Şampiy10
Magazin
Gündem

Sevsinler Obama’nın sözünü!

Başbakan Erdoğan’ın ABD ziyaretinde Obama “ulusal güvenlikle ilgili her konuda Türkiye’ye anlık istihbarat paylaşımı sözü” vermiş. Sevsinler onun verdiği sözü; bir hatırlasın bakalım bugüne kadar kaç kez aynı sözü verdiler ve her sözlerinden sonra “sınırlardan yüzlercesi aynı anda ve ağır silahlarla geçen teröristler”in yaptığı saldırılarda kaç şehit verdik. Baksınlar bakalım tek bir kez o “anlık istihbarat paylaşımları” ile önlenen saldırı oldu mu?

Sonra “Suriye’de ABD’nin yavaş kaldığı” sitemine (ki Cumhurbaşkanı Gül de aynı şeyi söylüyor) de şöyle demiş; “ABD Müslümanlara karşı savaşıyor algısı vermek istemedik, muhalifleri destekleyeceğiz”.. Çook pardon, Irak’ta kime karşı savaşmışlardı, hayatını kaybeden 2 milyon kişinin dini neydi, Afganistan’da savaştıkları Müslüman değil mi? El Kaide ne mesela? İran’a savaş açmaktan söz ediyorlar, İran Müslüman değil mi? Irak’ta Amerikan askerleri hangi dinden insanlara en ağır işkenceleri yapıp gülerek kameraya kaydetmişler, hangi dinden kadınlara tecavüz etmişlerdi?

Bizi ateşe itti..

Esad kendi insanlarını öldürten bir diktatör ama “Suriye’de destekleyeceklerini söyledikleri muhalifler”in insanları öldürüp kalbini sökmesi daha az bir vahşet midir? Reyhanlı faciası onun “Türkiye’yi kışkırtıp öne atması, muhaliflerin yanında yer alıp açıkça onları desteklemesini istemesi” yüzünden olmadı mı? ABD kendini tek akıllı sanarak kıvırtmasın, Samuel Huntington gibi tarihçilerini bile kullanarak dünyaya istediği şekli vermek üzere oynadığı bu oyunlarını kendi siyaset bilimcileri bile yutmuyor artık..

Öne çık Big Brother!

Şimdi de; Irak’ta ve diğer ülkelerde yaptığı yanlışlar, kötü politikaları yüzünden, dünyanın önünde suçlandığı için Suriye savaşından uzak duruyor ve Türkiye’yi piyon yapıyor.. Suriye’yi değiştirecekse bizi Beyaz Saray’da ağırlayıp Türk helvaları ikram ederek filan göz boyayacağına Irak’taki gibi öne çıksın, “big brother” olarak muhaliflerin yanında yer alsın, onları kendisi desteklesin. Reyhanlı’da hayatını kaybeden onlarca vatandaşımız ABD’yi hiç ilgilendirmedi, kendisi girsin savaşa, biz onun sırtını sıvazlayalım. Yeter artık! “Çözüm sürecini ve akilleri” de pek beğenmiş, teröre çözüm bulunursa herkes memnun olur ama bu çözümün hangi şartlara bağlı gerçekleşeceğini, çözüm sürecini halka “Hükümet yerine neden akillerin anlatması gerektiğini” de açıklasa iyi olur. Asıl bilen kendisi nasılsa!

Fransa’da ‘best seller’!

Artık mumla arıyorum iyi bir haber çıkar mı diye.. Bu ülkedeki büyük çoğunluk gibi arka arkaya gelen kötü haberlere üzülmekten yorgun düştüm. Ve neyse ki bu arada biraz gülümseten iki güzel haber aldım.

Birincisi; uluslar arası başarı kazanmış, daha önce birçok eseri Batı ülkelerinde “best seller” olmuş, Dan Brown’ın dünyayı sarsan “Da Vinci Şifresi” kitabında anlattıklarının çoğunu daha önce kitaplarında yazmış araştırmacı-yazar Aytunç Altındal’ın bir kitabının daha Fransa’da “best seller” olduğunu duymaktı.

Adeta “Google’dan farksız” bir hafıza ve bilgi birikimine sahip olan Altındal’ın “Why Did God Change His Mind-Tanrı Neden Fikir Değiştirdi” isimli kitabı da geçen hafta Fransa’da “e-book”ta en iyi satan kitaplar listesinin başına geçmiş. Arkadaşlığıyla gurur duyduğum değerli dost Aytunç Altındal’ın yeni başarısını gönülden kutluyorum.

‘Gençlerin sevdiği’ olmak!

İkinci güzel haber benimle ilgili.. Bu yıl 9’uncusu yapılacak olan “Geleneksel İstanbul Aydın Üniversitesi İletişim Ödülleri”nde 22 bin öğrenci ve 1500 öğretim üyesinin oylarıyla “En İyi Köşe Yazarı” dalında 9356 oy ile birinci seçildiğim üniversitenin rektörlüğü tarafından bildirildi.

Birkaç yıl önce İAÜ öğrencileri tarafından “Her Açıdan” isimli TV haber programım da “En İyi Gündem Programı” seçilmişti. Bugüne kadar (Uluslar arası Lions’un en büyük ödülü Melvin Jones dahil) sivil toplum kuruluşları ve kadın örgütleri tarafından raflara sığmayacak kadar çok sayıda ödüle layık görüldüm çok şükür. Ama öğrencilerin, bu ülkenin gençlerinin oyuyla seçilmek, “onların sevdiği gazeteci” olmak beni bambaşka mutlu ediyor. Ödülümü almayı da asla başkasına bırakmam, kendim gider, tadını çıkararak yaşarım o anı.. Kendim teşekkür ederim seçenlere!

Nazlı Ilıcak geçen sefer TRT programının yaptığı anket sonucuna gösterdiği garip tepki gibi “gençlerin seçimi” konusunda sinirlenip yine şüpheli yazılar döktürür mü bilmiyorum ama bir tereddüdü varsa bilgi alması açısından (!) önceden açıklayayım dedim.

Yazının devamı...

Gül de ABD ile Avrupa’yı suçluyor!

Başbakan Erdoğan Reyhanlı bombalı saldırısından sonra “programında değişiklik yapmadan” ABD’ye uçtu.. Obama ile birlikte uzun görüşmeler yaptıklarını duyunca herhalde öncelikle “Türkiye’nin Suriye iç savaşına müdahale ederek Esad muhaliflerini cansiperane savunma ve hatta birlikte hareket etmesi yüzünden başımıza gelen felaketi” konuşacaklardır. Bir daha olmaması için ABD’nin bize nasıl bir destek vermesi gerektiğini filan tartışacaklardır.. Arkadan “PKK’nın geri çekilmesi, terörün köklü şekilde bitmesi için talebi olan ‘özerk bölge ve Öcalan’ın serbest bırakılması’ tartışılacaktır” diye tahmin ettik.. Ne de olsa ABD’ye giden Türk Başbakanı, başka ülkelerin başbakanı değil.

Vücut dili önemli mesele..

Sonra bir de baktık ki Obama görüşmesinde bunlar yerine “kim ayak ayak üstüne atmış, kim kollarını kavuşturmuş, kimin vücut dili diğerine benziyormuş” gibi konular gazeteleri kaplıyor. Haber kanallarında Dışişleri Bakanlığı veya Başbakanlık sözcüsü değil, iş adamları çıkıp “Irak, Suriye ve Filistin konularında tam mutabakata varıldı” türünden konuşmalar yapıyor.

Bostonbul!

Sanki o patlamada onlarca vatandaşımız ölmemiş, ölenlerin iki katı yaralı yokmuş, yıllardır çektiğimiz PKK sorunu kökünden halledilip bitmiş de tek sorunumuz (karşısında kompleksten yıkılıyor göründüğümüz) ABD ve Obama’yla “Arap ülkelerinin siyasetlerini, geleceğini” kararlaştırmak.

“Kelin ilacı”nı bulduysak önce kendi kafamıza sürsek ya.. Bize ne Reyhanlı’dan, PKK teröründen önce Suriye’nin, Filistin’in sorunundan? “Büyük devlet” başkasından önce kendi vatandaşının hayatını korumaya çalışır, bunun için önlem alır. ABD’de Boston Maratonu’ndaki saldırıda 3 kişi hayatını kaybetti diye “ulusal yas” ilan edildi, bizde 50’nin üstünde (o da açıklanan rakam) vatandaşımızın kaybı seyahat bile erteletmedi.

Bırakın bunu bir de ABD’de “içine espriler sıkıştırılmış, Amerikalılara sempatik görünme çabası gözlenen”, GÜLEREK yapılan konuşmalar, mutlulukla gülen fotoğraflar fazlasıyla sinir bozucuydu. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin Başbakan’a verdiği yemekte de bol espri yapılmış, Kerry “Boston’da o kadar çok Türk öğrenci var ki biz oraya Boston-bul diyoruz” demiş.

Sen bizi ittiğin yere bak!

ABD Dışişleri Bakanı “Boston-bul” esprisine yorduğu kafayı Türkiye’yi “BOP Projesi” gerçekleşsin diye içine ittikleri büyük sorunlara yorsaydı (ki buna bakacak olursak NewYork-bul , London-bul , Paris-bul ve dahi dünyadaki ünlü kayak merkezlerinin sonuna bile bir “bul” eklenebilir).. Bu kadar ölümüzün ardından onunla “Boston şakası” yapacak, gülecek halimiz mi var, saygısızlık, sersemlik değilse nedir bu yaptığı?

İtiraf edeyim ki ben TV’lerin verdiği ABD görüşmeleri haberlerini sadece kızarak seyrettim, “şu kararlaştırıldı, bu kararlaştırıldı, tam mutabakat” türü haberler hiç de ilgimi çekmedi, aynen AB’nin söylediği ve yaptığı hiçbir şeyin, küstahlıklarının da anlamı olmadığı gibi. Son yıllarda ABD ve AB ile ne görüşmeler yapıldı, bize bir yararı oldu mu? İnsanlarımız 50’şer 50’şer ölüyor, konuşmalar hep “ekonomi” diye başlıyor, iş adamlarının mutluluğunu dinleyip duruyoruz. Önce “hayat” efendim, “hayatları kurtarmak”tan söz edin ..

Geri planda durdular!

Cumhurbaşkanı Gül Cuma akşamı TV’de verilen konuşmasında ABD ile Avrupa’yı “Suriye konusunda geri planda durmakla” suçluyordu ve yerden göğe haklıydı, gerçek budur.

Bay Obama şimdi “Suriye ile savaş istemiyor” havasını seçti, Irak’a müdahale etmelerinin sonucu gelmiş olmalı aklına.. Önceleri Türk Hükümeti’ni kışkırtıp Esad’ın üstüne salarken o akıl neredeydi acaba? Kaç günümüz yine kendi sorunlarımıza eğilmek yerine boşa geçti. Yazık!

19 Mayıs ve laikliğe öfke!

Önderliğiyle gurur duyduğumuz büyük Atatürk bugün, 19 Mayıs günü Kurtuluş Savaşı’nı başlatacak yolculuğuna çıkmıştı Samsun’dan.. Sonunda ülkesini kurtaracak ve bununla yetinmeyip Batı’nın refah ve huzur içindeki ülkeleri nin seviyesine çıkaracak,onların medeni, çağdaş sistemlerine ulaştıracak yolculuktu bu..

O “refah ve huzur”a “laik-demokratik bir hukuk devleti” olan Türkiye Cumhuriyeti ile ulaşıldı.. Tanımdaki “hukuk devleti” bugün çok yıpranmış ve inandırıcılığını kaybetmiş durumda.. Laiklik dediğiniz “devletin tüm din ve inançlara eşit mesafede olması” bildiğiniz gibi “demokratik” kalabilmenin baş şartlarından biri, laik olmayan devletler din baskılarına, mezhep kavgalarına yol açtıkları için demokratik de olamıyorlar.

İyi ki gençlere emanet!

Bunu en iyi bilmesi gereken Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ise dün yaptığı konuşmada “o günün şartlarında gerekli görülebilecek bir iki örnekten yola çıkarak “laiklik adı altında olmadık maskaralıkların ortaya çıktığını” söylüyordu. Devletin “Laik-demokrasi” özelliğini koruması için kurulmuş olan AYM’nin Başkanı “laikliğin demokrasideki önemini” vurgulayacağına milli bayram arifesinde laf kalabalığı ve “maskaralık” gibi sözcüklerle “laikliği önemsiz kılmaya” çalışıyor. Atatürk “geleceği gençlere emanet ederek” ne kadar doğru yapmış.

Sevgili okurlarım, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun.

Yazının devamı...

Ben anlayamıyorum, ya siz?

Anlaşılmıyor.. Birçok şeyi anlamadan öylece geçip gidiyoruz.. Mesela Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın PKK'nın geri çekilmesi konusunda silah bırakıp gidecekler zannediyorduk, öyle olmadı. Oysa silahları bıraksalar, sınır dışına çıktıktan sonra da kolaylıkla silah bulabilirlerdi, bu çok kolay artık..' sözlerini neden, ne amaçla söylemiş olduğunu anlayan var mı?

Terör örgütünün silah bırakmayı kabul etmemesi, 'mutlaka silahlarını bırakıp sınır dışına çekilsinler' diyen Hükümet tarafı için 'şartları koyanın karşı taraf olduğu' anlamına geliyor, yani bu 'emir kipi'nde söylenmiş söz önemsenmedi ve PKK talepleri tümüyle yerine getirilene kadar 'bildiğini okuyacağı' mesajını vermiş oldu. Peki Bülent Arınç onlara 'bırakıp çıksanız hemen silah bulabilirsiniz' şeklinde fikir verince ne kazanılmış oluyor?

'Bizi mahcup etmeyin de sınırdan çıkınca isterseniz yeniden silahlanın' anlamında mı bu?.. Zaten silahlanacaksa 'teröre devam niyetinde' demektir. Bu takdirde (onlarca yıldır her devamlı gidip geldiği) Kandil'e çekilse ne olur, çekilmese de olur? PKK'nın çocuk oyalar gibi şov yapması kimi inandıracak? Kısacası bu söz anlaşılmadı..

Hani 'uçan kuş' bile..

Ben TV'de konuşmacılara 'lütfen beş yaşında bir çocuğun anlayacağı kadar net açıklayın ki her dinleyen takip edebilsin ve anlasın' derdim, Türkiye'de artık hiç geçerli değil.. Bakın Başbakan Erdoğan 'yurt dışına çıkan PKK'lılar sorulduğunda' ne demiş:

'Bu sayı 15'midir 25'midir 10'mudur bunları bilemem. İşte şimdi bu soru Bahçeli'ye hizmet eden bir sorudur. Biz ne dedik 'biz hukuk devleti içinde' çalışıyoruz. Silahını bırakarak çıkmaktan bahsettik. Ne dedik? Bunlar bu ülkeye nasıl girdilerse çıkış yolunu zaten bilirler. Bahçeli'ye söylemek lazım, sen çok güçlüsün, hadi adım başına Bozkurtların var. Bozkurtlarınla sınırları koruma altına al' Anlayan var mı? Benim cevabım yine hayır

- Türkiye'de en az 1500-2000 terörist olduğu biliniyor ki, Karayılan 5-6 bin PKK'lının 'çözümden sonra' ülkeye dönüp siyaset yapacaklarını da söylemişti. Bu durumda 15'mi 25'mi
bilmem' ne demek bu rakamlar şaka gibi değil mi?

Başbakan 'bu ülkede uçan kuş bile bizden sorulur' dediğine göre 'kaç teröristin çıktığını bilememesi' çelişki değil mi?

'Silahları bırakmıyorlar' aynı konuyu tekrarlamanın ne anlamı var? Teröristle savaşanlar, inandırmayan iddialar, sahte delillerle hapse atılmışken, sonunda ne olacağı belirsiz pazarlık sırasında teröristin elini kolunu sallayarak çıkacak olmasının hukuk devletiyle ne ilgisi var?

Ülkeye nasıl girdilerse çıkış yolunu bilirler. Ülkeye 'elek gibi, kontrolsüz, Suriyelisinden Afganına, El Kaide'sine kadar her isteyenin rahatça girdiği sınırlardan sızarak' giriyorlar. Kaç karakol baskınında binlerce şehide bu yüzden verdik. Sınırlarımızdan giriş çıkışın onların keyfine kaldığını 'devletin bir güzergah bile belirlemediğini' söylemek çok anlaşılır bir durum mu?

Ülkeyi yönetmek üzere iş başında olan ve elbette 'sınırları kontrol' görevi de kendisine ait olan bir hükümet varken, TSK da kendisine bağlıyken sınırları kontrol altına almak Bahçeli'nin ve Bozkurtların işi olsun? Bir gazetecinin 'geri çekilme' ile ilgili sorusu neden Bahçeli'ye hizmet etsin?

Bir de İçişleri Bakanı Muammer Güler'in CHP'ye Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan'ın 'Reyhanlı'daki ihmaller' ile ilgili sorusuna verdiği cevap var. Halkın 'MOBESE kameraları çalışmıyordu' iddiaları için 'onlar çalışıyor ama araba plakası okuması geliştirilmeli' demiş.

Nasıl yani? Bombalı saldırı ihbarı alınmış ve en muhtemel olan yerde 'plaka okuma' en ileri teknolojiyle yapılmaz mı? Neden devletin imkanı mı yok? 'İlerde gelişmeli' kabul edilebilir mi?

İnanın Çince konuşulsa anca bu kadar bön bön bakabilirdim, bu tür konuşmaların tamamında durumum budur.

Şişli'yi gördüm, Sarıgül'e tebrikler!

Sadece Şişli değil tabi, Şişli dediğimiz ilçe koskoca bir alan.. İşte ben 2 gün önce bu alanın büyük bir kısmını kaplayan Halaskargazi Caddesi'ni boydan boya geçtim arabayla ve hayranlıktan ağzım bir karış açık kaldı. Bravo demekten dilimde tüy bitti.

İki taraflı olarak tüm binalar boydan boya, Atatürk posterleri, bayraklar ve Atatürk'ün gençliğe hitaben söylediği sözlerle yazarak bıraktığı cümlelerle dolu... O kadar etkileyici bir görüntü ki özellikle bir süredir unutturulmaya çalışılan, neredeyse 'hiç bir önemi yokmuş gibi' devleti temsil eden isimlerin katılmadığı milli bayram günlerimizin korunduğu ve Ata'mızı bol bol görebilmek inanılmaz mutlu ediyor insanı. Hiç şüphe yok Nişantaşı ve diğer semtlerde de durum farksızdır.

Eğer İstanbul'daysanız ve fırsatınız varsa Şişli'yi mutlaka gezin ve çocuklarınıza da gösterin. Kendi milli değerlerimize kendimizin sahip çıkması en doğru eylemdir. Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül kutlanmayı hak ediyor doğrusu, helal olsun!

Yazının devamı...

Biz normal değiliz!

Tarihe büyük ihtimalle “Reyhanlı felaketi” olarak geçecek olan saldırıyı yaşayan, yakınlarını kaybeden insanlar elbette bu olayın ülke genelinde önemle ele alınmasını bekler. Haberler dakika dakika halka iletilmelidir. Oysa olay gününün akşamı TV’lere baktığımda ‘hasta mıyız biz, hala sporundan eğlencesine hiçbir programda değişiklik yok. Sanki bu ülkede böyle büyük çapta kayıp verilen bir olay yaşanmamış, her şey güllük gülistanlık gösteriliyor, yazıklar olsun’ dedim.

Ertesi gün medya haberlerinde gelişmeleri görmeye ve “gerçekte ne olduğunu” tahmin etmeye başladık ki Reyhanlı hakkında “yayın yasağı” getirildiği açıklandı. Hüseyin Çelik bu antidemokratik, toplumu haberlerden yoksun bırakma olayına mazeret olarak ise “ABD’de de 11 Eylül olayında benzeri yapılmıştı” gösteriyordu.

‘Neyi saklıyorlar?’

Bu “ABD’den gelen danışman” ların uyanıklığı mıdır bilinmez ama Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker bunun cevabını vermiş; “ABD’de böyle bir yasak yoktur, konmamıştır, koyulamaz. Koyulması teklif dahi edilemez. Zira anayasalarının en temel ilkesi olan “ifade özgürlüğü kısıtlanamaz” ilkesine aykırıdır. 11 Eylül’de medyada ceset görüntüsü olmaması basının “toplumsal tepkiden korkması” nedeniyle gönüllü sansürdür. Kimse yasaklamamıştır.”

Reyhanlı’da yakınlarını kaybedip deliye dönmüş ve zaten medyaya güvenmeyen vatandaşlardan biri yayın yasağını duyunca: “Neyi saklamaya çalışıyorlar? MOBESE kameraları çalışmıyordu, bombalar patladıktan sonra niye kimse yoktu, bunları cevaplasınlar. Bakanlar geliyor diye 2900 polisi yığdılar. Biz hayvan mıyız? Böyle geleceklerse hiç gelmesinler” demiş.

Halk kimi sorumlu tutuyor?

Ve.. BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü ile İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel’in inceleme için Reyhanlı’ya gittiklerinde duyup görerek anlattıkları, detaylar çok önemli.. Aynı sıralarda Reyhanlı’ya giden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun anlattıklarıyla da birebir örtüşüyor.

-Bütün Reyhanlı’lılar patlamadan “Suriye Hükümetini” değil, “Özgür Suriye Ordusu denilen Esad muhaliflerini” sorumlu tutuyor.

-Halk patlamadan önce “sığınmacıların uyarıldığına” inanıyor.. (Belki bu nedenle “hayatını kaybedenler”in hemen hepsi Türk. Sığınmacıların büyük kısmı da sınıra doğru kaçmış.)

-“Sorumluluğun hükümette olduğuna” kimsenin şüphesi yok.

Sonuç olarak; yakalananlar 30 kişi de olsa, 100 kişi de olsa “inandırıcı bulunmadığı” görülüyor. Bence, bu olayı “gerçekte” kimin yaptığı da asla anlaşılmayacak.

İstanbul Barosu yargılanıyor!

“Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğu” bu ülkeyi yönetenler tarafından sık sık tekrarlanıyor, hatırlatma gereği duyuluyor, zira artık buna inanan pek kalmadı. “Sahte delillerle” hapse tıkılmış yüzlerce onurlu insan “hukuk” beklerken, diğer tarafta “kapı gibi gerçek delillerle suçlu olduğu kanıtlanmış” olanlar devamlı tahliye ediliyor.

Ve bu “hukuk devleti” nde binlerce avukatın mensubu olduğu İstanbul Barosu “Silivri’deki tutuklular için adil yargılanma” istemesi, “özel yetkili mahkemeleri” uyarması neden gösterilerek yargılanıyor. Ülke çapında takdir toplamış değerli bir hukukçu olan Başkanı Ümit Kocasakal için hapis cezası isteniyor.

Bugün 17 Mayıs Cuma sabahı 9.30’da Silivri’de yapılacak İstanbul Barosu duruşmasına 5000 avukat müdahil olacak, Türkiye’den 60 baro başkanlığı , dünya ülkelerinden 14 baro başkanlığı duruşmayı izleyecek. Sizlere de haber vermeyi istedim, ilerde hukuk fakültelerinde bu dönemdeki hukuksuzluklar konusunda örnek gösterilecek bu olayı kaçırmak istemeyebilirsiniz!

Yazının devamı...

‘İnsani amaçlarla misafir etmek’ değil bu!

İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel Reyhanlı’ya giderek gözlemlerini anlattı, bu gözlemlerde “Reyhanlı halkının yaşanan olaylardan kesinlikle Hükümeti sorumlu tuttuğu” vardı. Tüzel yaptığı açıklamalarda “Hükümet’in, izlediği politika nedeniyle sorumlu olduğunu, ‘Suriye halkının yanında olmak’la, çetelerin silahlanmasına yardım edip destek vermenin’ bir tutulamayacağını” söylüyor. Suriye olayındaki yanlış politikaların başında gelen ve açıkça görülen noktalardan biri budur.

Hükümet üyeleri devamlı “insani amaçlarla misafir ettiğimiz sığınmacılar”, “onlara sırtımızı dönemezdik” deyip duruyor ama “Suriye rejimi muhalifi” ve aralarında “El Kaide” gibi dünya çapında terör örgütlerinin bulunduğu çetelere, güçlere resmen, Suriye’ye ve dünyaya ilan ederek destek vermek, onları barındırıp-silahlandırıp Suriye’ye göndermek “insani amaçla misafir etmek” filan değildir.

Öğrencilere insani amaç yok!

İnsani amaç deyince.. Türk devleti, Hükümeti maşallah Suriye’ye karşı her tür insani amaç için hizmette kusur etmiyor da kendi vatandaşlarına karşı hiç de insani değil, pek acımasız. Dün Ankara’da çeşitli üniversitelerden 300 kadar öğrenci “Reyhanlı olayını protesto” için ODTÜ’de toplanmış, Dışişleri Bakanlığı’na yürümek istemişler ve yine polis şiddeti, yine biber gazı ile saldırıya geçilmiş. Öğrencilerin yaralandığı fotoğraflar vardı.. Düşmana karşı savaş filan mı yapıyor polis?

Adeta işgal..

Suriye’de iç savaş başladığı günden beri Esad muhaliflerini öyle bağrımıza bastık ki İstanbul’da, Adana’da “saldırı stratejisi geliştiren toplantılar” yaptılar, Türkler destek verdi, hatta Suriye’ye gidip muhaliflerle birlikte savaşanlar oldu. Bırakın Reyhanlı’yı İstanbul’da bile bazı semtleri adeta işgal edip kendi işçilerimizin, tüccarlarımızın işini engellediler, kim olduğu belirsiz on binlerce insan ülkemize yayıldı.

Hükümet Reyhanlı felaketinden hemen sonra ilk iş olarak “muhalifleri” aklama yarışına girişti.. Hemen 9 kişi (hem de işe bakın ki hepsi Türk) yakalandı ve bunların sayısı ertesi gün 17’ye çıktı.. İlk yakalanan 9 kişi aynen Cilvegözü saldırısını düzenlediği iddiasıyla yakalanan karı koca gibi “El Muhaberat”la ilişkili olduklarını “itiraf” ediverdiler.

Aslında her kimle ilişkili olurlarsa olsunlar sonuçta bu olay Türkiye’nin “muhaliflerle birlikte hareket ediyor” görüntüsü vermesinden olmadı mı?

Yıllardır terör acısı altında ezilmiş bir toplumu bir de bu acılarla karşı karşıya bırakmak “doğru politika, iyi yönetim” midir? Kendi vatandaşlarımızdan daha önemli hale getirilen bu muhalifler babamızın oğlu mu?

‘Birlik olma’ baştan düşünülmeli!

Bu yanlışlar arka arkaya, kimseye danışmadan, hiçbir uyarıya kulak asılmadan, TBMM de yok sayılarak yapılıyor, sonra Reyhanlı gibi bir felaket gelince MHP’den “olayları yatıştırması için” yardım isteniyor, topluma “birlik olmalıyız” deniyor..

Başta birlik olmak istemeyenlerin sonundaki sorumluluğu da taşıması gerekir. PKK ile “çözüm” denilen süreçte de durum aynıdır.

Hatay halkına çamur atamazsınız!

“Pes” sözcüğünü kim bulduysa Türkiye’ye cuk oturmuş. Hani artık tabak gibi ortada, kafası hiç mi hiç çalışmayanların bile anlayacağı olaylarda birileri çıkıyor, sorumluları aklamak için şeytana külahı ters giydirecek bir şeyler buluyor. (Kadın ve çocuk tecavüzlerinde bile suçluyu temize çıkaracak nedenler arayan, zavallı mağdur çocuklar 10-11 yaşındayken gerçekleşmiş tecavüzlerde bile “mağdur çocuğun olay sırasındaki yaşı araştırılsın” diye davayı uzatırken suçluyu da tahliye eden veya “rızası var mı” diye soran vicdanda hakimler varken bu mu olmayacak?)

Gazeteci Hakan Albayrak TV’de “Reyhanlı saldırısında bombayla ölmeyen Suriyelilerin kafasını ezdiler” demiş. Böyle bir acıyı yaşamış Reyhanlı için, “Türkiye’nin en hoşgörülü şehri” denilen Hatay için ne insafsız, ne acımasız bir suçlamadır bu.. Bomba patladığı gün hayatını kaybettiği bildirilen 46 kişi arasında “sadece 3 Suriyeli” olduğu söylenmişti.

Zaten bu nedenle Reyhanlı halkı “saldırıyı Özgür Suriye Ordusu denilen muhaliflerin yaptığına, sığınmacıları da uyardığına” inanıyor olmalı (Ertuğrul Kürkçü ve Levent Tüzel’in Reyhanlı izlenimlerinden..) Hakan Albayrak, sırf bu olayı tersine çevirip asıl sorumluları temize çıkarmak ve muhalifleri korumak için Hatay gibi şerefli bir ilimizin halkına böyle bir çamur atamaz. Biraz vicdan ve kendine saygı olmalı gazetecide!

(NOT; Reyhanlı’dan olayın ilk günü, ikinci günü gelen mektuplarda “ölü sayısının 46 olmadığı, 120 civarında olduğu, medyanın rakamları gizlediği” belirtiliyordu. MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır dün bu iddiaları doğrulayacak bir konuşma yaptı ve 100-150 kişinin öldüğü iddiasından söz etti. Medya yasağı bu nedenle mi getirildi acaba, gerçekleri saklamak için mi?)

Düzeltme!

Dün “Esad’ı kınamakla Reyhanlı’nın ne ilgisi var” başlıklı yazımda “dünya ülkeleriyle birlikte karşı çıkıp tehditler savurmasaydık” şeklinde başlayan bir cümle vardı. Gazetede kendim okurken de anlaşılmadığını fark ettim. “Dünya ülkeleriyle birlikte tepki göstersek ve biz öne atılarak tek başımıza taraf olmasaydık, tehditler savurmasaydık” anlamının çıkması gerekiyordu. Umarım öyle olmuştur.

Yazının devamı...

Suriye meydan okuyor!

Suriye Başbakan Yardımcısı Kadri Cemil “ Türk yönetiminin ‘asarız, keseriz’ çıkışları Türk halkına değil, Suriye’deki eli silahlı militanlarının (muhalifler) moralini yükseltme amacı taşıyor. Ama Türkiye zaten 30 yıldır kendi içinde bir savaş veriyor. Çok yakında sosyal ve etnik gerginliklerle benzer yeni iç savaşlar da çıkabilir” demiş.

“Türkiye’nin içten zayıfladığını ve Suriye ile savaşacak durumda olmadığını” da ekleyerek. Görüldüğü gibi “zamanı gelince bunu ödetiriz” benzeri açıklamalara artık gülüyor ve resmen meydan okuyorlar.

Kapak olsun!

Atatürk gibi bir süper lideri, dünya çapında bir kahramanı beğenmeme cüretini gösteren herkese kapak olur herhalde.. Bu sözlerin onda biri Türkiye için söylense “bana çizmemi giydirmesinler” demesi yeterli olurdu. Deyince “mutlaka yapacağından” kimsenin şüphesi olamazdı.

Allah ülkemizi bir savaştan korusun ama tutulmayacak tehditlerle dünyanın önünde Türkiye’yi bir Suriye’nin karşısında bile bu duruma düşürmek hiç hoş değil sanırım. Ortadoğu hayalleri nedeniyle ülkeyi bu hale getirme sorumluluğunu taşıyan Dışişleri Bakanı herhalde Suriye’ye gereken cevabı verecektir. Tehditle alay ediyorlar, ona göre bir cevap olmalı!

(NOT: “Türkiye’nin zayıflaması ve etnik gerginlikle çıkacak iç savaş” sözleri doğal olarak PKK terörünü kastediyor. PKK ile yakın temasta oldukları ve Kuzey Suriye’de PKK’yı “bize kızgınlıkları nedeniyle güçlendirdikleri” için gelecekte neler olacağını iyi biliyorlar. Suriye’dekine benzer bir “etnik iç savaş”.. Ve tabii “Türkiye’nin zayıflaması” ile kastedilen şey aynı zamanda “en önemli generaller başta olmak üzere yüzlerce TSK mensubunun cezaevlerine tıkılması, geriye kalanının moralinin de bu davalarla bozulmuş olması” dır..

Aklımız ne zaman başımıza gelecek acaba?



Amanoslar’da uçağımızı kim düşürdü?

Pazartesi günü “Suriye’ye yönelik keşif uçuşu yapan” bir savaş uçağımız düştü, pilotu şehit oldu.. Hemen “teknik bir arızadan kaynaklandığı tahmin ediliyor” dendi ama bunlara inanmak artık imkansız oldu. Bal gibi “Suriye tarafından düşürülmüş olacağı” geliyor akla.. Ve Reyhanlı acısı yanında, daha önce düşürülen uçaktaki pilotlarımız gibi bir pilotumuzun acısı daha yaşanıyor.

Eğer “başka bir ülkenin iç savaşına karışmasak, kendimizi Ortadoğu’nun büyük abisi yapma hevesine düşmesek” gencecik pilotlarımız, çocuklarını babasız bırakarak şehit olacaklar mıydı? Bu sorular sorulacaktır çünkü bu noktaya adım adım, bilerek gelindi!

“Diyarbakır’daki patlama, yaralanan iki çocuk, bunlardan birinin kolunun kopması” ise önemsiz olay sayılıyor zahir, kimse söz etmedi. ABD’nin 11 Eylül’ünü “medya yasağı” nda örnek gösteriyorsak, ABD’nin “tek vatandaşının hayatını kurtarmak için” dünyanın öbür ucunda bile ne operasyonlar yaptığını da örnek alalım. Bu patlama kimin eseri, bilgi verilmelidir. Reyhanlı, Cilvegözü patlamalarının suçlularını hemen bulduğu söylenen istihbarat Diyarbakır’a bombayı kimin koyduğunu da bulmuştur herhalde!



Esad’ı kınamakla Reyhanlı’nın ne ilgisi var?

AB Bakanı Egemen Bağış Antalya’da “AB Günü kutlamaları”na katılmış ve konuşmuş. Keşke Reyhanlı acısı gibi çok büyük ve üstelik “bizimle ilgisiz bir savaş” yüzünden yaşadığımız bir acı sırasında “ne kutlaması olursa olsun” katılmasalar.. AB bizi almıyor, oyalayıp duruyor, başımıza gelen hiçbir büyük sorunda yardımcı olduğunu da görmedik, bize ne AB Günü’nden.

Aynı kutlama İstanbul’da da yapıldı, Bakan şüphesiz ona da katılmıştır. Oysa “kusura bakmayın, büyük acımız var, hepimiz bu konuyla ilgiliyiz” demesi beklenirdi. Aynen Başbakan Erdoğan ’ın “Reyhanlı’ya gitmek için ABD ziyaretini ertelemesi gerektiği” veya bu büyük çapta felaketten sonra “hemen oraya gitmesi gerektiği” gibi.

Egemen Bağış’ın “kendisi AB kutlamasına katılırken” dönüp Ana Muhalefet Partisi Lideri Kemal Kılıçdaroğlu ’na “Bari bugün yüreğinizi biraz güçlendirin, bu zulümle abad olabileceğini zanneden diktatörü kınayın” demesi ise ayıptır söylemesi kara mizah gibi.. Yine durum yukardaki gibi; Hükümetimizin “yanlış politikası” yüzünden onlarca insanımız, 20 yaşında gençlerimiz gitmiş, bize ne el alemin diktatöründen..

Dünya ülkeleriyle beraber karşı çıkıp tehditler savurmasaydık, muhalifleri barındırıp-silahlandırıp savaşmaya göndermeseydik kendi insanımız ölmeyecekti. Bize ne!

(NOT: Bu bombanın sorumlusu (“Türkiye’nin müdahaleyi daha da arttırmasını” isteyen) muhalifler de, ABD de, Esad da olabilir. “ABD Suriye’ye müdahale etmemizi istemiyor” diyenlere bunun göstermelik olduğunu söyleyebilirim. Başta devamlı “Türkiye de Müslüman ülke, Suriye olayını en iyi o çözer” diyerek yolu gösterdi . Kimbilir bizim duymadığımız ne konuşmalar oldu. ABD’li tarihçi bile “Amerika Türkiye’yi Suriye’ye müdahaleye itiyor, bu tuzağa düşmemeli, felaketi olur” demedi mi?)

Yazının devamı...

Olayın özeti; savaşın içindeyiz!

Şanssız bir ülkeyiz, tartışması yok bunun.. Ne zaman çok önemli bir ülke meselesi gündemde olsa, ne zaman bir olayda “sözün bittiği yer”e gelinse, kötü bir tesadüf sonunda bir başka felaket ortaya çıkıyor.

Hatay’daki olay gerçekleştiği sırada da ülke “PKK’nın geri çekilmesi” sürecinde olup bitenlere, “silahlı geri çekilme”nin anlamsızlığına kilitlenmişti, savaştan farksız kayıplar verdiren “kendi terör sorunumuz”un çözülmesi için neler yapılacağı soruluyordu. Şimdi “bizimle tamamen alakasız bir savaş”a müdahale etmemiz nedeniyle başımıza açılan yeni bir terör sorunu ve çok sayıda vatandaşımızın bu yüzden kaybıyla karşı karşıyayız.

Suriye neden ‘bizim meselemiz’ oluyor?

Yabancı basın Hatay’daki bombalı saldırıyı “Suriye’deki savaş Türkiye’ye sıçradı” şeklinde veriyor. “ABD’nin iteklemesiyle, onun istediği noktaya” gelindi sonunda.. ABD, Mısırlı akademisyen Nadye Mustafa’nın birkaç gün önce açıkladığı gibi “her petrol kuyusu başında bir devletçik” kurmak üzere bölge ülkeleriyle top gibi oynarken Türkiye’yi unutacak değil herhalde..

Yazımı yazdığım sırada patlamada hayatını kaybedenlerin sayısının “46’ya çıktığı” bildiriliyordu.. Dün hayatını kaybedenlerden bazılarının toprağa verildiği saatlerde Ankara’da “Analar Ağlamasın” panelinde konuşan Başbakan Erdoğan “Suriye Ak Parti’nin değil, Türkiye’nin, milletimizin meselesi.. Düşürülen uçak Ak Parti’nin değil, Türkiye Cumhuriyeti devletinin uçağı” dedi. Keşke aynı konuşmada “başımızda dev gibi bir PKK terörü sorunu” dururken ve bunu çözmenin hiç de kolay olmadığı görülürken, henüz nasıl çözüleceği halka açıklanamamışken “Suriye meselesi neden Türk devletinin, milletinin sorunu oluyor” onu da açıklasaydı.

“Suriye’de uçağımızın düşürülme ve pilotlarımızı kaybetme nedeninin” de yine bu ülkenin iç savaşına herkesten önce bizim müdahale etmemiz olduğu bilinmiyor mu? Bu savaşa karışmanın “Türkiye için felaket yaratacağını” birçok siyaset bilimci, uzman tarihçi söylemedi mi? Bu uyarıları hiç dinlemedikten sonra şimdi “birlik olmalıyız, suçlama günü değildir” demek kayıplarımızı geri getirebilir veya bir yarar sağlayabilir mi?

Eğer biz “bu savaşa karışmamış olsaydık” sınır illerimizde son iki yıldır bu kayıplar yaşanacak mıydı? Esad Suriye’nin kuzey illerini PKK’ya teslim ederek onların daha fazla güçlenmesini sağlayacak, başımıza bir de “Kuzey Suriye’ye yayılmış PKK” sorunu çıkacak mıydı?

BBC söylüyor!

Dün BBC Türkiye’nin haberinde Reyhanlı halkının büyük tepkisi anlatılıyordu. Halk yanlış Suriye politikasına tepki halinde “cesetleri kendi ellerimizle çıkardık, görsünler memleketi ne hale getirdiler” diyormuş. Bazıları (medya adına ne acıdır ki) gazetecileri görünce “Konuşmayın bunlara, nasılsa gerçekleri yazmayacaklar” diyormuş. Haberde “balkonlarda Türk bayrakları olmasa görenler Reyhanlı’nın savaş içinde bir ülkenin toprakları olduğunu düşünebilir” deniyor.

Hatay benim doğduğum yer, kendi şehrimin vatandaşları savaş kayıpları yaşarken, 46 kişi hayatını kaybeder, yüzlerce kişi yaralanırken bunlara nasıl dayanabilirim, acım sizlerden kat kat daha fazla.

Gerçeği saklasınlar mı?

Elbette “üstümüze vazife olmayan bir savaşa karıştığımız için” ortaya çıkan böyle büyük bir felakette sorumlu tutulacak olan öncelikle Dışişleri Bakanı’dır. Bakan Davutoğlu ise konuşmasında “bazı çevreler ‘suçlular mülteciler’ diyor. Muhalefet ise faillere bakmak yerine Türkiye’nin Suriye politikasını gündeme getiriyor. Mültecilere kapımızı kapatamazdık” demiş.

Bakan Davutoğlu’nun Reyhanlı’ya gidip oradaki durumu kendisinin görmesi gerekiyor sanırım. Böyle bir olaydan sonra halkın mültecilere tepkisini önlemek çok zordur. Kaldı ki Reyhanlı’da yaşayanlar gazetecilere“Biz Suriyelilere ev sahipliği yaptık onlar geldi bize rakip iş açtı, karılarımıza yan gözle baktı, onların yüzünden kasabada huzur kalmadı” diyor. Hani mülteciler ayrı kamplarda tutuluyordu, tüm ülkeye yayılıp kendi vatandaşlarımızın huzurunu bozmalarına izin vermek doğru politika mıdır?

Ayrıca “MİT’in saldırı hazırlığını ve bu saldırının Hatay dahil 3 sınır kapısında olacağını önceden haber aldığı ve TSK’yı uyardığı” bilgisi asker tarafından doğrulanmış. Madem durum budur, Reyhanlı neden korunmadı? Şimdi bakanların basın toplantısı yaparak ihtimaller sıralaması, “maksat Hatay’daki huzuru bozmak” demesi neye yarar?

Diyarbakır’da da patlama!

Davutoğlu “Tecavüzden kaçan kadın” örneği vermiş, biz kendi kadınlarımızın tecavüze uğramasına , kendi insanlarımızın öldürülmesine çözüm bulamamışken diğer ülkeleri mi düşüneceğiz? Dün Diyarbakır’da da patlama oldu ve iki çocuk yaralandı, birinin kolu koptu. Ortada “yanlış” bir şeyler olmasa neden ülke bu kadar “saldırıya açık” hale gelsin?

Sonuç şu ki ülke hızla Ortadoğu batağına çekiliyor, hükümet zaman kaybetmeden doğru yolu b ulmak zorundadır. Bunu da “Obama ile” yapamayacağımız kesindir bence.. Hatta o ne derse tersini yapmalıyız!

Yazının devamı...

Hatay’daki patlamanın sorumlusu kim?

Dün öğle saatlerinde Hatay’ın Reyhanlı ilçesinin kent merkezinde patlayıcı yüklü iki araçla düzenlenen terör saldırısında akşam saatlerindeki belirlemelere göre 43 ölü, 19’u ağır olmak üzere 53’den fazla yaralı vardı. Olay alanında görüntüler deprem sonrası, savaş sonrası gibiydi.

Daha PKK terörünün onlarca yıldır yaşattığı acılardan yeni yeni kurtulacağını uman ülke için yine bir terör acısı, yine ağlayan analar, yine gelecek korkusu..

Yolgeçen hanı gibi...

Suriye’de Esad güçleri ile aralarında El Kaide gibi terör örgütlerinin de bulunduğu “muhalif güçler” arasında sürmekte olan iç savaş nedeniyle Türkiye’ye gelen sığınmacılardan sonra özellikle Güney illerimizde sorunlar, olaylar, patlamalar bitmek bilmedi..

“Sığınmacı” olduğu söylenenler gündüz Suriye’ye geçip savaşıyor, gece tekrar Türkiye’ye dönüyorlardı. Güvenlik güçleriyle sorunlar görülüyor, hastanelerde Türk vatandaşlara verilecek yataklar bile öncelikli olarak bu sığınmacılara tahsis ediliyor, rahatları için kendi yoksul vatandaşlarımıza yapılmayan her tür yardım yapılıyordu.

Esad’a tehditler

Öyle rahat ettiler, öyle özgür bırakıldılar ki Türkiye’de (hiçbir Batı ülkesinde asla böyle bir özgürlüğe izin verilmez), Güney illeri yetmedi, her yere dağıldılar, İstanbul ’da bile bazı semtleri adeta işgal ettiler. Bir yandan bunlar yapılır ve kendi ülkemizde Suriyeli sığınmacı sıkıntıları yaşanırken diğer tarafta “kendi PKK sorunumuz” yetmiyormuş gibi, bir dönem “Suriye iç savaşı” konusu bunun da önüne geçirildi. PKK’yı unutup Suriye ’yle, Esad ’la uğraşmaya başladık, tehditlerimiz bitmek bilmedi.

Hükümet Esad’la kavgaya o kadar yoğunlaştı ki Esad o öfkeyle Suriye’nin kuzey illerini PKK’nın kontrolüne verdi, bugün bir de “Suriye’de PKK” sorunumuzun olması, PKK’nın Suriye’ye kolayca “Batı Kürdistan” diyebilmesi bundandır.

Türk Hükümeti kendi ülkesi, kendi vatandaşları için tehlike yaratacak bu yanlış politikayı yürütürken AB ülkeleri ve ABD bir yandan da “Türkiye’yi savaşa itecek kışkırtmalar” yaparak uzaktan izlediler. Türkiye’nin “üstüne hiç vazife olmayacak şekilde” Suriye olayına müdahale etmesi konusunda “sonuç felaket olur” uyarısı yapan Amerikalı tarihçiler bile çıktı.

Rüzgar eken, fırtına biçer

Türkiye’nin hiçbir başka ülkenin yapmadığı şekilde “kendisine karşı” aldığı keskin tutuma karşılık Esad daha önce “siz bunu yapar ve iç işlerimize karışırsanız, ben de PKK’ya destek veririm, ben de size zarar veririm” demişti.

Şimdi Hükümet üyeleri “Kim yaptıysa karşılığını görür” diyor. Ne yapacağız, savaş mı açacağız? Bizimle ilgisi olmayan bir savaşa müdahale ederek başımıza açtığımız felaket yetmedi mi? Başka ülkelerin (hem de bizim sorunlarımızı yıllarca seyretmiş, teröristleri bağrında beslemiş bir ülkenin) insanlarını cansiperane koruyacağız diye kendi vatandaşlarımız yeterince ölmedi mi?

“Düşürülen uçağımız”dan sonra yaptığımız tehditler ne işe yaradı ki bunlar yarayacak? “Allah cezalarını versin” deyince sorun bitecek mi?

Hassasiyet!

Başbakan Erdoğan olayı kimlerin yapmış olabileceği konusunda “çözüm sürecini hazmedemeyenler” den başlayarak birçok ihtimali sıralamış. Sonra “Hatay, Suriye sınırında bir ilimiz ve hassasiyetleri var. Bu hassasiyetleri kaşımak için de böyle adımlar atılır” demiş.

Sadece “son günlerde Esad’a yaptığı tehditleri” unutmuş gibi.. Oysa Hatay’daki patlamanın nedeniyle ilgili asıl ihtimal “bir terör örgütüyle de işbirliği yapmış Esad” olamaz mı?

Hükümet Suriye’ye müdahaleye başladığı ilk günlerde sonucun buralara gelebileceğini hatırlatıp uyarmıştık ama dinleyen olmadı, bari doğru ihtimalleri düşünmeyi bilelim. Yoksa bir yanda etnik , diğer yanda mezhepsel bir kavganın içine düşeceğiz.

Not: Yukarıda yazdıklarımın doğruluğu Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın yazım bittikten sonra yaptığı; “Reyhanlı’daki patlama Suriye gizli servisi El Muhaberat’la bağlantılı“ açıklamasından da anlaşılıyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.