15 yıl sonra biz haberciler açısından ne değişti?
Son dönem gündeminin en sıcak başlıklarından biri, 28 Şubat döneminde medyanın rolü, işlevi, durduğu yer; malum.
Dün de yazmıştım...
O dönemi, hem Genelkurmay’ı hem de Başbakanlığı takip eden bir televizyon muhabiri olarak yaşadım.
O günün muhabiri olarak, bugüne, bugünün ‘alandaki habercileri’ne bakıyorum da...
Son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim; o günler ile bugünler arasında ‘temelde’ değişen hiçbir şey yok.
Muhabir, kameraman, foto muhabiri; yani medya kuruluşlarının, haberi yerinde izleyen personeli bağlamında, o günlerde ne yaşanıyorsa, aslında bugünlerde de aynısı yaşanıyor.
- O günlerde askeri bir yetkilinin programına, önemli bir açıklama yapacağı beklentisiyle koşarak giderdik biz muhabirler, kameramanlar ve foto muhabirleri...
Bugünlerde de Emniyet ya da Adliye’den bir yetkilinin açıklamalarına koşuyor alandaki meslektaşlarımız.
- O günlerde brifingler veya kabullerden çıkabilecek bir demeç için kurulurdu canlı yayın araçları Genelkurmay Karargahı’na...
Bugünlerde de arama yapılan adreslerin, emniyet müdürlüklerinin ya da adliyelerin kapılarında gökyüzüne çevriliyor, minibüslerin üzerindeki büyük çanak antenler.
- O günlerde bir kabine üyesi ya da iktidar partisinden bir yöneticinin basına açık faaliyetlerinde veya basın toplantılarında kovalardık güncel haberi...
Bugünlerde de aynısını yaşıyoruz arazideki haberciler olarak.
- O günlerde, gündemi belirleme gücüne sahip merkezlerden ve haber kaynaklarından tek taraflı beslenirdi medya...
Bugün de aynı durum söz konusu.
(Tek yönlü beslenmenin sağlıksız bir durum olduğunu söylememe gerek yok sanırım.)
O günler ile bugünler arasındaki fark isimlerden ibaret.
Muhabir, kameraman, foto muhabirlerinin yani haberi yerinde takip edenlerden çoğunun...
Ve tabii haber kaynaklarının; yani siyasetçi, bürokrat, emniyet ya da yargı mensuplarının çok büyük kısmının isimleri değişti.
Medyanın kullandığı donanımın teknolojisini saymazsak, bir de, alandaki habercilerin ‘mesai adresleri’.
Bunların dışında; anlayış, teknik, yöntem ve en önemlisi ‘beslenme alışkanlığı’ başlıklarında değişen bir şey yok.
Biz ‘haberciler’ açısından mevzu böyle.
Bu duyguları tanıyanlardan mısınız?
Bazen sizin de;
- Çevrenizdeki - neredeyse - herkesin sizi kullandığı hissine kapıldığınız,
- İnsanların egoları ve egoizme olan tutsaklıkları sebebiyle en yakınlarını bile yok sayabildikleri gerçeğinin yüzünüze çarptığı,
- Siz ortak ülküleriniz uğruna bedel öderken; aynı dünya görüşüne sahip olduğunuz, kol kola, omuz omuza yürüdüğünüz yol arkadaşlarınızı yanınızda, arkanızda göremediğiniz,
- Bin parçaya bölünmenize, her şeye yetişmek, her şeyin en iyisini başarabilmek için anormal bir gayret sarfetmenize rağmen, insanları bir türlü memnun edemediğinizi gördüğünüz,
- Ve bütün bunların sonunda yaşadığınız düş kırıklıkları ile baş etmeye çalışırken, farkında olarak ya da olmayarak, sizi hayal kırıklığına uğratanları silip atma, dost bildiklerinizden vazgeçme noktasına geldiğiniz oluyor mu?
KEŞKE...
İnsanları aldattığımızı zannederken, aslında aldattığımızın kendimiz olduğunun farkına varabilsek.