Şampiy10
Magazin
Gündem

Bu kargaşa aydınlığa çıkmalı!

Başbakan Davutoğlu “Dokunulmazlık meselesinde bizim net tutumumuz karşısında muhalefet partileri tutumlarından vazgeçer durumlar sergiliyorlar” dedikten sonra ekledi:

“Bizim yapacağımız artık geçici bir Anayasa değişikliği yaparak süreci başlatmak” …

Buradan anlaşılan şey; dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda da “muhalefet partileri dışarıda tutularak” değişikliği sağlama yolunun deneneceği.

Başkanlık sistemi gelecek olursa muhalefet partilerinin siyasi gelişmeler ve alınacak kararlardaki etkisi ortadan kalkacak, bu biliniyor ama şimdiden kalkması önemli bir durum.

Neyle meşguller?

Başbakan Davutoğlu birkaç kez “Bizim son restimize verecek cevapları kalmadı” dedi, “Tutumlarından vazgeçiyorlar” dedi ama muhalefet partilerinden cevap yok.

Onlar ya günlük, kişisel tartışmalarla veya parti içi sorunlarıyla uğraşıyorlar.

Sinan Oğan “Mayıs ayının ilk haftalarında olağanüstü kurultayın yapılacağını, temyize gidilmesinin bu süreci engellemeyeceğini” söyledi.

Türkiye “yeni anayasa sürecinin başlatılması”nı da içeren son derece önemli bir dönem içerisinde. Bir referandum veya erken seçim gündeme kolaylıkla gelebilir. Böyle bir zamanda MHP’nin de, CHP’nin de yıpranmamış ve geçmiş hataları unutturacak kadrolarla ortaya çıkması kendileri ve ülke adına önemlidir.

Kaybedecekleri zaman, liderlerin engelleme çabaları onları daha da geriletecektir, anketler bunu yeterince gösteriyor.

Iraklılar’dan şok…

Genelkurmay Eski Başkanı İlker Başbuğ “Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerini normale çevirmek, Rusya-İran ile ilişkileri geliştirmek zorunda olduğumuzu, ABD ile de ortak hareket etmek için bütün çabayı göstermemiz gerektiğini” söyledi.

Onun deneyimine saygı duymakla birlikte bu ülkelerin hepsinin “Suriye-Türkiye sınırı boyunca bir PYD bölgesi oluşturulmasına yardım ettiğini” unutmamalıyız.

ABD Ankara Büyükelçisi “PKK’da ele geçen ABD menşeli silahlar” la ilgili soruları cevaplamakta güçlük çekiyor.

ABD’nin Cumhuriyetçi Parti Senatörü Graham “Türkler YPG’yi PKK’nın Suriye kolu olarak görüyor. Senatoda birçok kez YPG’yi kullanarak IŞİD’i yenme stratejisinin büyük bir hata olduğunu söyledim” açıklaması yaptı.

ABD Dışişleri Bakanlığı Raporu; Irak’lıların yüzde 40’ının “ABD’nin IŞİD’le mücadelesine inanmadığını, IŞİD’i gizlice desteklediğini düşündüğünü” ortaya koydu.

Erbil açıklaması

ABD’nin Suriye ve PYD-PKK ilişkisinde de benzer bir “güvensizlik” söz konusudur. Kendi Ulusal Terörle Mücadele Merkezi ve Barzani “PYD ile PKK arasında fark yoktur” derken bu iki örgütün farklı olduğunda ısrar etmesi nasıl açıklanabilir?

Bu konuda önemli bir soru da bizim hükümetimize sorulabilir. Başbakan Davutoğlu; “PKK Erbil’deki yönetimi tehdit ederse bu tehdidi bize yapılmış bir tehdit olarak kabul ederiz” dedi.

Her ne kadar bazen aksini iddia etse de Erbil yani Barzani yönetimi PYD ile Suriye ve Irak’ta ortak “Kürdistan planları yapmakta değil mi? Birlikte sözleşmeler imzalamadılar mı? Başbakan Davutoğlu buradaki “anlaşılmaz nokta” yı açıklarsa şüphesiz çok yararlı olacaktır.

Yazının devamı...

Teslim olmak ya da olmamak!

Mahkeme Milliyetçi Hareket Partisi’nde muhaliflerin “olağanüstü kongreye gidilmesi” talebini dün kabul etti. MHP’nin 1 Kasım seçiminde oylarının gerileyip “4’üncü parti” durumuna gelmesinden sonra parti içinden çok sayıda tepki yükselmiş, olağanüstü kongreye gidilmesi çağrıları yapılmıştı.

15 Ocak’ta 543 delegenin imzasını Genel Merkez’e teslim eden muhaliflere Genel Başkan Devlet Bahçeli “Kongrenin 2018’de yapılacağını, isterlerse mahkemeye gidebileceklerini” söyledi. Bunun üzerine mahkemeye başvuran muhalifler sonunda taleplerinin kabul edilmesiyle olağanüstü kongre yolunu açmış oldular. MHP’de Meral Akşener, Sinan Oğan, Koray Aydın, Ümit Özdağ bu süreçte genel başkanlığa aday olduklarını açıkladılar.

Padişahlık gibi…

Devlet Bahçeli’nin ise karardan sonra bile hala kongreye gitmek yerine engelleyene kadar her yola başvuracağı görülüyor.

Dün “Mahkemeye saygımız var ama kolay teslim olmayız, Yargıtay yolu açık” dedi. Aslına bakarsanız, bu son derece ilgisiz “Teslim olmayız” lafı Türkiye’de tüm partilerde lider değişikliğinin ne kadar zor olduğunu gösteriyor.

Adeta padişahlık gibi, liderler koltuğu bir kez ele geçirdiler mi bir daha “şartlar ne kadar gerektirse de” o koltuktan ayrılmamak için kıyasıya mücadele veriyorlar.

Herşeyin sonu var!

Oysa medeni ve demokrasiyi özümsemiş ülkelerde liderler her gelişin bir gidişi olduğunu ve bu gidişin bazen beklediklerinden daha çabuk gerçekleşebileceğini kabul ederek seçilirler.

Herhangi bir beklenmedik gelişme halinde halkın ve partilerinin tepkilerini görmezden gelmezler. Attıkları yanlış adımlar partilerine ve ülkeye zarar vermişse zorlanmayı beklemeden kendileri istifa ederler.

İngiltere eski Başbakanı Margaret Thatcher bu davranışın en unutulmaz örneğidir, tüm liderlerin onun biyografisini okuması, filmini izlemesi gerekiyor.

Birçok ülkede seçim başarısızlığı, bir yolsuzluk olayı, bir alışveriş merkezinin çökmesi bile bakanların, liderlerin hemen istifasına yol açıyor.

Panama Belgeleri’nde adı geçtiği için birkaç gün önce İzlanda Başbakanı istifa etti.

İngiltere Başbakanı David Cameron aynı belgelerde “babasının şirketinden söz edildiği ve kendisinin de başbakan olmadan önce bu şirkette hissesi bulunduğu” için şu sıralarda İngiliz medyasında kıyasıya eleştiriliyor.

Zaman gelmiştir

MHP Genel Başkan Devlet Bahçeli, yanına parti yönetiminden isimleri alarak aylardır süren bu olaylara göz kapatacağına mahkeme kararını kabul etmelidir.

Benzer halk tepkileri ve parti içi tepkiler CHP için de geçerli... Genel Başkan Kılıçdaroğlu birçok seçim kaybı yaşadı, kabul etse de etmese artık değişim gerektiğini kabul noktasındadır.

Siyasi partilerde delegelerin çoğu genel başkan ve merkez tarafından seçildiği, yılların beraberliği söz konusu olduğu için kongrelerde “yeni başkan adaylarının ortaya çıkma şansı” bile ellerinden alınmış durumda. Parti içi demokrasi bu partilerde söz konusu bile değil. Zaman gelmiştir, ülkenin alternatif yaratan muhalefet partileri olması adına MHP ve CHP değişime direnmekten vazgeçmelidir.

Yazının devamı...

Egemenlik ve hukuk!

Yazılarıma başlarken genellikle bir gün önce nelerin yaşandığını hatırlatıyorum çünkü adeta bu olaylar hiç yaşanmıyormuş gibi bir hava içindeyiz.

“Öncelikli konumuz terörle mücadele” olmalı demiştim, bugün devam edeceğim.

Dün sabah saatlerinde Bolu’da operasyon yapılan PKK hücre evinde ölü ele geçen 2 teröristin “canlı bomba eylemi” yapma hazırlığında oldukları ortaya çıktı.

Bir yandan şehit cenazeleri binlerce vatandaş tarafından arka arkaya ebediyete uğurlanırken diğer yanda dün Nusaybin’de PKK’nın bombalı saldırılarında 5 şehit verdik.

Tunceli’ye helikopterlerle özel birlikler sevk edildi, operasyon ve çatışmalar sürüyor.

Terör, tecavüz, göçmen

Bu çatışmaların mevcut şartlarda devamının zor olduğu görülmüş olmalı ki Cumhurbaşkanı Erdoğan “Gerekirse operasyon yürütülen yerlerin tamamen boşaltılması ve binaların uzaktan yıkılması” yoluna gidilebileceğini söyledi.

Düşünün ki artık koca mahalleler hatta ilçelerin yıkılması gündeme geliyor.

Düşünün ki PKK’lı, IŞİD’li canlı bombalar son anda yakalanıyor.

Ülkede çocuk ve kadın tecavüzleri had safhada, aile içi veya okullarda bile çocuklar tecavüz tehlikesi altında.

Nüfusun milyonlarla artışıyla elbette ülkemizde bu sorunları kat kat arttıracakken AP Başkanı “Avrupa’daki yasa dışı göçmenleri Türkiye’ye gönderecek olan anlaşma”dan ne kadar memnun olduğunu açıklıyor.

Gündem; hakaret

Peki dün bizim gündemimizi en çok meşgul eden konu neydi; Bir parti liderinin ve bir bakanın sözleriyle partilerin birbirini suçlaması! Kimin sözü daha kötü, kim özür dilemeli tartışması… Kimse kusura bakmasın ama ülke bu tartışmalarla zaman kaybedecek durumda değildir.

Türkiye çok ciddi sorunlarla karşı karşıya ve millet; Meclis’i bu sorunları halletmesi için seçmiştir, özür dileme yarışı yapılması için değil. Meclis’in “sosyal medya” tartışmalarına benzeme hakkı yoktur.

Söz ve eylemler tartışılmalıdır ama böyle bir dönemde sadece ülke geleceğini ilgilendirenler tartışılabilir.

Çok önemli başlıklar!

Örneğin Ankara Valisi “yaşanmış canlı bomba eylemleri” ile ilgili araştırma izni vermiyorsa Meclis bunun nedenini, ülkenin her köşesinde yakalanan canlı bombaları, mülteci sorununu tartışmalıdır.

Başbakan Davutoğlu “PKK silahları bırakır, tüm silahlı unsurları Türkiye dışına çıkarırsa her şey konuşulur” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu açıklamadan hemen sonra “Terör örgütüyle müzakere yok” açıklaması yaptı.

Bu birbirine zıt açıklamalar aydınlığa kavuşturulabilir.

AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun söylediği ve Burhan Kuzu’nun desteklediği “Parlamenter sistem en çok bizim işimize gelir. Yasama, yürütme, yargı bizde” sözlerinin hukuk devleti ile neden bağdaşmadığı Meclis’te gündeme gelebilir.

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş’un Anayasa’daki “egemenlik tarifi”ni “Millet egemenliği yetkili organları eliyle kullanır” halinden çıkararak yeni anayasaya “Seçilmiş kişi ve kurumları eliyle kullanır” şeklinde konacağını belirtmesinin hukuka ve insan haklarına olumsuz etkisi ne olur sorusunun cevabı aranır.

Meclis bunun için vardır!

Yazının devamı...

Tek konu ‘terör’ olmalı!

Mardin Nusaybin’de PKK’lıların roketatar saldırılarıyla şehit olan 3 askerimizden sonra Şırnak Silopi’de de dün çatışmalar yeniden başladı.

Terör örgütü saldırılarına karşı operasyonlar sürerken halk evlerini terk ediyor.

PKK’lı bir “canlı bomba” kadın terörist Ankara girişinde yakalandı.

Gaziantep’te 2’si canlı bomba 4 IŞİD’li yakalanıp tuutklandı.

İçişleri Bakanlığı ise 5’i kadın 23 “IŞİD’li terörist” için toplam 42 milyon lira ödül konduğunu açıklamış.

Arananlar arasında eylem hazırlığında olduğu bildirilenler ve IŞİD’in Adıyaman hücresi olan Dokumacılar grubunun başındaki Mustafa Dokumacı da var.

Türkiye tek başına!

ABD Savunma Bakanlığı’nın “Türkiye’deki askeri üslerde çalışan personelin aileleri Türkiye’den ayrılsın” uyarısından sonra İncirlik üssündeki tüm ABD’li siviller kentten ayrıldı.

Bu haberler ve terör eylemleri ile turizmin de büyük ölçüde etkilendiği, rezervasyonlarda iptallerle birlikte gemi turlarının da kaldırıldığı biliniyor.

Kısacası, Türkiye’ye “can kayıplarımız” yanında maddi-manevi büyük sıkıntı yaşatan bir IŞİD-PKK ortak terör anlaşması tablosu var ortada…

Buna karşılık baktığımızda ABD ile AB’nin “Türkiye’deki IŞİD-PKK terörü ve bu terör örgütlerinin yok edilmesi” konusunda hiçbir gayretlerini görmüyoruz.

Tam aksine, bize “yanınızdayız” demekten başka bir yardımda bulunmayan bu ülkeler, aralarına terör örgütlerinin sızdığını açıkça belirttikleri kalabalık göçmen kitlelerini Türkiye’ye göndererek kendilerini kurtarma telaşındalar.

Asıl görev ne?

Suriye ve Irak’ta “Koalisyon güçleri olarak, PYD’yi de yanımıza alarak IŞİD’le savaşıyoruz” derken Suriye’den farkı kalmayacak sayıda teröristin kanlı eylemler yaptığı, canlı bombaların onlarcasının arandığı Türkiye’den söz etmiyorlar.

İçişleri Bakanlığı’nın “teröristler için ödül” koyması yarar sağlayabilir ama Bakanlığın asıl görevi bu teröristlerin tümünü “güvenlik güçleriyle” yakalamanın başarılmasıdır.

IŞİD gibi bir örgütün “Adıyaman, Gaziantep gibi illerimizde hücreler kurmayı nasıl başardığını”, PKK’nın tonlarca patlayıcıyı belediyelerden habersiz saklayıp yollara yerleştirdiğini ortaya çıkarıp bunları yok etmektir.

Bunlara göz yuman-engellemeyen belediyeler, gözden kaçıran Emniyet müdürlükleri, diğer sorumlular ortaya çıkarılmalıdır.

Terör tehlikesi olan iller açıklanmalı ve güvenlik en üst düzeye çıkarılmalıdır.

Haklı tepki!

Kahramanmaraş’ta mülteci yerleştirileceği söylenen konteyner kent için yerel halkın tepkisi, Dikili halkının benzer tepkileri şiddetle bastırılacak tepkiler değildir.

Vatandaşlar endişe etmekte “en az AB ülkeleri ve özellikle Yunanistan” kadar haklıdır. Kahramanmaraş’ta Alevi vatandaşlar yanında Sünni vatandaşların da bu kamplara “IŞİD ve El Nusra militanları, cihatçı gruplar yerleşir” korkusu taşıdığı bildiriliyor.

Bugüne kadar çok sayıda yurttaşımızı kaybettiğimiz “canlı bomba saldırılarını yapan teröristlerin Suriye bağlantılı veya mültecilerle Türkiye’ye girmiş oldukları” hatırlanırsa yalnız onların değil tüm toplumun aynı endişeyi taşıdığı anlaşılacaktır!

Yazının devamı...

Tutukluluk ve geri kabul anlaşması!

AB’nin kendi topraklarında bulunan göçmenleri Türkiye’ye gönderme baskısı “hangi anlaşılabilir nedenle” kabul edildi bunu bilmiyoruz. Ama…

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son konuşmasında yaptığı “Bizim gidecek başka vatanımız yok” vurgusu çok doğrudur.

Gidecek başka bir vatanımız yok, bu nedenle kendi vatanımızı “AB ülkelerinin yaptığı gibi korumak, Türkiye’ye dönmek istemeyen, bunun için sert protestolar yapan, bu ülkelerin söylediği; araya karışan radikallerin kontrol edilemeyeceği göçmen yığınlarını Türkiye’ye doldurmamak” büyük önem taşıyor.

Uzun süre büyükelçilik yapmış olan Onur Öymen “Yunan adalarından gelen ilk sığınmacı kafilesinde Afganistan-Pakistan gibi ülkelerden göç edenlerin de olduğunu…

Mülteci sayısı azalmıyor

Geri kabul karşılığında Türkiye’den aynı sayıda göçmenin AB’ye gönderileceğini, oysa 18 Mart 2016 tarihli Türkiye-AB Ortak Deklarasyonunda “sadece Suriyeli sığınmacılar için” alınan sayıda göçmenin AB’ye gönderileceğinin kaydedildiğini…

Bu durumda AB’nin diğer milletlerden olanlar konusunda bir yükümlülük almadığını anlatıyor.

Avrupa toplam 72 bini aşmayan sayıda mülteciyi, bunun da eğer kendilerini kabul edecek ülke bulunursa alabileceğini söylüyor. Yaptığı uyarılarda “Türkiye’ye hala yüz binlerce sığınmacı gönderilecek, bunun karşılığında “vaad edilen vize muafiyeti konusunda hiçbir garanti verilmemiş”…

Türkiye AB’nin şart koştuğu bütün koşulları yerine getirse de AB bu konuda sadece “AB Parlamentosu ve Konseyi’ne öneride bulunacak”.

Suriye’de “güvenli bölge” konusunda da hiçbir somut ifade yok.

Teröre karşı destek

Türkiye’nin talep ettiği “5 müzakere başlığı” yerine şimdilik yalnızca 1 başlığın açılması öngörülüyor.

Terörle mücadele konusunda AB ülkeleri “şimdiye kadar verdikleri desteğin devam edeceği” dışında bir şey söylememiş.

Şimdiye kadar açıktan açığa PKK’nın Suriye kolu olan ve Türkiye’de de PKK ile terör yapmak için sınırlardan geçen PYD’ye sınırsız silah desteği verdiler, yanında yer aldılar. Bütün bunlar ortadayken “geri dönüş” anlaşmasını nasıl “Türkiye lehine” bir anlaşma sayacağız? Halk bu soruları kendi arasında devamlı olarak sormakta, tartışmaktadır.

Ayrıca terörün, betonlaşmanın artması, yeşilin yok edilmesi, trafiğe çıkacak araç sayısının sığınmacı sayısı ve onların nüfus artışıyla hızla artacak olmasının zararları da göz önüne alınmalıdır.

Dünya eleştiriyor!

ABD’deki Nükleer Zirve sırasında dünya medyası Türkiye’de “yargı bağımsızlığı, medya özgürlüğü, halkın gösteri hakkı” gibi konuları sık şekilde sordu, eleştiriler yöneltti. Biz ne cevap verirsek verelim “tutuklu yargılanma veya gösterilerin şiddetle bastırılması” gibi konular dünya gözünde meşrutiyet kazanmıyor.

Dün “İzlanda Başbakanı’nın adı Panama Belgeleri’nde geçtiği için” binlerce kişi İzlanda da sokaklara döküldü, Başbakan’ın istifasını istedi. Hiçbir vatandaşa devlet güçlerinin şiddet gösterdiği görülmedi.

Türkiye demokrasinin şartı olarak, siyasi tepkileri sabırla karşılayacak olgunluğa mutlaka gelmelidir!

Yazının devamı...

Başkanlık sistemi ve bağımsız yargı!

Başbakan Davutoğlu “Ak Parti bünyesinde bir anayasa komisyonu kurarak çalışmaları somutlaştırdıklarını, yol haritalarını belirlediklerini” söyledi. “Başkanlık sistemini benimseyen yeni bir anayasa için her adımı atacağız” dedi. Böylece “başkanlık sistemi” yerine “parlamenter sistem”den yana olan muhalefet partilerinin hiçbir katkısı olmadan, tek parti ile yeni bir anayasa yapılacağı anlaşılıyor. Yani, başkanlık sistemine geçmeden önce parlamentodaki diğer partiler gerçekten “buzdolabına kaldırılmış” durumda.

Güçler ayrılığı

Peki başkanlık sistemine geçildiğinde parlamento ne olacak? Şu anda henüz parlamenter sistem mevcutken, diğer partilerle uzlaşmak için herhangi bir esneklik gösterme gereği duyulmuyor ve Meclis çoğunluğuna sahip tek parti “anayasayı bile” yalnız yapacağını söylüyorsa başkanlıkta demokrasi nasıl işleyecek?

“Başkanı parlamento denetleyecek” iddiası “tek kamaralı Meclis” ile nasıl gerçekleşecek? Milli iradenin “muhalefet partileri”ne oy vermiş kesiminin görüşleri tümüyle yok mu sayılacak?

Başbakan Davutoğlu; “İnsan hak ve özgürlüklerini güçlendiren… Güçler ayrılığını tahkim eden… Hukukun üstünlüğü ilkesinden taviz vermeyen… Yetki ve sorumluluk dengesinin kurulduğu… Bir başkanlığı benimseyen demokratik ve özgürlükçü bir anayasa”dan söz ediyor.

Hukukun üstünlüğü

Muhalefetin yok sayıldığı bir “yasama-Meclis” ile, başında Adalet Bakanı’nın bulunduğu bir “HSYK” ve müdahaleler yüzünden bağımsızlığı tartışmalı yargısıyla güçler ayrılığı nasıl sağlanacak?

Yetki ve sorumluluk “kimlerle” paylaşılacak, dengelenecek?

Mesela “hukukun üstünlüğü” ilkesinde sorunlar ortaya çıkarsa bu sorunları hangi güç giderecek? Genel tanımları yapmak kolaydır ama bu tanımları halka açıklamadan bir anayasa yapmak, ciddi riskler taşır.

Türkiye’de şu anda bile yargıda “Balyoz-Ergenekon dönemi”ni hatırlatan ve hiçbir ilgisi olmayacak kişiler için bile “hükümete darbe, terör örgütüne üyelik veya liderlik” iddianameleri hazırlanması dikkat çekiyor.

Anayasa Mahkemesi bile “tartışmalı” hale getiriliyor. Vatandaşların “hukukun üstünlüğü” ilkesine, yargıya olan güvenlerinin giderek azalmasının kaos yaratacağını unutmayalım. Yeni anayasa taslağı Nisan sonuna bitecekse, Başbakan’ın konuşmasındaki vurgular o tarihe kadar açık ve net anlatılmalıdır.

Muhalefet sorunu

Bu arada CHP ve MHP’nin de giderilecek önemli sorunları ve halka açıklamaları gereken konular var. Her iki partide “genel başkan değişimi” konusu halk arasında devamlı tartışılmakta. Liderler böyle bir sorun yok gibi davransa da konu kapanmıyor, muhalefet boşluğu tepkileri dinmiyor. Her iki parti de bir türlü “oturmuş, güven veren, alternatif yaratan” konuma gelemiyor.

MHP’de Ümit Özdağ da adaylığını ilan etti ama en çok benimsenen adayın Meral Akşener olduğunu ve neredeyse “kongre yapılmasa dahi ona genel başkan gözüyle bakıldığını” gözlemlemek mümkün.

Bu durumda hala “kongre 2018’de olacak” ısrarının anlamı var mı?

Çok önemli bir süreçte, iki partinin “gereken değişimi yapmaktan kaçması” büyük kayıptır!

Yazının devamı...

ABD kaç göçmen aldı?

Beyaz Saray’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşen ABD Başkanı Obama “Mülteci sorunu sadece Avrupa’nın sorunu değil, küresel sorun” dedi.

Bunu söylerken ABD eyaletlerinin “mülteci almamak için” ayağa kalktığını ve koca ülkede çok az sayıda mülteci olduğunu da söylemeliydi.

Sanki çok büyük bir sayıymış gibi 2016 yılında 10 bin mülteci almaya söz verdiğini, bugüne kadar kaç kişiyi kabul ettiklerini de açıklamalıydı.

Türkiye’de bulunan Suriyeli göçmenlerin son 3 yılda 200 bine yakın bebek sahibi oldukları biliniyor.

Kamu Hizmetleri Araştırma Vakfı’ndan gelen bir yazıda; 2011 öncesinde 110 bin mülteci varken, bugün 3 milyonu Suriyeli, 400 bini diğer milletlerden olmak üzere 3 milyon 400 bin civarında göçmen nüfusu bulunduğu belirtiliyor.

Yazının bir bölümü şöyle: “Bazı çalışmalarda Türkiye’de kalması neredeyse kesinleşen 2 milyon mültecinin entegrasyonundan bahsedilmekte. Bu imkansızdır, tüm programlar Suriyeliler’in geri döneceği üzerine inşa edilmelidir”.

Suriyeliler’e iş imkanı sağlanırken “yerel nüfusun iş kaybına uğramaması”nı düşünmek gerektiği…

28 Mart’ta Maraş’ta halkın “mülteciler için yapılmak istenen konteyner kente karşı başlattığı direniş” de hatırlatmalar arasında.

7 hastalıkta artış

Kızılay; Türkiye içinde, sınırda ve Suriye içinde savaş mağdurlarının sağlığı ve diğer ihtiyaçları için durmadan çalışıyor.

Dikili halkı ve temsilcileri geçen hafta “Dikili’ye yapılması düşünülen mülteci kampı”na karşı çıkarken önemli bir noktaya daha dikkat çektiler.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) verilerine göre Suriye iç savaşı sonrası 7 hastalıkta (sıtma, şark çıbanı, suçiçeği, tüberküloz, kızamık ve tifo) ciddi artış var. Keşke DSÖ “3 milyondan fazla sığınmacıyla Türkiye’nin bu hastalıklardan nasıl korunacağını” da anlatmış olsaydı.

Güç gösterisi

1951“mültecilerin korunmasıyla ilgili” Cenevre Sözleşmesi’ne göre tehlike halinde sığınma hakkı “temel bir hak”tır.

İngiliz Daily Telegraph gazetesi geçen Cuma “Avrupa’nın kontrolsüz göçe karşı güç gösterisi olarak yüzlerce göçmeni Yunanistan’dan Türkiye’ye göndereceğini” yazdı.

AB güç gösterisi yapmak, sorumluluk ve terörden korunmak için Cenevre Sözleşmesini ihlal ediyor.

Türkiye’dekilerin hepsi “yasal” sayılıyor, AB ise kendi ülkelerine “yasadışı” geçtiklerini öne sürerek mültecileri bize gönderiyor ama…

Başka riskler de var. AB bu anlaşmayı yaparken “gönderilen mültecilerin yüksek standartlarda korunması” şartını da öne sürdü.

Terör örgütlerinin tehdit ve eylemleriyle “sınırlarında alarm verilecek kadar” karşı karşıya olan ve kendi vatandaşlarını bu eylemlerden koruması mümkün olmayan devlet Suriyeliler için bu garantiyi nasıl verebilir?

ABD Büyükelçiliği aralarında İzmir, Muğla, Mardin gibi turizm merkezlerinin de bulunduğu 19 şehir için “Bu kentlere gitmeyin” diye resmi uyarı yaptı. Neyin garantisini vereceğiz?

TV’ler devamlı olarak Avrupa’da bulunan ve 4 Nisan’dan itibaren Türkiye’ye gönderilecek olan Suriyeli, Afgan, Pakistanlı sığınmacıların “dönmemek için” yaptıkları aşırı protestoları veriyor.

Bu öfkeli insan yığınları Türkiye’ye zorla gönderildiğinde buradaki güvenlik nasıl sağlanabilir?

Bu konudaki hatamızın bedeli umarım ağır olmaz!

Yazının devamı...

Çocuklara acıyın bari!

Dünyanın en güzel ülkelerinden birinde yaşıyoruz ama şanssızlık, yaşanan huzursuzluk ve şiddet yüzümüzün gülmesini engelliyor.

HDP’liler ve genel başkanları Selahattin Demirtaş ise “milletvekili” seçildikleri, verdikleri “barış, sevgi” sözleriyle Meclis’ine 3’üncü parti olarak girdikleri ülke terörden yanarken sanki başka bir dünyada gibiler.

Bir yanda; korudukları terör örgütü sivil, çocuk, asker, polis demeden insanları bombalı saldırılarla katlediyor, diğer yanda onlar “hiçbir şey olmuyor” havasında gülerek pozlar veriyor, hiçbir ilgileri yokmuş gibi davranıyorlar.

Perşembe günü Diyarbakır’da bomba yüklü araçla yapılan saldırıda 7 polis şehit oldu, 1’i ağır 13 polis ve 14 sivil yaralandı.

Aynı gün Mardin Nusaybin’de gazetecilerin de bulunduğu zırhlı araca PKK’lıların bombalı saldırısında 2 güvenlik görevlisi şehit oldu, 6 kişi yaralandı.

Şırnak-Cizre’de 4 ve 6 yaşındaki 2 çocuk sokakta bulup oynadıkları patlayıcının infilak etmesiyle hayatını kaybetti.

Çocuklara sokakta oynamak bile haram, terörist cenazelerini taşıyan HDP’liler verdikleri sözleri hiç mi hatırlamaz?

Hedef ülke yerine…

İngiliz gazetesi Guardian 30 Mart’ta “Türkiye’ye tatile gitmek güvenli mi” başlıklı yazısında;

Daha önce Türkiye’ye gitmek isteyenleri vazgeçirecek tek sebebin “ülkenin çok kalabalık olması” iken, saldırıların ardından bunun yerini “güvenlik endişesi”nin aldığını yazdı. Gazete turizm acentelerinin görüşlerine de yer verdiği yazıda “Türkiye’ye yaz rezervasyonlarında yüzde 35-40 arası düşüş olduğunu, gemi turlarının Türkiye duraklarını kaldırdığını” açıkladı.

ABD, İngiltere, Almanya gibi ülkeler “başka saldırıların olma ihtimali” nedeniyle vatandaşlarına Türkiye’ye seyahat etmemeleri için uyarı yapıyor.

PKK terörüne paralel olarak “Türkiye’deki ABD ve İsrail vatandaşlarına yönelik IŞİD eylemi” istihbaratı alınıyor.

Düşünmek lazım; IŞİD İsrail’i veya ABD’yi hedef alıyorsa bunu neden “Türkiye’de yapmayı” planlasın?

Korkuyormuş!

Bu arada Financial Times da “Almanya’nın Suriyeli mültecilerin radikalleşmesinden korktuğunu, aralarında radikal görüşleri yayanlar bulunduğunu” yazdı. Almanya kendi içindeki mültecilerin radikalleşmesinden veya aralarına teröristlerin karışmasından korktuğu için mi AB’deki yüz binlerce mülteciyi de Türkiye’ye gönderme anlaşması yapıyor?

Terörü ihraç etmek için mi? Bu hale getirdikleri ülke için “Artık AB’ye hiç giremez” demek daha mı kolay olacak?

AB’den “geri dönüş”le gelecek göçmenler kıyameti koparıyor, bulundukları ülkelerde protesto eylemleri düzenliyor.

Bu göçmenler için İzmir, Dikili’de kamp kurulacağı iddiası ise Dikili halkının protestolarıyla karşılaştı.

İzmir Valisi “iddianın asılsız olduğunu” söylese de, muhtarlar, sivil toplum kuruluşları “Bunun halka rağmen alınmış bir karar olduğunu, vazgeçirene kadar mücadele edeceklerini” açıkladılar.

Görüldüğü gibi “AB planlarına uyma kararımız”ın uygulaması hiç de kolay olmayacak. Kim bilir belki de bu olaylar bizi de uyarır, önceliği kendi toplumuza, kendi geleceğimize vermemizi sağlar.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.