Şampiy10
Magazin
Gündem

Önümüzdeki günler!

Başbakan Davutoğlu PKK’nın Suriye uzantısı PYD’nin ordusu YPG ile ilgili olarak “Eğer bizim güvenliğimizi tehdit ederse gereği yapılır” dedi. Halep’in Türkiye ile olan bağlantısının Esad ve Rusya tarafından kesilmesi karşısında Türkiye’nin ne yapacağı sorusuna ise “Önümüzdeki günleri bekleyin” cevabını verdi. Öncelikle söylemeliyiz ki Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin sınır boyuna PYD-PKK’nın Esad tarafından yerleştirilmesi, burada kantonlar ilan etmesi zaten Türkiye için başından beri tehditti ve bu sonucun geleceği belliydi. IŞİD’in ne olduğu, ne yaptığı, hangi amaçlara hizmet için ortaya çıkarıldığı belli değil. “IŞİD’le PYD savaşıyor” dendiğinde peşmergeler (bazıları üzerlerinde ABD üniformalarıyla) Türkiye’den geçerek Kobani’ye gittiler.

Rojova, Barzani…

Sonra Kobani, Afrin ve Cezire Suriye Kürdistanı denilen Rojovayı oluşturan Kürt kantonları ilan edildi.

Haziran ayında PYD-YPG; ABD’nin hava desteğiyle Şanlıurfanın sınır komşusu olan Tel Abyad’ı IŞİD’den (!) aldı ve buranın da “4’üncü kanton” ilan edildiği bildirildi.

Türkmen köyleri yine ABD’nin ve Rusya’nın verdiği hava desteğiyle işgal edildi, hayatta kalabilen Türkmenler yalnız ve çaresiz şekilde Türkiye’ye kaçtı. Şimdi Başbakan Davutoğlu “Biliyorsunuz Irak’ın kuzeyindeki Kürt bölgesi ile Suriye’nin kuzeyinde PYD denetimindeki Kürt bölgesi arasında bir koridor var. Bu geçişkenlikten biz de, Barzani de rahatsızız” diyor. PYDYPG’nin “PKK bağlantısının açık olduğunu, Barzani’nin ise Irak Şengal’de PKK’nın hakimiyet kurmasını önlediğini” söylüyor.

Küresel kaos

Bu sözlerden “Kuzey Irak Kürt Yönetimi Lideri Barzani PYD ile ve PKK ile yakın bir ilişki içinde değil, hatta onlara karşı” anlamı çıkmaktadır.

Oysa çizilen bu tablo gerçeği yansıtmıyor.

Ortadoğu’da yakın gelecekte, “önümüzdeki günlerde”, bu kez Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn “IŞİD’e karşı savaş için” diyerek Suriye’ye kara gücü göndereceklerini açıkladılar. Eğer Başbakan’ın “önümüzdeki günleri bekleyin, gereği yapılır” sözleri bu ülkelerle ortak hareket etmek ise “Suriye iç savaşını, Türkiye’nin büyük zarar göreceği bir Ortadoğu savaşı haline çevirmek” amacında olanlar kazanacak demektir. Türkiye, Suriye ve Irak’ta gerginlik ve çatışmalara aktif şekilde girdiği anda bir daha çıkamaz.

İlişkiler açıktır!

Barzani’nin PYD-PKK ile olan ilişkilerinden söz ederken “Suriye Kürdistanı’nın ilanıdır” denerek yapılan Duhok anlaşması nedense bir türlü gündeme gelmiyor. Bu anlaşma için Barzani öncülük etmiş ve imzalandıktan sonra şunları söylemişti: “Kürtlerin bir yerdeki başarısı tüm Kürt milletinin başarısıdır. Bu anlaşma Kürtlerin birliğini istemeyen düşmanlara bir cevaptır. Kürdistan bölgesinin Duhok kentinde Rojova’nın parti ve siyasi oluşumları ‘ortak yönetim, ortak askeri güç ve siyasi birlik’ konusunda anlaşmaya vardı”.

Suriye Kürdistanı Rojova için bu gayret ve açıklama sonrasında hala “Barzani iki Kürdistan arasındaki koridoru ve PYDPKK ile yakınlığı istemiyor” derken neyi kast ediyoruz acaba?

Yanlış teşhis, doğru tedaviyi getiremez!

Yazının devamı...

Kemalistler ve gerçekler!

Bugün önce AKP kurucularından Hüseyin Çelik’in Hürriyet’teki röportajında söylediği bir söze değinmek istiyorum.

“Biz Kemalistlere neden kızıyoruz. Bütün bir milletin iman ve haysiyet mücadelesi olan Milli Mücadeleyi sadece bir kişiye izafe ettikleri için değil mi? Simdi biz de Kemalistlerin düştüğü hataya düşmüyor muyuz?” diyor.

Bu sözleri AKP’nin yaptıklarının “sadece Erdoğan’a mal edilmesine” karşı çıkmak için söylemiş.

Oysa önce Milli Mücadele’nin başlayış noktasına dönmek, toprakları tamamen işgal altındaki ve hiçbir maddi güce sahip olmayan bir ülkede, bir avuç kahramanla vatanı kurtarmak üzere yola çıkışını hatırlamak lazım.

Mustafa Kemal girdiği savaşlarda ordularının başında, ölüme meydan okuyarak bu mücadeleyi kazandı. Geleceği gören bakış açısıyla hatasız politikalar izledi, milletini özgür ve mutlu kılmak tek amacıydı, yepyeni-modern bir ulus devlet kurdu ve yetkiyi tek başına elinde tutmak yerine millete; kurduğu TBMM’ye verdi.

Savaş devam ederken kararları Meclis almaktaydı.

Yanlış benzetme…

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve önderi olarak ona “Atatürk” soyadı; halkın seçtiği TBMM tarafından verilmiştir.

Sadece ulusal değil, küresel bir hayranlığa sahip olarak “dünyada hakkında en çok eser yazılan 100 kişi” arasındadır.

Dünyada ilk kez BM’in UNESCO örgütü O’nun 100’üncü doğum yıldönümü olan 1991 yılını tüm ülkelerin oy birliğiyle “Atatürk yılı” ilan etmiştir.

Atatürk’ü “Ata” kabul eden, en zor şartlar içinde önderlik edip yoksul ve ümitsiz bir halkın desteğiyle yoktan var ettiği ülkeleri için minnet duyan ve sevgilerini, saygılarını yaşatan Türk milletini bir ideoloji peşinde gibi göstererek “Kemalistler” olarak isimlendirmek ve yapılan karşılaştırma bütün bu nedenlerle son derece yanlıştır.

Uyanık Batı!

Bugün Batı ülkelerinin Türkiye’ye karşı tutumlarının Milli Mücadele ve öncesindeki planlarıyla benzer yanları vardır.

Türkiye her gün PKK terör örgütünün saldırılarıyla şehitler verirken, Rusya ve Suriye’nin attığı her adımdan büyük zarar görürken Batı uzaktan seyrediyor veya karşısındakilere destek veriyor.

ABD hala her fırsatta “PYD’yi IŞİD’le savaştığı için terör örgütü görmediklerini” söylüyor. Oysa “IŞİD’in nereden çıktığı, Kobani dahil olmak üzere bu savaşların gerçek mi, yoksa birilerinin Ortadoğu planlarını gerçekleştirmek üzere sanal savaşlar mı olduğu” bile bilinmiyor.

NATO ve ABD “Rusya Suriye’deki faaliyetini sonlandırsın” veya “Rusya DAEŞ’e karşı değil, muhaliflere karşı savaşıyor, bu herkesin bildiği bir gerçektir” benzeri açıklamalar dışında kılını kıpırdatmıyor.

Madem ki “herkesin bildiği gerçektir” bugüne kadar neden sustular, neden susuyorlar?

NATO’nun sınırlarda ne yapabileceğini de yakında göreceğiz.

Ne bedeli?

ABD hâlâ “Suriye’nin kuzeyinde bir güvenli bölgeyi biz yapabiliriz ama bedeli var” diyor.

Neymiş bedeli, Türkiye’nin ödediğinden fazla olabilir mi acaba?

AB “sığınmacıları para karşılığında Türkiye’ye hapsetmek” dışında ne öneriyor?

Bu çoklu bilmecede ülkemiz için sadece sorun görünmekte ama ümidi kaybetmemeye çalışıyoruz.

Yazının devamı...

Anlaşılmaz çelişkiler!

Öyle görünüyor ki Ortadoğu’da bütün bu olup bitenler, diğer ülkelerin de sağ gösterip sol vurması yalnız toplumun değil, hükümetin de kafasını karıştırmış.

Başbakan Davutoğlu Almanya Başbakanı Angela Merkel’le görüştükten sonra “Mülteciler için AB’nin vereceği 3 milyar euroluk desteğin hemen kullanıma geçmesi lazım” açıklaması yaptı.

Aynı gün Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş medyada “Bizim mülteciler için parasal desteğe ihtiyacımız yok. Türkiye’nin Avrupa ile pazarlığa ihtiyacı yoktur” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da sık sık “Batı’nın sığınmacılar için maddi destek vermediğini” dile getiriyor.

Türkiye enayi mi?

Yine Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ise hepsinden sonra AB için şunları söyledi:

“Bombardımanları seyrediyor, sonra Türkiye’ye dönüp ‘sınırlarınızı açın, herkesi alın’ diyorlar. Türkiye enayi mi? Dünyanın en akıllısı sizsiniz, Türkiye bütün yükü çekecek. Siz niye almıyorsunuz?... Türkiye 9-10 milyar dolar harcadı, gelen yardım 455 milyon dolar oldu”.

Böyle düşünüyorsak Merkel’le neden “mültecilerin Türkiye’de kalmasına karşılık 3 milyar euro almayı” konuşuyoruz? Milyonlarca insanı sonu olmayan bir süre için almak başlıbaşına “bütün yükü çekmek” değil mi?

Akdoğan ülkemizde “2.6 milyon Suriyeli, 172 bin Iraklı” mülteci olduğunu ifade ederken Cumhurbaşkanı Erdoğan “Iraklılarla birlikte 3 milyona yakın mülteci bulunduğunu” söylüyor.

Sonuç olarak; ne kaç milyon mülteci olduğunun ne de onlar için dış yardıma ihtiyaç olup olmadığının net bir ifadesi yoktur.

Bir yandan sığınmacıların getirdiği maddi-manevi yük ortadayken ve dile getiriliyorken diğer tarafta devamlı olarak “Sınırımıza gelen sığınmacılara kapımızın açık olduğu” da vurgulanıyor.

Kuşatma altındaki Halep’ten “milyona varan mülteci akını olacağı” da belirtildiğine göre yakında Türkiye tüm illeriyle “açık bir Ortadoğu kampı”na dönüşecek.

Irak ve Başika!

Bir başka çelişki ve tehlike Irak’ın Musul bölgesine yakın Başika’da “peşmerge eğitmek için” bulunan Türk askerleri için mevcut.

Irak Parlamentosu Savunma Komisyonu “işgalci” olarak nitelediği Türk birliğinin askeri bir hareketle oradan çıkarılacağını, bunun ulusal bir mesele olduğunu, Türklerin Irak’ın egemenliğine dokunduğunu” açıkladı.

“Musul’u aldıktan sonra Türk askerini oradan çıkaracağız” dediler.

Sonra Bağdat yönetimi Musul’u almak için yakınındaki bir üsse binlerce asker sevketti. Bunu Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (Barzani’nin) izniyle yaptı.

Peki Barzani ve Bağdat anlaşma içindeyse biz neden Bağdat’ın tepkisine rağmen Barzani’nin peşmergelerini eğiteceğiz diye Başika’dayız?

Onları neden ABD eğitmiyor?

Irak ordusu oradaki askerlerimize saldırırsa ne olacak?

Biz “Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünden yanayız” derken “Kürdistan’ın ilanına hiç olmadığımız kadar yakınız” açıklaması yapan, Suriye Kürdistanı için de adımlar atan Barzani’ye destek vermemiz de çelişki değil mi?

Bir yanda Rusya ve Suriye ile başımız dertteyken dış politikamız hata kaldırmayacak kadar kırılgan noktada, bunu unutmayalım!

Yazının devamı...

Muhaliflerle baş başa!

Suriye iç savaşı başladığı günden beri Türkiye bu savaşın içine itilmek istendi.

ABD binlerce askerini kaybettiği ve Irak’ın daha da karışmasına neden olduğu “Irak fiyaskosundan sonra” Suriye’ye müdahale etmek istemiyordu.

Bunun yerine Türkiye’yi bu savaşa yönlendirmek daha kolay ve risksizdi. Suriye’de 2011 yılının bahar aylarında Esad rejimi ile muhalifleri arasında başlayan çatışmalar sırasında ve sonrasında Türkiye uzmanların yaptığı aralıksız uyarılara rağmen “muhaliflere açık destek” verdi.

Öyle ki bu muhalif savaşçılar toplantılarını Türkiye’de yapıyor, hatta gündüzleri Suriye’ye geçip savaşarak geceleri Türkiye’de konaklıyordu.

PYD, IŞİD nereden çıktı?

Daha önce duyulmamış PYD, IŞİD, ÖSO gibi örgütler Suriye’de bu süreç içinde ortaya çıktı. PYD ile IŞİD’in “kimlerin desteğiyle” çıktığı, bu kadar güçlendiği ve toprak alarak ilerlediği, silah ve para desteğini hangi ülkelerden aldığı, iki örgütün arasındaki ilişki yepyeni soru işaretleri içeriyor.

Örneğin; “IŞİD-PYD çarpışıyor” söylemleriyle geçen Kobani savaşı sırasında “gerçeğin ne olduğu” anlaşılmadı.

Örneğin; Haziran 2015’te Suriye Dışişleri Bakanı Muallim “IŞİD’in en büyük sponsorunun ABD olduğunu” söylemişti, neden?

Örneğin; IŞİD’in “kontrolü ele geçirdiği bazı bölgeleri fazla zorluk çıkarmadan PYD’ye bıraktığı” defalarca gündeme geldi.

Esad’ın Suriye’nin kuzeyindeki alanları “Türkiye’nin muhaliflere yardımlarından sonra” PYD’ye gönüllü olarak verdiği, bugün sınır boyumuza yerleşmesini onun sağladığı da biliniyor.

Rusya-ABD ortaklığı

Rusya ve İran’ın Suriye rejimine hava ve kara desteği vererek Türkmenlere ait alanlar dahil, Türkiye sınırında PYD ile beraber savaşmaları ve toprak kazanmaları tamamen Türkiye’nin aleyhine işledi.

Bu süreç içinde AB ülkelerinden ve ABD’den “Rusya’nın Suriye’de yaptığı saldırılar ve katliamlar” konusunda dikkate alınacak bir itiraz duyulmadığı gibi; IŞİD bahanesiyle “PYD’ye ortaklaşa verdikleri sınırsız destekle” dolaylı olarak “Rusya ve Esad rejimiyle aynı saflarda” bulundular.

BM ve NATO’nun “uyarı, kınama” gibi hafif açıklamalar dışında ciddi bir tepki göstermemesi sonunda cesareti artan Rusya ve Esad rejimi haftalardır Türkiye’ye meydan okuyan birçok adıma imza attı.

Bugün Suriye rejimi ve Rusya bir yandan Hatay sınırının 20 km yakınına yaklaşarak, diğer yandan Halep’i kuşatarak (aralarına teröristlerin de karışabileceği) on binlerce kişiyi Türkiye’ye göç ettiriyor..

PKK’yı unutturuyorlar

Türk Hükümeti bu göç dalgasının “milyona ulaşabileceğini” açıkladı ki Türkiye bunu asla karşılayamaz.

Bu arada, muhalifleri destekleyen ABD ve Batı ülkeleri olanları seyrediyor.

Merkel’in söylediklerinde de eskisinden farklı bir şey yok, sonuç da bunu gösterecektir.

Türkiye şu anda “Suriye muhalifleri”yle baş başa kalmıştır.

PYD’ye 50 ton silah indiren ABD nedense Rusya’nın muhaliflere yaptıklarını uzaktan izliyor.

Biz ise kendi ülkemizde can güvenliğini sağlamaya, PKK terörüne öncelik vermemiz gerekirken Suriye ile uğraşıyoruz.

Hükümet “bir savaş ihtimalini önlemek için” ne gerekiyorsa yapmalıdır!

Yazının devamı...

Akını AB durdursun!

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Aralık 2015’te “Suriye’de ateş kes ve siyasi geçiş sürecini” öngören karar taslağını oy birliğiyle kabul etmişti.

Taraflara; yani Esad Hükümeti ile muhaliflerine de “müzakerelere başlama ve ateş kes ilan etme çağrısı” yaptı.

Bu çağrının hiçbir anlamı olmadı, çünkü Suriye’de o süreç içinde çok daha büyük bir tehlike ortaya çıktı; Rusya tepeden inme bir şekilde ve “beni Esad çağırdı” diyerek bir karşı savaş başlattı.

Bir yandan Türkiye sınırını PYD ile birlikte ele geçirme operasyonlarını sürdürürken diğer tarafta son olarak “muhaliflerin elindeki” Halep’i kuşattılar.

Esad’ın niyeti

BM’in çağrısı bundan sonra da karşılık bulamaz zira Esad’ın niyeti “ateş kes” filan değil. “Siyasi geçiş süreci” gibi bir süreç sonunda gitmek ise aklından bile geçmiyor.

ABD ne söylerse söylesin olup bitenler onun da Esad’ın kalmasını desteklediğini, Ortadoğu’da “yeni sınırların çizilmesi” planı içinde olduğunu gösteren çok işaret var.

Nitekim Başbakan Davutoğlu’nun “ABD ile Rusya ne zaman görüşse Rusların saldırıları artıyor” demesi bu ortaklığın açıkça ortada olduğunu gösteriyor.

Suriye’den gelen açıklamalar “oradan kaçan terör örgütlerinin de Türkiye’ye yöneldiği” şeklindeydi.

Meydan okuma…

Oynanan oyunları, yapılan gizli planları, ABD’nin açıklamalarıyla eylemlerinin birbirini tutmadığını, BM’nin fazla bir etkisi olmadığını gördük. NATO’nun da bir “üçüncü dünya savaşı” çıkarmayacağı kesin. Rusya ne yaparsa yapsın “sert açıklama” adı altında sıradan bir uyarı ile yetiniyor.

Bu durumda “keskin hatlı, meydan okuyan” bir politika yerine daha yumuşak bir çizgi izlemek akıllıca olur.

Aynı şekilde “mülteci politikası”nda da övünme huyumuzdan hemen vazgeçmeliyiz.

Sonu yok!

Türkiye’de mevcut durumda 3 milyona yakın sığınmacı var.

Halep’e saldırıdan sonra Birleşmiş Milletler de “Suriye rejiminin Halep çevresindeki taarruz operasyonları nedeniyle on binlerce insanın Türkiye sınırında toplandığını” açıkladı.

Sınır şu anda yeni gelenlere kapalı ama Davutoğlu’nun “Biz açık kapı politikasına devam edeceğiz. Kalbimiz bütçemizden büyük” sözleri onların da alınabileceğini düşündürüyor.

Esad ve Rusya Suriye’yi dümdüz etmeye kararlı göründüğüne göre, biz bu sözlere ve her geleni almaya devam edersek yakında Suriye’de “Esad’ın istemediği” kim varsa Türkiye’ye geçmiş olacak.

Bu kez de biz AB’den “Türkiye’ye mülteci akınını durdurmasını” isteyelim.

“3 milyar euro”ları onlarda kalsın, mültecileri onlar alsın. Bakalım ne diyorlar?

Müebbet şoku!

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi Can Dündar ve Erdem Gül hakkında “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası” istemiyle (İstanbul C.Başsavcı Vekili İrfan Fidan tarafından) hazırlanmış olan iddianameyi kabul etmiş.

Öne sürülen iddiaların hiçbiri akla ve mantığa uygun değil. O nedenle…

İddianame mahkeme tarafından kabul edilebilir ama vicdanlar bu kararları kabul etmez.

Madem ki elde “ağırlaştırılmış müebbet” bile isteyecek kadar kanıt var, duruşma neden Mart sonuna bırakıldı diye merak ediyor insan.

Türkiye “gazeteciliği mahkum eden ülke” olmaktan vazgeçmelidir!

Yazının devamı...

Bu plan tutar mı?

Başbakan Davutoğlu Mardin’de yaptığı konuşmada “10 maddelik terörle mücadele eylem planını” açıkladı.

Bu planda; “Terör saldırıları nedeniyle oluşan bütün yaraları saracağız.

Yakılıp yıkılan okul, hastane ve binaları imar edeceğiz.

Sur’dan, Cizre’den kaçan vatandaşlarımıza kira yardımı yapacağız. Yeni bir ‘birliktelik ve kardeşlik dönemi’ başlatacağız” diyor.

Bizde “ayrı ayrı özerk bölgeler olmadığını, bir vatan, bir gelecek, bir kader olduğunu” söylüyor.

Bunların hepsi “ideal, devletten beklenen, istenen eylemler” ama acaba çözüm burada mı?

Abd yalanı!

Güneydoğu’ya devamlı takviye askeri birlikler gönderilmesine rağmen terör duraklamıyor.

Birçok ilçe harabeye döndüğü gibi teröristler saldırıları sürdürüyor.

Başbakan Davutoğlu da konuşmasında değindi, PKK yatırım yapılmasını da saldırılarla engelliyor, devletin imar edeceği binalar nasıl güvence altına alınacak?

ABD Türkiye’nin kendilerine yönelik şüpheleri üstüne “PYD ve PKK’ya hiçbir türde silah sağlamadıklarını” açıkladı.

Oysa tek bir örnek bu yalanı çıkarmaya yeter. 18 Ekim 2015 haberiydi; ABD “PYD’nin kontrolündeki Haseke bölgesine 50 ton silah ve cephane” indirmiş ve PYD Başkanı Salih Müslim “bu silahların ellerine ulaştığını” açıklamıştı.

Bu silahlar arasında bir hava savunma silahı olan ve uçak vurmada kullanılan “stinger”lar da vardı.

Özerk bölgeler…

Başbakan Davutoğlu’nun değindiği “birliktelik ve kardeşlik dönemi” vurguları çözüm süreci içinde de yapıldı.

Yine söz ettiği; Hakkari’deki vatandaşla, Edirne’dekinin aynı haklara sahip olduğu da bilinen bir gerçek. Bugün sadece Güneydoğu’da bırakılmayan, İstanbul ve diğer şehirlerimize de sıçratılan terörün bunlarla bir ilgisi yoktur.

Başbakan’ın “Bizde ayrı ayrı özerk bölgeler yok” sözüyle ilgisi vardır.

Türkiye’de eskisinden çok daha azgın ve katliam şeklinde yürütülen terör daha önce de belirttiğimiz gibi artık tamamen “Suriye ve Irak’taki gelişmelere paralel bir amaca” hizmet ediyor.

Bakın Rusya bir yandan hava sahası ihlalleriyle Türkiye’yi kışkırtırken diğer tarafta Putin “Erdoğan’ın görüşme taleplerini geri çevirerek” bize karşı açık bir hakaret havasına girmekte, dünyaya “Türkiye ile düşman saflardayız” mesajı vermektedir.

Kırmızı çizgi gidiyor!

Rusya şimdi de PYD ile ortaklaşa yaptıkları plana göre Cerablus civarını 15 gün havadan yoğun bombardımana tutarak orayı da ele geçirecek.

Muhaliflerin veya IŞİD’in kontrolündeki bölgeleri ele geçirerek “Türkiye’nin kırmızı çizgisi” olan 110 kilometrelik sınır boyunu alacak.

Halep-Türkiye koridorunu Esad güçlerine verdiği destekle kapattı, Halep’i almaları da gün meselesi…

Bu durumda Esad Suriye’de kaybettiği gücü ve bölgeleri geri kazanıyor.

Türkiye sınırının tamamen PYD’nin eline geçmesi ise bize çok şey kaybettireceği gibi, bu süreçte eylemleriyle dikkatleri o bölgeden çeken PKK terör örgütüne çok şey kazandıracaktır.

Sonuç ABD-Rusya-Esad-PYD- Barzani ve İsrail’in de birlikte kazanması demek olacak.

O nedenle artık eylem planı açıklamak yerine “uluslar arası ciddi eylemlere” geçme zamanıdır, geç kaldık!

Yazının devamı...

ABD, Rusya oyunu mu?

Londra’da “Suriye Donörler Toplantısı” için bulunan ve AB’nin önemli liderleriyle ikili görüşmeler yapan Davutoğlu ilk kez “ABD-Rusya ilişkisi”nin şüpheli olduğunu vurguladı.

Benim de bu köşede haftalardır dile getirdiğim “Ortadoğu’da tuzak benzeri gizli ilişki ve eylemler” hakkında konuşan Başbakan “ABD ile Rusya’nın her görüşmesinden sonra Ruslar daha fazla saldırıyor. Bunun açıklamasını beklemek hakkımız” dedi.

Aslında çok önce açıklama istenmesi gereken bir durum bu. ABD ve AB ülkeleri “PYD’ye dolayısıyla Esad rejimi ve Rusya’ya açık destek” veriyorlar.

ABD aynen Rusya’nın yaptığı gibi “PYD’nin Türkiye sınırındaki ilerleyişine” sağladığı silahlar ve hava saldırılarıyla yardım ediyor.

Nasıl müttefik?

ABD’nin ve AB’nin PYD’ye verdiği destekle hem bu örgüt sınır boyumuzca büyük alan kazandı, hem de aynı destek dolaylı olarak PKK’ya verilmiş olduğu için Türkiye’deki PKK saldırıları güç kazandı.

Bu ülkeler “teröre ve terör örgütlerine karşıyız” derken sadece IŞİD varmış gibi davranıyorlar. Çelişkiye bakın ki Avrupa Parlamentosu da yine “PKK’nın terör örgütleri listesinde kalması gerektiğini” açıklamış.

ABD bir yandan bize “müttefikimiz” derken aynı anda PYD için de bunu söylüyor. Onlara verdikleri silahların PKK’ya gittiği uyarılarına kulak tıkıyor.

Kuzey Irak’taki “Bağımsız Kürdistan” referandumuna şimdilik destek vermeyeceğini söylerken aynı zamanda “Kürdistan”ı devlet olarak tanıdığını belirten açıklamalar yapıyor.

Sık sık buluşup görüştükleri Barzani ise sadece Irak’ta değil, Suriye’de sınırımızda bir Kürdistan kurulduğunu özel sözleşmelerle ortaya koydu.

Rusya’ya susuyor!

Ortadoğu’nun istedikleri gibi şekillenmesi için “Türkiye’nin aleyhinde olacak” adımları birlikte atan bu ülkeler bir yandan da Türkiye’yi milyonlarca mülteci ile sıkıntıya sokma planlarını yürütüyorlar.

ABD’nin neden “Rusya’nın Suriye’de yaptıklarına, Esad güçleriyle birlikte istediği gibi saldırmasına, Türkmen Dağı’nı birlikte işgal etmelerine” sessiz kaldığı sorusu bu durumu açıklamaktadır.

Onların ortak savaşı sonunda birkaç gün içinde Türkiye’ye binlerce Türkmen ve Arap sığınmacı geldi.

Davutoğlu’nun dün açıkladığı gibi; Rusya’nın desteğiyle rejim güçlerinin Halep’e yaptığı büyük saldırı yüzünden 70 bin kişi daha Halep’ten Türkiye’ye gelmekte...

Görüldüğü gibi Türkiye’deki mülteciler 2.5-3 milyonda kalmayacak. Türkmenler dışında yeni gelenlerin mutlaka Türkiye dışında açılacak bir alana, orada kamplara yerleştirilmesi, ülkeye girmemesi doğru karar olacaktır.

Afet değil bu!

Bu insanlar depremden veya başka bir afetten kaçıyor ve bitince geri dönecek değiller. Yaratacakları maddi, manevi sorunlar, hatta taşıyacakları hastalıklar için süre belirsizdir. Suriye’deki savaş artık iç savaş olmaktan da çıkmış, uluslar arası bir Ortadoğu planı olduğu anlaşılmıştır.

Diğer ülkeler sığınmacıların arasına karışacak teröristlerden de korunmak için mülteci almıyorlar.

Bu konuda verdiğimiz “sınırsız vaatler” gelecek için ciddi sorundur, övünme konusu değildir, vazgeçelim!

Yazının devamı...

Terör ve başkanlık!

Üç gün önce İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı’na bomba atıldı. Salı gecesi Eyüp’te Büyük Osmanlı Derneği binasına yüzü maskeli motosikletli 2 kişi tarafından kaleşnikoflu saldırı yapıldı, 1 kişi hayatını kaybetti, 3 vatandaş yaralandı.

Aynı gece Küçükçekmece’de bir kahvehane yine motosikletli 2 kişi tarafından tarandı, 1 ölü, 1’i ağır 4 yaralı olduğu bildirildi.

Görüldüğü gibi terör İstanbul’un göbeğinde de, üstelik mezarlık bile hedef alınarak sürüyor.

Güneydoğu’dan gelen acı haberlere dayanmak ise mümkün değil. Önceki gün Diyarbakır Sur’da PKK ile çatışmalarda şehit olan 5 askerimizi toprağa verdik, dün 1’i ağır 4 asker yaralandı.

Terörün İstanbul’da da sürdürülmesindeki amaç “toplumu tedirgin etmek, tehlikenin her yerde olduğu mesajını vermek”tir.

Kardeşlik süreci…

Bülent Arınç Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı cevapta “Dolmabahçe görüşmesinden Erdoğan’ın bilgisi olduğunu” tekrarlarken “Terörün bitirilmesi için, geçmişten alınan derslerle yeni bir kardeşlik sürecinin başlatılması gerektiğine inanıyorum” dedi.

Yani Arınç “Çözüm sürecinde görüştünüz, ne oldu da bu süreci bitirdiniz” demeye getiriyor.

PKK teröründe kaybettiğimiz; çoğu bebeklerini beşikte bırakıp giden şehitlerle, terör örgütünün kanlı saldırılarına hiç ara vermemesi ile “kardeşlik süreci” arasında nasıl bir bağ kurulabilir acaba?

Ortadaki mesele bir “Türk-Kürt kardeşlik sorunu” değil, apaçık kanlı terör.

“Dolmabahçe görüşmesi”ne kadar olan ve adına çözüm süreci denen zaman içinde HDP-Öcalan-Kandil ve Hükümet temsilcileri-MİT ne görüştüler, neyi karara bağladılar, bu bilinmiyor.

HDP ve Zana

O süreçte de PKK terörü hiçbir zaman tam olarak kesilmedi, kayıplar vermeye devam ettik ama geçen yazdan bu yana Suriye sınırımızdaki PYD genişlemesiyle paralel olarak arttırılan PKK terörü “yeni bir süreci” imkansız kılıyor.

HDP yazdan bu yana terör konusunda olayları saptırmak dışında hiçbir şey yapmadı, Demirtaş konuştuğunda ise “Rojova ile Güneydoğu benzetmesi” yaparak “Kürdistan küllerinden yeniden doğacak” dedi.

Onun bu konuşmasından sonra ve her gün 5-6 güvenlik görevlisi PKK tarafından şehit edilirken Leyla Zana’nın “Çözüm süreci ve Öcalan’la görüşmeler yeniden başlasın” talebi nasıl karşılık bulabilir?

Bütün gelişmeler HDP’nin “söylemini değiştirmeden, terörün bitmesi için gayret göstermeden” Leyla Zana aracılığıyla da bir farklılık sağlamayacağını gösteriyor.

Başkanlık anlatılsın!

Cumhurbaşkanı Erdoğan “başkanlık rejimi” olan Şili’den, yine aynı rejimle yönetilen Peru’ya geçti.

Yaptığı konuşmalarda, Türkiye’ye de aynı sistemin gelmesi için referanduma gidileceğini, halkın da bu rejimi istediğini söylüyor.

Burada dikkat çeken 2 nokta var; birincisi Latin Amerika ülkelerinin hukukta ve siyaset biliminde “başkanlık rejiminin başarısız olduğu ülkeler” olarak örnek gösterilmesi…

Diğeri ise yapılan anketlerde “Türkiye’de halkın bu sisteme onay vermediği”nin görülmesidir.

Demokrasi, başkanlık referandumundan önce sistemin topluma her yönüyle ve tüm örnekleriyle anlatılmasını şart kılıyor.

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.