Şampiy10
Magazin
Gündem

Gergin bekleyiş!

Türk halkı tedirgin ve mutsuz bir süreç içine girdi ve bu tedirginlik giderek artıyor. Güneydoğu’dan her gün gelen PKK terörü ve genç şehitlerin haberleri, bu konuda olumlu bir gelişmenin görülmemesi üzüntünün birinci nedeni.

Daha önceki Suruç, Diyarbakır, Ankara ve diğer terör saldırılarının etkisi atlatılmamışken yaşanan son Ankara saldırısı da can güvenliği endişelerini had safhaya çıkardı.

Erdoğan’ın “Gerekli gördüğümüz her yere operasyon hakkımız var” demesi ve Esad’ın buna karşılık “Türkiye’nin Suriye topraklarına girmesi durumunda savaşırız” cevabı toplumun savaş gerginliğini de sürdürüyor.

Sığınmacı akını

Birkaç gün önce Hakkari’de sokak ve caddelere dilenci akını olduğu ve bu dilencilerin çoğunun parasız Suriyeli sığınmacılar olduğu haberi vardı.

Suriye’de savaştan kaçanlara yardım etmemiz, açık kapı politikası uyguluyoruz dememiz “insani” görünüyor ama bu akın sadece Doğu ve Güneydoğu’da değil, hemen tüm illerde görülür hale gelmiştir.

Başta İstanbul olmak üzere her şehirde Suriyeli yoksul ailelerin zor yaşam şartları üzücüdür, bugün İstanbul’un Beyoğlu semtine çıktığınızda Türk’ten çok Suriyeli görmek ve onların “küçük çocuklarını kullanarak” para topladığını izlemek mümkün.

Genel kanı bu çocukların ve ailelerin kısa bir süre sonra “yardıma karşı minnet duygusu”ndan çok “bu şartlara isyan ve öfke duygusu” taşıyacak olmalarıdır.

Havyar bile olsa…

Diğer tarafta Suriyelilere harcanan paranın Türkiye bütçesini zorlayacak kadar yükselmesi konusu var.

Başbakan Davutoğlu “yaklaşık 700 bin Suriyeli çocuğun Türkiye’de eğitim gördüğünü ve sağlık hizmetlerinin tüm Suriyeliler için ücretsiz olduğunu” açıkladı.

Türkiye’de bu imkanlara sahip olmayan aileler var. Türkiye sadece kamplardaki sığınmacılara “10 milyon euro”ya yakın para harcadı ve bu mültecilerin çoğunun kalıcı olduğu biliniyor.

Bu durumda acaba AB’den hala gelmeyen 3 milyar euro neyi çözebilir?

Cizre’de PKK ile mücadele eden bir askeri taburun “kumanya ile ilgili sorun” yaşadığı bildirilince Cumhurbaşkanı Erdoğan “Ne istiyorlarsa verin. Havyar bile istiyorlarsa gönderilmeli” demiş.

Çok doğrudur, bu ülke için canını feda eden askerlerimizden daha çok havyarı hak eden kimse olamaz ama sonuçta; sadece Cizre’de değil, kim bilir başka nerelerde, karların içinde operasyon yapan askerlerimiz kumanya sıkıntısı çekiyor ve sesleri bile çıkmıyor.

AB’nin çözümü

Avrupa’da birçok ülke “kaçak gelen göçmenleri Türkiye’ye gönderelim” görüşünde… İsveç, Danimarka gibi ülkeler, Almanya’nın Bavyera, Baden gibi eyaletleri, yanında yüklüce para getirebilen göçmenlerden “350-750 euro” üzerindeki nakit para ve değerli eşyaları alarak bunları daha yoksul göçmenlerin harcamaları için kullanıyor.

Buna neden olarak da “kendi işsizleriyle aynı şartlarda olmaları gerektiğini” gösteriyor. Ankara’da 28 kişinin hayatını kaybettiği saldırıyı yapan teröristin “Mardin’e mülteci olarak geldiğini”, bu riski de unutmamak lazım.

Önce “kendi geleceğimizi” düşünerek karar almak gerekiyor.

Yazının devamı...

Türkiye’nin öfkesi!

ABD Başkanı Obama ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Cuma günü telefonla yaptığı görüşmede Obama’nın “Suriye rejimi ve YPG’nin Suriye’nin kuzeybatısına ilerlemesine ilişkin kaygısını dile getirdiği” de bildirildi.

Obama’nın konuşmasında yine “ortak düşmanımızın IŞİD olduğu” var ama Ankara saldırısını yapanın YPG olduğu anlaşılmasına rağmen PYD-YPG’nin de terör örgütü olduğu ifadesi yok.

Obama’nın “YPG Suriye’nin kuzeybatısına ilerliyor” endişesi taşıdığına inanmak da mümkün değildir, çünkü bu ilerleyişe hava desteği verdiğini gizleyemez.

Bakın 18 Şubat’ta İngiliz Financial Times gazetesi ne yazmış: “YPG desteği nedeniyle Türkiye’nin ABD’ye duyduğu öfke Başkan Yardımcısı Biden’ın Ocak’ta Ankara’ya yaptığı ziyaret sırasında taşma noktasına geldi”.

Fark nedir?

“IŞİD’le savaşma” adı altında YPG’ye katılan ABD askerlerinden biri ABD’de Wall Street Journal’a “PKK ile YPG arasında fark yok. PKK’lılar arma değiştirerek YPG’li oluyor” açıklaması yaptı.

Hükümetin “geçirmeyiz” dediği Fırat’ın batısında YPG’nin kontrol sağlaması konusunda HDP Milletvekili Meral Danış Beştaş “Ankara’ya duyurulur. Dün büyük bir müjde aldık, kırmızı çizgiyi aştık, Fırat’ın batısına geçtik” dedi.(PKK ile YPG arasında fark görmüyor.)

Bu açıklamalara HDP Milletvekili Altan Tan’ın birkaç gün önce TV’deki “Kuzey Irak ‘Güney Kürdistan’, Suriye’nin kuzeyi ‘Güneybatı Kürdistan’, Türkiye’nin Güneydoğusu ‘Kuzey Kürdistan’dır” sözlerini de ekleyebiliriz.

Misilleme ve girişler!

Bunları bir arada okurlar ve “Eylemin YPG’ye yapılan topçu ateşlerine misilleme olduğunu” anlatan telsiz konuşmalarını dinlerlerse belki ABD yöneticileri için anlama açısından kolaylık sağlanabilir. PYD-PKK’ya verdikleri tonlarca silahın nerelerde kullanıldığını anlayabilirler.

Bunları bir arada okumak HDP-PKK’nın “yeni anayasa”dan ne beklediğinin açıkça görülmesini de sağlıyor.

“Özyönetim” ifadesiyle “Kuzey Kürdistan” arasında bir fark yoktur ve Güneydoğu’da sürdürülen amansız terörün hedefi budur.

“Güney sınırımızda yeni bir Kandil oluşmasına izin vermeyeceğiz” derken “yeni bir devlet oluşturmaları” karşısında alınacak pek fazla önlem de kalmadı.

Ankara’da bombalı saldırıyı yapan YPG’li terörist Türkiye’ye 2 yıl önce “sığınmacı” olarak girmiş. AB ülkelerinin artık sığınmacı almamalarının önemli nedenlerinden biri budur.

Bizim kontrolsüzce izin verdiğimiz milyonlarca sığınmacı arasında giren çok sayıda teröristin kurdukları hücreler, yıllardır depolanmış silahlarla ne eylemler planlayacağını anlamak artık çok daha zordur..

Hatalarımız!

Bu sığınmacılara kimlik kontrolü yapmak, teröristleri ayıklamak ise imkansızdır.

Rusya ile savaş tehlikesi bitmiş değil, Rusya Dışişleri Bakanlığı BM Güvenlik Konseyini “Türkiye’nin Suriye’ye olası kara harekatıyla ilgili olarak toplantıya çağırma kararı” aldı.

Görünen şu ki; Suriye iç savaşının başında tüm ülkelerden önce “taraf” olmamız, “çözüm sürecinde PKK’ya zaman ve güç kazanma fırsatı vermemiz”, sınırımız boyunca PYD’nin ilerlemesine tepkide geç kalmamız sanıyorum en büyük hatalarımız olarak kalacak!

Yazının devamı...

İyi adam, kötü adam!

ABD Dışişleri Bakanı Sözcüleri “Suriye veya Irak’ta iyi adamlara verdikleri silahların bazen kötü adamların eline geçtiğinden haberdar olduklarını” söyledi.

Bu açıklama kendisine sorulan “PKK’nın Suriye kolu PYD-YPG’ye verdikleri silahların Türk güvenlik güçlerine yöneldiği” sorusu üzerine yapıldı.

Bu durumda ABD’nin silahları “iyi adamlar” olan PYD-YPG’ye verdiği ama “kötü adamlar”ın yani PKK’nın eline geçtiği kastedilmiş oluyor.

Ankara’daki bombalı saldırı sonrası Perşembe günüBaşbakan Davutoğlu “Saldırıyı PKK’lılar ile YPG’li Salih Neccar gerçekleştirdi”, Cumhurbaşkanı Erdoğan “Bu olay dostlarımızın PKK-YPG bağlantısını anlamasını sağlayacak” derken ABD hala “Saldırının faillerini bulunamadı” açıklaması yapıyordu.

Dost mu gerçekten?

Demek ki “dostlarımız” gerçek isimle, cisimle ortada olsa da bunu hala kabul etmiyor.

ABD Dışişleri Bakanı Kerry nihayet Çavuşoğlu ile telefon görüşmesinde “YPG’nin de güvenilmez olduğunu” söyledi diye seviniyoruz.

Türkiye’nin içinde bulunduğu korkunç şartlarda hiçbir dost, hele de dış politikalarından, bir müttefikle ilgili sorumsuzluktan söz ederken “iyi adam-kötü adam, güvenilir-güvenilmez” gibi komik laflar edemez.

Ankara’da bomba yüklü araç katliamında 28 can yitirdik. Ağır yaralıların olduğu 61 yaralımız var.

ABD’de olsaydı…

Perşembe günü yine bayraklara sarılı 8 genç askerimizin tabutları ile ülke gözyaşları dökerken Perşembe gecesi 2 asker, 1 polis, ardından Cuma günü 2 asker, 2 polisimiz şehit oldu.

Sur’da özel kuvvet timinin bulunduğu binada PKK’nın tuzakladığı bombanın patlatılmasıyla 3 asker şehit oldu, 4 asker (ilk haberde 12 asker denmişti) yaralandı.

Bu saldırılar ABD’de olsaydı ve Türk yetkililer böyle bir ciddiyetsizlik sergileseydi acaba “dostlarımız”ın tutumu ne olurdu?

Açıklaması yok!

Dün Diyarbakır’da 500 kilo bomba, kalaşnikoflar, cephane yüklü bir araç, Ankara yolunda TEM’de cephane ve çok sayıda tüfek, tabanca yüklü bir minibüs yakalandı.

ABD “PYD’ye silah vermedik” derken Ekim’de PYD’ye bir seferde “IŞİD için” diyerek 50 ton silah, cephane indirdiğini ve bunun PYD lideri Salih Müslim tarafından doğrulandığını unutmuş mu oluyor? Diyelim ki unuttu, yine “IŞİD’e karşı” bahanesiyle PYD’nin Türkiye sınır boyunu ele geçirmesine, ilan ettiği kantonları birleştirmek için Türkmenleri-Arapları sürerek toprakları almasına Esad güçleri ve Rusya ile birlikte hava ve her tür desteği verdiğini nasıl açıklayacak?

Güvenli bölge

Türkiye adeta karanlık bir kuyuya itilmişken günü kurtarıcı açıklamalar yapmaları artık kabul edilemez.

Eğer samimiyse önce neden hala Suriyeli mültecilerin yerleştirileceği ve Türkiye’ye saldırıları önleyecek bir “güvenli bölge”ye karşı çıktığını açıkça anlatsın.

Zira anlatmadığı takdirde bunun da “PYD’nin Azez’i de almasını kolaylaştırmak için” olduğunu düşünmek herkesin hakkıdır.

“Muhalifleri destekliyorum” derken Rusya, Esad ve PYD’nin Halep’i de muhaliflerden almasına neden ses çıkarmadığını anlatsın.

Ortadoğu’da harita değiştirme operasyonları da dünyaya “IŞİD’e karşı” numaralarıyla yutturulmasın!

Yazının devamı...

Ülkeyi düşünerek tartışın!

Türkiye maalesef her gün “başsağlığı” mesajları verilen, toplumun her gün yeni büyük acılarla sarsıldığı bir ülke haline geldi. Son olarak Ankara’da Çarşamba günü meydana gelen terör saldırısında 28 kişi hayatını kaybetti, 61 kişi yaralandı.

Böyle giderse dünya Türkiye’yi de Suriye, Irak gibi “terörle özdeşleşen” ülkelerden biri olarak görmeye ve toplu cinayetleri bile olağan saymaya başlayacak.

İşte Suriye iç savaşı başladığında “Bu savaştan uzak duralım, Ortadoğu bataklığına girersek biz de aynı kaosa düşeriz” endişesini ileri sürenler böyle bir sonuçtan korkuyordu.

Sınır güvenliği

TV haber programlarında “AB ülkelerinin terörden Türkiye’den daha iyi korunduğu ” tartışılırken “İngiltere, Fransa gibi ülkelerin Suriye ile sınırı yok ama Türkiye’nin var” deniyor.

Oysa buradaki en önemli sorun “Suriye ile sınırımızın olması” değil, bu sınırın uzun süre güvenlikten çok uzak ve gevşek bırakılması, ayrıca milyonlarca mültecinin kısa süre içinde kontrolsüzce ülkeye girebilmesiydi. Suriye iç savaşı süreci Türkiye’ye dışarıdan sızan terör örgütleri, örneğin IŞİD için büyük kolaylık sağlarken PKK da bu süreçten çok yararlandı.

Kürdistan adına...

PKK, 2000’li yılların başında neredeyse tümüyle bitme noktasına gelmişti ama o yıllarda aldığı dış destek bugüne kıyasla çok daha azdı. Sonra birden Suriye iç savaşıyla beraber ortaya IŞİD denilen ve dünyaya korku salacak kanlı eylemler yapan bir örgüt çıktı. Esad birden Suriye’nin kuzey illerinin büyük bir kısmını PYD’ye bırakarak çekildi.

Bugün PKK’nın Suriye’deki uzantısı PYD-YPG’ye silah, para, hava-kara desteği veren çok ülke var ve bu destek aynı zamanda PKK’yı da güçlendiriyor.

Ateş çemberi

Dün sabah saatlerinde PYD “ Suriye’de ilan ettiği kantonlarını birleştirmesi için geriye kalan son nokta” olan Azez’e saldırı başlattı. Azez’den açılan ateş üzerine TSK’nın Azez’i top atışına tutarak karşılık verdiği bildirildi.

Ankara saldırısının acısı sürerken Diyarbakır ve Şırnak’ta PKK saldırıları sonucu 1 polis ve 7 askerimiz şehit oldu. Türkiye bir ateş çemberinin ortasında bulunuyor. Bakıyorsunuz böyle bir durumda, memleket ateş üstündeyken Meclis’te milletvekilleri tartışma çıkarmış, birbirinin üstüne yürüyor. Bir milletvekili çıkmış ana muhalefet partisini “PKK-HDP çizgisine gelmekle”, “saldırıyı IŞİD’in yaptığı” tahmininde bulunan bir başka milletvekilini ise “PYD-PKK’yı korumakla” suçluyor.

“Deniz Baykal’ın partisi hakkındaki konuşması”nın sözlerini desteklediğini belirtiyor.

Bu coğrafya…

“Bu coğrafyada Türkiye’nin tarih boyunca benzer terör olaylarıyla karşılaştığını, rejimi değiştirmek için karanlık eylemler yapıldığını” söylüyor.

Burada ifade etmek gerekir ki içinde bulunduğumuz ortam ve zaman “partisinin iç sorunlarını, genel başkan tartışmalarını gündeme taşıması” için de yanlıştır. Türkiye’nin şu anda bulunduğu “savaş sınırında”ki durumun ve 2000’lerin başında bitmiş PKK’nın yeniden güçlenip aynı savaş havasına girmesinin “daha önceki tablo” ile benzerliği yoktur.

Tartışacaklarsa en azından doğru çizgi ve saygı çerçevesinde yapmalılar!

Yazının devamı...

Ankara’da terör saldırısı!

Dün akşama doğru Kilis sınırındaki Türk birlikleri ; PKK’nın Suriye kanadı olan PYD bölgesinden açılan ateşe cevap verdi ve karşılıklı ateş yeniden başladı. Aynı sıralarda “son günlerde terör saldırılarının arttığı” Şırnak’ın İdil ilçesinde 4500 güvenlik görevlisi ile PKK’ya karşı başlatılan operasyon devam etmekteydi.

Şu anda Güneydoğu’da okullara bile bomba atmayı sürdüren, Suriye’deki savaşa paralel şekilde terörü arttıran PKK ve sınırın ötesinde PYD-YPG ortak eylemlerle” Türkiye’yi iki taraftan çembere alma siyaseti içindeler.

Bu ortaklığın son eylemi dün Ankara’da “askeri araca yapılan bombalı saldırı” oldu, verilen ilk haberlere göre 28 kişi öldü, 61 kişi yaralandı.

Havaalanlarına dikkat!

Dün MİT tarafından yapılan önemli bir uyarı vardı; Türkiye’nin 100’e yakın PYD hedefini vurmasına misilleme eylemi yapmak üzere 14 PYD militanı Türkiye’ye sızmış.

MİT raporunda bu 14 teröristin “havaalanlarında terör” yapacakları, Türkiye’de güvenlik zafiyeti oluşturmayı hedeflediği bildiriliyor.

Ankara, İstanbul, İzmir, Adana başta olmak üzere 20 ilin havaalanında güvenlik önlemleri 2 katına çıkarılmış.

Bu haberin hemen arkasından Ankara’da Devlet Mahallesi’nin askeri lojmanlar bölgesinde “bomba yüklü araçla” bir TSK askeri servis aracına yapılan saldırı MİT’in uyarısı ve PKK-PYD ortak eylemleriyle ilgili olacağını düşündürüyor.

Peki, bu teröristlerin güvenlik zafiyeti oluşturma çabalarına imkan sağlayan, onların ülkeye sızmasına fırsat veren “güvenlik zafiyeti”ne ne demek lazım? Acaba sınırlarımızda “terörist sızmasını önleyecek” tedbirler bugün en sıkı şekilde alınamıyor ve 14’ü birden girebiliyorsa, bunlar ne zaman alınır? Havaalanlarında (yabancı turistleri de unutmayalım) ve illerimizdeki vatandaşlarımız için oluşan büyük risk devletin sorumluluğunda değil midir?

Milletin Hukuku mu?

Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz Meclis’i bilgilendirmek için yaptığı konuşmada “Türkiye’nin bir savaş istemediğini, bu doğrultuda çalıştıklarını” söyledikten sonra “Bu milletin hakkı ve hukukunu korumak için adım atmaktan çekinmeyeceğiz” dedi.

Başbakan Davutoğlu dün “Dünya karışmasa bile Halep’i barbarlara karşı koruyacağız. Bu dava Türkiye’nin davasıdır, Azezlilerin, Haleplilerin, Humusluların davasıdır. Ya Rabb, biz öyle bir güç ver ki Halep’i barbarlara karşı koruyalım” dedi.

Elbette dış politika ve ülke için hayati adımlar konusunda Hükümet ve Meclis karar vermelidir ama Hükümet’in yaptığı açıklamalar “Suriye’ye bir kara harekatının hala ihtimal dahilinde” olduğunu gösteriyor.

Yalnız bu kararları verir ve Halep’i korumak için dua ederken, yıllar sürecek ve çok güçlü ülkelerin karşımızda olduğu, “Türkiye’nin içine kesinlikle çekilecek olan bir savaş” ihtimalinde önce kendi halkımızı, kendi geleceğimizi, kendi askerimizi düşünmemiz gerekir.

Bütün olasılıkları göz önüne almadan verilecek en küçük karar bile Türkiye’yi kolay çıkamayacağı bir girdaba sokacaktır, bunu hiç unutmayalım!

Yazının devamı...

Masalın sonu!

Aslında neler olup bittiği uzun zaman önce anlaşılmıştı ama biz birbirini izleyen seçimler nedeniyle bunların üzerinde duramayacak kadar meşguldük.

Dikkatli okurlarım hatırlayacaktır, bu köşede IŞİD’in Suruç saldırısında da, Ankara saldırısında da, Suruç’tan hemen sonra en azgın şekilde başlayan PKK terör saldırılarında da “iki örgütün arasındaki ilişki”yi sorguladım.

Birbirine paralel veya birbirini izleyen eylemler yaptıklarına, Türkiye’nin koridor açarak peşmergeyi geçirdiği Kobani’de bile “savaşıyor gibi” göründüklerine ama bunun bir kanıtı olmadığına dikkat çektim.

Nitekim IŞİD’in Tel Abyad’ı “tek kurşun sıkılmadan PYD’ye bıraktığı” haberi unutulacak gibi değil.

Sınırı alıyor

IŞİD’in Suriye, Irak, Türkiye, Avrupa demeden yaptığı korkunç katliamlar tüm dikkatleri ona yoğunlaştırırken, ABD-Rusya-AB ülkeleri “IŞİD’e karşı savaşan PYD’yi destekliyoruz” kalkanının arkasında “PKK’nın Suriye kolu PYD”ye tonlarca silah yağdırdılar ve hava destekleriyle Türkiye sınırı boyunca toprak alarak ilerlemesini sağladılar.

Esad güçleri de yanlarındaydı tabii…

“IŞİD öne sürülerek verilen destekler” sayesinde PYD Kobani’yi aldı, “Afrin, Kobani ve Cezire”yi kanton ilan etti.

O günden sonra da ABD-Rusya ve Esad’ın yine büyük destekleri sayesinde PYD Hatay’a kadar olan tüm sınırı almak üzere.

Kırmızı çizgi

Kala kala Türkiye’nin hala “Fırat’ın batısı kırmızı çizgimiz. PYD-YPG oraya geçemez” dediği Cerablus-Azez arasındaki koridor kaldı ki ABD ve Rusya’nın desteğiyle PYD şu sıralarda bunu başarmaya, Türkiye ise önlemeye çalışıyor.

Kısacası sınırımıza bitişik toprakların Suriye rejim güçleri veya IŞİD’e ait olmasının da farkı yok, sonunda hepsi PYD’ye verilerek ortak proje tamamlanacak.

“Türkiye’nin istediği güvenli bölge”ye ABD’nin karşı çıkma nedeni de büyük ihtimalle aynı proje olmalı: “Afrin ve Cezire arasının birleşmesinden yana” olması.

Savaş kimin kararı?

AKP Sözcüsü Ömer Çelik; Türkiye’nin Azez’de YPG hatlarını bombalaması konusunda “Terör örgütünün bölgeye yerleşmemesi için alınan tedbirlerdir. Sınırımızda güvenlik riski istemiyoruz. Bu tedbirleri alıyoruz diye kimse savaşa girdiğimizi düşünmesin” dedi.

Bu Türkiye için geç kalmış bir konuşmadır maalesef; Terör örgütü bölgededir, sınırımızda güvenlik riski had safhada olduğu için ordu teyakkuz halindedir ve savaşa girmemiz artık irademiz dışında bile gerçekleşebilir.

Dün Reuters haber ajansı ismi verilmeyen bir Türk yetkilinin “Koalisyon ortaklarıyla kara harekatını konuştuklarını, anlaşırlarsa Türkiye’nin de katılacağını” söylediğini bildirdi.

Bu Türk yetkilinin adı böylesine önemli bir konuda bilinmelidir aslında… Zira bu tür açıklamalar ancak Dışişleri Bakanı, Başbakan veya Cumhurbaşkanı tarafından yapılmalıdır.

Aynı kişi “Kara harekatı olmadan bu savaş bitmez” demiş.

Koalisyonun başını çeken ABD olduğuna ve Suriye’deki savaşın bizi en çok ilgilendiren kısmı “ABD’nin müttefik dediği PYD ile ilgili bölgeler” olduğuna göre nasıl bir anlaşma çıkabilir merak edilmeyecek gibi değil!

Yazının devamı...

Çıkmaz sokağın içinde!

Türkiye’nin Rusya desteğiyle sınırlarının hemen bitişiğine kadar ilerleyen PYD-YPG güçlerini vurması Suriye’deki savaşı iyice uluslar arası boyuta getirdi.

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş dün yaptığı açıklamada “Suriye’de olanların sadece bu ülkenin iç işleriyle ilgili olmadığını” söyleyerek “ABD, Rusya ve diğer güçler aklını başına alsın. Bir masa üzerinde oyun oynar gibi Ortadoğu coğrafyasında savaşçılık oyunu oynanmaz. Oynanırsa sonucu nereye varır bilinmez” dedi.

Doğrudur… PYD Lideri Salih Müslim’in veya bir başkasının “Türkiye Suriye’nin iç işlerine müdahale edemez” demesi artık gelinen noktada hiçbir anlam ifade etmiyor.

Suriye’ye Rusya’nın tepeden inme girişi, Rusya ve ABD’nin “IŞİD’le savaş” bahanesiyle PYD’ye destek vererek toprak kazandırmaları, Türkmenlerin yaşadığı bölgeden sürülmeleri, bombardıman ve kuşatmalardan kaçan tüm Suriyelilerin Türkiye’ye akını “Suriye’nin iç işleri” olmaktan uzun süre önce çıktı.

Sınırları değiştirmek

Artık açıkça görülüyor ki Suriye’de olanlar sadece “Esad’ın devrilmesi, muhaliflerin aldığı toprakların Rusya desteğiyle tekrar Esad’ın eline geçirilmesi veya IŞİD” değildir.

Bu ülkede hava desteği, eğitim veya silah desteği veren ülkeler “Ortadoğu’da sınırları değiştirme ve ABD ile İsrail’in de istediği bir Kürt devleti kurma” planlarını yürürlüğe sokmuştur.

Türkiye bu konuda yaptığı “Suriye iç savaşı başladığında müdahale ederek hemen muhaliflerin yanında yer alma” hatasıyla maalesef dış güçlerin istediği fırsatın yaratılmasına ortam hazırladı.

Bunu bir yana bırakırsak bugün artık Ankara’nın sınır ötesinde olanlara daha fazla susmaması durumun ciddiyeti konusunda Avrupa, ABD ve Rusya’yı uyarma bakımından doğru bir yaklaşımdır.

Diplomasiyle, uyarılarla tavır değiştirmeyen ve hala “Biz PYD’nin yanındayız. PKK-PYD farklıdır” gibi açıklamalar yapan ülkeler sınır ötesindeki faaliyetlerine sonsuza kadar susulmayacağını görmek zorundadır.

Savaşa çekilmek...

Batı medyası “Türkiye’nin giderek daha fazla Suriye’deki savaşın içine çekildiğini” yazıyor.

Hemen bütün İngiliz gazeteleri “Ankara’nın ABD’yi PYD’ye verdiği destekten rahatsız olduğu konusunda uyardığını ama bunun dikkate alınmadığını” belirtmişler.

“PYD-YPG’nin Türkiye sınırında bir otonom Kürt devleti kurulmasından” duyulan endişeden söz etmişler.

Financial Times gazetesine bilgi veren bir askeri yetkili “Türkiye defalarca uyarı yaptı, şimdi harekete geçmesi kimseyi şaşırtmasın. YPG Suriye’nin kuzeyinde aldığı toprakları birleştirmek için Azez’i almaya çalışıyor. Türkiye endişesinde haklıdır” demiş.

Gazetenin kendi yorumu ise “Bu durum ABD öncülüğündeki koalisyonun Türkiye’yi tahrik etmeden YPG’yi destekleme çabasını tehlikeye sokuyor” şeklinde…

Türkiye’yi tahrik etmeden ne demek?

Şu anda asıl düşünülmesi ve çok iyi planlanması gereken şey “Türkiye için savaş tehlikesi ciddiye binerse nelerle karşılaşırız?” sorusu. Bu tartışma TBMM’de yapılmalıdır ama nedense Meclis devrede değil. Böyle bir durumda böyle bir eksiklik hiç mi hiç anlaşılır değildir!

Yazının devamı...

Çekişme değil, çözüm!

Türkiye’nin şu anda en önemli sorunları; Suriye’deki gelişmeler, bu gelişmeler karşısında ne yapacağımız, Güneydoğu’da PKK terörü, mülteci sorunu, Batı ülkelerin güvensizlik yaratan tutumları…

Hepsi bu kadar değil, dış politikanın ve terörün getirdiği karmaşa ortamında ilgi görmeyen bir büyük “şiddet” sorunu ülkeyi kasıp kavuruyor. Kadın ve çocukların, üniversite-lise öğrencisi genç kızların ya tecavüzle veya ölümle sonuçlanan saldırılar karşısında kalmaları, “aile içindeki benzer olaylar” da dahil bu saldırıların hızla artmış olması sanki yalnızca medyada dikkat çekiyor.

Devlet işlesin!

Ölümle sonuçlanan saldırılarda, tecavüz olaylarında cezaların hafifletici nedenler uygulanarak veriliyor olması, devletin-ilgili bakanlıkların kadın ve çocukları korumak için ciddi ve acil önlemler üretmemesi, tehlike altındaki kadın ve çocukların başvuracağı acil telefon hatlarının duyurulmaması saldırganlara cesaret vermektedir. Devlet; bakanlıkları, yargısıyla adaleti sağlamak, gençlerini, cezaevlerinde saldırıya uğrayan çocuklar dahil olmak üzere çocuklarını, kadınlarını korumak, “ayrılmak isteyen eşini-sevgilisini öldürdü” haberlerinin son bulmasını sağlamak zorundadır.

Mülteci sorunu

Nüfusu 80 milyona dayanmış bir ülkede dışarıdan 3 milyon mültecinin de buna eklenmesi, gelenlerin çoğunun işsiz ve geri dönmeyecek olması bu sorunların hepsini büyük ölçüde arttıracaktır. Durum böyleyken hala ailelerin “üç çocuk yapmasını” istemenin hata olduğunu görmek gerekir. Umalım da bu sözü “bir yıl içinde 100 binin üstünde çocuk yapan” mülteciler gerçekleştirmesin.

Zira biz kapılarımızı sonuna kadar açarken Suudi Arabistan, Kuveyt, Umman, Katar, Bahreyn, BAE gibi ülkeler “parası olan mülteciler”e bile vize vermiyorlar.

Verenlerden Ürdün ise “artık hiç mülteci almayacağını, kendi vatandaşlarının yardım beklediğini ve tepki halinde olduğunu” açıkladı.

Güvenli bölge

Son olarak Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın vurguladığı gibi “Halep’ten gelen 40 bin Suriyeli” de sınır kapımızda ve kamplarda bekliyor. Türkiye’ye giriş yapmış yüzlerce göçmen “batan mülteci botları”nda feci şekilde ölüyor. Türkiye daha fazla sığınmacı alamayacağı gibi bu bot facialarını da önleyemez, NATO Ege’de gözlemcilik yapsa da sorumluluğunu üstlenemez.

Suriye sınırımızın öbür tarafında onar için bir “güvenli bölge” oluşturulması artık (istediği güçlere keyfine göre destek veren) ABD’nin veya bir başka ülkenin tercihi olmaktan çıkarılmalı, Körfez ülkelerine de AB’ye yapıldığı gibi ‘sorumluluk almaları için’ çağrı yapılmalıdır.

Kara operasyonu

Önümüzdeki günlerde 10’a yakın Suudi Arabistan uçağının “IŞİD’le mücadele kapsamında” Türkiye’ye geleceği açıklandı.

Bu kapsamda uçak gönderen her ülkeye üslerimizin açıldığı belirtilse de “Suriye’ye yapılacak bir operasyon” için izin anlamında olmamasına, Türkiye’ye bir savaş tehlikesi yaratmamasına özen gösterilmelidir.

Böyle bir hatanın sonucu beklenenin çok üstünde tehlikeler içerebilir. İçerde partiler arası çekişme söylemlerine son verip bu konulara yoğunlaşmak zorundayız!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.