Operasyon mahrem olursa sonuç verir
Tallinn - Estonya / Kişinev – Moldova
Başlıktaki cümlenin, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun dudaklarından dökülen şekli tam olarak şöyle:
“Bu tür operasyonlar, ancak belli bir mahremiyet içinde yürürse başarılı olur.”
Davutoğlu’nun “Bu tür operasyonlar” dediği, Suriye’de kaybolan Türk gazeteciler Adem Özköse ve Hamit Coşkun’un serbest bırakılması ve Tahran üzerinden Türkiye’ye dönecek olmaları.
Tallinn’de telefon trafiği
Bakan Davutoğlu’nun, Estonya ve Moldova’yı kapsayan resmi ziyaretini izliyoruz iki gündür. Dün sabah Tallinn’den Kişinev’e hareketimiz gecikti. ATA uçağı, motorlar çalıştıktan sonra yaklaşık 40 dakika pistte bekledi.
İşte bu süre içinde ulaşıldı ‘mutlu son’a.
Davutoğlu, seri telefon görüşmelerini tamamlayıp heyecanla yanımıza geldi ve “Nihayet bitirdik” dedi. Sonra da, twitter’dan “Size güzel bir haber vereceğim’’ diye başladığı mesajlarla duyurdu haberi.
“Sabah önce Başbakanımız ile görüştüm. Sonra, tam ben onu aramaya hazırlanırken, İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi aradı. İki gazeteci arkadaşımızın Tahran’a doğru yolda olduklarını ve kısa sürede Tahran’a varmalarını beklediklerini söyledi. Başbakanımız, gazeteci arkadaşlarımızı almak için özel uçak gönderilmesi talimatını verdi” diye anlattı Davutoğlu sabah mesaisinin detaylarını.
ATA uçağı Kişinev’e indiğinde de iki Türk gazeteciyi taşıyan uçağın, İran’ın başkenti Tahran’a ulaştığı haberini aldık.
İsveçliler için bile devredeyiz
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, “Biz Türkiye olarak bu tür süreçleri yönetmekte hem çok tecrübeli hem de çok başarılıyız” dedi ve şöyle devam etti: “Libya’dan Amerikalı gazetecileri, İran’dan ise Amerikalı dağcıları, iki Alman gazeteciyi ve beş İngiliz denizciyi hep biz kurtardık. Hatta bakın daha dün burada, Tallinn’de, Estonyalılar, Lübnan’da kaybolan Estonyalı turistlerin kurtarılması konusunda bize teşekkür ettiler. Mesela bugün twitter’dan birisi bana, ‘Etiyopya’da iki İsveçli gazeteci var, onları da kurtarır mısınız?’ diye yazmış. Tabii ki haberdar bile değil ama biz zaten üç aydır biz o süreci de yürütüyoruz.”
Sürecin perde arkası
“Bu tür insani durumlarda hangi kanallarla neler yapılacağı tamamiyle o günün şartları içinde belirlenir. En iyi, en güvenli yol ne ise o yol izlenir” diyen Davutoğlu sürecin bilinmeyenlerinden ise şu kadarını paylaştı bizimle:
“İki gazetecinin, bu süreçte bizim bilgimiz dahilinde olmadıkları hiçbir gün olmadı. Sürekli içindeydik sürecin. Mutlu sona bugün ulaştık ama 10 gündür belliydi aslında bu sonuç. Hatta biz, Tahran Büyükelçiliğimiz’e seyahat belgelerinin hazırlanması talimatını geçen çarşamba günü vermiştik. Ailelerine haber vermedik çünkü her şey bitmeden insanların umutlanıp heyecanlanmalarını istemedik. Onların hislerini de düşünmek, anlamak gerekiyor. Şimdi ise güzel bir Anneler Günü hediyesi oldu bu haber. Zaten bu tür durumların en güzel tarafı da sonunda aileleri arayıp, “Geliyorlar” demek. Başbakanımız aramış kendilerini...”
9 yaşındaki Ahmet’in ‘O Gün’ü...
2 Ekim 1968 Çarşamba günü, Ahmet Davutoğlu’nun hayatında iz bırakan tarihlerin başında geliyor...
Henüz 9 yaşındaki bir çocuk, bugünün Dışişleri Bakanı o tarihte.
Ama o gün oynanan Fenerbahçe-Manchester City maçının sarı lacivertli kadrosunu hâlâ bir nefeste sayıyor. Hatta karşılaşmayı 2-1 kazanan Fenerbahçe’nin gollerini hangi oyuncuların ve hangi dakikalarda attığını söylüyor yüzünde beliren çocuksu gurur ifadesi eşliğinde.
“İkinci golümüzü Ogün Altıparmak’ın yeri, o günden beri ayrıdır, benim gözümde ve gönlümde” diyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Beşiktaşlılığı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Fenerbahçeliliğini bütün Türkiye biliyor.
Doğrusu, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bu derece futbol ve Fenerbahçe sevdalısı olduğunu - en azından ben - yeni öğrendik.
“Herhangi bir kulüpte oynamadım ama lise takımındaydım. Övünmek gibi olmasın ama iyi de oynarım. Mevkim santrafor” diye başladı Davutoğlu, futbol sohbetine.
Geçenlerde bakanlık personeli bir halı saha maçında buluşmuş.
“Özel Kalem kadrosuna karşı, ben koruma arkadaşlarımızın takımındaydım. 4 gol attım. 4 de asistim var. 11-7 biz kazandık” diye anlatıyor Özel Kalem Müdürü’ne dönüp gülerek.
O arada, danışmanları giriyor devreye Bakan’ın. Brezilya’yı hatırlatıyorlar.
“Evet” diyor Davutoğlu, “Copacabana Plajı’nda, Brezilyalılara rövaşata golüm bile var... 12 golün 7’sini atmıştım Rio’da da...”
Gençlik yıllarında, Ankara Demirspor’a yenildikleri bir maç sonrası ağlayacak kadar Fenerbahçeli olan Davutoğlu, bir dönem soğumuş futboldan...
“Bizim gençliğimizden sonraki dönemde futbol, burjuvazinin egemenlik alanına dönüşünce uzaklaştım biraz. Keyif alamaz oldum. Ama hâlâ izliyorum heyecanla hem Fenerbahçe’nin, hem Milli Takım’ın maçlarını” diyor.
Türk dönemin spor gündemine ilişkin de şu cümleleri sıralıyor:
“Her şeyin olduğu gibi sporun da bir etiği var. Daha doğrusu, karşılıklı saygıya dayanan bir etik anlayışı olmalı. Kazanan-kaybedenden daha çok, o ahlakın sahaya yansıması önemli. Mesela o acı hatırayı, Kayserispor-Sivasspor maçını, o maç sonrası babamın üzüntüsünü hiç unutamam.
(Bakan’ın sözünü ettiği, 17 Eylül 1967 tarihinde Kayseri’de oynanan ve çıkan olaylar sonucu 43 kişinin hayatını kaybettiği, yüzlercesinin de yaralandığı maç.)
Demek istediğim şu: Skorlar unutulur, şampiyonluklar unutulur ama bu tür olaylar, acılar hiç unutulmaz.”
Ahmet Davutoğlu tüm bunları, sezonun şampiyonunun belirleneceği Fenerbahçe-Galatasaray maçından sadece altı saat kadar önce söyledi.
Bu satırlar bilgisayar ekranına dökülürken de henüz şampiyonun adı belli olmamıştı.
Davutoğlu’nun altını çizdiği boyutu düşününce, kimin şampiyon olacağını değil, hep birlikte nasıl bir ‘sınav’ vereceğimizi önemsiyorum.