Şampiy10
Magazin
Gündem

AYM tartışması ve endişeler!

PKK şehirlerdeki terör eylemlerine devam ediyor, Diyarbakır Sur ve Şırnak İdil’de operasyonlar da sürüyor.

İçişleri Bakanı Efkan Ala, Demirtaş’ın yazdan bu yana yüzlerce şehit verildikten, yüzlerce sivil vatandaş bombalı saldırılarda hayatını kaybettikten sonra “operasyonları durdururlarsa terörü durduracağız” diyerek Sur’a yürüyüş için halkı sokağa çağırmasına verdiği cevapta “Bunun provokasyon olduğunu ve yapanların sonuçlarına katlanacağını” açıkladı.

Sur ve diğer ilçeleri yazdan bu yana savaş meydanına, harabeye çeviren terör örgütü ile “terörün duracağı” garantisi verecek kadar yakın ilişkide olan HDP’nin bugüne kadar “Kobani’de olan burada da olacak” derken şimdi “barışçıl tavır” takınması da halkın gerçeği daha iyi görmesini sağlıyor.

Yakalanan PKK’lıların bile “Halk PKK eylemlerine destek vermedi” dediği terör eylemlerini meşru göstermeye çalışan bir siyasi partinin insanları devlete karşı eyleme çağırması kabul edilir bir durum değildir.

Hukuk kaosu

Cumhurbaşkanı Erdoğan Batı Afrika gezisine çıkarken “Ben biliyorsunuz yola çıkıyorum, ortalık çalkalanabilir” demişti, gerçekten de çalkantıların arttığı günler içindeyiz.

Erdoğan’ın gitmeden önce Anayasa Mahkemesi’nin Can Dündar ve Erdem Gül için verdiği karara ve bunun üzerine mahkemenin “tahliye kararı” vermesine itiraz eden sözleri, en üst yargı organı olan “Anayasa Mahkemesi” ile ilgili çok önemli bir tartışmayı başlattı.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerini destekleyerek “Anayasa Mahkemesi kararının Anayasa’yı ihlal olduğunu, alt mahkemeye baskı ve müdahale olduğunu” söyledi.

Bu tepkilere karşılık AYM Başkanı Zühtü Arslan “Mahkeme kararları elbette eleştirİlebilir. Bu eleştirilere saygı duyuyoruz” dedikten sonra şunları söyledi;

“Biz işimizi yapıyoruz (…) Kınayanın kınaması da, övenin övgüsü de AYM’yi etkilemez. AYM’nin, Anayasa’nın ve kanunların kendisine verdiği yetkileri kullanarak verdiği kararlar herkesi ve her kurumu bağlamaktadır. Bu bir Anayasa kuralıdır.”

Yeni endişeler!

Hukuk devleti olmanın şartlarının başında gelen Anayasa Mahkemesi’nin birinci görevi “temel hak ve özgürlüklerin korunması”dır.

Yasama, yürütme kararlarını, milletvekili dokunulmazlığıyla ilgili kararları da denetleyen AYM “özgürlüklerin korunması”yla ilgili ihlallerde de karar verme hakkına sahiptir.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, kendisine sorulan “Cumhurbaşkanı’nın ‘uymuyorum’ sözleri” ile ilgili soruya; “Bu karar Cumhurbaşkanımıza uygulanan bir karar mı? Bireysel bir karar ve sadece başvuranlarla ilgili bir karardır” cevabını verdi.

Anayasa Mahkemesiyle ilgili bu tartışmaların toplumda yeni endişelere yol açtığını da belirtmek lazım. Birçok kişiden “Acaba başkanlık sisteminde yüksek yargının durumu ne olacak? Anayasa Mahkemesi’ni veya bireysel başvuru hakkını kaldırabilirler mi” soruları geliyor.

Dış politika, terör, çok ciddi bir mülteci sorunu gibi konularla ilgilenmemiz gereken bir dönemde en yüksek yargı mercii olan AYM ile ilgili bu tartışma ve endişeler acilen ortadan kaldırılmalıdır!

Yazının devamı...

Ciddiyetin tam zamanı!

Deniz Baykal CHP’nin içinden kendisine gelen eleştiriler için “Ciddi olun. Türkiye’yi konuşuyoruz. İki hafta önceki açıklamalarıma herkes şaşırdı. Ben Türkiye’nin çıkarlarını düşündüm” dedi.

Baykal’ın son zamanlardaki yalpalamalarına, partilerdeki lider sorunu ve “iç demokrasi eksikliği”ne, ülke en zor dönemlerinden birinin içindeyken yapılan konuşmalara bakınca insan gerçekten de ciddiyetin tam zamanı diye düşünüyor. Artık galiba siyasetçiler halkın “hafızasını tümüyle kaybettiğini” sanıyor ve hemen her konuda olaylar açıkça saptırılıyor.

Değişim böyle olmaz

Baykal televizyonda kendi partisinin politikalarını adeta “bir rakip partinin milletvekili” havasında eleştirirken “Artık kritik bir sürece giriyoruz. CHP’de yönetilme sorunu var, köklü bir değişim olmalı” sözleriyle neredeyse “Kılıçdaroğlu geriye çekilmeli, ben gelmeliyim” anlamına gelecek bir konuşma yapmıştı.

Öyle ki Başbakan Davutoğlu “Baykal’a teşekkür etti”, bir başka TV programında da kendisine “Genel başkanlığa hazırlık mı yaptığı” soruldu.

Deniz Baykal’ın böyle bir ümidi hala olabilir ama öncelikle; bu ümidin gerçekleşmesi CHP’ye söz ettiği “değişim”i kesinlikle getiremez. Buna rağmen genel başkanlık hayali devam ediyorsa, o zaman da bu açıklamaları CHP Kurultayı’ndan önce veya Kurultay sırasında yapmalıydı.“Ülkenin çıkarını düşünmek” bunu gerektirirdi.

İstifayı düşünmek!

Kılıçdaroğlu ise “Baykal’ın konuşmaları ve istifayı düşünüp düşünmediği” sorulduğunda, istifayı düşünmediği cevabını verdikten sonra şöyle dedi; “Bizim partimiz demokrasinin en güzel şekilde yaşandığı partidir. Elbette hayatımın sonuna kadar genel başkanlık yapacak değilim. Genç, dinamik başkan adayları çıkmalı, onların önü açılmalı, teşvik edilmelidir”.

İşte CHP ve MHP genel başkanlarının ortak sorunu bu sözlerde gizlidir.

Bırakın yerlerine başka birinin gelmesini, böyle bir ihtimali düşündürecek kişileri ya partiye yanaştırmıyor veya girmişse partiden ihraç ettiriyorlar.

Neden aday çıkmıyor?

CHP “demokrasinin en güzel yaşandığı parti” olsaydı, bugüne kadar yüzde 25 bandını aşamayan partide çoktan ve Kurultay’da kesinlikle Kılıçdaroğlu’nun karşısına yeni, dinamik genel başkan adayları çıkardı ama bu şartlarda çıkmaz. Son kurultayda aday olan Mustafa Balbay da aslında “demokratik bir ortam olsa genel başkanlığa adaylığını koymayı düşünen diğer isimler gibi” delegeler bazında ortamın tümüyle “Kılıçdaroğlu lehine hazırlanmış olduğunu” biliyordu.

Ondan başka kimsenin şansı olmayacaktı.

7 Haziran seçiminde birçok ilde milletvekilleri “önseçim” yapılarak seçildiği ve parti tüzüğüne göre 1 Kasım seçiminde de aynı şekilde olması gerektiği halde, yönetmelik değişikliği yaptık denerek “önseçim yapılmadı.” Milletvekili adaylarına Genel Merkez yani Genel Başkan karar verdi.

Değişim dediğiniz şey, kurultaylara “Değişim Kurultayı” gibi isimler vererek olmaz, nerede demokratik seçim? CHP de, MHP de toplumun beklediği yönde değişimi sağlamak, parti içi demokrasiyi lafta değil, gerçekten uygulamak zorundalar.

Yazının devamı...

Yargıya tepki ve Anayasa!

Güneydoğu’da bazı ilçelerin terör örgütünden temizlendiği açıklansa da PKK terörü sürüyor, şehitler veriyoruz ve illerde bombalı araç ihbarları, tehlikesi devam ediyor. Diğer tarafta Suriye’de sorun bitmiş değil, PKK-PYD’nin Türkiye sınırı boyunca ilerlemesine destek veren Rusya “Türkiye’nin sınırdaki askeri hazırlıkları” konusunda “Bu ülkelerin güç kullanma niyetinin şu ana kadar oluşturulan herşeye ölümcül darbe olacağı” tehdidi yapıyor.

Dün “TSK’nın Halep’in kuzeyindeki IŞİD hedeflerini ‘koalisyon koordinesinde’ vurduğu” haberi vardı. Bu haberleri duyunca “Acaba vururken yanında hangi koalisyon ülkesi var”, “Irak Hükümeti’ne danışarak mı yapılıyor” soruları akla geliyor. Geliyor çünkü Başika’daki Türk birliği için tehlike oluşturacak bir sonuca neden olabilir.

Atılan her adımın sonuçları şüphesiz çok iyi hesaplanmalıdır.

AYM kararı ve tepkiler

Anayasa Mahkemesi’nin Can Dündar ve Erdem Gül için “tutukluluğun hak ihlali olduğu” kararına karşılık Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları Meclis’te kavgalara neden oldu.

Erdoğan “Bu karara uymuyorum, saygı da duymuyorum. Alt mahkeme kararında direnmeliydi, direnseydi AİHM’ye gitmeleri gerekecekti, orada da sonuç bellidir” demişti. Ankara Barosu bu konudaki açıklamasında “Bir yargı yerine yüksek mahkeme diyebilmek için, verdiği kararların başka bir yargı yerinin denetimine uyruk olmaması gerekir” diyor.

Komisyon ve CHP

Anayasa Mahkemesi Türkiye’de ve demokratik ülkelerin çoğunluğunda “en yüksek anayasal organdır”. Türkiye Anayasası’na göre de “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır.” Alt mahkemelerin de “Anayasa Mahkemesi kararları bağlayıcı olduğu için” bu kararlara uyması gerekir ki 14. Ağır Ceza mahkemesi tahliye kararını buna göre vermiştir. CHP dava süreci devam ettiği için Cumhurbaşkanı’nın bu açıklamasının “AYM’yi yok sayma, yargıya müdahale hatta talimat olduğunu, yargıya yapılan bir darbe olduğunu” öne sürdü.

Ana Muhalefet Grup Başkanvekili Engin Altay, Meclis Başkanı Kahraman’a “Cumhurbaşkanı o sözleri düzeltmezse Komisyon masasına oturmayız” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise buna karşılık Fildişi’nde yaptığı konuşmada “CHP zaten Anayasa mutabakat komisyonundan çekilmemiş miydi” sorusunu sordu.

Hatırlatmalar!

Oysa CHP yeniden masaya oturabilecekse bunun sağlanması ülke yararınadır.

Şüphe yok ki Balyoz, Ergenekon gibi davalarda, üstelik sonunda “kumpas” olduğu açıklanan, büyük haksızlık içeren tutuklamalarda da sanıklar “sahte delillere dayanan” mahkeme kararlarını kabul etmek istememiştir ama buna rağmen sessizce sonucu beklediler. Anayasa Mahkemesi üyelerinin çoğu Ak Parti iktidarında, Gül ve Erdoğan tarafından atandı. 2008 yılında AYM kararı “AKP’nin kapatılmaması” yönünde çıktığında bu karara saygı duyuldu.

O süreçlerde “Mahkeme kararlarına saygı duyulmalı” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu görüşünü farklı davalarda değiştirmemesi beklenir. Aksi takdirde ülkede istikrar, toplumda yargıya saygı bu çekişmelerden çok etkilenecektir.

Yazının devamı...

Yargı ve hukuki çelişkiler!

Türkiye maalesef terörün, şiddetin her türlüsünün yaşandığı, bomba yüklü araçların bulunduğu ve savaş tehlikesinin de bitmediği bir süreçten geçiyor.

Sadece kadın ve çocuklara karşı şiddeti; hızla arttığı görülen tecavüz ve cinayet olaylarını, intihar eden kız öğrencileri ele almak bile günler süren tartışma ve çözüm önerileri gerektirir.

Ağır suçlara verilen hafif cezalar, indirim yapmak veya toptan tahliye etmek için mahkemelerin gösterdiği çabalar hukuka tamamen aykırıdır.

Son olarak Perşembe günü Zonguldak’ta 72 yaşında Fikret A. isimli şahsın komşusunun 9 yaşındaki kızına cinsel saldırı suçundan 9 yıl hapis cezasına (bu bile çok hafif) çarptırıldığını, sonra duruşmalardaki “iyi hali” ve “yaşı” göz önüne alınarak tahliye edildiğini duyduk.

Yıllardır hukukçuların, sivil toplum kuruluşlarının, medyanın “bu kararların hukuk skandalı” olduğu, tecavüzcü ve katillere “iyi hal indirimi” yapılamayacağı konusunda gösterdiği tepkilere rağmen aynı kararlar sürüyor.

Mahkeme adalet için!

Yine Perşembe günü Keçiören İHL Kur’an öğretmeni Sefer A.’nın (daha önce de hakkında 11 öğrenci ve 1 veliye cinsel saldırı davaları açılmış) 274 yıla kadar hapsi istenirken “emekli olmak için başvurduğu” haberi vardı.

Eğer bu da kabul edilir ve böyle ağır suçlar işlemiş öğretmenlerin “emeklilik hakkı verilir, indirimlerden yararlandırılırsa” bu ülkenin kadın ve çocukları asla korunamaz ve devlet de sorumlu hale gelir.

O zaman, öğretmen tecavüzü sonunda intihar eden öğrenci Cansel’in katili sayılan suçlu da, diğerleri de hak ettikleri cezayı almadıkları için tahliye olduklarında suçlarına devam eder ve diğer potansiyel suçlular için de hiçbir caydırıcılık olamaz.

Toplum, bu vahşet olaylarında ceza verilmemesine karşı infial halindedir, Zonguldak’taki tahliye kararı yeniden ele alınmalı, diğer davalarda da ağır cezalar verilmelidir.

AYM ve gerekçe

Can Dündar ve Erdem Gül Anayasa Mahkemesi’nin “tutuklanmalarında basın özgürlüğü ve bireysel haklar konusunda hak ihlali var” kararından sonra tahliye edildiler.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın “Bu karar beraat kararı değildir, tahliye kararıdır. Dava devam ediyor, biz de yakından takip edeceğiz” dedi. Doğru beraat kararı değildir ama burada “hukuken ciddi bir çelişki” de ortaya çıkıyor.

Anayasa Mahkemesi “davanın özü” için değil, tutuklama konusunda karar vermesine rağmen bu kez raporunda “Tutuklama gerekçesi olarak gösterilen eylemlerin hepsinin ‘gazetecilik faaliyeti’ olduğunu” ve “kuvvetli suç şüphesinin bulunmadığını” vurguladı.

Böylece “davanın özünü de ilgilendiren” AYM kararı, davanın esasının zeminini yok etmiş, fiili anlamda davanın temelini çökertmiş durumda…

Hukuk mantığı gereği alt mahkeme “hayır, gazetecilik faaliyeti değil” şeklinde AYM’ye aykırı bir karar verdiği takdirde bu karar da AYM’den dönmeyecek mi?

Bu davanın sonucu basın özgürlüğü ve bireysel haklar açısından olduğu kadar sulh ceza mahkemelerinin kararları açısından da “yakından takip edilecek” kadar önemli görünüyor!

Yazının devamı...

AYM kararının önemi!

Anayasa Mahkemesi’nin “Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması ve hazırlanan iddianame” konusundaki kararını açıkladı.

AYM 17 üyesinden 16’sının kararıyla “Dündar ve Gül’ün tutuklanmasının hak ihlali” olduğuna karar verdi.

Tutuklama kararının “hukuki olmadığı” bildirilen raporda iki gazetecinin “basın ve ifade özgürlüğü haklarının yanı sıra kişi özgürlüğü ve güvenliği haklarının da ihlal edildiği”ne yer verildi.

AYM kararı, iddianamedeki “casusluk, hükümeti ortadan kaldırma ve görev yapmasını engelleme, silahlı terör örgütüne üyelik” gibi suçlamaların gerçeği yansıtmadığını göstermiş oluyor.

Bu karar İstanbul Cumhuriyet Savcılığına gönderildikten sonra Dündar ve Gül’ün 3 aylık tutukluluğu tahliye ile sonuçlanacaktır.

Yine bu karar Anayasa Mahkemelerinin “hukuk devletleri için ne kadar önemli olduğunu” ortaya koyuyor. AYM’ler yanlış yasaların çıkmasını, iktidar partilerinin vereceği kararların denetlenmesini, gerekiyorsa yanlışların önlenmesini, baskılara yer verilmemesini sağladıkları gibi mahkemelerin verdiği yanlış kararlardan geri dönülmesi açısından da hayati önem taşır.

Bu nedenle bir hukuk devletinde “varlıkları tartışılmaz”dır.

Terör ve teröristler!

Ankara’da “yeni bir eylem” hazırlığında olan teröristler güvenlik ekiplerini görünce kaçmışlar ve bıraktıkları “yüklü miktarda patlayıcı” ele geçmiş.

Güvenlik ekipleri o anda orada olmasaydı bir başka kanlı eylemi gerçekleştireceklerdi.

Dün Diyarbakır Sur’da teslim olan 3 PKK’lının “pişman olduklarını, halka zarar vermekten başka hiçbir şey yapmadıklarını” söyleyerek diğer teröristlere de teslim olmaları için çağrıda bulundukları haberi vardı.

Bu PKK’lılar “halkın kendilerine destek vermediğini” açıklıyorlar. “Evleri kullanılamaz hale getirdiklerini, insanları zor durumda bıraktıklarını, daha başka teslim olmak isteyen PKK’lıların da olduğunu ama vurulmaktan veya öldürülmekten korktuklarını” anlatıyorlar.

Teröristler bunu söylerken; Ankara saldırısını yapan YPG’li için taziyeye giden ve “Rojova’da olan burada da olacak” sözleriyle bölünmekten söz eden, PKK-YPG eylemlerine katkıda bulunan HDP acaba “halk bizi destekliyor” diyerek bu tutumuna devam mı edecek?

Başkanlık ve muhalefet

Suriye ve Rusya ile gerginlik sürüyor, terör “Güneydoğu dışındaki şehirlerde de tehlike artarak” sürüyor ama ne muhalefet partilerindeki iç kavgalar, ne de “başkanlık tartışmaları” hiç durmuyor.

İktidar partisi adına konuşanlar “CHP yeni anayasa sürecini sabote etti” derken CHP Genel Başkanı ve milletvekilleri, MHP milletvekilleri “Komisyonda sadece başkanlık isteyen ve her şeyi bunun üzerine inşa eden bir anlayışla karşılaştık, AKP uzlaşmaya yanaşmadı” açıklaması yaptılar.

AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik dün “Başkanlık sistemi de Parlamenter sistem gibi meşru bir sistemdir. Meşruiyetin sınırını CHP çizmiyor, evrensel değerlerle çiziliyor” dedi.

Burada asıl mesele “başkanlığın meşruiyeti” değil, Türkiye’nin siyasi şartlarında “denetleme mekanizması”nın olmayacağıdır. Başkanlık tartışmasını millete de çok iyi anlatmak gerekiyor.

Yazının devamı...

Türkiye’nin çıkmazları!

ABD Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Mogharini “Her zaman akla gelen ABD-Rusya yerine bu kez Rusya ve Türkiye arasında sıcak savaş riski var” dedi.

Zaten Obama ile Putin uyum içinde telefon görüşmesi yapıp “Suriye’de Esad ve muhalifleri arasında ateşkes olmasına” karar verdiklerine ve Rusya “bu anlaşmaya uyacağını” açıkladığına” göre ikisi arasında bir savaş şu sırada düşünülemez.

Ayrıca ikisinin de “PYD’nin Türkiye sınırında ilerlemesine hava desteği vermeleri” çıkarları konusunda ortak davrandıklarının kanıtıdır. Türkiye için ise; gelişmeler ve açıklamalar böyle giderse savaş riski gerçekten hiç bitmeyecek.

Karşılıklı tehditler sürdüğü gibi Putin ve Esad’ın Halep’te “muhalifleri bombalamaya devam etmesi” verilen ateşkes sözünün bile gerçekleşme ihtimalini azaltıyor.

NATO’ya güvenmek…

NATO Genel Sekreteri “NATO Türkiye’nin herhangi bir saldırı karşısında korunmasına yardım etmek için Türkiye’de mevcut. Ona yapılacak bir saldırıda destek veririz” açıklaması yaptı.

Unutmamalıyız ki bu vaat “Türkiye kendine göre bir nedenle, örneğin ‘meşru müdafaa yapıyoruz’ diyerek Suriye’ye girerse” geçerli olmayacaktır. Aynı noktaya AKP’nin ilk Dışişleri Bakanı, Hariciye’nin Ortadoğu’da en uzun süre görev yapan diplomatı Yaşar Yakış da dikkat çekmişti.

Sonuçları düşünerek; Suriye tarafından hatta iç ve dış medyadan gelecek tahriklere karşı dikkatli olmak, fevri karar vermemek gerekir.

Yardıma giden YPG

Salı akşamı İzmir Kemalpaşa İlçe Jandarma Komutanlığı’na teröristler tarafından roketatarlı saldırı yapıldı. Şans eseri; yaralanan veya hayatını kaybeden kimse olmadı.

ABD ve AB ülkeleri devamlı olarak “Çözüm sürecine dönülsün” derken PKK-YPG terör eylemlerini ülkenin batısındaki illere taşıyor.

HDP’li Milletvekili Ankara saldırısını yapan YPG’li teröristin taziye çadırına gitmesi, cenazesini HDP’lilerin kaldırması…

HDP’li milletvekillerinin ve Eş Genel Başkanı’nın “Rojova’da ne olduysa Türkiye’de de o olacak” demesi…

Sınırda “PKK’ya yardıma giden YPG’liler”in yakalanması ortadayken bu ülkeler “nasıl bir çözüm”ü kast ettiklerini açıklamalıdır.

Her gün PKK-YPG terörüne şehitler veriyoruz ve teröristler “ABD ve AB’nin PYD’ye gönderdiği” silahları da kullanarak Türkiye’de diğer il ve ilçelere de terörü sıçratarak “Suriye benzeri bir iç savaş havası yaratmaya” çalışıyorlar.

Halk uyarılmalı

Bu durumda ABD devamlı uyarı göndermek veya çelişkili övgüler yapmak yerine, daha önce de verdiği “istihbarat konusunda dayanışma” sözünü tutmalı ve Türkiye içinde planlanan terör eylemlerinden sivil-asker-polis, halkın korunmasına yardımcı olmalıdır.

Kendi “Ulusal Terörle Mücadele Merkezi”nin raporları PYD-YPG’nin PKK olduğunu söylüyor.

Ankara saldırısını yapan terörist YPG’li çıkıyor ve ABD Savunma Bakanlığı hala Salı günü “YPG politikamız değişmeyecek” diyor.

Türkiye’ye bir yandan zarar verirken diğer tarafta övmeleri aslına bakarsanız bir dış siyaset skandalıdır.

PKK’ya “PYD yoluyla açık dış destek” sürerken Türkiye’nin huzura ermesi mümkün değildir.

Yazının devamı...

Ortadoğu bataklığı temizlenir mi?

İç ve dış gelişmeleri çok yakından izleyen ve yıllardır yaptığı doğru analizlerle dikkatimizi çeken okurumuz Selçuk Tınaz, Suriye savaşında rol oynayan Rusya, ABD, İran, İsrail, Türkiye ve Avrupa ülkelerinin Suriye ile bağlantılarını anlattıktan sonra soruyor:

“Madem ki Ortadoğu, uzak durulması gereken bir bataklık… İçine düşmek için neden herkes birbiriyle yarışıyor?”

Bu soruyu sorarken cevapları da net şekilde kendisi vermiş. Mesela; “ABD’nin isteği, hem Türkiye’nin Güneydoğu’sunda, hem de Suriye’nin kuzeyinde PKK devletleri kurarak İsrail’e Irak’ın kuzeyi ile Akdeniz arasında bir yol açmak”…

“İsrail’in derdi ise Nil ile Fırat arasındaki ‘vaat edilmiş topraklar’a konmak!”

Burada “İsrail ile mezhep savaşlarının eksilmediği Arap ülkeleri arasına “daha güvenli bir bölge” konması isteğini eklemek mümkün.

İsrail’in “Nil ile Fırat arasında vaat edilmiş topraklar” hayali ise yıllardır ABD dahil birçok ülkede konuşulan bir konudur.

ABD’nin PYD çelişkisi

ABD’nin Suriye’de, Türkiye’nin Güneydoğusu’nda ve Kuzey Irak’ta kurdurulmaya çalışılan Kürdistan devletini desteklemesi PYD’nin ilerleyişine verdiği destekle iyice ortaya çıktı. Aslına bakarsanız TV kanallarında konuşan veya basın açıklaması yapan HDP milletvekilleri artık bu planı “ABD’yi katmadan” açık şekilde ifade ediyorlar.

Pazartesi günü Obama ile Putin’in telefonda görüşüp “Suriye’deki çatışmaların 27 Şubat’ta durdurulması konusunda anlaştıkları” bildirildi.

Aynı sırada ABD Dışişleri Bakanlığı Türkiye’yi bir kez daha “Suriye sınırındaki bombardımanı durdurması için” uyardı.

Türkiye için tehdit!

Yine aynı gün, ABD’nin terörle ilgili istihbaratları toplayan ana kuruluşu Ulusal Terörle Mücadele Merkezi’nin internet sitesinde “Kuzey Irak’taki Kandil’e ilaveten PKK’nın kolu PYD Suriye’nin kuzeyinde Türkiye sınırı boyunca Kürt bölgelerinde kontrol sağlayarak Türkiye’ye yönelik tehdidi arttırdı” ifadesinin bulunduğu haberini duyduk.

Peki bu durumda ABD’ye; bunu bildiğine göre neden PYD’nin ilerleyişine hava desteği verdiği, “PKK’nın kolu olduğunu” bildiği halde neden “PYD farklıdır” ısrarını sürdürdüğü, kendisi PYD’ye Suriye topraklarında destek verirken Türkiye’ye neden “ifade ettiği tehditten korunma hakkı” tanımadığı sorulmaz mı?

Sorulur ve sorulmalıdır çünkü bu samimiyetsizlikle Ortadoğu bataklığı temizlenemeyeceği gibi Türkiye terörden ve savaş tehlikesinden kurtulamaz.

Taziye çadırı!

Ankara saldırısını gerçekleştiren YPG’li teröristin cenazesini HDP ve DBP’li milletvekilleri kaldırmış.

Başbakan Davutoğlu ile CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu “HDP Van Milletvekili Tuğba Hezer’in intihar bombacısı için kurulan taziye evine gitmesi”ne sert tepki gösteren konuşmalar yaptılar.

HDP’li Altan Tan bile benzer bir açıklama yaptı. Bu iki olay ABD başta olmak üzere “PKK ile PYD-YPG farklıdır” diyen tüm ülkelere, herkese “böyle bir farkın olmadığını” göstermek için yeterlidir.

“HDP bunların hesabını vermeli” demenin de artık hiç bir anlamı yoktur!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.