu, o kadar.Benim ilk uyarı yazım 25 Haziran 2006 tarihlidir: “Küresel Uyum Sorunları”. Mali piyasaları sarsan türbülansın ardından yazılmıştı. Dünya ekonomisindeki yapısal sorunları anlattım. Bol likidite, düzeltmeyi geciktirebilir ama bedelini de yükseltir dedim.2006 sonbaharında küresel ekonomi üzerine altı yazı yazdım. Düzeltme için “intizamlı-intizamsız” ayrımına dikkat çektim. Yıl sonunda 2007’de mali piyasalarda çalkantıların artacağını öngördüm. İlkbaharda “küresel saadet zincirini” bizim banker olayına benzettim. Mutlaka kopacağını anlattım. IMF’in iyimserliğini eleştirdim. Kindleberger’in krizler üzerine (Cinnet, Panik ve Çöküş) kitabının okunmasını önerdim.Bundan sonra ne olur? Konjonktürün kırılma noktalarında kısa vadeli tahminler adeta imkânsızdır. Zaten iktisatçılardan çok finansçıların uzmanlık alanına girer. Ona rağmen bazı ana eğilimlere işaret edebiliriz.Bir: ABD ekonomisi küçülecektir. Yani reel ekonomide düzeltme başlamıştır. Eski güzel günlere dönüş ihtimali yoktur. Ayrıca mali kesim ciddi hasar görmüştür. Kısa dönemde toparlanamaz.İki: “İntizamsız düzeltme” kesindir. Buna karşılık ne kadar intizamsız olduğu belirsizdir. Fiili süreç kısmen mali piyasaların kısmen maliye ve para politikalarının konjonktüre tepkilerine göre değişebilir.Üç: Dünyada büyüme mutlaka yavaşlar. Dünya ekonomisi resesyona girmez; Çin, Hindistan, Brezilya vs. daha düşük düzeyde büyümeyi sürdürür. Ama Türkiye gibi dış açık veren ülkelerde küresel düzeltme daha acılı geçecektir.

Devamını Oku

Yeni nüfus verisi

22 Ocak 2008

Türkiye’nin nüfus sayımı sonuçlarının gerçeği yansıtmadığı uzun süredir biliniyordu. Bu olguya benim dikkatimi Dünya Bankası gelişme göstergelerinde nüfusun daha düşük olması çekti. 1990’lardan söz ediyorum. Doğal olarak ilgilendim.Biraz ayrıntıya inince nedenlerini kavradım. Özal döneminde yerel yönetimler kamu yardımını nüfuslarına göre almaya başlamıştı. Bunu bir tür nüfusu şişirmeye teşvik gibi algılamışlardı. Gerisini tahmin etmek çok zor değildi.5 ya da 10 yılda bir vatandaşı evine kapayarak yapılan nüfus sayımları zaten çağ dışı kalmıştı. Üstüne sistematik yanlış kayıt da eklendi. Nüfusu çağdaş ve güvenilir bir yöntemle saymak kaçınılmaz hale geldi.On yıl gecikme ile de olsa sonunda oraya geldik. Çalışmaya başlattığı ve sonuçlandırdığı için TÜİK yönetimi kutluyorum. Hâlâ bazı eksiklikleri eminim vardır. Ama önceki verilere kıyasla daha güvenilir olduğu da kesindir.Adrese Dayalı NüfusYeni yöntem vatandaşları bir gün evlerine kapatıp tek tek sayacak yerde idarenin elindeki ikametgâh adreslerinden hareket ediyor. Önce belediyeler ve özel idareler tüm sokaklardaki konutları kayda geçiriyor. Bina envanteri elde ediliyor.Sonra konutlarda oturanlar kayda geçiyor. Bizim mahallede sayım formları eve bırakıldı. Doldurduktan sonra muhtarlığa teslim ettik. Ben meraklı ve sorumlu vatandaş sınıfına girerim. Muhtarlıkta askıya çıktığında gidip kontrol ettim.Bu noktada toplumda vatandaşlık numarası diye bilinen Merkez Nüfus İdaresi Sistemi (MERNİS) devreye giriyor. Sayılan vatandaşların tek tek vatandaşlık numaraları eşleniyor. Çift kayıt ya da atlanma olup olmadığı kontrol ediliyor.Tahmin edileceği gibi sistemin ilk kuruluşu çok emek gerektiriyor. Bir takım hataların oluşması da kaçınılmaz. Ancak bundan sonra asgari maliyetle nüfus artışının hesaplanmasını mümkün kılıyor.Kaç kişi olduk şimdi!Eski verilerle başlayalım. 2006 yılı için kişi başına milli geliri hesaplarken kullanılan sayı 72.9 milyon kişidir. 2007 sonu için ne olacağını istihdam verilerinden izliyoruz: 73.9 milyon kişi.Yeni sayı ise, 31 Aralık 2007 itibariyle 70.6 milyon kişidir. Buna göre daha gerçekçi bir sayım sonucunda nüfus 3.3 milyon kişi azalmıştır. Yüzde 4.5’luk bir düşüşe tekabül ediyor.Yeni nüfus sayısı kişi başına hesaplanan ekonomik ve sosyal göstegelerde yüzde 5’in altında artışa yol açacaktır. Yararlıdır ama Türkiye’nin gelişmişlik sıralamasındaki yerini değiştirmez.Özetle: Daha güvenilir nüfus verilerinin ortaya çıkması memnuniyetle karşılıyoruz.

Devamını Oku

Öğretmen maaşı yüksek mi?

19 Ocak 2008

İşçi ücretleri yada memur maaşları için uluslararası karşılaştırma nasıl yapılır? Cari döviz kurundan dolara çevirerek bir yere varamayız. Tanım gereği zengin ülkelerde ücret-maaş yüksek, fakirlerde düşük çıkar. Bir çözüm yolu ücret-maaş düzeyini ülkenin üretim gücü ile kıyaslamaktır. Böylece ücret-maaş düzeyinin ortalama verimin neresinde kaldığını saptayabiliriz. Böylece elde edilen nisbeten anlamlı değer ülkeler arasında bir sıralama yapmaya izin verir.Ülkenin üretim gücünü milli gelir verileri yansıtır. İlk akla gelen, ücret-maaş düzeyini kişi başına milli gelire oranlamaktır. Kolayca A ülkesinde daha yüksek, B ülkesinde daha düşük demek mümkün olur.Bu yöntemi önce Hazine Bakanı Mehmet Şimşek asgari ücret için, ardından Dünya Bankası Türkiye Direktörü Ulrich Zachau öğretmen maaşı için kullandı. İkisi de “Ücret-maaş düzeyi Türkiye’de çok yüksek” dedi. Hakikaten öyle mi? Türkiye ve OECDÖğretmen maaşı karşılaştırması zenginler klübü diye bilinen OECD’nin eğitim üzerine bir araştırmasından alınmadır. Tabloyu ilke kez “The Economist” 27 Eylül 2007 tarihli sayısında yayınlamıştı. OECD araştırması 2005 içindir. Daha güncel olması için 2006 milli gelirini tercih ettim. Dünya Bankası veri tabanını kullandım. Maaş oranlarının 2005’den 2006’ya sabit kaldığını varsaydım. Önce Türkiye: milli gelir (GSYH) 402 milyar dolar, nüfus 73 milyon kişi, kişi başına milli gelir 5.5 bin dolar, yıllık öğretmen maaşı 13.9 bin dolar. Öğretmen maaşı kişi başına gelirin yüzde 254’ü çıkıyor. OECD üyesi zengin 24 ülke toplamı ise şöyle: milli gelir 34.9 trilyon dolar, nüfus 942 milyon, kişi başına gelir 37 bin dolar, yıllık öğretmen maaşı 47 bin dolar. Öğretmen maaşı kişi başına gelirin yüzde 125’i bulunuyor. Bu sayılara göre Türkiye’de öğretmenlerin nisbi durumu zengin OECD ülkelerine kıyasla iki kat daha iyi imiş. Biraz sağduyu bu işte bir bit yeniği olduğunu söylüyor. Eğitim camiasından gelen tepkilere doğrusu şaşmıyorum. Doğru ölçmek gerekirEvet, kullanılan ölçü açıkça yanlıştır. Gelirin verimlilikle karşılaştırılması ancak çalışanların nüfusa oranı her iki ülkede aynı ise anlamlıdır. Halbuki Türkiye ve OECD’de çok farklıdır. Doğrusu çalışan başına milli geliri kullanmaktır.2006’da toplam çalışan (istihdam) Türkiye’de 22.3 milyon kişi, OECD’de 444 milyon kişidir. Buradan Türkiye’de çalışan başına milli gelirin 18 bin dolar ve öğretmen maaşının çalışan başına gelirin yüzde 77’si hesaplanıyor. OECD için bu sayılar 78 bin dolar ve yüzde 62’dir. Öğretmen maaşı gene Türkiye’de yüksektir. Bu ölçü de yanlıştır. Çünkü Türkiye’de düşük verimli tarım kesiminin istihdamda payı büyüktür. OECD’de tarımın hem istihdamda payı düşüktür hem de verimi yüksektir. Doğru karşılaştırma tarım-dışı çalışan başına milli gelirin kullanılmasını gerektirir. Türkiye’de tarım-dışı çalışan başına milli gelir 22.5 bin dolar, öğretmen maaşının tarım-dışı çalışan başına gelire oranı yüzde 62’dir. Şansa bak, doğru ölçülünce Türkiye’de öğretmen maaşı OECD ortalamasına eşit çıkmaktadır.

Devamını Oku

Altının pırıltısı

16 Ocak 2008

Altın tekrar yatırımcıların gözdesi olmaya başladı. Fiyatındaki son yukarı hareket yaz aylarında başladı. Düşük kaliteli ipotek kredilerindeki sorunlara paralel şekilde devam etti. Bu hafta onsu (28.3 gram) 900 dolara kadar geldi.Türkiye insanı altına düşkündür. Nişan, düğün ve doğumlarda bugün bile altın yaygın bir hediyedir. Küçük kentlerde bile mutlaka bir hatta birkaç kuyumcu bulunur. Türkiye dünyanın sayılı altın ithalatçılarından biridir.Faiz getirmeyen, saklanma sorunları olan sarımtrak renkli bir maden neden bu kadar sevilir? Bir nedeni Türkiye’de mali sistemin geç gelişmesidir. Büyük kentlerin zengin mahalleleri dışında bankaların belirmesi 1950’ler sonrasındadır. O dönemin tek tasarruf aracı altındır.Diğer neden, genel olarak devlete ve özellikle bastığı paraya güvensizliktir. Bankadaki hesabın izi kolay sürülür. Devlet isterse el koyabilir. Üstelik enflasyonist politikalarla parayı pula dönüştürebilir. Altının böyle sorunları yoktur.Enflasyon korkusu Gelişmiş ülkelerde kayıt dışı sorunu büyük ölçüde çözümlenmiştir. Hukuk çalışır. Devletin bankadaki hesaplara el koyabileceği kimsenin aklına gelmez. Mevduat sigortası çalışır. Yani mali sisteme güvenilmesinin koşulları mevcuttur.Dolayısı ile yatırımcının altın ve diğer kıymetli madenlere ilgi duymasının bir tek nedeni kalır. Sanırım tahmin ettiniz: Enflasyonun yükselmesi yani mali sistemdeki varlıkların reel değerinin erimeye başlaması.Bu noktada altının bir takım mahsurları olduğunu da hatırlatmalıyız. İlkini yukarıda söyledik. Altını tutma karşılığında faiz, kira, temettü vs. gelir almak mümkün değildir. Buna altına yatırımın fırsat maliyeti diyebiliriz.Diğeri, altın fiyatının piyasada belirlenmesi, arz-talep koşullarına göre dalgalanmasıdır. Dolayısı ile tasarrufun değeri satış günü oluşacak altın fiyatına bağlıdır. Arada pekala düşebilir. Velhasıl altın tutmanın riski vardır.Lafı dolaştırmayalım. Gelişmiş ülke yatırımcılarının altına yönelmeleri, şu ya da bu şekilde enflasyonun tırmanmaya başlayacağından korktuklarına işarettir.Doların değeri Geri planda ABD’nin iktisat politikası açmazları yatıyor. Reel ekonomi yavaşlıyor. Kredi mekanizmasında tehlikeli bir kilitlenme var. Fakat aynı anda dolar değer kaybediyor. Enflasyonist baskılar sürüyor. Nihayet bu yıl Başkanlık seçimi var.Korkulan nedir? İşsizlikle mücadele için para musluklarının tamamen açılmasıdır. Bu durumda enflasyonun denetimden çıkması ihtimali yükselecektir. Enflasyona karşı tek “güvenli liman” ise altındır.Bu bakımdan altın fiyatlarındaki artış küresel mali piyasaların Amerikan Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadele kararlılığına pek güvenmediklerinin bir işareti olarak da görülebilir.

Devamını Oku

Merkez Bankası taşınmalı mı?

14 Ocak 2008

Yanlış hatırlamıyorsam Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınması fikri ilk kez geçen hükümet döneminde ortaya atıldı. Bir süre konuşuldu. Sonra araya daha önemli siyasi konular girdi. Gündemden düştü. Anlaşılan unutulmamış. Yeni hükümet kurulduktan sonra tekrar canlandı. Nihayet hükümetin bu konudaki kararlılığı başbakan düzeyinde ifade edildi. Tartışma kaldığı yerden devam etti.Merkez Bankası kuruluş kanununa göre yönetim merkezi Ankara’dır. Dolayısı ile İstanbul’a taşınması Meclis kararı gerektirmektedir. Ancak hükümetin bu değişikliği Meclis’ten geçirecek çoğunluğa sahip olduğu çok açıktır.Bağımsızlık önemlidirMerkez bankaları piyasa ekonomisinin hayati kurumlarından biridir. Geri planda kanunla verilen para basma tekeli sayesinde ekonomide likitideyi düzenleme gücüne sahip olmaları yatar.Kıymetli madenlerden kanuni paraya geçilmesi ile birlikte parayı basan bir anlamda ekonominin kaderine hükmedebilir. Likiditeyi gevşek tutarsa enflasyon baş kaldırır. Çok kısarsa reel ekonomi ve üretim tökezler.Üstelik, para politikası teknik açıdan çok karmaşıktır. Kararların ekonomiyi hangi mekanizmalarla etkilediği teoride ve pratikte tartışmalıdır. Gecikme sorunları vardır. Gelecekle ilgili değerlendirme hatalarına açıktır.Bu özellikleri, merkez bankalarının kamu yönetimi içindeki istisnai konumunu açıklar. Seçimle gelen siyasi otoritenin gücünü tavizsiz koruduğu ABD’de bile merkez bankasına özel statü ile yönetimsel bağımsızlık verilmiştir.Yeri ikincildirLafı uzatmayacağım. Dünya deneyimi açıkça gösteriyor. Olmazsa olmaz ilke merkez bankasının bağımsızlığıdır. Gerisi ayrıntıdır. Bugünkü iletişim ve ulaşım kolaylıkları bankanın yönetim merkezinin hangi kentte yer aldığını ise iyice önemsizleştirmiştir.Ankara’da kalmasında bir mahzur görüyor muyum? Hayır. İstanbul’a gelmesine karşı çıkıyor muyum? Hayır. Para politikası açısından bir sonucu olur mu? Hayır. Bu kararı Meclis’in olağan yetkileri içinde gördüğümü de belirtmek istiyorum.

Devamını Oku

Leasing ve KDV

12 Ocak 2008

Türkçe “kira” sözcüğünün İngilizce az çok eşdeğer iki karşılığı vardır: “Rent” ve “lease”. Etimolojik ayrıntılara girmek istemiyorum. Örneğin ev ve araç kiralanırken ilki kullanılır. Buna karşılık başta uçaklar, sermaye malları için daha uzun süreli kiralamalarda diğeri tercih edilir.“Leasing”, Türkçe’ye 1980’lerde bir finansman yöntemi olarak girdi. Gelişmiş ülkelerde zaten varolan bir kurumsal yapı Türkiye’ye adı ile birlikte ithal edildi. Böylece dilimize yeni bir sözcük de kazandırıldı.O dönemde özellikle küçük firmaların yatırımları için bankalardan kredi almaları çok zordu. En önemli sorun gerekli teminatlardı. Uzmanlaşmış mali kuruluşun makinanın mülkiyetini kendinde tutması ve onu firmaya kiralaması sistemi rahatlatabilirdi. Yeniliğe direnci kırmak için bir teşvik getirildi. Leasing aracılığı ile alınan sermaye mallarında KDV oranı düşük tutuldu. Teşvik geçici idi: sektör gelişip büyüdükten sonra kaldırılacaktı.KDV’nin mantığıKatma değer vergisi mal ve hizmetler üstünden alınan ama çok ilginç özellikleri olan bir vergidir. Konuyu değerlendirmek açısından kısaca hatırlamakta yarar görüyorum.Birinci özelliği üretimin tüm ara kademelerinde mal-hizmet satın almada ödenen KDV’nin geri alınmasıdır. Yani üretici aslında katma değer vergisi ödemez. Aldığı girdilere ödediği KDV’yi ürettiği mal-hizmetin satışında tahsil ettiği KDV’den düşer. Maliye’ye sadece aradaki farkı yatırır.Diğer üreticilerden alınan girdilerin değeri ile üretimin satış değeri arasındaki fark nedir? Üreticinin o mal-hizmete kattığı değerdir. Yani ücret, kâr, faiz, rant diye özetlenen faktör gelirleridir. O nedenle “katma değer vergisi” denir.Özetleyelim: Üretici vergiyi Maliye adına topluyor ama kendisi ödemiyor. Peki, kim ödüyor? Nihai kullanıcı yani tüketici ödüyor. KDV’yi modern ve başarılı bir vergi yapan bu özelliğidir. Kayıtdışı sorunuMantığı sürdürelim. Firma aldığı makina-teçhizata ödediği KDV’yi sattığı mal-hizmetten tahsil ettiği KDV’den düşüyor. Bu durumda firma açısından vergi oranı önemsizdir. Düşük ya da yüksek, ödediği vergiyi mal-hizmeti satarken geri almaktadır. Ancak bu işin bir püf noktası vardır. Firmanın pozitif katma değer üretmesi yani sattığı mal-hizmetin gelirinin diğer firmalardan satın aldığı girdilerin bedelinden yüksek olması gerekir. Aradaki farkın ücret, faiz, rant ve kâr toplamı olduğunu tekrar vurgulayalım.Sanırım lafı nereye getirdiğimi anladınız. KDV’nin katma değer yaratan bir üreticinin üstünde kalması ancak bir koşulla mümkündür. Firma faturasız satış yapıyorsa KDV tahsil edemez. Ödediği KDV’yi geri alamaz.Görüldüğü gibi, mali kiralamaya sağlanan vergi kolaylığı aslında kayıtdışı ekonomiyi teşvik etmiştir. Kayıt içindeki firmalar açısından haksız rekabet yaratmıştır. Finansman yöntemine bakılmadan sermaye mallarına tek vergi oranı uygulanması doğru bir karardır.

Devamını Oku

2008 tahminleri

7 Ocak 2008

İktisatçılar birinin ak dediğine diğerinin kara demesi ile ünlüdür. Nedeni sadece bu meslek erbabının diğerlerine kıyasla daha geçimsiz ya da huysuz olması değildir. Ekonomik olayların karmaşıklığı ve gelecekle ilgili belirsizlikler fikir farklarını besleyen esas etkenlerdir.2008 bu kurala istisna duruyor. Medyadan izliyoruz. İktisatçıların 2008 beklentilerinde neredeyse bir fikir birliği filizleniyor. Üç aşağı beş yukarı herkes aynı şeyi söylüyor. Özetle 2008 ekonomide sıkıntılı geçecek deniyor.Vatandaş da öyle düşünüyor. Özellikle döviz kurunda gelinen düzeyin sürdürülemeyeceği beklentisinin çok yaygın olduğunu bana yönelen sorulardan anlıyorum. Kurun yukarı gideceği konusunda tereddüt yok gibi; tarihini çıkartmaya çalışıyorlar.Geçen yılın devamı2007 için ana eğilimleri “Büyüme yavaşlar, enflasyon geriler, dış açık küçülür, kur yükselir” şeklinde özetlemiştim. Büyüme ve enflasyonda tahminlerim tuttu. Buna karşılık kur ve dış açıkta tam tersi gerçekleşti.Mağlup pehlivan güreşe doymazmış. Maalesef bu yılın tahminleri de geçen yılkine benziyor. Bu durumun 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarının Türkiye ekonomisini sıkıştırdığı açmazların kaçınılmaz sonucu olduğunu düşünüyorum.Büyüme ile başlayalım. Mevcut döviz kurunun Türkiye’ye sanayi üretimi ve ihracatla büyüme olanağını tanımadığı çok açıktır. Tarımda bu yıl mahsul iyi olabilir ama milli gelirdeki payı küçüktür. Hizmet üretimindeki artış ise hızlı büyüme için yetersiz kalır.Öte yandan aşırı değerli TL olası iç talep artışlarını ithalata yönlendirecektir. Mevcut kur düzeyinde dış talebin büyümeye eksi katkı yapması kaçınılmazdır. Özetlersek, 2008’de yüzde 4 büyüme iyimser bile sayılabilir.Düşük büyümenin aynadaki yansıması düşen enflasyondur. Düşüşün hızını arz şokları belirler. Yani tarım, enerji ve hammadde fiyatlarının ve döviz kurunun seyri etkili olur. Kötü arz şokları halinde bile bence tüketici enflasyonu 2008’i bu yılın altında bitirir. Normal koşullarda yüzde 6 civarına iner.İntizamlı düzeltmeGeçmişte ekonomide oluşan dengesizlikler mutlaka büyük çalkantılarla sonuçlanırdı. İntizamlı düzeltme örneği ise yoktu. Mevcut dengesizlikleri görünce insanların kriz beklemelerini o açıdan makul karşılamak gerekir.Bugün durum farklıdır. Geri planda 2000 sonrasında kararlılıkla uygulanan sıkı maliye politikaları ve gerçekleştirilen reformlar vardır. Doğrudur, yanlış para politikalarının yol açtığı kırılganlıklar vardır. Ama yapı çok daha sağlamdır. Bu kez dengesizliklerin intizamlı bir süreçte düzelmesi ihtimali çok yüksektir.Çok önemli bir hususu vurgulayalım. İntizamlı da olsa, her düzeltme acılıdır. Geçmiş hataların yarattığı dengesizliklerin bedelleri mutlaka ödenecektir. İşsizlikte artış, iflasların çoğalması, varlık fiyatlarında düşüşler çok sayıda insanı üzecektir.Başladığımız gibi bitirelim. 2008 ekonomide sıkıntılı geçecektir.

Devamını Oku

2008’e girdik

2 Ocak 2008

Yılın ilk yazılarında tahminlerimizi veriyoruz. Elbette yıl içinde bunları değiştireceğiz. Ama yılbaşı tahminlerinin özel bir önemi var. Gerçekleşme ile karşılaştırarak ne ölçüde tutturduğumuzu değerlendirme olanağını tanıyor.2008’in tahminciler için sıkıntılı geçme ihtimali çok yüksek duruyor. Zaten makro büyüklükleri bir yıl önceden öngörme işi büyük hatalara açıktır. Üstüne bu yılın özel zorlukları ekleniyor.Ben de dertliyim. 2007’de döviz kuru ve cari açıkta yanıldım. Eğilimleri bile yakalayamadım. “Mağlup pehlivan güreşe doymaz” derler. İçimden 2007’deki görüşlerimde ısrar etmek geliyor.Ama “sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş.” Kendimi tedbirli davranmaya ikna etmeye çalışıyorum.Tedbirli yaklaşımBöyle durumlarda kaçağa güreşmek çok kolaydır. En rahatı çok sayıda senaryo geliştirmektir. Bunları çok olumlu, az olumlu, olumsuz ve çok olumsuz şeklinde sıralarsınız. Sonra her biri için temel büyüklüklerin muhtemel aralıklarını verirsiniz.En büyük avantajı, yanılma ihtimalinin olmayışıdır. Yeterince tedbirli davranırsanız, sonuç ne olursa olsun sizin verdiğiniz tahmin sınırları içinde çıkar. Yıl sonunda hangi senaryonun gerçekleştiğini anlatarak durumu kurtarırsınız.Bir örnek verelim. Büyümede yüzde 2.6-6.5 aralığı, enflasyonda yüzde 5.5-13.0 aralığı, gecelik faizde yüzde 12.5-25.0 aralığı dediniz. TL’nin ise olumlu senaryolarda değer kazanacağını, olumsuz senaryolarda değer kaybedeceğinizi söylediniz.Tahminleriniz tutar mı? Evet. 2008’de gerçekleşmenin bu sınırlar dışına çıkması ancak çok müstesna durumlarda söz konusu olabilir. Kimse sizi onları öngörememekle suçlayamaz. Dolayısı ile tahminleriniz sağlamdır.Tahminleriniz işe yarar mı? Orası çok şüphelidir. Tahminci riski almamanın bedeli tahminlerin kullanışlılığını kaybetmesidir. Sizi okuyanlar bunlara bakarak karar almakta çok zorlanacaklardır.2008’in anahtarı2008’de konjonktürün ayrıntılarını belirleyecek olan TL’ye yönelik yurt dışı kökenli yüksek talebin devam edip etmeyeceğidir. Sermaye girişinin 2007’deki gibi sürmesi ya da sürmemesi tüm diğer makro büyüklükleri belirleyecektir.Enflasyon ne olacak? Cevabı sermaye girişine yani döviz kuruna bağlıdır. Girişin yavaşlaması bile TL’ye değer kaybettirir. Enflasyon olumsuz etkilenir. Sermaye çıkışı halinde olumsuzluk artacaktır.Büyüme ne olacak? Döviz kuru ne olacak? Dış açık ne olacak? Faizler ne olacak? İşsizlik ne olacak? Hepsinin cevabı sermaye girişlerindedir. Maalesef 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikaları Türkiye’yi böylesine üzücü bir köşeye sıkıştırmıştır.Devam edeceğim.

Devamını Oku