Hafta sonu Yunanistan’da seçimler var. 6 hafta önce yapılan seçimlerden sonra hükümet kurulamamış, Yunan kanunlarına göre seçimlerin yenilenmesi gerekmişti. Komşu’daki seçimler bir anlamda euronun kaderini belirleyecek. Hadi o kadar abartmayalım desek de en azından kısa vadede “Birlik” içindeki tansiyonun artmasına sebep olacak!Gergin bekleyişin temelinde; bir önceki seçimlerden ikinci parti olarak çıkan radikal soldaki Syriza partisinin söylemleri yatıyor. Partinin genç lideri Tsipras “kemer sıkma önlemlerini” uygulamayacaklarını, gerekirse de eurodan çıkacaklarını söyleyerek bu denli yüksek oy almayı başarmıştı. Seçim tarihi yaklaştıkça “eurodan çıkma” söylemini yumuşatsa da “AB üyeleri, Yunanistan’ı birlikte tutmak için ellerinden geleni yapacaklardır (başka bir okumayla da “yapmalıdırlar)” şeklinde söylenmini değiştirmiş durumda. Kişisel beklentim Komşu’nun eurodan çıkmayacağı yönünde. En azından bu ilk “turda”... Belki bir kaç sene; kriz az çok aşıldıktan; sonra böylesi bir olasılık hayata geçebilir. Yunanistan’ın sorunlarının Drahmi’ye geçilerek çözülmesi mümkün değil; eğer ki diğer AB ülkelerine olan euro borçları da Drahmi’ye çevrilmezse. Aksi taktirde Drahmi’ye geçmenin “matematiği tutmuyor”! Syriza’nın bu söyleminin; özellikle de İspanya’ya neredeyse koşulsuz şartsız yapılan yardım sonrasında; elini güçlendirdiğini söylemek mümkün. Ancak bu söylem; eğerki seçimlerden birinci parti olarak çıkar ve diğer sol partilerle bir koalisyon kurmayı başarırsa; AB ile yapacakları “yeni borç indirme pazarlığında kullanabilecekleri bir koz olarak işe yarayacaktır! Tehditle iş yapmayı alışkanlı haline getirmiş komşu için eurodan çıkmak bir tür şantaj aracından başka bir şey değil bence.Diğer yandan Syriza’nın en büyük rakibi Yeni Demokrasi (YD) de geçen seçimlerden önce AB-IMF ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) ile imzaladıkları “sözleşmeyi” yeniden pazarlık masasına getireceklerini söylemeye başlamış. Syriza varken bu söylem YD’ye ne kadar oy kazandıracağını bilemiyorum ancak seçim sonrasındaki oynaklığı arttıracak bir durum olabilir.Önceki gün euro, özellikle Tsipras’ın biraz daha yumuşamaya başlayan söylemleriyle toparlandı. Dün de gizli anketlerin mali yardım yanlısı partilerin seçimi kazanacağına işaret ettiği yönündeki söylentiler Atina Borsası’nda sert çıkışa neden oldu. Halen daha teknik olarak 1.2620 ve 1.2670 seviyeleri önemli direnç seviyeleri. Seçimlere kadar bu seviyelerin üzerine geçil(e)mezse seçimlerden sonra, önümüzdeki Pazartesi günü piyasalarda sürprizlerle karşılaşma ihtimali artacaktır. YD galip çıksa ve hükümeti kurmayı başarsa dahi euronun kopup gitme ihtimali hayli düşük. Ha keza AB borsaları için de geçerli bu! Syriza’nın kazanması riskleri arttıracak, YD’nin kazanması ise varolan durumun sürmesi anlamına gelecek. Seçimler her ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın; bence kaçınılmaz olan; “III. Yeninden Yapılandırmaya” kadar Yunanistan sorun olarak kalmaya devam edecektir.Bu riskleri almak istemeyenler için son iş günü...
İrlanda, Portekiz ve Yunanistan’dan sonra sıra İspanya’ya da geldi. Haftasonu İspanya Ekonomi Bakanı Luis de Guindos, AB kaynaklarından yardım istediklerini resmen açıkladı. 17 Haziran’da Yunanistan’da yapılacak seçimler öncesinde gelen bu habere piyasaların haftanın ilk yarısındaki tepkisi ‘İspanya halloldu, Euro Bölgesi rahatladı’ şeklinde olacaktır. İspanya’nın teslimiyeti kısa vadede euro için de iyi haber.AB’deki kriz birbiri ardına ülkeleri girdabına çekiyor. İrlanda, Portekiz ve Yunanistan’dan sonra sıra İspanya’ya da geldi. Cumartesi günü İspanya Ekonomi Bakanı Luis de Guindos, AB kaynaklarından yardım istediklerini resmen açıkladı. Bakan bunu “kurtarma“ değil , destek olarak yorumlasa da bunun adı “kurtarmadır”. AB kaynaklarından sağlanacak yardım sadece finansal kurumların yeniden yapılandırılmasında kullanılacak! Fonlamanın miktarı ve süresi daha sonra netleşecek olsa da rakamın büyüklüğünün 100 milyar euro civarında olacağı konuşuluyor. Geçtiğimiz hafta IMF, İspanyol bankalarının 40 milyar euro “sermaye güçlendirmesine” ihtiyaç duyacağını açıklamıştı. (Ya IMF yanılıyor, ya da sorun tahminlerden daha büyük! Sanki öyle. 100 milyar euro da yetmeyebilir!)Görünen o ki Avrupa Birliği; bu hafta sonu (17 Haziran) Yunanistan’da yapılacak seçimler öncesinde İspanya’nın da “yeni bir problem” olarak karşılarına çıkmasını istemedi. Oliver Wyman and Roland Berger adlı iki bağımsız kurum tarafından yapılacak değerlendirme sonrasında netlik kazanacak rakamın hangi kaynaklardan sağlanacağı henüz belli olmamakla beraber EFSF ya da ESM aracılığıyla olacağı “varsayılıyor”. Finlandiya, EFSF’nin kullanılması durumunda “teminat” isteyebileceğini (daha önceden Yunanistan için de istemişti) dile getirerek bu “kurtarmaya” çok da gönüllü olmadığını ortaya koymuş. AB’den sağlanacak kaynak; İspanya’nın BDDK/TMSF’si diyebileceğimiz FROB (Fund for Orderly Bank Restructuring-“İntizamlı” Banka Yeniden yapılandırma Fonu) aracılığıyla İspanyol finansal sistemine kanalize edilecekmiş. “Kurtarmanın” Fitch’in İspanya’nın ülke notunu BBB’ye, görünümünü de negatife çevirmesinden sonra gelmesi de dikkat çekici. İspanya’nın “resmi” başvurusundan sonra devreye alınacak bu paketin “gözetimi” IMF’ye verilmiş. AB; kendi raporlamasına fazla güvenmediğinden olsa gerek; raporlama işini IMF üstlenecekmiş! İrlanda, Portekiz ve Yunanistan’ın kullandığı 386 milyar euronun üzerine gelen 100 milyar euronun işe yarayıp yaramayacağı henüz net değil. Bu arada İspanyol Hükümeti’nin 15 milyar euro harcayıp, 7 küçük-orta ölçekli bankayı birleştirerek Bankia’yı yaratmak gibi bulunan geçici çözümler işe yaramıyor. Toptan çözüm aslolan... Son hamle işe yarayacak mı? Hayli şüpheliyim!İspanya; Yunan seçimleri öncesinde piyasaları nasıl etkiler?Yunanistan’da seçimlere iki hafta kala seçim anketi yayınlanması yasak. Son durumdan haberdar değiliz. Ancak İspanya’nın 100 milyar euro koparması; Radikal Sol Parti Syriza’nın lideri Tsipras’ın elini güçlendireceği kesin gibi. Zira Syriza “Daha fazla taviz isteyeceğiz, nasılsa verirler” diyerek oy isterse sanırım daha fazla seçmenin ‘teveccühüne mazhar’ olacaktır.Yine de piyasaların haftanın ilk yarısındaki tepkisi “İspanya halloldu, Euro Bölgesi rahatladı!” şeklinde olacaktır.Buna geçtiğimiz haftayı yükselişle kapatan; ‘Mayıs’taki satışlar bitti, biz işimize bakalım’ diyenlerin sayısının arttığı bir dönemde; piyasalar için İspanya “iyi haber” olacaktır! Geçtiğimiz haftayı yükseliş (aslında bir düzeltme) ile kapatan piyasaların bu haftanın ilk yarısında yükseliş çabalarını sürdürmeleri büyük olasılık. Önemli göstergelerden olan ve geçtiğimiz haftayı 1.325 seviyesinden kapatan Amerikan S&P 500 Endeksi’nde bu hafta başında önce 1.341 ve ardından da 1.355-60 bandının görülmesi söz konusu. İspanya’nın teslimiyeti “kısa vadede!” euro için de iyi haber. En azından bir risk faktörü daha; geçici de olsa; elenmiş oldu. 1.2480’nin üzerinde bir haftalık kapanış (1.2497) yapmayı başaran euronun bu hafta başında 1.2620 seviyesini bir kez daha test etmesi ve ardından da önce 1.2670 ardından da 1.2790 seviyelerinden birini ziyaret etmesi ihtimali artmış durumda. İMKB 59 bin puanı test edebilirEuronun “yükselmesi” genel olarak risk hevesinin de artmasını beraberinde getiriyor. Bu kez de öyle olacaktır. Bu durum S&P 500 örneğinde olduğu gibi bizim piyasalarımızı da pozitif yönde etkileyecektir. Dolar/TL kurlarındaki stres azalırken özellikle de istim üstündeki İMKB’nin de yükselişine devam etmesine katkı sağlayacaktır. En azından haftanın ikinci yarısında Yunanistan seçim sath-ı mahalline girilene kadar.Geçtiğimiz haftayı; hafta sonu gelebilecek İspanya haberlerinin de beklentisiyle; 200 günlük hareketli ortalamasını üzerinde kapatmayı başaran İMKB 100 Endeksi için haftanın ilk yarısında önce 57.670 ve ardından da 58.800 seviyesinin test edilmesi söz konusu. Özellikle ikinci seviyenin; aynı zamanda 50 günlük HO’ya yakın olmasından dolayı; önemli bir direnç olacağını söylemek mümkün.MATADORLARA 100 MİLYAR EUROLUK İLAÇ - İspanya’nın toplam borcu 84.6 milyar dolar seviyesinde.- Matadorların ülkesinde işsizlik oranı yüzde 24.7.- Ülkenin bu yıl yüzde 2’ye yakın küçülmesi bekleniyor. Ekonomik krizle boğuşan İspanya da en sonunda pes etti. Matadorların ülkesi, yardım isteyen 4’üncü Avrupa Birliği (AB) ülkesi oldu. İngilizce isimlerinin baş harflerinden oluşan ve domuzlar anlamına gelen PIGS’i oluşturan Yunanistan, İrlanda ve Portekiz’den sonra İspanya’ya 100 milyar euroluk yardım paketi verilecek. Euro Bölgesi maliye bakanları, bankaları acil sermaye takviyesine ihtiyaç duyan İspanya’ya 100 milyar euroya kadar kredi verme kararı aldı.İspanya’yı 3 saate yakın süren telekonferans toplantısında tartışan bakanlar, krediyi serbest bırakmak için bu ülke bankalarına ne kadar sermaye takviyesi gerektiğini 21 Haziran’a kadar ortaya konulacak 2 bağımsız denetim şirketinin raporuna göre karar verecek. Telekonferans toplantısının ardından Euro Grubu’ndan yapılan açıklamada, Avrupa mali istikrar fonları aracılığıyla sağlanacak kredinin İspanyol finans sektörünün toplamda 100 milyar euroya kadar çıkabileceği sermaye gereksinimini karşılayacağı belirtildi. Açıklamada, kısa süre içinde gelecek resmi başvurunun ardından AB Komisyonu’nun Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Bankacılık İdaresi ve Uluslararası Para Fonu’yla irtibat içinde hazırlayacağı değerlendirmesini ve yardım karşılığında mali sektörle ilgili yerine getirilmesi istenecek zorunlu şartlar önerisini hazırlayacağı kaydedildi.Açıklamada, İspanya Hükümeti’nin, bankaları yeniden yapılandırma fonu aracılığıyla finans kuruluşlarına aktaracağı kredilerin geri ödenmesinde tam sorumlu olacağı ve bununla ilgili mutabakat zaptı imzalayacağı bildirildi.
George Soros, euroya 3 aylık ömür biçti. Bence 3 ay çok bile. Bu işin Yunanistan’da 17 Haziran’da yapılacak seçimlerden sonra bir çözüme bağlanması gerekiyor. Peki çözüme bağlanması gereken ne? Yunanistan başlığıyla tartışılan AB’nin temel problemleri konusunda bir yol haritası çıkarılması gerekiyor. İngiltere’yi dize getirmekle ünlü olan, piyasaların üstadı, ‘demokrasi havarisi’ Soros; AB’ye euro krizini çözmek için 3 ay zaman vermiş. “Çözdünüz, çözdünüz... Çözemediniz piyasalar çok daha fazla şeyler isteyecektir” demiş. Bonkör davranmış! 3 ay çok bile. Bu iş Yunanistan’da 17 Haziran’da yapılacak seçimlerden sonra bir çözüme bağlanması gerekiyor. Peki çözüme bağlanması gereken ne? ‘Yunanistan’ başlığıyla tartışılan AB’nin temel problemleri konusunda bir yol haritası çıkarılması gerekiyor. Önce tespit: Nedir AB’nin problemleri?Ortak bir para politikası var, ortak bir mali politika yok.Uyulması gereken kriterler ortaya konuyor, uymayana yaptırım yok.Euro’ya giriş koşulları belli, çıkış koşulları ortada yok.Bankacılık sistemine güven yok.Geleceğe güven yok, harcama yok, büyüme negatif.Peki bu problemleri aşabilecek bir siyasi irade var mı? O da yok! Üstelik kriz tecrübesine sahip olan iktidarlar birer birer koltuklarını kaybediyorlar. Yerlerine hem krizi nasıl çözeceğini bilmeyen, hem de ‘hamasi’ söylemlerle oy almış ‘tecrübesiz’ kadrolar işbaşına geliyor. Yeni gelenlerin ‘işi’ öğrenmeleri ve çözüm üretmeleri hem zaman alacak, hem de ek bir maliyet ortaya çıkacak. Kaçınılmaz bir eğitim masrafı daha...!Tam yetkili ‘Avrupa Hükümeti’ kurulmalı En azından bu maliyete katlanmamaları için bedavadan birkaç öneri sunmak istiyorum AB’ye. AB’deki krizin çözümünün olmazsa olmazları bence:1- Acilen ortak maliye politikasının oluşturulması, bu politikanın da ‘varolan ortak para politikasını’ desteklemesi gerekiyor. Bunun için gerekiyorsa tam yetkili (Almanlar çoğu bakanlığı alırlarsa kimse kusura bakmasın!) bir ‘Avrupa Hükümeti’ kurulmalı.2- Tüm Euro Bölgesi, hatta tüm AB üyesi; ülkeler nezdinde -sınırsız olmasa da- 100 bin euroya kadar mevduat güvencesi getirilmeli.3- Avrupa Bankacılık Otoritesi (European Banking Authority EBA) kurulmalı. Bu otorite;a. Tüm AB bankalarını çok kısa bir sürede, son derece ciddi bir stres testinden geçirmeli,b. Stres testinden ‘sınıfta kalanlara’ sermaye arttırımı için 1 haftayı aşmayan bir süre verilmeli, bu sürede gereken sermayeyi tamamlayamayanlara el konulmalı,c. Sorunlu bankaların varlıkları bir an evvel satılmalı, satış sonrasında gerekiyorsa ülkeler bazında bir “borç yeniden yapılandırma” programı derhal devreye alınmalı! (bono sahiplerinin bazıları da paralarını kaybedecekler, onlar da kusura bakmasınlar!) d. Kalan sağlamlara ECB (Avrupa Merkez Bankası) 3 yıldan uzun vadeli III.LTRO çerçevesinde likidite desteği sağlamalı. e. Yeniden benzer krizlerin yaşanmasının önüne geçecek net, anlaşılabilir, kolay uygulanabilir, tüm AB ekonomisine güven kazandıracak düzenlemeler ‘manzumesi’ hazırlanmalı ve bir an evvel üye ülkeler tarafından onaylanarak yürürlüğe girmeli! 4- AB dışına çıkacak fonlara/mevduatlara kişi ve hesap bazında; örneğin ‘toplam’ 100 bin euro; sınırlama getirilmeli, (bu önlem mevduat güvencesi ile birlikte ; tercihen bir Cuma günü; bir gecede alınmalı!)5- Tüketici güvenini tesis edecek adımlar atılmalı,6- Bundan böyle alınacak önlemlerin finansal piyasalardan çok sokaktaki adamı (main street) ve reel ekonomiyi ilgilendireceği net bir dille ifade edilmeli!Alın size bir yol haritası! Uyguladınız, uyguladınız... 3 ay içinde yaparsanız (ki yapılmaması için hiç bir sebep yok!) Soros da memnun olur. Benim için süre daha da uzayabilir. Yeterki bunların yapılacağına dair net bir irade ortaya konulsun. Bu Soros’u da ikna eder!Yoksa Euro Ekonomik Bölgesi’nin dağılması işten bile değil!
Geçtiğimiz hafta başında piyasaların bir atımlık barutu olduğunu, bunu iyi kullanabilirlerse düşüşe ara verilebileceğini söylemiştim. Barutunu en iyi kullanan İMKB oldu. Düşüşe direnen İMKB, diğer borsalar gerilerken haftanın sonunda net bir şekilde ‘pozitif ayrıştı.’ Acaba bu hafta da İMKB borsaların düşüşüne direnebilecek mi? Hiç sanmam!Geçtiğimiz hafta başında piyasaların bir atımlık barutu olduğuna, bunu iyi kullanabilirlerse düşüşlere bir süre ara verilebileceğine değinmiştim. Geçtiğimiz haftanın başında hisse senedi borsaları bu barutlarını kullandılar ancak haftanın ikinci yarısında barut da kalmadığından dolayı önemli gerilemeler yaşandı. Özellikle DAX, S&P 500 ve Dow Jones endeksleri 200 günlük hareketli ortalamalarının (HO) altında kapanışlar yaptı. Barutunu en iyi kullanan İMKB oldu. Hafta boyunca düşüşe direnen İMKB, diğer borsalar gerilerken haftanın sonunda diğerlerinden net bir şekilde ‘pozitif ayrıştı.’ Sebeplerine ve bu hafta neler olabileceğine geçmeden önce kısaca geçtiğimiz haftaya bir göz atalım.Piyasaları en fazla ‘bozan’ 150 bin beklenen ABD Tarım Dışı İstihdamı (NFP) 69 bin olarak açıklanması oldu! Önceki ay verisi de 115 binden 77 bine revize edilmiş ki işin tuzu biberi oldu! İşsizlik oranında da bir önceki ay gibi yüzde 8.1 beklenirken açıklanan yüzde 8.2 oldu. Her iki veri de beklentilerin oldukça altındaydı. Moralleri bozdu! Hafta boyunca Avrupa’dan ve Çin’den gelen ‘Satınalma Yöneticileri Endeksleri’ (PMI) kritik eşik olan 50 seviyesinin altında gelmeye devam etti. Gelişmiş ülke piyasaları ‘dağıldıkça’, gelişmekte olan ülke piyasaları da bundan etkilendi ve bu piyasalardan çıkış hızlandı. Özellikle de düşen petrol fiyatları sonrasında Rusya’dan... Bu çıkışlar para birimlerini de etkiledi doğal olarak... (Rus rublesininin 1 Mayıs’tan geçtiğimiz Cuma gününe kadar kaybı yüzde 16.7!) Gelişmekte olan para brimlerindeki bu hızlı değer kaybı, ister istemez; diğerleri kadar olmasa da; dolar/TL kurlarını da etkiledi. Dolar/TL kurları Cuma günü 1.8780’e kadar yükseldi! (MB’nın ‘varlığı’ ve euro/dolar paritesinin diplerden dönmesi sayesinde kapanış 1.8585 seviyelerinden gerçekleşti!) Bu arada gelişmekte olan ülke para birimrinde opsiyonların hesaplanmasında esas olan ‘volatilite’ (kısaca ‘Vol’) oranları yükselirken, 1 aylık ‘Vol’ler yıllıkların üzerine çıktı. Önemli bir gelişme bu!Tüm bunlara bakıldığında; sene başında yaratılan ‘ABD ekonomisinde herşey yolunda’ balonun sönmeye başladığı, gelişmekte olan ülke piyasalarının da bunlardan etkilendiği söylenebilir. Teknik analiz açısından bakıldığında 200 gpnlük HO’nın altına inen ve de haftalık kapanışlarını bu seviyelerden yapan gelişmekte olan ülke borsalarında düşüşlerin devam edeğini beklemek hata olmayacak! Peki dışarıda bunlar olurken nasıl oldu da İMKB bu düşüşlere direnebildi?Bunun bir kaç sebebi var: - İlki dolar/TL kurlarının; ‘MB’nın zımni garantisi’ nedeniyle fazla değer kaybetmemiş (TL’nin düşmemiş) olması! Ne de olsa MB yıl başında ‘Bu yıl TL’ye yatırım yapanlar kârlı’ çıkacak dememiş miydi? Hele bir de kendi ihraç ettiği para biriminde yabancı para birimlerini ‘karşılık’ olarak kabul etmesi de bunun bir başka teyidi sanki... - Bir diğer faktör; başta gelişmiş ülkelerin önde gelenleri olmak üzere; bono getirilerinin çok ciddi olarak gerilemesine karşın TL cinsinden bono getirilerinde herhangi bir satış/panik görülmemesi... ‘En büyük rakibimiz’ Brezilya faizleri düşürürken, bizde bono getirilerinin ‘halen daha’ yüzde 9.40 seviyelerinde ‘salınması’ gerilimi azaltıyor!- Brent petrolünde 100 doların altına inilmesinin de cari açık endişelerini azalttığını unutmayalım. 97.55 dolar/varil seviyesinin görülmesi, 95 doların önünü açacak gibi...- Morgan Stanley Gelişmekte olan Ülke endekslerinde Türkiye’nin payını arttırmasını da atlamayalım. Bu artış sonrasında alınan pozisyonların hem hisse hem de VOB tarafında ‘savunulması’ da IMKB’nin ‘direncini arttırdı’!- İMKB’nin daha önce negatif ayrışmış olması ve teknik olarak ‘destek seviyelerine kadar gerilemiş olması...- ... ve son olarak düşen petrol fiyatlarının da etkisiyle hem cari açık endişeleri azalıyor hem de Rusya’dan çıkan fonların en güvenli liman olarak Türkiye’ye girmesi de IMKB’yi düşüşten koruyan bir başka faktör oldu. Tünm bunlar İMKB’yi ‘koruyan’ unsurlardı. Peki tüm bu unsurlar bu hafta da İMKB’yi korur mu? Ya da yazının başlığında da değindiğim gibi İMKB diğer borsaların düşüşüne direnebilecek mi? Hiç sanmam!Küresel piyasalar bu denli birbirine yaklaşmışken, birbirine bu denli entegre olmuş piyasalardan birini diğerlerinden bu denli ‘ayrışması’ hiç de kolay değil! Ya İMKB daha fazla düşecek; ya da diğerleri yükselirken, İMKB’nin yükselişi ‘daha sınırlı’ kalacak.54.750 seviyesi kritik! Bu seviyenin altına inilecek olur ise, 49.250 seviyesnin bile önü açılacak! Başta ABD borsaları olmak üzere gelişmiş ülke piyasaları bu konuda ‘karar verici’ olacaklar!İMKB’nin direnişini sürdürmesi için ne yardımcı olabilir derseniz... Euro/dolar paritesinin 1.2620’ye doğru bir toparlanması b konudaki en büyük destek olacak! Ancak bundan da çok emin değilim!
Avrupa Birliği’nde yaşananlar sadece euroyu bozmadı, dolar ile fiyatlanan hemen her şeyin “dengesini” bozdu! Euro değer kaybedince dolar “mecburen” değer kazandı! Doların değer kazanması da başta petrol olmak üzere emtia, pariteleri, özellikle de bizim de içinde bulunduğumuz gelişmekte olan ülke para birimlerini doğrudan etkiledi. Doların artışında ABD ekonomisinin çok da sağlıklı bir durumda olmasından çok “modern tahtıravelli” etkili oldu! Eskiden (10 yıl öncesinden söz ediyorum) ekonomisi iyi durumdaki ülkelerin para birimleri değer kazanırdı. Temel varsayım bu ülkelerin para birimlerinin alım güçleri daha iyi, daha yüksek idi. Ancak bu durum özellikle son 5 yılda değişti. Kriz sonrasında tahtıravelli “güçlü ekonomi değil, zayıf ekonomi” bazında kuruldu. Krizin başında ABD ekonomisinde çalkantı sürerken zayıflayan dolarla “fiyatlanan” hemen herşeyin, tabii ki euronun da değeri yükselmişti. Son aylarda Avrupa Birliği’nden gelen haberler sonrasında zayıflayan AB ekonomisi ile birlikte euro değer kaybetti, karşısındaki hemen her şey değer kazandı! Önceki gün dolar/euro paritesinde 1.2480’deki kritik eşik aşağı yönde kırıldı! Dün bu yazı yazıldığı sırada 1.2337’ye kadar gerileyen euro risk algılamasını da bozmaya başladı! Risk meselesine geçmeden önce euro/dolar paritesinde yeni hedefin 1.20’nin altı, hatta benim “iki yıldan bu yana” beklediğim 1.16 seviyesinin artık “ufuk çizgisinde” görünmeye başladığını hatırlatmakta fayda var! Çıkışlı-inişli bir patikanın sonunda buraya gidilecek! Gelelim risk meselesine... AB’de bir yandan “komşu”, diğer yandan İspanya bankacılık sistemlerindeki “çatırtılar” pozisyonlarda bir azaltma ihtiyacını beraberinde getirdi. Bir anlamda “indireç yılında” Mayıs sendromu gereği azaltılan pozisyonlarını kapatan fon yöneticileri kendi paralarına dönünce gelişmekte olan ülke para birimleri baskı altında kaldı. Buna (değerlenen doların da etkisiyle) düşen petrol fiyatlarının olumsuz etkilediği Rus Rublesi’ndeki hızlı düşüşü, Brezilya Merkez Bankası’nın faiz indirimleri nedeniyle çıkışı son haftalarda hızlanan Brezilya Reali’ni de eklediğimizde TL’nin de benzer bir baskıya mazur kalması kaçınılmaz oldu! Dün TL’deki kritik ilk eşik olan 1.8510 yukarı geçildi ve bir sonraki “teknik” direnç olan 1.8650’ye gelindi. Beklentilerden iyi gelen dış ticaret açığı rakamlarına ve de Merkez Bankası’nın bu günü “istisnai gün” ilan etmesine rağmen böylesi bir yükselişin; özellikle de işlem gününün son iki saatinde; gerçekleşmesi piyasa katılımcılarını bir parça gerdi!Peki bu yükseliş devam eder mi?Korkarım tüm finansal piyasalar 17 Haziran’daki Yunanistan seçimlerine kadar aşırı inişli-çıkışlı olacak! Tabii ki euro da... Euronun değer kaybetmesi dolar/TL kurlarını gecikmeli olsa da etkiliyor. Paritede 1.2320 aşağı kırılacak olur ise düşük 1.20’li seviyelerin görülme olasılığı artacaktır. Her ne kadar 1.3285’ten başlayan son düşüş rallisinin de bir soluklanmaya ihtiyacı olsa da AB’den bir türlü bunu sağlayacak bir “haber” gel(e)miyor! Paritedeki düşüş dolar/TL kurlarının yeniden 1.9110 teknik direnç seviyesine kadar taşıyabilir! Her ne kadar sepet bazında 2.10 seviyesi korunma ihtimalini yüksek görsem de “nominal dolar/TL” kurları Merkez’i rahatsız edebilir, istisani günlerde yeni/farklı uygulamalara giderek bu seviyenin “korunmasını” üstlenebilir! 2009’dan bu yana en “düşük” seviyesine gerileyen Hint Rupisi, Rus Rublesi ve Brezilya Reali, Merkez Bankası’nın işini zorlaştıracağa benziyor!
Hükümet ve sermaye piyasaları Türkiye’nin kredi notunun artmasını beklerken, Standard & Poors (S&P) adlı kredi derecelendirme (rating) kuruluşu Türkiye’nin görünümünü “pozitiften, durağana” çevirince kızılca kıyamet koptu. S&P’nin politik davrandığı, bize haksızlık ettiği, sözleşmesinin iptaline kadar varacak bir tavır alınması konuşuldu. Bu kararı şiddetle eleştiren Başbakanımız işi kendi “rating” şirketimizi kurmaya kadar vardırdı. Fransa’nın notu düşürüldüğünde, başta Fransa olmak üzere notları düşürülen AB ülkeleri de kendi “rating” şirketlerini kurmaktan dem vurmuşlardı.www.defaultrisk.com sitesine göre küresel ölçüde değerlendirme yapan 76 rating şirketi varmış. Bunlardan en bilinenleri ve de kredibilitesi yüksek olanları S&P (Amerika), Moody’s (Amerika), Fitch (Amerika/İngiltere), JCR (Japonya). Çin’in önde gelen rating şirketi Dagong bile diğerleri kadar etkili bir isim değilken geridekileri varın siz düşünün.Mesele “ulusal” rating şirketini kurmak değil. Bunu kurarız. Bunun için gerek insan kaynağı, gerek bilgi, gerekse de teknolojik altyapı olarak bir ihtiyacımız olduğunu düşünmüyorum. Ancak asıl mesele “ulusal rating” kuruluşunun (Bu konuda kamuda bir çalışma başlatılmış, hatta TUDEK adını bile bulmuşlar: Türkiye Ulusal Derecelendirme Kuruluşu) başarılı olup olamayacağı. (S&P’nin 19. yüzyılın sonlarında başlayan bir hikayesi var. 1941’de McGraw Hill şirketler grubuna dahil olduğundan bu yana sadece derecelendirme değil, değişik borsalarda endeks yaratılması ve hesaplanması dahil bir çok konuda faaliyet gösteriyormuş.)TUDEK’in başarılı olabilmesi ne demek? Bu kuruluş tarafından üretilecek bilgilere birilerinin değer vermesi, bu bilgileri “itibarlı-credible” bulması ve bunlar için “para vermesi” demektir. Bu da bugünden yarına olabilecek bir şey değil. Gerekli olan itibarın oluşması için uzun yıllar gerekiyor. Görüşlerine değer verdiğim bu konunun uzmanları en azından bir 10 yıldan söz ediyorlar! Burada yerel bir derecelendirme kuruluşundan söz etmiyoruz. Bunlar zaten Türkiye’de var ve yurt içindeki kurum ve kuruluşlar için derecelendirme çalışmaları yapıyorlar. Önümüzdeki yıllarda hem bu konudaki bilinç geliştikçe, hem de derecelendirme meselesi kanunlara ve de bankacılık kriterlerine girdikçe bu konuda içeride daha hızlı yol kat edilecek. Ancak mesele uluslararası itibar! O da yukarıda da belirttiğim üzere uzun yıllara gereksinim duyuyor.Hadi diyelim kurduk. Kendimize de AAA notunu verdik. Peki Hollanda’ya ya da Almanya’ya ne vereceğiz? 5 A mı yoksa yıldız A mı? Uluslararası kabul görmüş denklik prensiplerine göre bir derecelendirme yapacaksak, S&P ya da Moody’s’den çok da farklı bir not vermemiz zor olacaktır . Anlaşılan TUDEK işine bir yerden başlayacağız. Havanda su dövme pahasına da olsa başlanacak. Bu çalışmalar yapılırken acaba bir yandan da onlarca yıllık tecrübeye, küresel “itibara” sahip derecelendirme kuruluşlarının söylediklerinde az da olsa haklılık payı var mı diye düşünebilirmiyiz?Biz “yatırım yapılabilirliği” hep borsaya yatırım olarak algılıyoruz. Halbuki bu not asıl bu ülkeye en azından 10-15 yıllığına yatırım yapılabilir olmak anlamına geliyor. Bir yabancı yatırımcı bu ülkeye gelecek; kurallar, hukuk düzeni, vergi düzeni yatırımın geri dönüşü süresince değişmeyecek, ya da çok küçük değişiklikler olacak anlamına geliyor bu not. Siz bugün için Türkiye hakkında bunu rahatlıkla söyleyebilir misiniz? Hadi size son bir soru: Siz hiç yüzde 100 yabancı bir gayrimenkul geliştirme şirketinin (tüm Türkiye’de); yanına herhangi bir Türk ortak veya danışman almadan, doğrudan belediyelere başvurarak bir gayrimenkul projesine başlayıp da tamamladığını duydunuz mu?Duyduysanız, TUDEK’in küçük de olsa bir şansı var!
Piyasaların beklediği yeni Godot, 17 Haziran’da Komşu’da yapılacak seçim olacak. O zamana kadar daha 15 iş günü var. Hiçbir şey yapmadan o güne kadar beklemeyecektir piyasalar. Aslına bakarsanız önlemlerini aldılar. Son 2-3 haftadır yaşanan düşüşlerin içinde Yunanistan ve İspanya bir paya sahipti. Hafta başında “yeni kötü” haberler gelmez ise bu hafta bir toparlanma görebiliriz. Geçtiğimiz hafta sonuna doğru gelen haberler hiç mi hiç piyasa dostu değildi. Aklımda kalanlar:- Belçika Başbakan Yardımcısı Didier Reynders, “Yunanistan’ın eurodan çıkmasına hazırlık yapmayanların büyük bir hata yapmış olacaklarını” söyledi.- IMF Başkanı Christine Lagarde, “Yunanlılar çok eğlendi, şimdi ödeme zamanı” dedi.- Yunanistan kamuoyu yoklamaları; Troyka ile anlaşma imzalamamış olan aşırı soldaki Syriza’nın oylarını artıracağını ve birinci parti olarak 17 Haziran’daki seçimlerden çıkacağını söylüyor.- İsviçre; euronun “dağılması” durumunda ülkeye girecek fonlara karşı “sermaye kontrolleri” koyabileceklerini söylemiş.- İspanya’nın zengin bölgelerinden; İspanya’dan ayrılmak isteyen ve en büyük şehri Barcelona olan; Katalunya, merkezi hükümetten yardım istemek durumunda kalmış, ...ve bir de bizden- Akbank’ın yüzde 10.1’i; satış açıklamasının hemen ertesi günü hızlı talep toplama yöntemiyle; piyasada işlem gören fiyatın altından satıldı!Tüm bu haberlere bakıldığında piyasalarda Avrupa’dan kaynaklanan olumsuz haberlerin “ağırlığı” hissediliyor. Bu haberleri okuyan fon yöneticilerinin ve de bireysel yatırımcıların değil herhangi bir varlığa yatırım yapmak, var olanları nasıl elden çıkarırız kaygısına düşmeleri işten bile değil. Haksız da sayılmazlar. Zaten yukarıdaki ve benzeri haberler değil miydi piyasaları yerle yeksan eden? Neyseki bunların geleceğini, “Sell in May, go away- Mayıs’ta sat ve uza!” sendromunun bu yıl erken başlayacağını Nisan ortasında Vatan okurlarıyla paylaşmıştım. Yaşananlar benim ve de Vatan okurları için sürpriz değil! Avrupa meselesi daha çok “su kaldırır”! Merkel ile AB’nin geri kalanı arasındaki tartışmalar bir süre daha devam eder. Özellikle de ortak “Eurobond” çıkarma konusunda. Almanya, Hollanda ve Finlandiya’nın dışındaki ülkelerin derdi, tüm AB’yi “ortak bir risk bölgesi” haline getirerek, sorunlu ülkeleri kurtaracak bir finansman kaynağı bulmak. Ancak “AAA” notuna sahip bu 3 ülke başta olmak üzere AB’nin “ağır abileri” bu “ortak Eurobond” meselesine sıcak bakmıyorlar. Neden baksınlar? Ben de onların yerinde olsaydım böylesi bir bono ihracına sıcak bakmazdım! Yine de 17 Haziran’daki Yunanistan seçimlerine kadar “felsefi” tartışma devam edecektir. Yeni Godot: 17 Haziran!Piyasalar hep bir şey bekler. Bu sefer de 17 Haziran’da yapılacak Yunanistan seçimleri beklenecek! O tarihten önce AB’nin herhangi bir karar vermesi mümkün değil. Ancak seçimlerden önce komşuyu eurodan atarlar bir de sandıktan Troyka ile anlaşma imzalamış olanlar çıkarsa ayıkla pirincin taşını. Yok eğer eurodan atmazlar ama bu sefer de Syriza tek başına iktidar olursa... Başta Merkel olmak üzere AB’nin işi zor. (Komşu’ya böylesine “bol” borç verirken düşüneceklerdi!) Bu nedenledir ki AB; Yunanistan’daki 17 Haziran seçim sonuçlanana kadar “susta” bekleyecektir. Piyasaların beklediği yeni Godot Komşu’nun seçimi olacak! Ancak o zamana kadar daha 15 iş günü var. Hiçbir şey yapmadan o güne kadar beklemeyecektir piyasalar. Aslına bakarsanız önlemlerini aldılar. Son 2-3 haftadır yaşanan düşüşlerin içinde (“Mayıs’ta sat ve uza”nın yanı sıra!) Yunanistan (ve de İspanya-onu unutmayalım!) önemli bir paya sahipti. Bu düşüşlerin de sonsuz devam etmesi mümkün değil! Bir toparlanma olması gerekiyor. Geçtiğimiz haftanın son günlerinde bekliyordum bu toparlanmayı. Ancak satışlar hafta başında (özellikle yurtdışında ve ABD’de) yavaş kaldı, düşüşler gecikti. Şimdi sırada “aşırı satım” ve “açığa satışların” kapatılması, bir “kâr realizasyınu” dönemi yaşanması gerekiyor. Bu hafta piyasalarda bu hareketi görme ihtimalimiz hayli yüksek.Teknik seviyeler de bunu destekliyor. İMKB’de 54.750, euro/dolar paritesinde 1.2490 önemli destek noktalarıydı, geçtiğimiz hafta (her ne kadar haftalık kapanışlar bu seviyelere yakın gerçekleşmiş olsa da!) bu seviyeler kapanışta korundu. Hafta başında yazının başında sıraladığım tarzda “yeni kötü” haberler gelmez ise bu hafta bir derlenip toparlanma görebiliriz. Kısa vadeli toparlanma görebiliriz Haftanın ilk gününde “Memorial Day” sebebiyle ABD piyasaları kapalı olacak. Halen daha ABD piyasaları için aşağı inilecek yer olsa da ( Dow Jones’ta 12.210 ve S&P 500’de 1.285) birçok gelişmekte olan ülke desteklerine ya geldi, ya yaklaştı... Bu hafta içinde bu desteklerin tutması ve kısa vadeli toparlanmaları görmemiz söz konusu.İMKB buna iyi bir örnek! VOB Endeks 30 kontrat bazında bakıldığında 64.100 seviyesi önemli bir destekti. Bu seviye geçtiğimiz Cuma günü görüldü. Bir parça altına inilse de kapanıış 65.400 seviyesinden gerçekleşti. Bu hafta içinde 64.100’ün altını beklemiyorum. Toparlanmanın ise 67.250’ye kadar devamı söz konusu. Bu seviye aşılacak olur ise 69.100 seviyesi resmin içine girecek! Euro/dolar paritesinin 1.2490 seviyelerinde tutunması yukarıdaki senaryonun en önemli “destekçisi” olacak! Zira paritenin euro lehine; geçici olsa da; toparlanması bizde dolar/TL kurlarını da bir parça aşağı çekecektir. Daha doğrusu geçtiğimiz haftanın direnci olan 1.8450-1.8510 bandının altında kalmasını sağlayacaktır. Belirtmekte fayda var: Bu hafta yaşanacak toparlanma kısa vadeli bir alım-satım fırsatı verecek olsa da özellikle ABD piyasalarında aşağı yönde gidilecek daha yol var!Ola ki paritede 1.2450’nin altında kapanışlar görecek olur isek içinde bulunduğumuz süreç hızlanacak, yukarıdaki “kısa vadeli toparlanma senaryosunun”; daha aşağı seviyelerden başlamak üzere; rafa kalkmasına sebep olacaktır.Bu haftanın “finansal göstergesi” yine euro/dolar paritesi.
Wall Street Journal; Yunanistan’ın eurodan çıkması durumunda Türkiye’nin euroya alınmasını önermiş. Teşekkür ederiz almayalım! Dünkü Vatan’da sevgili Ekonomi Müdürümüz Ercan İnan bu haber üzerine görüşlerimi sormuştu. Soruyu “Komşu’nun yerine AB’ye alınmamız” şeklinde algılayınca bunun her iki taraf için de kazan-kazan durumu olacağını dile getirdim. Ancak sonradan anlaşıldı ki WSJ bizi euroya davet ediyormuş. Bu hamle AB için “kazan” olabilir ancak bizim için hiçbir anlamı yok!Dağılma tehlikesiyle karşı karşıya olan, parasal birliği olmasına karşın, mali birliği olmayan bir para birliğine neden girelim ki? Euronun, yani Avrupa Para Birliği’nin şu andaki en büyük açmazı da bu değil mi? Para politikaları konusunda tek bir otorite var: Avrupa Merkez Bankası (European Central Bank ECB). Faiz oranları, para arzı, ülkelerarası “para politikalarını etkileyen” dengesizlikleri gözeten ve de bunları dengeleyen/düzenleyen bir kurum ECB. Ancak tek başına para politikası yeterli mi? Tabii ki değil! Ortak vergi politikaları, sermaye transferleri gibi maliye politikalarını ilgilendiren konularda bir yeknesaklık sağlanamadığı; para politikalarının, mali politikalarını (ya da tam tersi) desteklemediği bir ekonomik toplulukta sağlıklı stratejiler oluşturmak mümkün mü? Mümkün değil! Euronun da asıl sorunu tam da burada değil mi? (Ya da euronun kurtuluşu!) Bu düzelmediği sürece euro adam ol(a)mayacak! Uluslararası kabul gören bir rezerv para niteliğine kavuşamayacak!Böylesi bir para birliğine neden girelim? Hem para politikamızı kendimiz belirleyemiyoruz, hem mali politikalar konusunda para birliği üyelerine tabiiyiz. Üstelik de bu üyeler arasında bir yeknesaklık yok. Daha da ötesi, üyeler arasından bazıları kendilerini “diğerlerinden daha eşit” görüyor! Ne işimiz var böylesi bir para birliğinde...Biz kendi politikalarımızı belirleme konusundaki özgürlüğümüzü ve esnekliğimizi korumaya devam etmeliyiz! (Tıpkı İngiltere’nin yaptığı gibi!) Cari açıkta başımız belaya mı girdi, paramızı devalüe edebilmeliyiz. Paramız çok mu değerlendi, faiz oranlarını indirebilmeli, TL’nin cazibesini azaltabilmeliyiz! Temel sorunlarımızı halletmeden euroya girdiğimiz takdirde, başımız iyiden iyiye belaya girebilir. Tüm bu nedenlerden dolayı euroya girmeyelim!Diğer yandan WSJ’ın önerisinin yanlış anlaşılan tarafına gelince, AB’ye girme kısmına “kerhen evet” demek mümkün. Yunanistan’ı atarlar bizi alırlarsa; buna da itirazım var ama çok da sesim çıkmaz! Sermaye, mal ve işgücünün serbest dolaştığı (varsayılan!) Avrupa Birliği’ne girmek bazı sorunlarımıza derman olabilecek. En azından hukuk düzeninin uluslararası kabul gören bir seviyeye yükselmesiyle bile doğrudan yatırımlar konusunda ciddi adımlar atabiliriz. AB ile rekabet konusunda ülkemizden yana hiç şüphem yok. Üretkenlik, çalışkanlık ve rekabet konularında bir çok AB ülkesiyle dişe diş mücadele edebilecek durumdayız. Gümrük Birliği zaten bizi AB için bir pazar haline getirmiş durumda. Tam üyelik bu açıdan bizi çok da bozmaz!Yine de bir çok defa yazdığım gibi ben AB üyeliğine de taraftar değilim. Eee peki sen ne istiyorsun diyebilirsiniz. Ben AB kriterlerinde, AB hukuk düzeninde, AB eğitim seviyesine ulaşmış; hem ekonomik hem de siyasi alanda bağımsız, gerçek anlamda demokratik bir Türkiye istiyorum.Çok mu şey istiyorum?Çok mu zor bu dileklerimin gerçek olması?