Şampiy10
Magazin
Gündem

Küsme konusu ve muhalefet!

Türkiye içerde ve dışarıda Cumhuriyet tarihinin en sorunlu döneminden geçiyor.

Güneydoğu’daki PKK terörü şehirlere inmiş, bir yanda PKK, diğer yanda IŞİD terör eylemlerinde büyük can kaybı yaşıyoruz.

Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinde Kürt devleti kurulma aşamasında…

Türkiye sınırı PYD tarafından boydan boya alınırken ABD hala “IŞİD kontrolündeki Cerablus’a ilerleyeceğiz” aldatmacasıyla ele geçiremediği son bölgeleri almak için çalışıyor.

ABD yine destek vermek üzere “PYD’nin operasyon yapacağı bölgeye” önceden hava saldırıları başlattı.

Yani sınır ötemizde tablo Sayın Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nun ABD’den yaptığı “PYD hakkında farklı düşünüyoruz diye ABD’ye küsecek değiliz” açıklamasından çok farklı boyutlarda gelişiyor.

Suriye iç savaşında diğer ülkelerden önce işe karışan Türkiye, Suriye ve Irak’ta sergilenen ortak plan tamamlanıp, “her şey olup bittikten sonra” olaya karışmak yerine şimdi gerekeni yapmalı, “ABD ile konuşmalar” bu yönde olmalıdır.

CHP-HDP tartışması

Çarşamba akşamı Beyaz TV’de Osman Gökçek “CHP ile HDP aynı çizgide nasıl buluşuyor” başlığı altında yapılan programda “CHP’nin terörle arasına mesafe koymadığını” anlatıyordu.

İki CHP milletvekilinin “PKK’lı terörist için taziye ziyaretine gittiği” iddiasını tartışırken; Kemal Kılıçdaroğlu’nun öğrencilerle bir panelde gelen aynı soru üzerine “Böyle bir şey yok arkadaşlar” sözü, arkasından “milletvekillerinin taziyede görüntüleri” gösterilmekteydi.

CHP İzmir Milletvekili Hülya Güven’in “Bizde PKK sorunu var. Şehitlerimiz oluyor, her iki taraftan şehitlerimiz oluyor” sözleri unutulmamıştı.

Osman Gökçek o arada Prof. Dr. Süheyl Batum için “Ne kusuru vardı, partiden çıkarılmak istenmesinin tek sebebi Kılıçdaroğlu’na karşı olmasıydı” yorumunu da yaptı.

Sonra tekrar teröre döndü ve “Terörle aranıza mesafe koymazsanız HDP Lideri Demirtaş ve ağabeyi de sizi AKP’ye karşı ittifak kurmaya çağırır” dedi.

Akademisyenler…

Vedat Toprak “Barış İçin Akademisyenler” bildirisine imza attıktan sonra sosyal medya hesabından ‘şehit polis ve askerler için ağır ve çirkin ifadelerle yazdığı mesaj’dan sonra üniversitedeki görevinden uzaklaştırılmıştı.

Bu mesaj tek tek, içerdiği korkunç cümlelerle ekranda verildi ve “Devlet katliam yaptı diyen, güvenlik güçlerini düşman gören bu ifadeleri yazan akademisyenleri CHP nasıl destekler? Bu parti Genel Başkanı’nın karşısına çıkıp bunların hesabını sormazsa gelecek seçimde bu oyları da alamazlar” dendi.

Birçok kanalda Ana Muhalefet Partisi’yle ilgili bu tür konuşmalar yapılıyor. CHP’de hatalı tutumdaki milletvekillerinin bu “yıpratan” hataları görmezden gelinemez.

CHP kendisine HDP-PKK’dan gelen “ittifak çağrıları” için açıklama yapmak, “milletvekillerinin haklı tepkiye neden olacak davranışlarını, akademisyenler arasında da radikallerin olabileceğini ve onları desteklemediklerini” halka anlatmak zorundadır.

Zira böylesine kritik bir süreçte konu sadece parti değil, Türkiye için “güvenilirliği sarsılmamış bir ana muhalefet” meselesidir.

Yazının devamı...

Yanıltmaca ile terör ve savaş!

Geçen hafta verdiğimiz şehitlerin ardından PKK Şırnak’ta askeri üsse saldırdı, Mardin Nusaybin’de PKK operasyonlarında güvenlik görevlilerimiz şehit oldu.

PKK Kandil liderleri “Şehirlere inmekle hata yaptık, tekrar kırsala çekileceğiz” açıklamaları yaparken bir yandan da daha çok sayıda güvenlik görevlisini şehit edebilmek için “evlerin kapısına Kur’an-ı Kerim asmak” gibi hain planlarını sürdürüyorlar.

Irak’ta IKBY Başkanı Mesud Barzani’nin “Talabani ile birlikte yeni bir Irak haritası çizdirmekte olduklarını” birkaç gün önce yazmıştım.

IŞİD saldırılarından sonra “Kürdistan’ın sınırını çok genişlettiklerini” söylerken artık eski sınırların hükmünün kalmadığını vurguluyorlardı.

Aynı şekilde Suriye’nin kuzeyinde Kürt partileri birleşiyor ve Türkiye sınırı boyunca aldıkları bölgede “özerklik” ilan ediyorlardı.

Suriye’nin yeni anayasasında “özerk bölge” tanınmazsa doğrudan “bağımsız devlet” ilanına geçeceklerdi.

Abd’nin sürprizi

Bunlar olurken Türk televizyonlarında HDP’lilerin de yaptığı gibi Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinden “Kuzey Kürdistan” olarak söz etmeyi sürdürdüler.

Tam da aynı anda ABD Dışişleri Bakanlığı “Suriye’de özerk bir Kürt bölgesine karşı olduklarını, Suriye’nin bütünlüğünü destekleyeceklerini” birkaç kez tekrarladı.

Bütün bu olup bitenle ilgili sürpriz ise geçen Cumartesi günü ortaya çıktı.

Dün “ABD’ye sorular” başlıklı yazımda değindiğim gibi; ABD Merkezi İstihbarat Servisi CIA’in eski Başkanı Michael Hayden ortaya çıkıp “Özerk bir Kürt bölgesinin zamanı geldiğini” söyledi.

İfadesi Barzani’nin son zamanlarda yaptığı konuşmalarla büyük benzerlik taşıyordu.

İstila ve masa!

Şimdi, uzun süredir “Ortadoğu’da IŞİD’le savaş sürdürülüyor” havası yaratılarak gerçekte “Rusya-Esad-ABD-Barzani” işbirliğiyle oynanan oyunu defalarca yazma nedenim sanıyorum daha iyi görülüyor.Bence bu oyuna; Suriye’de antik Palmira kentinin IŞİD’den geri alınması, devam eden Musul operasyonu da dahildir.

HDP lideri Demirtaş geçenlerde AB’yi “Türk vatandaşlarına vizesiz geçiş serbestisi tanırsanız Kürtler ve Türkler AB ülkelerini istila ederler” diye kışkırttı.

“Bunu yapacağınıza Türkiye’yi PKK ile tekrar masaya oturmaya zorlayın” dedi.

ABD’nin “Ortadoğu’da bir PYD-PKK devleti kurulmasına” verdiği destek de açıklandığına göre acaba HDP-PKK masada ne isteyecek, ne görüşecekler?

PYD’nin “yeni Suriye anayasasında olmalı” dedikleri istekten farklı bir şey mi?

İnsan merak ediyor; acaba daha önce çözüm sürecindeki istekleri neydi, neler konuşulmuştu?

Birkaç gün önce TSK “Kuzey Irak’ta peşmerge güçleri ile IŞİD arasındaki çatışmada IŞİD mermileriyle 1 askerimizin şehit olduğunu, birinin yaralandığını” duyurdu.

Söz edilen bölge Türk askerinin “peşmergeyi eğitecek” diye gönderildiği, IŞİD mevzilerine 10 km mesafedeki, daha önce defalarca IŞİD saldırısına uğrayan Başika kampıdır.

Irak hükümetinin “Türk askeri gitmezse biz de saldıracağız” dediği Başika.

CIA’ci Hayden’in söz ettiği bölgenin öncülüğünü yapan Barzani’nin peşmergeleri için neden şehit veriyoruz, cevabı var mı?

Yazının devamı...

ABD’ye sorulacak sorular!

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Nükleer Güvenlik Zirvesi için ABD’ye gitmesinden önce ABD ve Türkiye Dışişleri Bakanları arasında bir telefon görüşmesi olmuş. Verilen bilgilere göre, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Türk Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’nun konuşması:

“Suriye’deki son gelişmeler, IŞİD’le mücadelede ortak adımlar, Irak-Libya-Ortadoğu gelişmeleri, Kıbrıs ve Rusya gibi konular” çerçevesinde...

Bu arada Türkiye ile ABD arasında bir süredir devam eden “PYD tartışması”nın Nükleer Zirve’ye taşınacağı bildirildi.

Türkiye “PKK’nın Suriye kolu” olarak bilinen PYD’yi terör örgütü kabul etmeyen, “PKK’dan farklı” diyen ABD’yi iknaya çalışacağı için bu iki örgüt arasındaki ilişkileri kanıtlayan bilgi ve belgelerle özel bir çalışma yapıldığı ve kapsamlı bir dosya hazırlandığı söyleniyor.

Askerleri ve Barzani

Acaba bu dosyaya “IŞİD’le savaşmak için” denerek YPG saflarında çarpışan ABD askerlerinin açıklamaları kondu mu?

IŞİD’le savaşmak için Suriye ve Irak’a 100’e yakın gönüllü ABD askeri gitti. Bu askerlerden biri; Jamie Lane, ABD’nin Wall Street Journal’ gazetesine açıklama yaptı.

Şunları anlatıyordu; “PKK ile PYD-YPG arasında fark yok. PKK’lılar arma değiştirerek YPG’li oluyor.

PYD üyelerine ‘PKK tarihi ve Öcalan’ konusunda ders veriliyor.”

Bu asker şunu da söylemişti; “Oraya gitmek isteyenlere gitmeyin derim. IŞİD’e karşı değil, Rojova için savaşıyorlar.”

Sadece ABD’nin YPG içindeki askerleri değil, PYD-PKK örgütlerini ve tüm Kürt partilerini doğal olarak en iyi bilen kişi olan IKBY Başkanı Mesud Barzani daha birkaç gün önce “PYD ve PKK tam olarak aynı şeydir” demedi mi?

Kendi teşkilatı da…

“Kürdistan’a her zamankinden daha yakınız” diyen Barzani “Suriye’de PYD ile tüm Kürt partilerinin ortak hareket etmesi, güçlerini birleştirmesi” için de çağrı yapmış, toplantılarını kendisi düzenlemişti. ABD’nin en çok istihbarata sahip, Ulusal İstihbarat Ajansı NSA yine kısa süre önce İnternet sitesinde yayınladığı “PYD ile PKK’nın aynı olduğu, PYD’nin de bir terör örgütü olduğu” bilgisini gelen tepkiler üzerine kaldırmıştı. Aslında bunlar Türkiye açısından ABD için yeterli kanıtlardır.

Ayrıca görüşmelerde ABD Dışişleri Bakanlığı’nın birkaç kez yaptığı “Suriye’de özerk PYD bölgesi” kurulması konusunda “PYD’yi destekliyoruz ama özerk veya yarı özerk bölgeye karşıyız” açıklamaları da son derece önemlidir.

Eski “ABD Merkezi İstihbarat Servisi CIA ve Ulusal Güvenlik Ajansı NSA Başkanı” Michael Hayden Dışişleri Bakanlığı’nın bu açıklamalarından sonra ortaya çıkarak tamamen ters yönde bir açıklama yaptı.

Özerk Bölge

Açıklamada “Ortadoğu’daki 20. Yüzyıl politik mimarisinin çöktüğünü, eskisi gittiği için yenisinin yaratılması gerektiğini, bununda özerk bir Kürt bölgesi olduğunu” söylüyordu.

Şimdi YPG içindeki ABD askerlerinin sözleri ve diğer tüm olaylar birleştirildiğinde ABD-Rusya-Esad öncülüğünde PYD-PKK ile Suriye’de yapılmak istenen ortada değil midir?

Türkiye’de sürdürülen terörün bu amaçla ilişkisi ortada değil midir?

ABD bu soruları cevaplasa yeter!

Yazının devamı...

Tutukla ve bırak!

Terör örgütleri dünyayı bir dehşet havasına soktular, korku filmine çevirdiler.

Pazar günü Pakistan’da bir luna parkta “canlı bomba” patlattılar,55 kişi öldü, 200’den fazla yaralı vardı.

Suriye’de “bomba yüklü araç” patlattılar, 2 kişi öldü, 4 kişi yaralandı.

Bu nasıl bir gözü dönmüşlük, insanlıktan çıkmışlıktır ki 21’inci yüzyılın medeni dünyasında ilk çağ vahşeti sergileyerek masum sivilleri hatta luna parktaki, okuldaki çocukları hedef alır.

Ne yazık ki Türkiye bu gözü dönmüş terör ortamında bir değil, birçok terör örgütünün hedefi haline geldi.

PKK’dan IŞİD’e, DHKP-C’ye kadar birçok kanlı örgütün dönüşümlü uyguladığı saldırılarla karşı karşıyayız. Aralıksız saldırıların Pakistan veya Suriye’den bir farkı kalmadı.

Nasıl korunacağız?

Bu nedenle “terör yalnız bizde değil, diğer ülkelerde de oluyor” deme lüksüne sahip değiliz. Bizim çabamız 1999’da Öcalan yakalandıktan sonra şehit sayısının hızla azalarak “1 yılda 7-8 şehide düştüğü” günlere dönmek, hatta hiç şehit ve sivil kaybı verilmeyecek ortama ulaşmak olmalıdır.

İstihbarat “30 Mart-17 Nisan arasında DHKP-C örgütünün yeni eylemler planladığını” bildirmiş.

Bu örgütün arada bir ortaya çıkarak yaptığı saldırılarda amacının ne olduğu, kimler tarafından kullanıldığı belli değil.

Dini kullanarak katliam yapan IŞİD ve benzeri örgütlerin Müslüman ülkelerde ne maksatla katliam yaptıkları belli değil.

PKK’nın Suriye ve Irak’ta PYD ve IKBY lehine ilerleyen gelişmelere bakarak terörü durdurmayacakları ortada… Türkiye kendini nasıl koruyacak?

Şurası muhakkak ki mevcut durumda “kimsenin gözünün yaşına bakmadan terörle ilişkili kişileri tamamen ülkeden temizlemek” dışında bir seçenek yoktur.

Suriye ve Irak’tan…

27 Mart Pazar günü Gaziantep’te “bombalı araçla saldırı” hazırlığında olduğu belirlenen, özel eğitim almış 6 IŞİD militanı yakalandı ve tutuklandı.

Ankara Gar’ında “28 kişinin öldüğü, 61 kişinin yaralandığı” canlı bomba saldırısıyla bağlantılı oldukları anlaşılan militanlar “Suriye uyruklu” idiler.

Yine Pazar günü Kahramanmaraş’ta IŞİD operasyonunda 4 IŞİD üyesi yakalandı. “Suriye ve Irak uyruklu” idiler. Suriye sınırına oluşturulan güvenlik duvarının altından tünel kazarak (duvar çok güvenli olmuş demek ki) Türkiye’ye girmişler.

23 Mart Çarşamba; Suriye sınırından Türkiye’ye girmeye çalışan 10 IŞİD üyesi yakalandı, 1’i canlı bomba ve üzerinde patlamaya hazır düzenek var.

Neden tutukluyoruz?

Görüldüğü gibi canlı bombalar Suriye ve Irak’tan geliyor ve biz ne yapıyoruz; teröristlerin kolayca araya karışabileceği (ve karıştığı) milyonlarca Suriyeli ve Iraklı’yı alıyor, yanına bir de AB’den gönderilenleri ekliyoruz.

Bu hata yetmezmiş gibi; Manisa’da tutuklu 20 IŞİD üyesini, Antalya’da tutuklu 1 IŞİD üyesini, IŞİD’in Türkiye Sorumlusu olduğu bildirilen 1 IŞİD üyesini serbest bırakıyoruz.

Madem ki liderleri dahil hepsi serbest bırakılacak yenilerini neden tutukluyoruz ki?

Terör bu şekilde asla bitmez!

Yazının devamı...

Atatürk’ün bıraktığı miras!

IŞİD Türkiye ve Avrupa ülkelerinde bombalı saldırılarını sürdürüyor ama örneğin Kuzey Suriye’den sonra Irak’ta da kontrolüne aldığı alanları kaybetmeye başladı.

“Ortadoğu’da birtakım planlı değişikliklerin olmasına katkıda bulunduktan sonra” Ortadoğu sahnesinden yavaş yavaş çekilmesi mümkün gibi bir hava ortaya çıktı.

Tabii bunu birden yapması dikkat çekeceği için dünyayı korkuya salmayı bir süre daha sürdürecektir.

Belçikalı uzmanların söz ettiği; bu ülkedeki Faslılar “radikalleşirken” aynı mahallelerde yaşayan Türklerin “cihatçı örgütlerden uzak durması”nın nedenini çok iyi anlamak gerekiyor.

Dün Milliyet gazetesinde yer alan haber ders çıkarılması gereken nitelikteydi.

Bu haberde, Paris bombalı saldırısını yapan IŞİD militanlarının da, Brüksel’deki son saldırıları yapanların da Belçika banliyölerinden çıkmasının dikkatleri bu ülkedeki faaliyetlere çektiği bildiriliyor.

Seküler düşünce…

Belçika’da havaalanı ve metroda yapılan IŞİD saldırısı Brüksel’in “Türk mahallesi” olarak adlandırılan Scharbeck mahallesinde planlanmış.

Belçika Kraliyet Askeri Akademisi’nden cihatçı ağlar uzmanı Didier Leroy ülkedeki istihbaratın “şiddet eylemlerine katılabileceklerin çoğunun Faslı olduğunu” söylüyor.

Türk ve Faslılar arasında ciddi farklılıklar olduğunu, Türklerin de “Sünni Müslüman” olmasına ve Scharbeck’te nüfusun yarısı Türk, yarısı Faslı olmasına rağmen Türklerin “IŞİD’e katılma ve şiddet eyleminde bulunma” eğiliminin çok az olduğunu açıklıyor.

“Türklerin radikalleşmeme sebebi” ise iki nedene bağlanmış; 1- Atatürk’ün bıraktığı seküler mirasın hala etkisini sürdürmesi.

2- Belçika’daki camiler Diyanet tarafından işletildiği ve kontrol edildiği için camilerde din üzerinden yanlış görüşler ve eylemlerin yayılmaması. (Aynı görüşü Belçika Türk Birliği’nden Aydın Malkoç da bildirmiş.)

Alınacak ders!

Bu sonuçtan Türkiye’nin de alacağı ders vardır. Atatürk’ün mirası olarak adlandırılan seküler düşünce, bizde bazılarının “dinsizlik veya ateizm” olarak saptırmasıyla tamamen ilgisiz olarak; “dini kişi ve kurumların devlet işlerine, devletin de din işlerine karışmaması” demektir.

Türkiye’deki tanımıyla laiklik “kişilerin din ve inançlarında özgür olması, devletin veya kişilerin bu yönde kimseye baskı yapmaması, belli bir din ve inancın devlet alanına taşınmaması” anlamındadır.

Bu anlayışı benimseyen toplumlarda “din ve mezhep çatışmaları” çıkması, din üzerinden yaratılan şiddete destek verilmesi çok zordur.

Belli ki Belçika’da yaşayan Türkler de bu görüşlerin etkisinde oldukları için din istismarlarına kapılmamayı başarıyorlar.

Mezhep savaşları yaşayan Ortadoğu’daki Müslüman ülkelerin vatandaşlarından aynı nedenle “eksikliğin laik rejim olduğunu” vurguları duyuluyor.

O nedenle laik rejimi kötülemek ve esnetmek yerine onun gerçek anlamını ve önemini anlatmak çok daha doğrudur.

Din eğitimi ve camilerin “Diyanet kontrolünde” olmasının önemi ise sanıyorum Belçika örneğiyle yeterince anlaşıldı.

Unutmayalım ki ancak gerçekleri gören ülkeler varlığını korumayı başarabilir!

Yazının devamı...

Parti kavgaları bitmeli!

Meclis’teki dört partinin bir konuda anlaşması neredeyse dünyanın en imkansız olayı haline geldi. Öyle ki Salı günü gazetelerin internet sitelerinde “4 parti bir konuda anlaştı” haberini okuyunca heyecanlandım; acaba hangi ortak konu bu, nasıl anlaştılar diye heyecanla baktım.

Son haftalarda iyice artan çağdışı çocuk saldırıları hepimizi isyana sürüklediği için “Çocuklara cinsel istismarın araştırılması önergesi”nin Meclis’te görüşülmesi olduğunu öğrenince memnun oldum.

MHP’nin TBMM’ye sunulan ve “kabulü için tüm şartların oluştuğu günlerde” bu önergenin Çarşamba günü muhalefet partilerinin kabulüne rağmen Ak Parti oylarıyla red edilmesi doğrusu çok şaşırtıcı bir gelişmeydi.

Ancak AKP tümüyle ret etmemiş “Bunu ortak önerge haline getirerek yarın Meclis’te konuşacağız” demişti.

Ülkenin sorunu

Nitekim ertesi gün dört partinin grupları tarafından “çocuklara yönelik her türlü istismarın araştırılması” ile ilgili Meclis araştırması açılması önergeleri birleştirilerek görüşüldü ve Meclis araştırma komisyonu kurulmasına karar verildi.

Son zamanlarda özellikle okul, yurt ve kurslarda öğretmenler tarafından küçük çocuklara yapılan taciz ve tecavüzlerde hızlı bir artış var. Öğretmenlerin itirafları veya yalanları kan donduracak nitelikte…

Sivil toplum kuruluşları buna paralel bir artışın “ensest” olaylarıyla aile içinde görüldüğünü araştırmalarla ortaya koyuyor.

Kadınlara, genç kızlara yönelik taciz ve tecavüzler, cinayetler adeta sıradan haber haline geldi.

Çocuk ve kadınlara yapılan tüm saldırıların incelenmesi, Meclis’te çözüm üretilmesi, “terör örgütlerinin kanlı eylemleri kadar önemli” bir ülke sorunudur.

Sonuç önemli!

Başlarına geleni çoğu kez açıklayamayan ve hayatı “aile içi ve dışı saldırılarla” kararan binlerce çocuk, “ülke çapında araştırmalar ve alınacak kararlar”la kurtulabilir.

Toplumun güvenliğini ve geleceğini ilgilendiren meselelerde hangi partinin önerge verdiği değil, sonucun en kısa zamanda nasıl alınacağı önem taşır.

Başkanlık, yeni anayasa ve dokunulmazlık konularında da partilerin üste çıkma yarışı konuların esasını gölgeliyor.

Başbakan Davutoğlu “yeni anayasa çalışmalarının Ak Parti içinde hızlandığını, en geç Nisan sonunda tamamlanıp Meclis’e sunulacağını” söyledi. Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda olduğu gibi burada da CHP’yi “ipe un sermekle” suçladı.

Oysa… Daha önce de yazdığım gibi yeni anayasanın Meclis’te kabulü veya referanduma götürülmesinden önce son derece önemli olan şey topluma anlatılmasıdır..

Muhalefet partileri de “karşı çıkma nedenlerini” ekranlarda iktidar partisi ile tartışmalı, halkın kafa karışıklığı giderilmelidir.

Parlamenter sistem yerine “Türkiye’ye özgü, denenmemiş şartlara sahip” bir başka sistem düşünülüyorsa bunu toplumun net şekilde anlaması gerekir.

HDP milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılmasının neden “iktidar-muhalefet çekişmeleri”, birbirini mat etme yarışları gerektirdiğini anlamak ise çok zor. AKP’nin bunu Meclis’teki çoğunluğu ile, 276 milletvekiliyle yapması mümkün, neden yapmıyor?

Yazının devamı...

IŞİD kime yaradı?

IŞİD militanları Kuzey Irak’ta Türk askerlerinin bulunduğu Başika Kampı’na 3. kez saldırdı. Militanların bulunduğu bölgeler obüsle vuruldu.

İki gün önce verilen bu haberi duyunca insan bir kez daha “Türk askeri neden Başika’da” sorusunun cevabını arıyor.

Mesela; Barzani ve Talabani’nin “yeni Kürdistan haritası” hazırlattığı Prof. Halil İsmail’in yaptığı açıklama…

Şöyle diyordu Halil İsmail; “DAEŞ saldırılarından önce Kürdistan coğrafyasının yüzde 52’si peşmergenin, yüzde 48’i Irak ordusunun denetimindeydi. Bu süreçten sonra peşmerge çok ilerledi. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) 30 bin km daha genişledi ve 78 bin km’lik sahanın 71 bin km’sini aldı. DAEŞ’in ortaya çıkmasıyla Kürdistan bölgesi çok daha geniş alana sahip oldu”…

Barzani her yerde!

Demek ki Irak’ta IŞİD’in “Kürdistan bölgesi dedikleri alanın genişlemesine” büyük yararı dokunmuş.

“Irak’ın toprak bütünlüğünden yanayız” diyen ülkelere inat yeni Irak haritası çizen coğrafyacı Halil İsmail, “Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız” diyenlere inat yeni bir Suriye haritası da çizer mi henüz belli değil.

Belli olan şu ki; çizerse bunu isteyen yine Barzani olacaktır. Barzani ile PYD-PKK.

Zira artık “Kürdistan Bölgesi Başkanı” olarak da tanımlanan Barzani bir yandan Irak’ta “Kürdistan’a şimdi çok daha yakınız” der ve topraklarını iyice genişletirken, “Suriye’deki Kürt partilerinin ortak hareket etmekte anlaşmasına” da öncülük ediyor.

Arada bir PYD-PKK’ya çıkışıyor gibi yapsa da (ve terör örgütleri Kürtlerin temsilcisi sayılamazsa da) onlarla birlik olduğunu “Rojova Kürtlerinin birleşmesi düşmana en güzel cevaptır” gibi sözlerle anlatıyor.

Bu yıl Nevruz’u İran-Irak sınırında kutlarken aynı sırada peşmergelerini İran’ın iç kısımlarına gönderiyor ve “bunları İran’daki halklarımıza yanlarında olduğumuz mesajını vermek için yaptık” diyor.

Tek millet, tek amaç

İlişkileri ve tabloyu daha iyi anlamak için; PYD ile birlikte hareket eden Suriye Kürtleri Ulusal Konseyi (ENKS) Başkanı Tahir Sefuk’un sözlerine bakalım.

“Kobani’ye peşmerge gönderilmesinin kendilerine güç verdiğini” söylerken şöyle dedi;

“Yarın da bizim savaşçılarımız Bakur (Türkiye Kürdistanı) ve Rojhılat’a (İran Kürdistanı) gitsin. Bizim düşmanımız aynı, biz tek milletiz ve tek amacımız var.”

Türk askerinin neden Musul’un IŞİD kontrolündeki bölgesine 10 km mesafedeki Başika’da büyük tehlike altında tutulduğuna verilen cevaplar ise ya “PYD-PKK tehdidi altında olan Barzani’ye destek” veya “Barzani peşmergelerini IŞİD’e karşı eğitmek”.

Birincinin doğru olmadığı yukarda anlattığım gelişmelerden belli, ikinciyi ise neden ABD ve AB ülkeleri değil de biz yapıyoruz?

Askerimiz her gün Güneydoğu’da PKK teröründe şehit olurken bir de Irak’ta IŞİD’in karşısında ne işi var?

Dün “Musul’un IŞİD’den geri alınması için ABD ve Irak’ın ortak operasyon başlattığı” haberine gelince… İçinde patlamalar, ölümler bile olsa bunlara inanmıyor, algı operasyonu olduğunu düşünüyorum.

IŞİD “kullanıldı, kullanılıyor” ve “ona karşı savaş” yaptıklarına da dünyayı inandırmaları gerekiyor.

Yazının devamı...

‘İnadına AVM’ diyemezsiniz!

Terör saldırılarının arkasından yapılan slogan türü konuşmalar bir yana “halkı yanlışa sürükleyen” yazı ve konuşmalar rahatsız edici boyutlara ulaştı.

Örneğin “istihbarat ve güvenlik önlemlerinde eksiklik var mıydı” diyenleri neredeyse suçlu ilan edecek yaklaşımlar, açıklamalar… Belçika Brüksel’deki saldırıdan sonra “Bakın onlar bu soruları sormuyor, yönetimleri sorumlu tutmuyor” diyenler de hata içindedir.

“Belçika istihbaratının ve güvenlik önlemlerinin yetersiz kaldığı, bu konularda Fransa’dan bile kötü bir sınav verdikleri” AB medyalarında gazeteciler ve uzmanlar tarafından tartışılmaktadır, izleyenler görürler.

Batı’da eleştiriler

Ayrıca dün yazdığım gibi Türkiye’deki emekli büyükelçi ve güvenlik uzmanları da “Belçika’da radikalleşmeye eğilimli Kuzey Afrika kökenlilerin olduğunu, bu ülkenin PKK gibi terör örgütlerini koruduğunu oysa bütün terör örgütlerinin birbirine destek verdiğini, aynı havuzdan beslendiğini” anlattılar.

Yani Belçika, devlet olarak, hükümet olarak “IŞİD’in terör saldırısını önleyememiş olması nedeniyle” AB’de ve Türkiye’de kıyasıya eleştirildi.

Bu yapılmamış gibi, Türkiye’de kısa aralıklarla olan, PKK ile IŞİD’in dönüşümlü gerçekleştirdiği ve bazılarının istihbaratını ABD, Almanya gibi ülkelerin bizden önce aldığı saldırıları sorgulamak bir hata gibi gösterilemez. Eğer bu ülkeler “Bize günler öncesinden uyarı yapanlar arasında Türk istihbaratı da vardı, devlet kaynaklarından teyit ettik” diyorlarsa, bunu Türkiye’ye açıklamayan, yeterli önlemi almayan sorumluların açıklanması, yaptırım uygulanması istenecektir.

Türkiye’deki fark!

Ayrıca Türkiye’nin AB ülkelerinden çok önemli bir farkı var, onlar için sadece IŞİD tehdidi söz konusuyken Türkiye için onun yanında “artık IŞİD’in canlı ve araçlı bomba taktiklerini uygulayan PKK”, destek veren PYD-YPG, DHKP-C ve daha birçok örgüt var.

Bu teröristlerin sınırı hala nasıl kolayca geçtikleri, tonlarca bombanın hala nasıl ülkeye girdiği, bu bombaları “hangi ülkelerin desteğiyle buldukları” belli değil.

Son olarak Suriye’de Cerablus’tan Türkiye’ye geçmeye çalışan 10 terörist yakalandı, biri “üzerinde patlamaya hazır düzenek olan canlı bomba”...

Sınırlarda ve içerde son günlerde gösterilen dikkat Suriye iç savaşı başladığı günden bu yana gösterilseydi belki o canlı bombalar da eylem yapamadan yakalanacaktı.

Mevcut şartlar altında MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin bir alışveriş merkezine giderek “Ankara halkına söylüyorum, inadına AVM’lere gelin, Allah sizi korur” çağrısının bir zamanlar “radyasyonlu çay içen Bakan”dan farkı yoktur.

“AVM’lerin güvenliğiyle ilgili” doğru sözleri ise MHP Genel Başkan Yardımcılığı’ndan istifa edip genel başkanlığa adaylığını açıklayan Ümit Özdağ söylüyor:

“Bazılarında x ray cihazı bile yok. Deneyimsiz güvenlik elemanları ellerinde dedektörlerle kontrol eder gibi yapıyorlar… Her gün binlerce kişinin girdiği AVM’lerin cihazları, sistemleri eksiksiz olmalı. Polis ve Jandarmaya da buralarda güvenliği sağlama yetkisi verilmeli”…

Sayısız AVM varken bu işin ihmali olamaz!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.