Şampiy10
Magazin
Gündem

Dünyayı saran terör!

Avrupa Birliği’nin merkezi ve Belçika’nın başkenti Brüksel’de dün yaşanan bombalı saldırıları IŞİD üstlendi.

Akşam saatlerinde gelen bilgilere göre bu patlamalarda toplam 34 kişi hayatını kaybetti, yaralı sayısı ise 170’e yükseldi.

Terör saldırısının ardından Belçika’nın Ankara Büyükelçiliği ve İstanbul’daki Başkonsolosluğu’nun kapatıldığı açıklanmıştı.

Bunda son “PKK çadırı” olayının ve Türkiye’nin tepkisinin rolü var mı bilmiyoruz.

Işid’in son tehdidi

Belçika saldırısından sonra IŞİD bir twitter hesabından yaptığı tehditte “Başka bombaların patlayacağını, Belçika ve Almanya’nın bu bombaların hedefinde olduğunu” bildirdi.

IŞİD tehdidinde “Siz bizi doğuda bombalıyorsunuz, biz de sizi batıda bombalayacağız” diyor.

Emekli Büyükelçi Özdem Sanberk Vatan’a yaptığı açıklamada “Belçika ve Fransa’da Kuzey Afrika örgütlenmesinin yıllardır var olduğunu, Kuzey Afrika kökenlilerin içinde radikal olmaya meyilli çok sayıda insan olduğunu” söyledi.

“Bu olaydan sonra AB’nin kapılarını mültecilere iyice kapatacağı” vurgusunu yaptı.

AB’nin terör tehlikesinin arttığını gösteren bu saldırı ve tehditler nedeniyle özellikle Suriye, Irak, Afganistan, Cezayir gibi ülkelerden gelen göçmenleri tümüyle sınır dışı etmesi beklenen bir adımdır.

Bunu yaptıklarında, gösterilen tek adres Türkiye olduğuna göre Türkiye için tehlike ne olacak?

AB ülkeleri güvenlik önlemlerine bunu dahil ederken Türkiye Avrupa’dan çıkarılan “radikallerin de içinde olduğu” göçmenleri alarak kendi tehlikesini arttırmış olmayacak mı?

Pkk-Işid işbirliği

Güvenlik uzmanı Mete Yarar dün “Belçika’nın terör örgütlerine destek verdiğini, bu ülkedeki en büyük örgüt PKK’nın bunun net örneği olduğunu” söylerken çok önemli ve benim sık sık değindiğim bir noktaya da dikkat çekti.

“Terör örgütleri birbirinden farklı görünür ama hepsi aynı havuzdan beslenir.

Yani PKK dışında bir terör örgütü sahte pasaport çıkaracaksa işbirliği yapar. Avrupa genelde PKK’ya sıcak bakıyor ama bu diğer örgütlerin yapılanmasına fırsat veriyor”…

Son derece doğru bir analiz bu. Avrupa ülkeleri ve ABD Suriye’de PYD-PKK’ya uzun süredir destek veriyor.

ABD Suriye’nin kuzeyinde bir “PYD-PKK devleti” kurulma noktasına gelinene kadar desteğini sürdürdü.

İkiyüzlü siyaset

Şimdi hala “IŞİD’e karşı etkili grupları destekleyeceğiz” demeyi sürdürüyor.

Bu gruplar “PYD ve PKK”dır. Türkiye’de dönüşümlü yaptıkları terör saldırılarına ve Suriye’de savaşıyor görünürken yardımlaşmalarına bakılırsa ABD Afganistan’da Taliban’la yaptığı yanlışı tekrarlamaktadır.

Terör örgütlerinin iyisi, kötüsü, benimki, seninki ayırımı olmayacağı hepsinin eylemleriyle açıkça ortadadır.

Bütün ülkeler tüm terör örgütlerine aynı gözle bakmadıkça, kendi hesabı peşinde koşan herkes bunun zararını görecek, maalesef bu zararın bedelini toplumlar ödeyecektir.

Yazının devamı...

Suriye havası yaratılıyor!

Dün İtalya’nın Milano şehrinde PKK’lıların Türk Başkonsolosluğu’na sis bombaları ve ateşle saldırdığı haberi geldi.

Güneydoğu’da Nusaybin’de PKK çatışmalarında 3 güvenlik görevlisi şehit olmuştu, Pazar günü 1 polis şehit, 7 yaralı olduğunu öğrendik. Belçika, başkenti Brüksel’de toplantının yapılacağı binanın yanında terör örgütü PKK’nın çadır kurmasına ve Öcalan posterleri asmasına izin veriyor.

Milano’da Başkonsolosluğumuza saldırı yapıldığında çevrede İtalyan polisi yok.

Bu da AB ülkelerinin kendilerini “IŞİD başta olmak üzere” terör örgütlerinin eylemlerinden ve mültecilerin sıkıntılarından kurtarmak için Türkiye’ye dayattıkları (Türkiye’nin de neden kabul ettiğine akıl sır ermeyen) acımasız anlaşmaya rağmen hala Türkiye’yedeki terör eylemlerine nasıl kayıtsız olduklarını gösteriyor.

Aslında sadece kayıtsız kalmak da değil, PYD-PKK’ya “IŞİD’le savaş” bahanesiyle her tür desteği sağladıkları da ortadadır.

Mülteci gibi giriyor

DAEŞ veya IŞİD denilen bu kanlı örgütün “PYD ile çarpıştığı” haberleri inandırıcılıktan son derece uzaktır.

Suriye’de PYD ile veya Esad yönetimiyle ilişkilerinin karanlık olmasının yanında IŞİD’in Suruç saldırısından başlayarak Diyarbakır, Ankara Garı, son İstanbul canlı bomba saldırısı ve Türkiye’deki diğer bombalı saldırı girişimleri, PKK ile dönüşümlü yaptıkları terör eylemleri önemle araştırılması gereken konulardır.

Son Ankara eylemindeki bombacı katil Suriye’den Türkiye’ye “mülteci gibi” girmişti.

İstanbul İstiklal Caddesi saldırısını yapan canlı bombanın da Suriye’ye geçip geri döndüğü anlaşıldı.

Bu bilgiler ülkemizdeki terör saldırılarında istihbarat ve güvenlik zafiyetini, halkın uyarılmamasındaki yanlışı gösterdiği gibi “sınırlardan rahatça mülteci gibi giriş çıkış yapanların” da ne kadar büyük bir tehlike yarattığını gösteriyor. Aynı zamanda Türkiye’yi Suriye kaosuna çevirmek için Suriye’den verilen desteği de…

Hangi kirli hesaplar?

Cumhurbaşkanı Erdoğan “PKK, DAİŞ gibi terör örgütleri niçin ülkemizi hedef alıyor diye düşündüğümüzde karşımıza başka güçler ve onların kirli hesapları olduğu görülüyor” dedi.

PKK’nın neden teröre devam ettiği ve şehirlere yaydığı; Suriye’de PYD-PKK’nın, Irak’ta ise Barzani’nin “Kürdistan devleti ilanına çok yaklaştıklarını” gösteren gelişmeler anlatıyor. Barzani son olarak “ABD heyetiyle” görüştükten sonra “PYD Lideri” Salih Müslim’le görüşmüş ve “Askeri kamplarda eğitilen Rojovalı peşmergelerin Rojova’ya döneceğini” ve “PYD ile birlikte IŞİD’e karşı savaşacağını” açıklamış.

“IŞİD’le savaş” sık sık söylendiği gibi “her kapıyı açan anahtar deyim” haline geldi. Rusya, ABD, AB ülkeleri bu mazereti kullanarak PYD-PKK’yı desteklediler, Suriye’de özerklik hatta bağımsızlık ilanı aşamasına taşıdılar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söz ettiği “başka güçler ve kirli hesaplar” bu mudur, değilse nedir, bunun artık açıklanması Türkiye’de Ankara, İstanbul’a kadar yaydırılan terörün anlaşılmasını sağlar.

IŞİD’in Türkiye’de bu eylemleri hangi nedenle ve PKK ile dönüşümlü yaptığı cevap bekleyen ilk sorudur!

Yazının devamı...

Uyarmayan sorumlu cezalandırılsın!

Beş ay içinde başkent Ankara’da 3, İstanbul’da bir ve toplam 4 bombalı saldırı yapıldı.

Dün Taksim İstiklal Caddesindeki canlı bomba saldırısında “açıklamalara göre” 4 vatandaşımız hayatını kaybetti, 36 yaralı olduğu ve bu yaralıların 7’sinin durumunun ağır olduğu bildirildi.

İki gün önce Almanya ve ABD’nin “hafta sonu İstanbul’da olacağının bilgisini edindikleri ve kendi vatandaşlarına uyarı yaptıklarını” yazmış, bizim birimler neden uyarmıyor diye sormuştum.

Daha önce de birkaç kez “panik olur düşüncesiyle ihbarları, duyumları saklamak yanlış, AB ülkeleri anında bu bilgileri halkla paylaşıyor” diye yazdım.

Net açıkladılar

Hiç değilse “Böyle bir ihtimal var, dikkatli olun, bu semtten uzak durun” benzeri bir uyarı her iki saldırı öncesi de yapılabilirdi.

Almanya Dışişleri Bakanlığı “terör tehdidi” nedeniyle okul ve temsilciliklerini günler öncesinden kapattı. Tehdidin özellikle Taksim bölgesine yönelik olduğu da açıklandı.

Tehlikenin ne kadar süreceğinin belli olmadığını da bildirdi.

Der Spiegel dergisinde yayınlanan haberde Alman İstihbaratına “MİT, ABD İstihbaratı CIA ve Kürtler’den Çarşamba akşamı birer uyarı geldiği”, hafta sonunda bombalı saldırı olabileceği belirtilmişti.

Vali’nin sözleri!

Almanya ve ABD bu bilgileri İstanbul’da yaşayan vatandaşlarıyla paylaştı.

Aynen son Ankara saldırısında ABD’nin “saldırının olacağı bölgeyi de belirterek” önceden vatandaşlarını uyarması gibi..

ABD ve Almanya’nın uyarıları ve aldıkları önlemlere karşılık o sıralarda İstanbul Valisi Vasip Şahin “Vatandaşlarımızı abartılı birtakım haberlerle veya duyumlarla paniğe sevk edici bu tür davranışları doğru bulmuyoruz” açıklaması yaptı.

Olaydan sonra ise ekranlarda başı öne eğik vaziyette “ölen ve yaralanan vatandaşların sayısını” açıkladı.

Yine olaydan sonra Emniyet Genel Müdürü hala TV’de “Toplumu panik ve korkuya sevk etmek için kasten yayılmaya çalışılan asılsız haberlere itibar etmeyin” diyordu.

Bunları söylemeye hakkı olmayan ve asıl kendi yanıltmalarıyla halk için tehlike yaratan Vali ve Emniyet Müdürü, konuşmak yerine görevlerini yapmalı ve halkı uyarmanın yanında “belirtilen tehlikeli bölgelerde kuş uçurtmayacak önlemleri” almalıydılar.

Mit uyardıysa…

Almanya’yı önceden uyaranlar arasında “MİT’in de olduğu” açıklandığına, Ankara saldırısı öncesi uyarı yapan ABD “Türk makamlarından teyit ettik” dediğine göre MİT ve bu makamların Türk vatandaşlarına aynı uyarıları, hatta diğerlerinden önce yapmaması nasıl açıklanabilir?

Daha önceki saldırılarda “İstihbarat ve önlem eksikliği var mı” tartışması yapılıyordu, artık tereddüte yer bırakmayacak şekilde “bu eksiklerin olduğu” ortadadır.

MİT’in zafiyeti sosyal medyada artık “Almanya’nın uyarısından sonra MİT de binasını boşaltıyor” esprileri üretilmesine neden oluyor.

Bu kurumun, Emniyet, İçişleri Bakanlığı, Valiliklerin şehirlerdeki saldırılarda, özellikle son Ankara ve İstanbul saldırılarında açık zafiyeti görülmüştür ve bunun yaptırımı olmalıdır.

Terör tehlikesi sürüyor, herkes kendi önlemini almak zorunda!

Yazının devamı...

AB’nin acımasız planı!

Türkiye’nin nüfusu 80 milyona, trafikteki araç sayısı 20 milyonun üstüne çıkmasaydı acaba “başta şiddet, terör ve trafik kazaları” olmak üzere bugün uğraştığımız tüm sorunlar böylesine artar mıydı?

Eğitim sıkıntılarını, yoksulluk ve açlık sınırındaki vatandaşlarımızın sayısını azaltmak çok daha kolay olmaz mıydı?

Türkiye hızla artan nüfusuna ve bu sorunlarına rağmen Suriye, Irak, Afganistan, Pakistan demeden yıllardır sığınmacı kabul ediyor. Sadece Suriye iç savaşından sonra gelen mültecilerin sayısı 3 milyona yakın…

Ege’den Avrupa’ya geçmek için her şeyi göze alan göçmenlerin yüzlercesi, bebekler, hamile kadınlar batan botlarda hayatını kaybetti. Avrupa Birliği ise kendi sınırlarını korumak için sığınmacılara “ateş etmek dahil” her şiddeti uyguladığı gibi, Türkiye’ye kendi ülkelerine geçmiş yüz binlerce göçmeni daha geri göndermenin peşine düştü.

Eşik bekçisi!

Birleşmiş Milletler defalarca ve sert şekilde “AB ülkelerindeki göçmenleri toplu olarak Türkiye’ye göndermenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ve uluslar arası yasalara aykırı olduğu” uyarısını yaptı.

BM bunu yaparken “İnsan hakları konusunda yasalar yapan AB ülkeleri insan haklarını ve yasaları bu şekilde ihlal edemez.Türkiye’yi ‘eşik bekçisi’ yaparak kendi sorumluluğunu Türkiye’ye yükleyemez” dedi.

Hayrettir ki kendi kurallarını ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini aday ülkelere her fırsatta dayatan AB, Birleşmiş Milletler’in bu uyarılarından hiç etkilenmedi.

Türkiye’nin isteklerini “şantaj” olarak değerlendiren Avrupa ile Türkiye’nin dün “AB’nin mülteci sıkıntısını yok etmek üzere” anlaşmaya vardıkları açıklandı.

72 Bin pazarlığı…

Bu anlaşma bittiğinde, zaten 3 milyon mülteciyi almış olan Türkiye, 4 Nisan’dan itibaren “AB ülkelerine yasa dışı olarak geçmiş olan 1 milyona yakın sığınmacı”yı daha alacak. Son 3 yılda Türkiye’de 150 bin Suriyeli bebek doğduğuna göre bu mültecilerin nüfusunun artma hızı düşünülmüyor.

Ege’den bot maceralarının önlemediği, önlense bile mültecilerin “Bulgaristan sınırından, Karadeniz’den nasılsa bir yol buluruz. Teknelerde boğulmayı göze alanlar bunu mu yapmayacak” dediği akla gelmiyor.

Türk Hükümeti “AB’ye yasa dışı geçenleri alırız ama siz de Türkiye’deki sığınmacılardan alın” teklifine ise AB uzun tartışmalardan sonra “Bu yıl için 72 bin sığınmacı alırız” cevabını verdi.

Oy kullanma hakkı!

Onların elini bu kadar güçlü yapan, milyonlara karşılık “on binler”den söz etmelerini kabul ettiren sebep nedir bilmiyoruz. Sonuçta Türkiye “çoğunun bir daha Türkiye’den ayrılmayacağı bilinen” 4 milyon göçmenin tüm sorunlarıyla karşı karşıkarşıyadır. Başbakan Davutoğlu “AB ve Türkiye’nin amaçları aynı, Suriyeli mültecilere yardım etmek” diyor ama AB’nin niyetinin bunun tamamen aksi olduğu bellidir.

AB’de kalabilenlere ise; Türkiye’de yapılacağı bildirilen, 5 yıllık ikamet süresi dolanlara “vatandaşlık ve oy kullanma hakkı” verilmeyeceği de şüphe götürmez..

Ülkemiz için yanlış görünen bu anlaşma AB’nin, kendi çıkarlarını korumak için ne kadar acımasız olabileceğini gösteriyor.

Yazının devamı...

Türkiye’deki terörün asıl nedeni!

Türkiye Brüksel’de “AB ülkelerini göçmenlerden tümüyle kurtarmak için” düzenlenmiş bir anlaşmayla meşgul edilirken Suriye sınırında önemli bir adım atıldı.

Daha önce Barzani öncülüğünde yapılan Duhok Anlaşmasıyla Kobani, Cezire ve Afrin kantonlarının birleştiği ve bunun “Suriye Kürdistanı’nın ilanı anlamına geldiği” açıklanmıştı. Rusya ve ABD “PKK’nın Suriye kolu PYD”nin Kuzey Suriye’de Doğu’dan Batı’ya, Hatay yakınına kadar ilerlemesine ve Suriye’nin de bölünmesine” yardımcı oldu.

İsrail Savunma Bakanı “Suriye’yi tek parça tutacak hiçbir yol kalmamıştır, bölgedeki sorunlar ancak Kürtlerin devlet sahibi olmasıyla çözülür. Bunun zamanı gelmiştir” dedikten bir gün sonra ABD enteresan bir karşı çıkış yaptı.

Algı operasyonları!

“PKK-PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde federasyon ilan etmeye hazırlandığı” sorularına “Suriye’de özerk ya da yarı özerk hiçbir bölgeyi tanımayacağız. Suriye’nin bütünlüğünü koruyacak bir yönetimi destekleriz” dedi.

Açıklama “Ama Suriyeliler karar verirse karışmayız” sözleriyle bitiyor.

Suriye’nin BM Daimi Temsilcisi Beşar Caferi de “Federal yönetim modeli” için “Suriyeliler arasında bölünme yaratacak girişimlere onay verilmeyeceğini” söyledi.

Bunların hepsi kafaları karıştırmaya yönelik açıklamalardır. PYD koca bir bölgeyi ele geçirirken ona yardımcı olan ABD’nin mevcut durumda “özerk bölgeyi tanıyıp tanımaması” neyi değiştirir, kantonları geri mi alacak?

Suriye iç savaşı başladıktan kısa süre sonra Türkiye’nin “muhalifleri desteklemesine kızarak” kuzey illerini PYD’ye bırakan ve ilerlemesine yardımcı olan zaten Esad’ın kendisi değil mi?

Kantonları birleştirmek için önemli olan Kobani’de “IŞİD ile savaşıyor havası” yaratarak Türkiye’den bile destek alan PYD-PKK, nedense yine kritik konumdaki Tel Abyad’ı IŞİD’den “hiç çatışma olmadan” almıştı.

Esad muhaliflerini desteklediğini söyleyen ABD’nin “muhalifleri bombalayan PYD-Rusya-Esad üçlüsü”ne neden destek verdiği ise bir başka cevapsız bir sorudur.

Bu ittifak sonucunda Suriye “Tüm teröristleri temizledik, hepsini Türkiye’ye sürdük” açıklaması yaptı.

Ve federasyon ilanı!

Yine ilginç bir tesadüf (!), aynı günlerde Irak BKY Başkanı Mesut Barzani “Kürt devletine hiç olmadığımız kadar yakınız”dan başlayıp:

“Ortadoğu’da sınırların yeniden çizilme zamanı geldiğine” vurgular yaparak “Bir Kürt devleti kurulmasının zamanı geldiğini” söylüyordu. Tesadüfler bitmiyor, dün Suriyeli Kürtler (PYD-PKK daha doğru), ABD’nin ve Türkiye’nin tepkilerini umursamadan; “Türkiye sınırı boyunca yer alan bölgede kantonların birleştirilmesini ve federal sistemin kurulmasını” onayladı. Yani Rusya’nın askerlerini kısmen çekmesi, projenin de kısmen bitmesi demek oluyor. Türkiye’de şehirlere yayılan PKK terörü Suriye ve Irak’taki bu gelişmelerle çok yakından ilişkilidir ve HDP’lilerin dokunulmazlığını kaldırmak da küresel çaptaki bu projeye hiçbir etki yapmayacaktır.

Tekrarlayayım; ancak büyük resmi önümüze koyarak ve böyle riskli bir dönemde yeni mülteci sorunları yaratmayarak çözüm üretebiliriz.

Yazının devamı...

Büyük resmi görmeliyiz!

Son Ankara saldırısı bizi yeni çözüm arayışlarına iterken Batı ülkelerini de iyice telaşlandırmış görünüyor.

Onların telaşı “Türkiye’ye ne olacak” sorusundan çok “Bize ne olacak, bu kaos AB’ye de sıçrar mı” çerçevesinde…

Pazartesi günü Independent gazetesi “Ankara’daki bombalı saldırı Batı ülkelerinin başkentlerinde de alarma yol açacaktır. Zira bir NATO üyesi olan Türkiye uzun süredir Avrupa ile ‘Suriye-Irak ve ötesi” arasında bir tampon bölge olarak görülüyordu” diye yazdı.

“Veto ederiz”

Doğrusu, PYD-YPG-PKK’ya her tür desteği veren Rusya, ABD ve AB ülkelerinin, Türkiye’deki korkunç terör saldırılarının ardından taziye mesajları yayınlaması artık komediye dönen bir çelişkidir.

Türkiye’yi “terör ve mezhep savaşları içinden çıkamayan Ortadoğu ülkeleriyle aralarında “tüm tehlikelerle kendi içinde boğuşacak bir tampon bölge” olarak gören Batı ülkelerinin bizi saf yerine koymasına tepki göstermek için neyi bekliyoruz? Biz “Avrupa yolunda ilerleyen bir ülkeyiz ve Haziran’da serbest dolaşım hakkı alacağız” açıklaması yaparken birçok ülke şimdiden “bunu kabul etmeyeceklerini” açıkladı.

İngiltere Maliye Bakanı Osborne “Türkiye’nin üyeliği yakın zamanda hesapta yok. Bizim de bu konuda veto hakkımız var, AB’ye yeni üye kabul etmeyeceğimizi ve dolaşım hakkı verilmeyeceğini ifade ettik” dedi. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Anastasiadis de daha önceki sözlerini tekrarlayarak “Türkiye için yeni fasılların açılmasına izin vermeyeceklerini” söyledi.

Rusya-ABD anlaşmaları

Suriye’de Türkiye sınırı boyunca ABD ve Rusya’nın da desteğiyle “Arapları, Türkmenleri, muhalifleri katlederek, göçe zorlayarak ilerleyen PYD-YPG’nin PKK’nın Suriye kolu olduğu ortadadır.

ABD bunu çok iyi biliyor, istihbarat sitelerine koyuyor ve YPG içindeki ABD askerleri de açıklıyor. Putin, Obama ile görüştükten sonra “Suriye’deki hava gücünü çekmeye hazırlandığını” açıkladı.

Bu konuşmada Obama’ya “Suriye’de koydukları hedefe ulaştıklarını, artık tarafların kalıcı barışı sağlama çabalarna destek verilmesi gerektiğini” söylemiş.

Koydukları hedef neydi acaba? “IŞİD’le mücadele için hedefleri vuruyoruz” dediklerine göre IŞİD bitti mi? Yoksa muhalifler istedikleri kıvama mı geldi?

İsrail ve Kürt devleti

PYD’nin Kuzey Suriye’de kantonlar ilan etmesine ve sonunda “Hatay-Kilis sınırı”na en yakın mesafeye dayanmasına Rusya ve ABD hava, silah ve her tür destekle yardımcı oldu.

Geriye sadece Cerablus-Azez hattı kaldı. Rusya “Suriye’den hava gücünü çekeceğini” açıklarken (tesadüf bu ya) İsrail’den önemli bir açıklama geldi ki ABD’nin aynı görüşte olmadığını kimse iddia edemez.

İsrail Savunma Bakanı “Suriye’yi tek parça tutacak hiçbir yol kalmadığını, bölgedeki sorunların çözümü için Kürtlerin devlet sahibi olması gerektiğini” söyledi.

Suriye’de ve Türkiye sınırında “yürütülen plan”ın, binlerce kişinin ölmesinin, mülteciler konusunun da en önemli parçalarından biri budur. Son iki Ankara saldırısını yapan teröristlerin YPG tarafından eğitilmesi, her ikisinin Suriye bağlantısı “büyük resmi” görmemizi zorunlu kılıyor!

Yazının devamı...

Şehirlerde güvenlik ABD ve AB!

Başkent Ankara son beş ayda 3’üncü, son 25 günde 2’inci bombalı terör saldırısını yaşadı, Pazar günü gerçekleşen saldırıda 35 vatandaşımızın hayatını kaybettiği, 125 yaralı olduğu açıklandı.

Aralarında gencecik öğrencilerin olduğu yüzlerce vatandaşımız alçak terör eylemlerinin kurbanı oluyor. Türkiye’nin başkentinde, en merkezi bölgelerde yapılan saldırılar adeta “devlete meydan okuma” havasında gerçekleştiriliyor.

Pazar günü saat 17 sıralarında, patlamadan kısa süre önce Vatan internet sitesine alınmış bulunan “ABD’nin Büyükelçilik sitesindeki ABD vatandaşlarına Güvenlik Mesajı’nı” okudum.

ABD vatandaşlarını uyardı!

Mesaj kendi sitelerinde ve “sadece kendi vatandaşlarını uyaracak şekilde” yazılmıştı.

İçinde Türk hükümetine ait bina ve lojmanların olduğu Bahçelievler bölgesinde bir terör saldırısı olabileceği yönünde Büyükelçiliğin elinde bilgiler olduğu” söylenerek vatandaşları uyarılıyordu.

Bu mesajdan kısa süre sonra, 18.45’te Kızılay saldırısı olduğunda doğal olarak tepkiler görüldü.

Bunun üzerine ABD Büyükelçiliği ikinci bir açıklama yaptı ve “Türk hükümetinden herhangi bir tehdit bilgisi edindiğimizde bunu vatandaşlarımızla paylaşıyoruz. Verdiğimiz haberi Türk makamlarından teyit ettik” dedi.

İlk değildir, bundan önce de ABD’nin kendi vatandaşlarını uyardığı “tehlike mesajlarını” bizlerin duymadığı oldu.

Eksik nedir?

İstihbarat eksikliği olup olmadığı ile ilgili sorular her saldırıdan sonra sorulur, tartışılır.

Çok sayıda insanımızın hayatını kaybettiği terör eylemlerinin arkasından haber kanallarında konuşanlar saatlerce hep aynı sözleri, daha önce yapılmış konuşmaları tekrarlıyorlar.

“Bu saldırının tüm Türkiye’ye yapıldığı, terör örgütünün eylemleri şehirlere indirdiği, terörün bizi yıldıramayacağı, teröre karşı tek vücut olacağımız, milleti sağduyuya davet etmek, endişe etmeyin demek, terörü lanetlemek” gibi açıklamalar doğrudur ama çözüm değildir.

Batı ülkeleri böyle bir “terör saldırısı ihtimali” olduğunda söz konusu bölgeleri derhal ve bazen günlerce kapatıyor.

Can güvenliğini sağlamak!

Vatandaşlar korkacak, sokağa çıkmayacak, terör örgütü amaca ulaşacak gibi konuları düşünmüyor, halkın güvenliği her şeyin önüne geçiyor.

Terörü Güneydoğu’dan çıkararak canlı bomba saldırılarıyla ülke çapına yaymak ve Türkiye genelinde bir “Suriye’deki savaş havasını” yaratmak PKK’nın uzun süredir yaratmaya çalıştığı tablodur.

Diğer tarafta Türkiye sadece PKK eylemleriyle değil, sınırlardan sızarak, mültecilerle girerek ülkeye dağılmış birçok terör örgütünün tehdidiyle karşı karşıyadır. Bu bilindiğine göre, istihbaratı geldiğine göre, ABD’nin kendi vatandaşlarına yaptığı uyarının, aynı gün Ankara halkına da yapılması gerekmez miydi? Hükümet bu konuyu (bundan sonraki ihbarlar için de) araştırmalı, sorumluları bulmalı değil mi?

Toplumu kahreden bu saldırılar olurken Merkel ve AB hala ve hiç yüzleri kızarmadan Türkiye’yi “kendilerini mültecilerden kurtarması için” ikna görüşmeleri yapıyor. Büyük bir hatanın eşiğinden dönme şansımız hala var, bunu kullanalım!

Yazının devamı...

Erken seçim ihtimali ‘sıfır’ mı?

“Yeni anayasa” konusunda iktidar ve muhalefet partilerinin anlaşması neredeyse imkansız görünüyor.

Partiler aralarında “masadan kalkma-kalkmama” tartışması yaparken, öncelikle “Türkiye’de uygulanmak istenen başkanlık modeli nedir” sorusunun cevabını halkın bilmesi gerektiğini unutuyorlar.

Komisyonda anlaşma olmadığı takdirde (ki böyle olacağı netleşmiş gibi) iktidar partisi “Meclis’e getireceği anayasa taslağı” ile referanduma gitme kararı alacak.

“Diğer partiler çekilse dahi iktidar partisinin yola devam edebileceğini, Meclis’e bir anayasa taslağı getirebileceğini” bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan söyledi.

Fevkalade durum!

Erdoğan aynı konuşmada ve daha önce başka konuşmalarında da “Ben erken seçimden yana olmayan bir insanım. Fevkalade durumlar olur, o zaman farklı” demişti.

Bu söylendiğinde “fevkalade durumlar”ın neleri kapsadığı gayet soyut ve göreceli bir hale gelir.

Örneğin şu anda muhalefet partilerine “Türkiye’nin en öncelikli, en önemli sorunu yeni anayasa ve başkanlık sisteminin gelmesi midir, bu nedenle bir referandum, o da olmazsa bir erken seçim daha yapılmalı mı” diye sorsanız toplu olarak “Tabii ki hayır” cevabı vereceklerdir.

Soruyu Ak Parti, Hükümet ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sorduğunuzda ise cevap büyük ihtimalle “Evet” olacaktır.

Demek ki, Anayasa Uzlaşma Komisyonu ve referandum ihtimalleri gerçekleşmezse, erken seçim ihtimali ortaya çıkabilir.

Referandum veya seçim olması halinde acaba “Tek partinin Meclis çoğunluğu tarafından kabul edilerek halkın oylamasına sunulacak” olan yeni anayasa metnini ve uygulanacak başkanlık sistemini o halk nasıl öğrenecek, bilmediği takdirde nasıl oylayacak?

‘Başkanlık’ta muhalefet

Anayasa hukukçuları “ABD dışında dünyada yozlaşmamış bir başkanlık yoktur. ABD’de ise 2 meclis, eyalet valileri ve güçlü- kimsenin itiraz edemediği bir yargı başkanı denetler” diyor.

Başkanlık sisteminde “muhalefet partilerinin hiç etkisi kalmadığını” eklemeyi unutmuyorlar.

Hep hatırlatıyoruz, bu durumda endişeleri gidermek için Türkiye’de söz konusu olan başkanlık sisteminde “parlamento ve muhalefet partileri”nin ne olacağı, diğer başkanlıklarda 2 meclis varken bizde “tek meclis”le farkın ne olacağı, başkan kararnamelerinin neleri kapsayabileceği, Meclis’i feshetme yetkisi, yargıya etkileri, denetim mekanizmaları ne olur gibi soruların cevaplanması şarttır.

Seçimde muhalefet!

Eğer “fevkalade bir durum sonucu” erken seçim ihtimali ortaya çıkarsa, muhalefet partileri için de fevkalade bir durum olur mu?

Mesela bazı anket sonuçları “HDP ile MHP’nin baraj altında kalacağını” gösterdi , HDP “seçim vaatlerini tutmadığı, PKK terörünü desteklediği için” baraj altında kalabilir, ya MHP?

MHP neden 4’üncü parti konumuna gerilediğini, olası bir seçimde ne kadar oy alabileceğini sorguladı mı?

Bahçeli, “olağanüstü kongreyi 2018’e bırakmak neyi kurtarır”, düşündü mü?

Kılıçdaroğlu’nun aklına, “değişime direndiği” kongresinin sonucuyla yüzde 25’i nasıl aşacak sorusu geliyor mu?

Oturup düşünmelerinin tam zamanıdır!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.