Merkez Bankası faiz indirecek!

9 Temmuz 2012

19 Temmuz’da PPK toplantısı var. Benim beklentim 5.75 olan politika faizinde 50 baz puanlık bir indirime gidilmesi, üst bandın korunması yönünde. Her ne kadar koridor daralmıyor olsa da Merkez Bankası, böylelikle birkaç kuş vurma şansına sahip olacak. Politika faizleri görüntüde de olsa düşecek, ekonomiye mesaj verilecek, bankaların fonlama maliyetleri düş(ürül)ecek, küresel trende uyulacak.Benim değil, piyasanın satın aldığı beklenti bu! 19 Temmuz’da Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı var! Hazır tüm dünyada “faiz indirimi mevsimi” devam ederken bizim Merkez Bankamızın da buna katılması çok da fazla insanı şaşırtmayacaktır! Hatırlarsanız geçtiğimiz hafta Çin, Danimarka merkez bankaları ile ECB’den değişik oranlarda faiz indirimleri geldi. Asıl çarpıcı olan MB’lerin borç verme faiz oranlarını indirmesinden çok mevduat faiz oranlarını indirmeleri önemliydi. Halihazırda MB’lerden borç almaya çok da fazla ihtiyaç yok. Gerek Fed’in, gerekse ECB’nin verdiği likidite yine dönüp dolaşıp kendine dönüyor. Bunu gören Çin, Danimarka ve ECB ile başlayan yeni bir dönem açıldı. Artık MB’ler, bankaların kendilerinde likidite tutmalarını istemiyor. Çin yüzde 3’e düşürürken (borç verme faizi yüzde 6), ECB sıfıra indirdi. Asıl büyük hamle Danimarka MB’sinden geldi. Mevduat faizini “eksiye” düşürdü! Artık Danimarka MB’sinde mevduat tutmak isteyen bankalar değil faiz almak yüzde 0.20 üste faiz ödeyecekler. Yukarıda saydığım MB’lerin mesajı açık ve net: “Bende para tutmayın, gidin bu fonları kredi olarak ekonomiye kullandırın”! Bankalar dinler mi? Korkarım ilk etki pek de MB’lerin istediği gibi ol(a)mayacak. Zira halen daha ortada bir “güven bunalımı” var ve atılan adımlar bu bunalımı aşmaya yetmeyecektir. Dışarıda gözler Fed’in 31 Temmuz-1 Ağustos’ta yapacağı toplantıda. III. BPP bekleniyor. Geldi, geldi; gelmedi işler sarpa saracak. Zira bu tarihte yapılacak bir parasal genişleme ancak Obama’ya yarar. Aksi takdirde parasal genişlemenin etkisi başkanlık seçimi sonrasında hissedilecektir ki bunun ne şu anda görevde olan Obama’ya ne de seçilmesi durumunda Romney’e bir faydası olmayacak. Bu nedenle Temmuz sonundaki toplantı kritik. (Bu arada hatırlatmak ba’abından... Fed’in I. ve II. BPP’leri iki yıl arayla Kasım ayında yapılmış.) Dışarıda problemler devam ederken içeride piyasalar keyifli. İMKB tüm diğer gelişmekte olan ve de gelişmiş ülke borsalarından pozitif ayrışırken, bono faizlerinde çok ciddi gerilemeler yaşanıyor! İMKB’nin yükselişinde yine bir “yatırım seviyeye yükselecek not” mazereti öne çıkıyor. Henüz daha resmi bir görüşme-açıklama yok ancak bu yönde “tahmini olanlar” önden hareket ediyor olabilirler. Bunu bilebilmek hayli zor. Bu arada Suriye ve Ortadoğu gelişmelerini de bu “haberi satın alırken” göz önünde bulundurmakta fayda var. Asıl dikkat çeken borsaya oranla çok daha derin ve hacimli olan bono tarafındaki hareketti ve bu harekete daha dikkatli bakmakta fayda var. Haziran ayının son haftasında yabancı fon ve bankaların alımlarıyla gerileyen gösterge bono bileşik faizleri dün; 5 Eylül 2011’den sonraki en düşük seviye olan yüzde 7.90’a kadar geriledi. Yabancıların alımları ilk aşamada 10 yıllık bonolarda başladı. Dün 8.60 seviyelerine kadar gerileyen 10 yıllıklardan sonra sıra gösterge bonolara geldi. 9.20 bileşik seviyelerinden başlayan hareketin ardında yukarıda bahsettiğim diğer MB’lerin faiz hamlelerinin yanı sıra, Türkiye’deki faizlerin bu şartlarda oldukça “cazip” algılanmasının da payı var. Diğer yandan Başkan Erdem Başçı’nın ‘Bu yıl TL’ye yatırım yapan zarar etmeyecek’ zımni taahhüdü var! Eh bunların üzerine bir de “not arttırımı” beklentisini eklerseniz TL bonoların cazibesi artıyor. Bono faizleri daha da iner mi? Bugünkü ihale nedeniyle düşüşe kısa bir ara verilecek, hatta ihale öncesinde minik bir yükseliş bile görülebilir. Ancak sonrasında yüzde 7.70 bileşik seviyeleri resmin içine giriyor. Ancak bu seviye fonlama faizleri 8.30’larda olan Türk bankalarına alım için cazip seviyeler değil. Onlar daha çok “kâr realizasyonu” için fırsat kollayacak gibi görünüyor.Yabancıların alım iştahının devam etmesini, yerli bankaların da kâr realizasyonuna gitmemelerinin ardındaki asıl sebep MB’nin 19 Temmuz’daki PPK toplantısında politika (fonlama) faizini indireceği beklentisi! Zaman, zemin uygun. Sabit faizli enstrümanlara yabancı yatırımcılardan talep var. Üstelik de enflasyon konusunda MB’nin eli rahatlamış durumda. 6.5 olan yıl sonu hedefinin yüzde 5’e düşürülmesi konuşuluyor ve Başkan Başçı da bir revizyon ihtimalini dile getirdi.Haziran ayının son haftasında Ak Parti Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli’nin ‘Faiz koridoru daraltılmalı’ söylemi aslında bu konuda küçük de olsa bir ipucu veriyor. Benim beklentim 5.75 olan fonlama (politika) faizinde 50 baz puanlık bir indirime gidilmesi, üst bandın korunması yönünde. Her ne kadar koridor daralmıyor olsa da MB, böylelikle bir kaç kuş vurma şansına sahip olacak. Politika faizleri “görüntüde de olsa” düşecek, ekonomiye mesaj verilecek, bankaların fonlama maliyetleri düş(ürül)ecek, küresel trende uyulacak v.s. v.s.Üst bandın aynen korunması veya alt banda göre daha az düşürülmesi durumunda MB’nin “istisnai gün” uygulamaları daha fazla “ses getirebilecek” ve piyasalar için maliyet riski daha da artacaktır.Önümüzdeki hafta Perşembe günü hep birlikte izleyeceğiz...

Devamını Oku

Faiz indirimleri işe yarar mı?

5 Temmuz 2012

Avrupa Merkez Bankası, dün tarihinde ilk kez faizleri yüzde 1’in altına yüzde 0.75’e çekti. Aynı şekilde Çin’den de bir hamle geldi. Asıl dikkat çekici olan mevduat faizlerinin indirilmesiydi. Bugün kararla birlikte ECB nezdinde bankaların tuttukları mevduata faiz ödenmeyecek. Peki işe yarayacak mı bu önlemler? ECB Başkanı Mario Draghi de bankaların pozisyonlarında çok fazla bir değişiklik beklemediğini itiraf ediyor! Mesele likidite ile çözülecek olsaydı, çoktan çözülmüş olur, bugünlere bile gelinmezdi. Ekonomiler artık ‘likidite tuzağına’ düşmüş durumda. Faizler inebildiği yerlere kadar inmiş ancak sistemde güven kaybolduğu için kimse para talep etmez hale gelmiş durumda Dün 2 büyük merkez bankasından faiz indirimi geldi. Önce Çin’den borç verme faizini 31 baz puanlık indirimle yüzde 6’ya, 1 yıllık mevduat faizlerini de 25 baz puanlık indirimle yüzde 3’e indirildiği haberi geldi. Çin Merkez Bankası bir adım daha atarak kredilerin, mevduatlara oranı ile ilgili yüzde 75 sınırını kaldırmış. Böylelikle bankalar ellerindeki mevduatlardan daha fazla bile kredi verebilecek. Çin MB, zorunlu karşılıklarını da düşürmesi bekleniyordu, şimdilik bu indirim ertelenmişe benziyor!Diğer indirim, ki bizi çok daha fazla ilgilendiriyor, Avrupa Merkez Bankası’ndan (ECB) geldi! Geçtiğimiz hafta AB liderlerinin özellikle bankacılık kesiminin rehabilite edilmesi konusunda vardıkları mutabakat sonrasında top ECB’nin sahasındaydı. Onlar da gereğini yaparak yüzde 1 olan borç verme faizlerini 25 baz puan indirerek; yüzde 0.75’e çekti. Bu beklenen bir hamleydi. Asıl dikkat çekici olan mevduat faizlerinin indirilmesiydi. Bugün kararla birlikte ECB nezdinde bankaların tuttukları mevduata faiz ödenmeyecek! ECB yapmış olduğu iki parasal genişleme ihalesiyle; bankalara yüzde 1’den, 3 yıllık 1 trilyon euro kaynak sağlamıştı. Ancak bankalar bu paranın büyük kısmını yine ECB’de tutmaya devam ediyordu. Son bakiye 790 milyar euro seviyesindeydi ve artık bu bakiye faiz kazanamayacak! Büyük MB’larının bu hamleleri aslında ekonomilerdeki sorunların ‘itirafı’ anlamına da geliyor. İşler halen daha toparlanamadığından görev yine Merkez Bankaları’na (MB) düştü! MB mevduat faizlerini düşürmekle de “Size verdiğim fonları bende tutmayın, kredi olarak ekonomiye dağıtın” dedi. Dünün arada kaynayan bir başka hamlesi de Danimarka MB’dan geldi! Danimarka MB; borç verme faizini yüzde 0.45’ten, 0.20’ye düşürürken, mevduat faizini ise 0.05’ten, -0.2’ye (Negatif! ) düşürmüş. Diyor ki; “Bende para tutacaksan, bana üste faiz vereceksin!” Peki işe yarayacak mı bu önlemler? ECB Başkanı Draghi de bankaların pozisyonlarında çok fazla bir değişiklik beklemediğini itiraf ediyor! Mesele likidite ile çözülecek olsaydı, çoktan çözülmüş olur, bugünlere bile gelinmezdi. Ekonomiler artık “likidite tuzağına” düşmüş durumdalar. Faizler inebildiği yerlere kadar inmiş ancak sistemde güven kaybolduğu için kimse para talep etmez hale gelmiş durumda. Ancak hükümetler ya da MB’ları üste para verirse paraya talep artacakmış gibi görünüyor. Özellikle de AB ve ABD’de... Aslına bakılırsa AB liderlerinin geçtiğimiz hafta vardıkları; bankacılık sektörünün tek elden kontrol edilmesi, müdahale edilecek bankaların ‘merkezden’ fonlanması ve bu fonlamaların kurtarılacak ülkenin borç rakamına eklenmemesi kararları bankacılık sisteminin zapt-u rapt altına alınması kararları orta uzun vade için olumlu. Ancak AB’deki çok başlılığın bu konudaki adımların hızla atılmasına engel olacağı kaygısı piyasaların kısa vadede bozulmasına yol açıyor!Euro 1.2288’i test edecekAB’den gelen faiz indirim kararı doğal olarak euroyu vurdu! Hafta boyunca 1.2650’nin üzerinde günlük kapanış yapamayan euro, dün 1.2364’e kadar geriledi! Şimdi sırada bu yıl içinde görülen en düşük seviye olan 1.2288’in test edilmesine geldi! Bu seviyenin aşağıya kırılması ihtimali gün geçtikçe artıyor. Olası ilk hedef ise 1.1960-1.2010 seviyelerinde... AB kararının belki de tek iyi tarafı bizim şirketlerimizin kullanmakta olduğu değişken faizli euro kredilerinin maliyetlerinin azalması , önümüzdeki dönemde AB’de ‘faiz bulamayan’ fon ve bankaların bizim piyasalarımıza yönelmesi olacaktır. Bono faizlerinde son bir haftadır yaşanan düşüş de bunun en iyi göstergelerinden biri oldu.

Devamını Oku

LIBOR skandalı

4 Temmuz 2012

Batı bankacılığının “temel direklerinden” biri olan LIBOR’da bir skandal patladı! 2007-2009 yıllarında 20’den fazla banka bu skandala karışmış. 10 para biriminin 1 gecelikten 1 yıla kadar değişen vadelerdeki faiz oranlarının sabitlenmesi sırasında bazı bankaların faiz belirleme sürecinde “danışıklı” hareket ettikleri ortaya çıktı. LIBOR (London Interbank Offered Rate) Londra’daki bankalararası teklif edilen (faiz) oranı olarak çevrilebilir. Bankalar birbirlerine teklif ettikler faiz oranlarını deklare ederler (kotasyon verirler) ve Londra saatiyle 11:30’da katılan bankaların ortalamasıyla her vadede bir “faiz sabitlemesi” yapılır. Katılımcı bankaların sayısı son yıllarda arttırıldı. Bu sabitleme(ler) 360 trilyon dolarlık para piyasası, kredi ve türev ürünleri için “temel” kabul ediliyor! Son günlerde ortaya çıkarılan skandala kadar bu sabitlemelerin (fixation) adil bir biçimde yapıldığı varsayılıyordu. Ancak durum hiç de öyle değilmiş. Kotasyon veren bankalar arasında farklı bir “trafik” yaşanıyormuş! Bankalar kendi pozisyonlarına göre, diğer bankaları arayarak verecekleri kotasyonları etkileyebiliyor, değiştirebiliyormuş. Diyelim ki bir bankanın bugün yüklü bir işlemi var ve ucuzdan borçlanmak istiyor. Diğer bankaları arayarak teklif oranlarını düşük tutmalarını “rica ediyor” ve böylelikle o günkü sabitlemenin düşük olmasını sağlıyor. Ertesi gün piyasa “normal” seviyesine döndüğünde de bu işten ekstra kazanç sağlıyor. Ya da tam tersi borç verecekse bu durumda da oranların yükselmesini “rica ediyor” karşılığında da bir “şampanya” vaad ediyormuş! Bu skandalın ilk kurbanı İngiliz Barclay’s Bank oldu. Amerikan ve İngiliz piyasa düzenleyici kurumlarına 453 milyon dolar ödemeyi kabul ettiler. Önce Yönetim Kurulu Başkanı Marcus Agius, ardından da İngiliz Başbakanı başta olmak üzere siyasi otoritelerin baskısıyla CEO Bob Diamond istifa etti. Diamond’un dünkü parlemento oturumunda ‘İşlemcilerin yaptıklarından, skandal patlayınca haberdar oldum’ demesi onu ne yazık ki kurtaramayacak!Mesele Barclay’s ile bitecek gibi değil. Reuters’ın haberine göre, Citigroup, UBS ve RBS’in de isimleri bu soruşturma da geçiyor! 20’ye yakın bankanın soruşturulduğu bu skandalda mutlaka “günah keçisi” sayısı artacaktır. Bankacılığının “onurunu” kurtarmak adına devreye giren İngiliz Başbakanı David Cameron’un işi bir parlemento soruşturmasına taşıması da söz konusu.İşin dramatik boyutu bu mesele piyasalara güven verecek şekilde bir sonuca vardırılmadığı takdirde LIBOR sisteminin güvenilirliği ciddi bir şekilde sarsılacaktır. Bundan böyle sabitleme oranlarının belirlenmesi için mutlaka yeni metodolojiler devreye alınmak zorunda. Belki de “mekanizma” devlet(ler) kontrolüne alınmak zorunda kalacak. Siyasi otoritelerin finans sektörünü bu denli “başıboş” bırakmasının bir sonucu daha ortaya çıkmış durumda. Mutlaka kamu adına bu mekanizmaların kontrol edilmesi, finans sektörünün bu denli keyfi davranmasının önüne geçilmesi gerekiyor. Bu demek değil ki tüm finans sektörü kamuşlatırılsın. Yapılması gereken uyulması gereken kuralların net bir şekilde ortaya koymak ve bunları sıkı bir şekilde denetlenmek. Son 10-15 yıllık dönemde başta türev ürünler i olmak üzere risklerin net ve sitematik olarak tanımlanması ve tabii ki kimlerin sermayelerine göre ne kadar risk alabileceklerinin ortaya konması gerekiyor.Aksi takdirde hiç de adil olmayan yöntemlerle çalışan, yatırım yaparak risk alan dürüst kesimden yolsuzluk yapanlara haksız kazanç transferi devam edecek! Umarım bu skandal ve son finansal kriz bu konuda ciddi adımlar atılmasına katkı sağlar!

Devamını Oku

Avrupa Birliği rüzgarı esmeye devam edecek mi?

1 Temmuz 2012

Piyasalar, geçen hafta yapılan Avrupa Birliği (AB) Liderler Zirvesi’nden gelen haberlere o kadar sevindi ki ABD’den gelen olumsuz verileri gözardı etti. Bu haftanın en önemli beklentisi, 5 Temmuz’da yapılacak olan Avrupa Merkez Bankası (ECB) toplantısından çıkacak faiz kararı. ECB Başkanı Mario Draghi’nin “Önce politikacılar adım atsınlar, sonra biz üzerimize düşeni yaparız” sözleri bir faiz indirimi beklentisine dönüştü. Bu haftaki toplantıda 25 baz puanlık indirimle faizlerin yüzde 1’den yüzde 0.75’e indirilmesi ihtimali yüksek.İlk kez somut sonuçlar üreten bir Avrupa Birliği (AB) Liderler Zirvesi yapılmış görünüyor. AB Zirvesi’nde alınan bankaların merkezi bir kurum (Bizdeki BDDK benzeri) tarafından gözetilmesi ve denetlenmesi, gerektiğinde EFSF ve ESM tarafından “kurtarılmasının” yolunun açılması ve ECB’nin de buna destek vermesine olanak tanınması orta vadede “güvenin oluşturulması” için önemli bir adım oldu. “Banka birliği” önümüzdeki dönemde AB’nin geleceği için gerekli olan “mali birliğin” de yolunu açabilecek. Bu nedenle geçtiğimiz hafta yapılan Liderler Zirvesi, AB için bir dönüm noktası olarak anılabilir.Piyasalar AB zirvesinden gelen haberlere o kadar sevindi ki ABD’den gelen olumsuz tüketim, araba satışı verileriyle son 6 ayın en düşüğüne inen tüketici beklentilerini gözardı ettiler.ECB kararı bekleniyorBu haftanın belki de en önemli beklentisi 5 Temmuz’da yapılacak Avrupa Merkez Bankası (ECB) toplantısından gelecek faiz kararı. ECB Başkanı Draghi’nin “Önce politikacılar adım atsınlar, sonra da biz üzerimize düşeni yaparız” şeklindeki söylemleri piyasaları coşturan zirve sonrasında bir “faiz indirimi” beklentisine dönüştü. Yıl başından beri ECB’nin yaz döneminde bir faiz indirimine gideceği beklentimi paylaşmıştım. Bu hafta yapılacak toplantıdan 50 baz puan değilse de 25 baz puanlık bir indirimle faizlerin yüzde 1’den yüzde 0.75’e indirilmesi ihtimali yüksek. Bu hafta yapılacak toplantıda bir indirim sinyali ile yetinilecek olur ise faiz indirim kararı, çok büyük ihtimalle 19 Temmuz’daki toplantıda alınacak gibi görünüyor.Bu durum AB ekonomisine bir yarar sağlar mı? Kısa vadede zor. Zira likidite tarafında zaten bir sorun yoktu. ECB’nin açtığı iki LTRO ihalesiyle AB bankalarına 1 trilyon euro likidite sağlanmıştı. Ancak güven ortamının tesis edil(e)memesinden dolayı, 700 milyar eurodan fazla likidite bankaların ECB’deki hesaplarında uzun zamandan beri “yatıyor”. ECB’nin faiz indirim kararı; tıpkı Fed gibi düşük faiz ortamının daha uzun süre devam edeceği mesajının verilmesi açısından önemli olacak.Peki bu durum piyasaları nasıl etkileyecek?Euronun dolar karşısındaki “faiz avantajı” azalacak. Bu da euronun değeri açısından ilk aşamada iyi bir haber değil. Zaten ABD’nin değeri düşük dolar istemesi ile “mecburen değerli” olan euro faiz avantajını da kaybedince dolar karşısında değer kaybetmeye devam edecektir. Bu haftanın başında geçen haftanın rüzgarıyla 1.2740-1.2790 seviyelerinden birine kadar yükselebilir. (Bu seviyelerin aşılması durumunda 1.2910 seviyesi resmin içine girebilir ancak olasılığı bence düşük.) Ancak sonrasında; özellikle de faiz kararından sonra yeniden 1.23’lerin altına inilecek bir hareket başlayacak diye tahmin ediyorum.ECB’nin faiz kararı bizim piyasalarımızı sınırlı da olsa olumlu etkileyecektir. Her ne kadar ABN’deki bankacılık krizinden dolayı gelişmekte olan ülke piyasalarına ayrılan kaynaklar azalsa (İndireç yılının etkisiyle) yeni dönemde bunların faizlerinde aşağı yönde bir hareket olabilecek. Bundan da önemlisi faizleri indirmek, istisnai günlerin sayısını azaltmak isteyen TCMB’nin elini rahatlatması açısından ECB’den gelecek bir faiz indirimi önemli. Sırada 63.300 varGelelim bu haftaya...Geçtiğimiz Cuma günkü sert hareketleri tek başına AB zirvesine bağlamak hata olur. Malumunuz Cuma günü yılın ikinci çeyrek ve ilk yarısının son günüydü. Kötü geçen ikinci çeyreği “iyi göstermek”, fon performanslarını yukarıda tutabilmek adına piyasalardaki yükselişler bir parça abartılmış durumda.Bunun yanı sıra “kapanan kısa pozisyonların” ve de “zarar kesme-stop loss” hareketlerinin de etkisini eklemekte fayda var. Özellikle emtia cephesinde bu ikincil etkiyi daha net görmek mümkün. Petrol, altın, gümüş ve bakırdaki hareketler buna iyi bir örnek teşkil ediyor. ABD hampetrolü Cuma günü 77.70 dibinden 85.10 seviyesine kadar yükseldi. Gün içinde yüzde 9.52’lik bir hareketi (Vadeli kontratlar işlem görmeye başladığından beri en yüksek 4. artışmış) sadece AB Zirvesi’yle açıklamak pek mümkün değil. Cuma günkü hareketin birçok piyasada kritik teknik seviyelerin geçilmesi nedeniyle bu haftanın ilk yarısında; özellikle de ECB’den gelebilecek bir faiz indirimi (parasal kolaylaştırma) beklentisiyle sürmesi mümkün. Ancak Cuma günkü hareketlerin “ekonomik temelleri” henüz zayıf. Veriler bu yükselişi tam olarak destekler nitelikte değil. Bu nedenle, haftanın ikinci yarısında kâr realizasyonlarına tanık olabiliriz.İMKB buna iyi bir örnek teşkil edecektir diye düşünüyorum. İMKB 100 endeksinin yükselişteki hedeflerinden biri 62.500 seviyesiydi ve geçen hafta görüldü ve kapanış tam da bu seviyeden gerçekleşti. Şimdi sırada 63.300 seviyesi var. Geride birçok “boşluk” bırakan son rallinin 54.000 seviyesinden başladığını, gelinen seviyelerin kâr realizasyonu için cazip olduğunu görenler mutlaka olacaktır.

Devamını Oku

Not artışı mı? Savaş mı? Kontrat sonu mu?

27 Haziran 2012

İMKB’nin son 3 günkü hareketlerine bakıldığında İMKB neredeyse tüm borsalardan ‘pozitif ayrıştı’! Petrol fiyatlarındaki düşüş, Moody’s’den gelen not artışı ile açıklanmakta zorlanacak “ayrışma” bu! Üstelik tüm bunlar, bir uçağımızın düşürüldüğü; pilotlarının henüz daha bulunamadığı; komşumuz Suriye ile “askeri angajmanların” değiştiği bir dönemde yaşanıyor. Suriye ile yaşananların çok daha ciddi bir boyuta geçmeyeceğini düşünen piyasalar Suriye riskini hemen hemen hiç fiyatlamadılar! Hatta Pazartesi günü piyasa açıldığında “uçağımızın düşürülmesini” değil ama öğleden sonra yurtdışındaki düşüşleri daha çok fiyatladı. Geçtiğimiz haftanın sonlarında bono tarafı yabancı yatırımcıların ilgisine mazhar oldu. Gösterge bono getirleri dün itibarıyla yüzde 8.65 bileşik seviyelerine kadar geriledi. Evet, bono getirilerinin düşmesi ve geçtiğimiz hafta zorunlu karşılıklarda MB’nin yapmış olduğu değişiklikler banka bilançolarına pozitif yansıyor. Ancak bu “katkıların” bankaların borsa değerlerindeki artışların yanında çok düşük kaldığını da unutmamak gerek.Peki bu yükselişi destekleyen ne var derseniz, belki de en fazla konuşulan; ki bir çok ‘beklenmedik yükselişin mazeretinde olduğu gibi; S&P’den bir kademelik not artışı. Gelir mi? Çok şüpheliyim. Suriye meselesi bir yanda, toparlanmaya başlayan petrol fiyatları diğer yanda... Bu arada son 2 günde ABD’den beklentilerden iyi gelen konut verileri ABD borsalarından çok sanki İMKB’ye destek verdi.Eğer bugün-yarın bir not artışı gelmez ise İMKB’yi yükselten geriye bir tek sebep kalıyor. O da VOB’daki Haziran vadeli kontratlardaki “uzun” pozisyonlar. Bu pozisyonların vade sonu yarın. Özellikle İMKB’nin 54-57.000 bölgesinde oluşturulan uzun pozisyonların; Suriye meselesinin de “geçiştirilmesiyle”; yarına kadar taşınması ve bir anlamda “itfa edilmesi” söz konusu. Ola ki bu pozisyonlar daha ileriye taşınacaksa Ağustos vadeli kontrata geçilmek durumunda. Teorik olarak her iki kontrat arasında 1.050-1.100 puanlık (temettü ödemelerinin tamamlandığı varsayımı ile) bir fark olması “makul” görünüyor. Bu farkın açılması; pozisyonların Ağustos kontratına aktarıldığı ve sürdürüleceğini, farkın daralması ise Haziran kontratlarını elinde bulunduranların daha çok pozisyonlarını taşımadan “itfa edeceklerini” (yani sonlandıracaklarını) göstermesi açısından bir “ipucu” olabilir.Önümüzdeki 2 iş günü VOB’u gözleyerek İMKB’nin “pozitif ayrışmasının” sebebinin “not artışımı” yoksa “kontartların vade sonu” mu olduğunu hep beraber izleyeceğiz.

Devamını Oku

Suriye piyasaları vuracak mı?

24 Haziran 2012

Bu hafta; bir yandan Suriye krizi diğer yandan ABD piyasalarında geçtiğimiz hafta başlayan hareketin kısa bir duraklamadan sonra aşağı yönde devam etme ihtimalinin artması ve tabii ki AB cephesindeki sıkıntıların sürmesi nedeniyle yatay-aşağı yönde hareketlere tanık olacağız.Dışişleri bakanımız Davutoğlu, dün uçağımızın uluslararası hava sahasında, herhangi bir ‘uyarı’ olmadan vurulduğunu açıkladı. Pilotları arama çalışmalarının Türkiye tarafından; Suriye’nin işbirliği ile değil, bilgisi dahilinde yürütüldüğünü belirtti. Suriye’nin 13 mil açığında (ulusal hava sahası 12 mile kadar) RF kodlu; yani silahsız olduğu ‘tanım gereği’ bilinen ve ‘solo’ uçan uçağın vurulması; Suriye meselesinde uluslararası güçlerin müdahalesi için ‘aranan mazeret’ olabilir.Dün Başbakan, parti liderleriyle ayrı ayrı görüştükten sonra bugün Bakanlar Kurulu toplanacak. Uluslararası kuruluşlar, Birleşmiş Milletler ve özellikle de NATO’ya yapılacak ‘çağrı’ sonrasında ortaya çıkacak karar büyük olasılıkla yarın yapılacak ‘resmi’ açıklama ile netleşecek. Türkiye zor bir karar noktasında. Düşürülen uçağa karşı misilleme yapılacak mı? Suriye’nin özür dileyip, tazminat ödemesiyle mesele şimdilik buzdolabına mı kaldırılacak? Bugün yarın belli olur. Yaz sıcağını cehenneme çevirebilecek bu gelişme, politikayı etkilediği kadar piyasaları etkileyecek mi?Piyasalar yarınki açıklamayı ve NATO’nun müzakere toplantısından sonra söylenecekleri bekleyecektir. Büyük olasılıkla mesele; “Türkiye’nin tek başına değil, NATO veya Birleşmiş Milletler ile birlikte hareket edeceği ve bunun da en azından doğrudan Türkiye’nin muhatap olduğu bir savaştan çok uluslararası desteği olan bir ‘ortak müdahale’ şeklinde olacağından dolayı etkisi daha az” olur şeklinde algılanacaktır. Algılama ne olursa olsun yaşanan olay, politika açısından bir ‘kırılmadır’ ve mutlaka yakın-orta vadede etkileri olacaktır .Bu hafta; bir yandan ‘Suriye krizi’ diğer yandan ABD piyasalarında geçtiğimiz hafta başlayan hareketin kısa bir duraklamadan sonra aşağı yönde devam etme ihtimalinin artması ve tabii ki AB cephesindeki sıkıntıların sürmesi nedeniyle yatay-aşağı yönde hareketlere tanık olacağız. Gerçi geçtiğimiz hafta İMKB; Moody’s’in not arttırımı sayesinde; kritik seviye olan 60.000’in üzerinde kapanmayı başarmıştı. Yükselişin hız kaybetmesi ihtimalini arttıran bir başka ‘teknik’ mesele de; grafikte de görüldüğü gibi; ABD doları bazında İMKB 100 Endeksi’nde gelinen seviye. 3.40 cent seviyesi kritik bir eşik olacaktır. Hem 2 Haziran’daki 2.92 cent seviyelerinden başlayan yükselişte Cuma kapanışı itibarıyla; dolar bazında yüzde 15.4’lük bir getiriye ulaşılmış olması, hem de 4 Kasım 2011’den bu yana gelen düşüş trendine denk gelen 3.40 seviyesine oldukça yaklaşılmış olması yükseliş ihtimalini sınırlıyor.‘Suriye krizi’ yaşanmıyor olsaydı İMKB’nın bu hafta içinde 62.500 seviyelerinin test edilme ihtimali artmıştı. Ancak bu kriz ‘boğaların’ gücünü bir parça azaltacaktır. Haftanın başında “Önce sat, sonra bak!” diyenlerin hareketlerinin ne denli sert olacağı önemli. Son krizi önemli gören, hatta önemsiz de olsa güvenli limanlara çekilmek isteyenler olacaktır. Tüm bunlara rağmen İMKB’de pozisyon taşıyanların cari seviyeleri ‘savunması’ ihtimalini de gözardı etmemek gerek. Son yükselişte bu konuda oldukça önemli çabalar sarfedildi, Moody’s ve petrol fiyatlarındaki düşüşün etkisiyle bu çabalar başarılı da oldu!Düzeltme başlayacak olursa İMKB 100’ün önce 59.200 ardından da 58.200 seviyesine kadar devam etmesi söz konusu.

Devamını Oku

Alan elden veren ele

19 Haziran 2012

Bugüne kadar 19 stand-by anlaşması imzalayan ve sürekli IMF’ten yardım dilenen Türkiye artık alan değil veren ülke konumunda. Küresel krize karşı oluşturulan IMF havuzuna Türkiye 5 milyar dolar şırınga edecek. DÜN Meksika’da başlayan G20 zirvesinin birinci oturumunda küresel kriz ele alınırken Avrupa’daki krizin yayılma olasılığına karşı oluşturulmak istenen IMF havuzuna ülkelerin ne kadar katkı yapacağı tartışıldı. Oturumda ülke liderleri kriz için IMF yönetiminde oluşturulacak havuza ne kadar katkı vereceklerini açıkladılar. Alınan bilgiye göre, Başbakan Erdoğan, bu çerçevede oluşturulacak havuza Türkiye’nin 5 milyar dolar yatıracağını açıkladı. Türkiye’nin yatıracağı 5 milyar doların Merkez Bankası döviz rezervinden IMF nezdinde oluşturulacak havuza iletileceği öğrenilirken, konuya ilişkin teknik ayrıntıların Merkez Bankası’nca açıklanacağı ifade edildi. Ayrıca, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu anda bu parayı havuzdan çekebileceği de kaydedildi. Öte yandan, G20 Zirvesi’nde Türkiye’nin yanı sıra havuza Brezilya’nın 10 milyar dolar, Rusya’nın 10 milyar dolar, Hindistan’ın 10 milyar dolar, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin 2 milyar dolar, Meksika’nın 10 milyar dolar ve Kolombiya’nın 1.5 milyar dolar yatıracağı bildirildi. Havuza en büyük desteği ise 60 milyar dolar ile Japonya verecek. 19 stand-by’la 47 milyar $ alındı Türkiye, IMF ile son yarım yüzyıla damgasına vuran stand-by anlaşmaları sürecinde 46 milyar 617 milyon dolarlık kredi kullandı. İlk anlaşma 1 Ocak 1961 yılında yapıldı ve o günden bugüne 19 ayrı stand-by anlaşması imzalandı. Türkiye, kullandığı kredilerin karşılığında IMF’ye 52 milyar 67 milyon dolar ödeme yaptı. Bu ödemenin 45.3 milyar dolarını ana para, 6 milyar 767 milyon dolarını ise faizler oluşturdu. Son verilere göre Türkiye’nin IMF’ye olan borcu 2 milyar 322 milyon dolara geriledi. Başbakan Erdoğan geçen hafta içinde, kalan 2.3 milyar dolarlık borçla ilgili olarak “İstesek onu da hemen öderiz ama faizi çok uygun vadesini beklemeyi tercih ediyoruz” demişti. Hazine’nin 2041 vadeli tahvilleri kapışıldı Hazine, 2041 vadeli dolar cinsi eurobondun yeniden ihracına çıkarken, bankacıların verdiği bilgiye göre ihraçta talep 7 milyar doları aştı. Hazine Müsteşarlığı, 2012 yılı dış borçlanma programı çerçevesinde dolar cinsinden Ocak 2041 vadeli tahvilin artırımı (reopening) için bugün Deutsche Bank, Goldman Sachs ve Morgan Stanley’e ortak lider bankalar olarak yetki verdiğini açıkladı. Bankacılar, yatırımcıların yoğun ilgi gösterdiği 2041 vadeli tahvil ihracında Hazine’nin 1 milyar dolarlık borçlanmaya gittiğini söyledi.Bankacılar ihraç edilen 2041 vadeli tahvillerin nihai getirisinin yüzde 5.75 seviyesinde oluştuğunu da ifade etti. Şubat aylarında gerçekleştirilen dolar cinsi tahvil ihracıyla 2.5 milyar dolar, yen cinsi ihraç ile yaklaşık 1.1 milyar dolar tutarında yurtdışı borçlanma gerçekleştiren Hazine, bu yıl uluslararası piyasalardan tahvil ihracı yoluyla 4.5 milyar dolar finansman sağlamayı öngörüyordu.Hazine 15 Mart itibarıyla 90 milyar yen (1.1 milyar dolar) tutarındaki 10 yıl vadeli tahvil ihracını tamamlarken, yılbaşından bu yana yapılan tahvil ihraçları ile 3.6 milyar dolar kaynak sağlayarak yılın ilk üç ayında dış piyasalardan borçlanma öngörüsünün yüzde 80’ini zaten gerçekleştirmişti.ABD bonosu yerine IMF emrine... Küresel krizin de gelişmiş ülkelerin çabaları yetmeyince, yardıma gelişmekte olan ülkeler “çağrıldı”! Küresel büyüme için de başta Çin ve Hindistan olmak üzere gelişmekte olan ülkelere ‘görev verilmişti’, şimdi de gelişmiş ülkelerin kurtarılmasında onlara görev düştü. Üzerinden çok geçmedi, geçtiğimiz Cumartesi günkü sohbetimizde Garanti Bankası Ekonomik Araştırmalar Bölümü Müdürü Ali İhsan Gelberi böyle bir olasıktan söz etmiş ve “ortak harekât” çerçevesinde bize de görev düşeceğini öngörmüştü. IMF’nin 430 milyar dolarlık “kurtarma paketine” katılım için izlenecek yol, 15 Haziran’daki basın açıklamasında kısaca belirtilmiş. Bu açıklama doğrultusunda, ülkeler kotaları doğrultusunda bu pakete destek veriyorlar. Hem IMF, hem de G-20 üyesi bir ülke olarak Türkiye’de bu açıklama doğrultusunda üzerine düşen miktarı IMF’nin kullanımına sunuyor! Bu konudaki açıklama dün Merkez Bankası’ndan geldi. Kısa açıklamada “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası da IMF kaynaklarına söz konusu kuruluşun 15 Haziran 2012 tarihli ve 12/229 sayılı basın duyurusu çerçevesinde ve uluslararası rezervlerimiz arasında sayılmak kaydıyla 5 milyar ABD dolarına kadar katkıda bulunacaktır” deniliyor.Burada bizim açımızdan önemli olan nokta “uluslararası rezervlerimiz arasında sayılmak kaydıyla” kısmı. 5 milyar dolarlık rezervimiz artık ABD hazine bonolarında ya da bankalarda değil “gerektiğinde” IMF nezdinde tutulacak. IMF’nin açıklamasında da bu belirtilmiş ve “kullanılacak fonlar, faiziyle birlikte geri ödenecektir” denmiş. İlk günden IMF bunları kullanmayabilir, ancak bu imkanın IMF emrine verilmiş olması asıl önemli nokta.Küresel krizin; IMF’yi bile bizden 5 milyar dolar kaynak isteyecek noktaya getirmiş olması, diğer yandan bir zamanlar IMF’den gelecek paralara ihtiyaç duyan bir ülkeyken, şimdi IMF’e fon sağlayan ülke olmak çok radikal değişimler. Umarım IMF emrine verilen 430 milyar dolar; hiç sanmıyorum ama; derde deva olur. Aksi takdirde IMF’in de iyiden iyiye kurda kuşa borcu artacak.... Mevcut duvarlar kriz salgını ile mücadelede yetersiz Meksika’da devam eden G20 zirvesinde yapılan açıklamada “Bu yeni katkılar, 2010’da kararlaştırılan oy ağırlıklarının ve kota paylarının kapsamlı bir biçimde artırılmasını da içeren reformların kararlaştırılan zamanlama içerisinde uygulanacağı düşüncesiyle sağlanacak” ifadelerine yer verildi.Ülkeler, katkılarının ancak mevcut kaynakların “büyük oranda elden çıkarılmasının” ardından kullanılabileceğini de ekledi.Bir süredir, Yunanistan gibi Euro Bölgesi’nde yaşanan ulusal borç krizinden etkilenen ülkelere borç vermesi konusunda IMF’ye çağrılar yapılıyor.Borç krizi bölgenin kötüleşmeye ve İspanya ve İtalya gibi daha büyük ekonomilerine yayılmaya devam ettiği takdirde, fonun yeniden devreye girmesi gerekeceğine dair endişeler mevcut. Böyle bir ihtimale hazırlanmak ve ihtiyaç duyulduğunda yardım edebilmek amacıyla, IMF rezervlerini artırmanın yollarını arıyordu. Hindistan Başbakanı Manmohan Singh, “Mevcut güvenlik duvarının salgınla baş etmek için yeterli olmayacağından endişeliyiz” dedi. Gelişmekte olan ekonomilerde bocalayan küresel iyileşmenin ve yavaşlayan büyümenin işleri daha da karmaşık hale getirdiğini söyleyen Hindistan Başbakanı, “Küresel ekonomik durum ciddi anlamda endişe verici” diye konuştu.

Devamını Oku

Komşu’da seçim bitti ama Avrupa’da kriz zor biter!

18 Haziran 2012

Komşu’da dün yapılan seçimler ‘Kuzey Euro-Güney Euro’nun ilk oylamasıydı. Yunanistan için ‘III. Yeniden Yapılandırma’ konusunda hızlıadımlar atılmaz ise korkarım çok yakında Akdeniz Bölgesi ülkeleri ile ‘Kuzey Ülkeleri’ ayrışacak. Bunun olmaması için tek çare, sorunlu ülkeler için yeniden yapılandırma yani borç silme operasyonu. Eğer bu konuda Kuzey, Güney’den; ortak bütçe, ortak maliye politikası ve merkezi hükümet gibi birtakım tavizler koparırsa o zaman durum değişebilir11 milyon nüfusa sahip Yunanistan; hatta oy verenlerin de bunların yarısı olduğunu varsayarsak 5 milyondan biraz fazla Yunanlı; AB’nin geleceğini oyladı dün. Sadece AB’nin mi? Euronun ve hatta birkaç günlüğüne dünya ekonomisinin ne yöne gideceğini oyladı.Oylama Yunanistan’ı kimin yöneteceğinden çok; AB’nin bundan sonra yoluna nasıl devam edeceği ile daha fazla ilgiliydi. Aslına bakarsanız bir anlamda; ‘Komşu’daki seçim ile Yunanistan üzerinden AB’nin geleceği tartışılıyor. İster Yeni Demokrasi (sağ - YD), isterse de Syriza (sol) iktidara gelsin veya yanlarına koalisyon ortakları bulsunlar, sonuç değişmeyecek! Cuma günkü yazımda da belirtmiştim: Syriza’nın da eurodan çıkma şansı hayli düşük!“Seçim meydanlarında yağıp esseler de, iktidara gelince durumun değiştiği”misali onlar da değişecektir. Cuma günü yazımı “YD galip çıksa ve hükümeti kurmayı başarsa dahi euronun kopup gitme ihtimali hayli düşük. Ha keza AB borsaları için de geçerli bu! Syriza’nın kazanması riskleri arttıracak, YD’nin kazanmasıise varolan durumun sürmesi anlamına gelecek. Seçimler her ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın; bence kaçınılmaz olan; “III. Yeniden Yapılandırmaya”kadar Yunanistan sorun olarak kalmaya devam edecektir” diye bitirmiştim. Halen daha bu görüşümü koruyorum.Bu yazı yazılırken sonuçları henüz netleşmeyen seçim bitti amasorunlar bitmiyor, mesele hükümetlerin kurulup kurul(a)mayacağı meselesi! 6 Mayıs seçiminden sonraki durum piyasaları en fazla bozacak olan seçenek! YD’nin AB’ye ‘yakın’ olması ya da Syriza’nın ‘uzak durması’ da sonucu çok fazla değiştirmeyecek. Bugün ve yarın Los Cabos’ta (Meksika) yapılacak G-20 zirvesi öncesinde liderler, Maliye/Finans Bakanları ve de merkez bankaları “alarma geçmiş” durumdaydı.Gerekirse “yangına” müdahale edecekler. Her zamanki gibi “müdahaleler” kısa vadeli çözümler getirecek, ancak asıl soruna deva olmayacaklar. Olsun piyasaları birkaç günlüğüne de (belki saatliğine) sakinleştirebilecekler!Ancak asıl sorun orada duruyor. Yunanistan ile başlayan Portekiz ve şimdi de İspanya ve İtalya ile devam eden sorun olduğu yerde “daha da mayalanarak” büyüyor! Çare mi? Daha fazla “birleşmiş bir Avrupa”. Bütçe, maliye politikaları, vergilendirme ve istihdam konusunda daha yeknesaklaşmışbir Avrupa’dan geçiyor. ‘Çözümü biliyoruz, ama...’Perşembe günü yapılan TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi’nin toplantısının onur konuğu olan Javier Solana da çözümün burada olduğuna değindi. İlginç bir saptaması vardı: “Bizde biliyoruz nelerin yapılmasıgerektiğini, ancak bunları uygulamak için gelecek seçimleri nasıl kazanacağımızı bilemiyoruz!” Her yapılan seçimde iktidarların koltuklarınıkaybetmesi işi zora sokan taraf. Solana’nın bir başka saptaması daha önemliydi:“Tek bütçe, tek maliye politikası belki de olması gereken, ancak AB’deki “ulus-devletler”henüz daha erklerini bir başka kuruma/hükümete devretmeye hazır değiller”!AB’nin asıl açmazı da burada. Son günlerde Yunanistan üzerinden yürütülen asıl tartışma da bu. AB’nin köklü değişimlere gebe olduğunu söylemek mümkün. Ancak bu değişim çok da kolay olacağa benzemiyor. Hele ki Yunanistan seçimleri kadar önemli olan Fransa’daki parlemento seçimlerinde sosyalistlerin çoğunluğu kazanması; ki beklenen buydu; Merkel-Hollande arasındaki görüş ayrılıklarını daha da artıracak, “Birleşmiş Avrupa” hayaline yeni bir sekte vurulacak. Syriza’nın çoğunluğu kazanması piyasalarda kısa süren bir “bocalamaya” neden olacak, ardından G-20’nin “hazır kuvvetleri” devreye girererek “siperleri tamir edecek”. YD’nin önde bitirmesi piyasalarda kısa süren bir “ılıman hava”yaratacak ardından gözler yeniden İspanya ve İtalya’ya dönecekti! Bunda bir değişiklik yok!Kuzey Euro Güney Euro Yunanistan için “III. Yeniden Yapılandırma” konusunda hızlı adımlar atılmaz ise korkarım çok yakında Akdeniz Bölgesi ülkeleri ile “Kuzey Ülkeleri” ayrışacak. Ekonomik olarak Güney’i sırtında taşımaktan yorulan Kuzey, “boşanma davası açacak”! Tabii ki bu adım İspanya, Portekiz ve İtalya konusunda (Fransa’nın da bu bloğa katılması sadece zaman meselesi) bir “yeniden yapılandırma=borç silme” yapılmayacaksa geçerli! Eğer bu konuda Kuzey, Güney’den; ortak bütçe, ortak maliye politikası ve merkezi hükümet” gibi birtakım tavizler koparırsa o zaman durum değişebilir. Aksi takdirde AB içinde “politik birlik” korunabilse de para birliğinin “dağılma” ihtimali artacaktır. Ortaya Kuzey Euro ve Güney Euro diye iki ayrı para birimi çıkarsa bu beni çok şaşırtmayacak! Doğal olarak Kuzey euro, Güney eurodan daha değerli olacak. İşin doğası bu!O zamana kadar “tek euro” dolar karşısında direnmeye devam edecek. Hatta Cuma günü 1.2635’lerden kapanan euronun önce 1.2670, ardından da 1.2760-1.2825 bandına kadar bile yükselme ihtimali var! Ancak Yunanistan’daki sorun süregideceğinden “tek euronun” eninde sonunda 1.20’nin altına inmesi kaçınılmaz! Solana’nın dolaylı olarak dile getirdiği “Syriza faktörü” yerinde durdukça.

Devamını Oku