Biz normal değiliz!
.
Tarihe büyük ihtimalle “Reyhanlı felaketi” olarak geçecek olan saldırıyı yaşayan, yakınlarını kaybeden insanlar elbette bu olayın ülke genelinde önemle ele alınmasını bekler. Haberler dakika dakika halka iletilmelidir. Oysa olay gününün akşamı TV’lere baktığımda ‘hasta mıyız biz, hala sporundan eğlencesine hiçbir programda değişiklik yok. Sanki bu ülkede böyle büyük çapta kayıp verilen bir olay yaşanmamış, her şey güllük gülistanlık gösteriliyor, yazıklar olsun’ dedim.
Ertesi gün medya haberlerinde gelişmeleri görmeye ve “gerçekte ne olduğunu” tahmin etmeye başladık ki Reyhanlı hakkında “yayın yasağı” getirildiği açıklandı. Hüseyin Çelik bu antidemokratik, toplumu haberlerden yoksun bırakma olayına mazeret olarak ise “ABD’de de 11 Eylül olayında benzeri yapılmıştı” gösteriyordu.
‘Neyi saklıyorlar?’
Bu “ABD’den gelen danışman” ların uyanıklığı mıdır bilinmez ama Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker bunun cevabını vermiş; “ABD’de böyle bir yasak yoktur, konmamıştır, koyulamaz. Koyulması teklif dahi edilemez. Zira anayasalarının en temel ilkesi olan “ifade özgürlüğü kısıtlanamaz” ilkesine aykırıdır. 11 Eylül’de medyada ceset görüntüsü olmaması basının “toplumsal tepkiden korkması” nedeniyle gönüllü sansürdür. Kimse yasaklamamıştır.”
Reyhanlı’da yakınlarını kaybedip deliye dönmüş ve zaten medyaya güvenmeyen vatandaşlardan biri yayın yasağını duyunca: “Neyi saklamaya çalışıyorlar? MOBESE kameraları çalışmıyordu, bombalar patladıktan sonra niye kimse yoktu, bunları cevaplasınlar. Bakanlar geliyor diye 2900 polisi yığdılar. Biz hayvan mıyız? Böyle geleceklerse hiç gelmesinler” demiş.
Halk kimi sorumlu tutuyor?
Ve.. BDP Mersin Milletvekili Ertuğrul Kürkçü ile İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel’in inceleme için Reyhanlı’ya gittiklerinde duyup görerek anlattıkları, detaylar çok önemli.. Aynı sıralarda Reyhanlı’ya giden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun anlattıklarıyla da birebir örtüşüyor.
-Bütün Reyhanlı’lılar patlamadan “Suriye Hükümetini” değil, “Özgür Suriye Ordusu denilen Esad muhaliflerini” sorumlu tutuyor.
-Halk patlamadan önce “sığınmacıların uyarıldığına” inanıyor.. (Belki bu nedenle “hayatını kaybedenler”in hemen hepsi Türk. Sığınmacıların büyük kısmı da sınıra doğru kaçmış.)
-“Sorumluluğun hükümette olduğuna” kimsenin şüphesi yok.
Sonuç olarak; yakalananlar 30 kişi de olsa, 100 kişi de olsa “inandırıcı bulunmadığı” görülüyor. Bence, bu olayı “gerçekte” kimin yaptığı da asla anlaşılmayacak.
İstanbul Barosu yargılanıyor!
“Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğu” bu ülkeyi yönetenler tarafından sık sık tekrarlanıyor, hatırlatma gereği duyuluyor, zira artık buna inanan pek kalmadı. “Sahte delillerle” hapse tıkılmış yüzlerce onurlu insan “hukuk” beklerken, diğer tarafta “kapı gibi gerçek delillerle suçlu olduğu kanıtlanmış” olanlar devamlı tahliye ediliyor.
Ve bu “hukuk devleti” nde binlerce avukatın mensubu olduğu İstanbul Barosu “Silivri’deki tutuklular için adil yargılanma” istemesi, “özel yetkili mahkemeleri” uyarması neden gösterilerek yargılanıyor. Ülke çapında takdir toplamış değerli bir hukukçu olan Başkanı Ümit Kocasakal için hapis cezası isteniyor.
Bugün 17 Mayıs Cuma sabahı 9.30’da Silivri’de yapılacak İstanbul Barosu duruşmasına 5000 avukat müdahil olacak, Türkiye’den 60 baro başkanlığı , dünya ülkelerinden 14 baro başkanlığı duruşmayı izleyecek. Sizlere de haber vermeyi istedim, ilerde hukuk fakültelerinde bu dönemdeki hukuksuzluklar konusunda örnek gösterilecek bu olayı kaçırmak istemeyebilirsiniz!