Şampiy10
Magazin
Gündem

Türkiye bu kadar zengin mi?

Rusya ile Suriye’nin Türkiye’nin güney sınırında uygulamakta oldukları plan ilerliyor.

Türkmendağı bölgesini ele geçirdikten ve Türkmenleri de Türkiye sınırına sürdükten sonra “Fırat’ın Batısı” filan dinlemeden PYD’ye ilerlemesi için her desteği veriyorlar.

Güneydoğu’dan her gün 5-6 şehit ve çok sayıda yaralı haberi geliyor.

Hükümet ve Genelkurmay “PKK sıkıştı, çok sayıda terörist etkisiz hale getirildi” derken PKK’nın yeni silahlı oluşumları ordu halinde hendeklerin gerisinde görüntüleniyor.

Suriye’deki “PYD-YPG”den sonra şimdi de Türkiye’de YPS adlı bir oluşum ortaya çıkmış.

Ciddi tehditler

Rusya Dışişleri Bakanı bir kez daha Türkiye’ye uyarı yaptı.

Hiç şüphe yok ki Esad’la Putin, Türkiye’nin içinde PKK terörü aralıksız sürerken başına bir savaş derdi çıkararak onu Ortadoğu kaosuna çekmek, böylece Güney sınırımızda ve ötesinde istedikleri ortamı hazırlamak konusunda anlaşmış durumdalar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın böyle bir zamanda Güney Amerika seyahatinde olması, BM’e ait bir konferans da olsa Türkiye’yi ilgilendirmeyen bir toplantı için ülkeden ayrılması maalesef yanlış bir zamanlama gibi görünüyor.

Nitekim kendisi de orada; sınır ötemizde ve sınırımızın bitişiğinde, PYD’nin aldığı ve ilerlediği bölgede İran ve Rusya’nın yığınak yapması ile ilgili soruları cevaplarken “Türkiye’nin ciddi tehdit altında olduğunu” söyledi.

Kastettiği tehdit bir değil, birçok konuyu içeriyor.

Geri dönülmez nokta

Erdoğan “PYD’nin Akdeniz’e bir koridor oluşturacak şekilde sınır boyumuzu ele geçirmesine müsaade etmeyeceğimizi, bunun için uluslar arası hukuka uygun adımları atacağımızı” söyledi.

Oysa gelinen noktada “uluslar arası hukuk ve dürüst kurallar” ortadan kalkmış görünüyor. Teröre ve terör örgütlerine karşı olduğunu söyleyen ABD ve AB ülkeleri PYD’yi terör örgütü saymadıklarını söylüyor ve destek veriyorlar.

Türkiye bu konuda Batı dünyasına karşı yalnız kalmış durumdadır.

Öyle olmasa ABD “Rusya ve Esad’ın köy ve kasabaları bombalayarak Türkmen ve Arapları, muhalif grupları evlerinden sürmesine, katletmesine” de itiraz ederdi.

PYD-PKK’nın elindeki ABD yapımı silahları verirken de düşünürdü.

Ekonomi ve mülteciler

Rusya ile girdiğimiz krizin ekonomik boyutu da tahminlerin çok üstünde.

Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırma Vakfı “Rusya krizinin toplam olumsuz etkisinin yıllık 11 milyar dolardan fazla olmasının beklendiğini” açıkladı.

Köln Ekonomik Araştırma Enstitüsü araştırması ise; Almanya’daki mültecilerin 2017 sonuna kadar ülkeye “50 milyar euro”ya mal olabileceğini bildirdi.

Almanya’da geçen yıl 1.1 milyon mülteciye 22 milyar euro harcanmış. Bizdeki mülteciler hem daha uzun zamandır Türkiye’de, hem de sayıları 2.5 milyondan fazla.

Nasıl oluyor da sadece “9 milyar euro” harcandığı söyleniyor anlamak zor.

Durum böyleyken Angela Merkel’in teklif ettiği (ve şimdi İtalya’nın da sadece mülteciler Türkiye’de kalsın diye kabul ettiği) 3 milyar euro neye yetecek acaba?

Ürdün Kralı da artık mülteci almayacaklarını açıkladı. Ekonomisi darboğazda olan Türkiye ne bekliyor?

Yazının devamı...

Meclis ortaya çıkmalı!

Artık parlamentoda yapılan konuşmaları değil, parti liderlerinin ve Hükümet üyelerinin toplantılarda veya başka ülkeleri ziyaretlerinde yaptıkları konuşmaları dinliyoruz.

Örneğin Başbakan ziyaret etmekte olduğu Suudi Arabistan’da, ana muhalefet partisi CHP’nin lideri Almanya’da konuşuyor.

Oysa Türkiye’nin karşısındaki çok boyutlu ulusal ve uluslar arası sorunlar böyle konuşmalarla aşılacak boyutu çoktan aşmış durumda.

Meclis en kısa zamanda toplanmalı ve ülke sorunlarını görüşmelidir. İngiltere’nin sadece “IŞİD’e karşı oluşan koalisyona hava desteği verip vermeme konusunda koca bir gün bütün partileriyle tartıştığı”nı fotoğraflarıyla, video görüntüleriyle izledik.

Türkiye neden parlamentosunu dışlamış durumda anlamak mümkün değil.

Suudi Arabistan’la…

Çözülmeyen ya da anlaşılmayan ve toplumun da anlaması gereken çok sorun var.

Örneğin Esad “Rusya ve PYD ile birlikte Türkiye için tehdit oluşturan adımları” sürdürürken Başbakan Davutoğlu da hala Suriye rejimini tek başımıza karşımıza alan konuşmaları sürdürüyor.

Rusya sınır ihlallerine devam ediyor, biz “sert tepki” vermeye, “Rusya’yı uyarıyoruz” demeye devam ediyoruz. Bunun sonu yoktur.

Davutoğlu Suudi Arabistan’da “Suriye’de hem katliam yapan rejim, hem de barbarca cinayetler işleyen DEAŞ aynı ölçüde suçludur. Biz Türkiye olarak Suudi Arabistan’la birlikte ‘Suriye ılımlı muhalefetine’ vereceğimiz desteği sürdüreceğiz” açıklaması yaptı.

Esad ne yapar?

Rusya’nın zaten Suriye’de Esad’a destek vermesinin nedeni “ılımlı ya da değil” ona muhalif olan tüm grupları etkisiz kılmaktır.

Bunun yanında Türkiye’nin aleyhine olan bir yayılmayı PYD’ye sağlamak için de işbirliği yaptıkları, aynı işbirliğine AB ülkelerinin ve ABD’nin de dahil olduğunu biliyoruz.

Rusya’nın muhaliflerin bulunduğu merkezleri de bombaladığını biliyoruz.

ABD ve diğer ülkelerin en az birkaç yıl daha “Esad’ın iktidarda kalmasını, seçimlere yeniden girmesini” destekledikleri de artık ortada. Bunlar bilinirken biz neden hala “Esad da IŞİD kadar düşmanımız” havasındayız ve bu hava nelere mal olur düşünmek gerekiyor.

“Siz benim iç işlerime müdahale ederseniz, ben de PKK ‘ya destek veririm” demiş olan Esad bugüne kadar söylediğini uyguladı.

Abd’nin çelişkisi

PKK- PYD’ye zaten arka çıkarak Suriye Kürdistan’ını kurdurdukları ve sınırımız boyunca ilerledikleri görülmüyor mu?

Neden “Kürdistan’ı destekleyen Suudi Arabistan’la işbirliği” içindeyiz? Aynı Suudi Arabistan Suriye Kürdistanı’nı desteklemeyecek mi? Bunlar Türkiye ve dış politikası için ne anlam taşıyor?

Bu arada ABD Başkonsolosu’nun da içinde olduğu bir AB heyeti Erbil’e gitti ve “Irak’ın toprak bütünlüğünden yanayız. Şu aşamada ‘bağımsızlık referandumunu’ desteklemiyoruz” açıklaması yaptılar.

Bir gün sonra ABD Başkanı Obama’nın uluslar arası IŞİD’le mücadele koalisyonu özel temsilcisi Mc Gurk Kobani’ye gidip PYD ile görüştü ve “Irak Kürdistanı’nın karlı dağlarında” diye twit yazdı.

IŞİD bahanesiyle Ortadoğu’da oynanan oyunu ve bu çelişkileri görmek, Meclis’te masaya yatırmak ülke yararınadır, yapılmalıdır!

Yazının devamı...

Sorunlar çığ gibi!

Pazar günü moral bozmayı hiç kimse istemez ama ne yazık ki gündem hiç de iç açıcı bir şekilde seyretmiyor.

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Diyanet’in her biri ayrı bir tartışma konusu olan anlamsız fetvalarından sonra “IŞİD terör örgütünü meşrulaştıran” açıklamasıyla haklı ve büyük bir tepki topladı.

Türk Hükümeti’nin “yok etmek üzere diğer ülkelerle işbirliği yaptığı”, kanlı eylemleriyle dünyayı ayağa kaldıran IŞİD’i “1960-70’li yılların sol hareketine benzetmesi” olacak şey değildir.

Bir devlet kurumu olan ve çok büyük bir bütçeyle çalışan Diyanet İşleri’nin başındaki kişi böyle bir açıklama yapamaz. Dini işlere baktığı için büyük kesimlerin açıklamalarından etkilendiği bir kurumun böyle büyük bir yanlışı kabul edilemez.

Bu yanlışı sadece “solcular” değil, tüm insanlık reddeder.

Yaptırım nerede?

Diyanet bu ciddi sorumsuzlukları arka arkaya yapıyor ve hiçbir yaptırım uygulandığı da görülmüyor.

Hükümet bu kez müdahale etmek ve bu kabul edilemez açıklamanın yaptırımını topluma göstermek zorundadır.

Bu yapılmadığı takdirde, bir yandan “dünyanın en azılı terör örgütü” olduğu görüşüne katılırken diğer tarafta dünyaya karşı da “bu örgütün eylemlerini meşrulaştırma” girişimine devlet de ortak olmuş görüntüsü doğacaktır.

39 Kayıp daha…

Cuma günü hep aynı yerde; Didim’de kısa aralıklarla yaşanan mülteci botu facialarındaki can kayıplarını ve bu kayıpların önlenmesinin zorluğunu yazmıştım.

Dün Çanakkale’nin Ayvacık ilçesinden yola çıkan bir bot daha battı ve tam 39 kişi hayatını kaybetti.

Bu botlar Yunanistan sularına geçmeyi başarırlarsa “AB’nin baskılarıyla” Yunan Sahil Güvenliği botları geri kovalıyor ve dönüş yolunda batıyorlar.

Mülteciler Yunanistan’a ayak basacak olurlarsa “bıçaklı saldırıya uğrayıp” ya ölüyor veya yaralanıyorlar.

Bunu Türkiye’nin değil, AB’nin sorunu yapma, onlara “bu can kayıplarına göz yumulamaz, bir çözüm üretmek lazım” deme zamanı hala gelmedi mi?

Kaç yüz kişinin ölmesini bekleyeceğiz? AB ülkeleri gibi “yeter ki bu ülkeler korunsunlar, ölenlerin önemi yok” mu diyeceğiz?

Verebilecekleri bile belli olmayan 3 milyar dolar giden canları geri getirecek mi?

Pkk’ya silah yağıyor

13 yıl Hükümet’in 2’inci adamı durumunda olan Bülent Arınç, zihni mi açıldı vicdanı mı harekete geçti bilemeyiz, koltuğundan uzaklaşınca gerçekleri açık açık konuşmaya başladı. Cumhurbaşkanı’nın Dolmabahçe mutabakatından haberdar olduğunu söylediği televizyon konuşmasında “acilen çözüm sürecine dönülmeli” dedi.

Dün yine Diyarbakır Sur’daki çatışmalarda 1 askerimiz şehit oldu, 4 asker yaralandı. Biz “bitti, bitecek” derken PKK evlere, yollara uzaktan kumandalı elektronik patlayıcılar yerleştirerek güvenlik güçlerini şehit ediyor.

ABD, Rusya ve AB’nin “IŞİD’e karşı PYD’ye veriyoruz” diye yağdırdığı binlerce silah, bomba PKK tarafından kullanılıyor. Son olarak Çekoslovakya ile Hollanda silah ve hava desteği vereceklerini açıkladılar.

Batı ülkelerinin bu politikasına karşı nasıl bir çözüm üretmek gerektiğini de Hükümet (aslında Meclis) acilen bulmak zorundadır!

Yazının devamı...

Yargı konusunda endişeler...

Dünyanın gözü sadece Türkiye ve çevresindeki terör olaylarına değil aynı zamanda Türkiye’deki yargı ve adalet sistemine çevrilmiş durumda.

Güneydoğu’da PKK terörünün ve bu teröre kaşı askeri operasyonların çatışmalarla yoğun olarak devam ettiği ilçelerden vatandaşların eşyalarını sırtlayıp kaçması, şehit haberlerinin sürmesi bu konudaki zorluklarımızı açıkça ortaya koyuyor.

Böyle büyük bir sorunla ve sınır ötemizdeki olumsuzluklarla yaşadığımız sıkıntı yeterliyken bir de yargıya olan güvenin sarsılması önemli bir üzücü gelişmedir.

Ahmet Hakan’ın uğradığı ve ameliyat gerektirecek kadar ciddi saldırıda hapis cezaları gerektirecek suçlamalar varken tüm saldırganların serbest bırakılması bir başka hukuk devletinde görülemezdi.

Yine mi müebbet?

Can Dündar ve Erdem Gül için sadece “gazetede yapılan haberler ve köşe yazıları” nedeniyle, başka bir kanıtlı suçlama olmadığı halde ağır hapis cezaları istenmesi ise elbette yalnız Türkiye için değil, dünya için de kabul edilemez bir durumdur..

Balyoz-Ergenekon davaları sürecinde yüzlerce sivil-askerin aile boyu yaşadığı mağduriyetler, mahkemelerin “bilirkişi raporlarını, avukatların itirazlarını, açıklamalarını hiç dikkate almadan” bu kararlarda ısrar ettiği, her duruşmada yine “tutukluluğun devamına” kararları çıktığı hatırlardadır. Sonunda bu sürecin “Gülen Cemaati’nin kumpası” olduğu söylenerek tutuklular tahliye edildi.

İnsanlara yıllarca cehennem azabı çektiren savcılar “kendileri için tutuklama kararı” çıkmadan hemen önce yurt dışına kaçtılar.

Peki, onların kurgu iddianameleriyle cezaevlerinde çile çeken vatandaşların hayatından çalınan yılları kim geri verecek?

Aynı olaylar, farklı savcı ve hakimler tarafından tekrarlanacak mı?

Hukuksuzluk tehlikelidir!

“Adalet herkese lazımdır”, yargı; kanıtlanmış, evrensel hukuk kurallarına göre de suç sayılacak eylemler yoksa hukukla çelişecek kararlar veremez.

Bağımsızlığına gölge düşürecek iddianameler hazırlanamaz.

Örneğin “devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askeri casusluk amacıyla temin ettiklerini açıkladıkları” gibi bir suçlama, aynı konuda daha önce siyasi irade tarafından söylenen “gerçeğe aykırı bilgiler” verdikleri söylemiyle çelişmektedir.

Dündar ve Gül’ün yazıları, gazetelerinin manşetleri gizli olmadığı, toplumla paylaşıldığı halde nasıl “casusluk” olabilir sorusunu aklı başında her vatandaş sormaktadır.

Türkiye raporu

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün 2015 Raporu’nda Türkiye için birçok olumsuz sonuç var. Ama özellikle “Basın ve ifade özgürlüğü” konusunda çok sayıda geri kalmış ülkenin altında kalmış olmamız gözardı edilemez. Basın her demokratik ülkede toplumların gözü, kulağı, sesidir. Medyada yapılan haberler, yorumlar, programlar yargı baskısı ve korkusu altında özgür olabilir mi?

Bundan sonra herhangi bir uluslar arası haksızlıkta yapacağımız itirazlarda önümüze bu raporlar sürülecektir.

Yargı tutuklu tüm gazetecilerle ilgili kararlarını “evrensel hukuk kurallarına göre” tekrar gözden geçirmek zorundadır!

Yazının devamı...

AB kapıyı kapatıyor

Temmuz 2015’te Muğla Didim’de bir mülteci teknesi içinde 37 kişiyle battı, sadece 7’si kurtarılabildi...

2 ay sonra 13 Eylül 2015’te Didim’de bir mülteci teknesi battı; 14’ü çocuk 34 kişi öldü.

Bundan 2 ay sonra 9 Aralık 2015’te Didim’de yine mülteci teknesi battı; 11 ölü, 13’ü “kayıp” dendi. Buna 24 kişi hayatını kaybetti diyebiliriz.

Aradan birbuçuk ay geçti, 4 gün önce Didim’den Yunanistan’a geçmek için yola çıkan mülteci teknesi battı, 5 kişinin cesedi bulundu, 16 kişinin “kayıp”olduğu bildirildi, buna da 21 kişi hayatını kaybetti diyebiliriz.

Toplayacak olursak; en çok 2 ay arayla aynı yerde çocuk-yetişkin 119 mülteci hayatını kaybetmiş.

Önlemek imkansız!

Bırakın diğer sahillerde olanları, demek ki daha önce facialar yaşandığı “Türkiye ve mülteciler tarafından bilinen” Didim gibi belli noktalarda bile sığınmacılar bu girişimden vazgeçmeyecekler.

Biz gereken tüm önlemleri alsak da bir başka noktadan yine denize açılabilirler ve her an yeni “Aylan bebek” olaylarıyla karşılaşabiliriz. Peki, yüzlerce can kaybı bizi “bu gerçeği itiraf etmek ve Türkiye’ye yerleşen veya geçiş yapan milyonlarca mültecinin sorumluluğunu tek başımıza üstlenmekten vazgeçiriyor mu, hayır.

Bu facialar Batı ülkelerini ilgilendiriyor mu, hayır. Onların ilgilendiği tek konu; “ne olursa olsun kendi sınırlarından tek sığınmacının bile geçmemesi”…

Yunanistan’da saldırı

Avrupa Birliği (daha doğrusu Angela Merkel) Türk Hükümetini “3 milyar Avro ve Schengen vizesiyle serbest dolaşım hakkı” gibi ödüller öne sürerek mültecileri buraya hapsetme konusunda ikna etti.

Oysa İtalya “AB ülkelerinin hesabından 3 milyar Avro çıkmasına itiraz ettiği” için bu paranın ne zaman verileceği bile bilinmiyor.

Schengen’e gelince; mülteci akını nedeniyle “Schengen vizesinin tümüyle tehlikede olduğu, hatta AB denilen projenin bile sonlanabileceği ” açıklamaları birbirini izliyor.

AB, Yunanistan’a da “mültecileri geçirmemesi için” öyle yoğun baskı uyguluyor ki 3 gün önce diğer Avrupa ülkelerine geçmek için bekleyen sığınmacılara Yunanistan’da saldırı oldu; 3 kişi bıçaklandı, 1’i öldü, 2’si yaralandı.

Paralarını alıyor!

AB’de bir değerlendirme raporu “Yunanistan’ın sınır kontrolü konusunda yükümlülüklerini ihmal ettiğini” ortaya çıkardığı için bu ülke için bile “Schengen hakkının askıya alınıp vatandaşlarına sınır kontrolü uygulanması” ile tehdit ediliyor.

Şu anda zaten Avusturya, Almanya, Danimarka, İsveç, Fransa, Norveç gibi ülkeler herkese ve tabii mültecilere sınır kontrolü yapıyor, geçirmiyor.

Danimarka Meclisi son olarak “sığınmacıların mücevher, bilgisayar, saat gibi değerli eşyalarına, paralarına el konulmasını” öngören bir yasa tasarısını kabul etti. Bunların satışından kazanılacak para onlara yapılacak masrafları karşılayacakmış. Böylece mültecilerle “işsiz Danimarkalı vatandaşların aynı duruma getirildiği” söyleniyor.

Zengin AB ülkelerinin “kendilerini korumak için” yaptıkları acaba bize vaatlerinin ne kadar aldatıcı olduğunu yeterince anlatıyor mu?

Zararın neresinden dönülse kardır, bu anlaşmadan vazgeçelim!

Yazının devamı...

ABD’nin değişen politikası!

Bağdat Caddesi’nde, “İstanbul’un göbeğinde 19 yaşında bir genç kız öğrenciye tecavüz” haberi de Güneydoğu’dan gelen PKK saldırısı ve şehit haberleri kadar vahşet ve dehşet içeriyor.

İl ve ilçelerdeki IŞİD, PKK gibi terör örgütlerinin bombalı saldırılarında ne kadar “güvenlik ve istihbarat” sorgulaması yapılıyorsa burada da ciddi bir güvenlik zafiyeti olduğu şüphesi akla geliyor.

Vatandaşların can ve mal güvenliği, kadın erkek kim olursa olsun sokakta, caddede “bir saldırıya uğramadan” dolaşmaları devletin öncelikli sorumluluğudur.

Hiç kimse medeni bir ülkede bir genç kızın “o saatte neden sokakta olduğu” gibi bilinçsiz ve çağ dışı bir soruyu sorma hakkına sahip değildir.

Bununla ilgili; İngiliz bir yargıcın gece bir genç kızı parkta taciz eden saldırgana verdiği ağır cezanın nedenini “diğer genç kızların özgürce dolaşma hakkına verdiği zarar” olarak açıkladığı olayı unutmayalım.

Yargı ve devletten bu ülkede de aynı sorumluluk bekleniyor. İl ve ilçelerde vatandaşlar “her ihtimal hesaplanarak” korunmak zorundadır.

Teröre destek

Dün Diyarbakır Sur’da yine PKK saldırısında 3 asker ve 1 polisimiz şehit oldu, 3 asker ağır yaralandı.

Bu kanlı saldırıların diğer ülkeler tarafından desteklendiği ortada olduğu gibi bu ülkeler desteklerini de gizlemiyorlar.

Türkiye Cenevre’de yapılacak Suriye konulu toplantıya PYD katıldığı takdirde katılamayacağını açıklamışken ABD Dışişleri Bakanı John Kerry “Tarafların barış görüşmelerine katılmaması halinde ‘dostlarını kaybedeceği’ uyarısı yaptı.

PYD bu uyarıdan önce “Bize bireysel davet geldi, PYD’ye gelmiş sayılmaz, katılmayacağız” demişti.

Esad Kalacak!

Bu açıklamadan anlaşılıyor ki ABD de ısrarından dönmeyecek.

Ayrıca ABD’deki “müttefik Türkiye’ye karşı kararlar” bununla da bitmiyor. John Kerry aynı zamanda Suriyeli muhaliflerin temsilcilerine “Esad’ın gelecekte kurulacak ulusal hükümette iktidarda kalmasına ve seçimlerde yeniden aday olmasına izin verilmesini” söyledi.

Kısacası ABD bir yanda “Esad belli bir süre sonra gidecek” mesajları verirken diğer yanda bunu sağlamayacağını kendisi açıklıyor.

Bunun nedeni hem işin içinde “Rusya, Esad ve İran”ın olması, hem de ABD’nin IŞİD bahanesiyle “PYD desteği” konusunda onlarla işbirliği içinde olmasıdır.

Böylece Türkiye’nin “Esad gidecek” ısrarında yalnız kalacağı açıkça ortaya çıkmış oluyor.

Ne yapılmalı?

Bu durumda Türkiye’de dış politikasına yeni ve farklı bir vizyon kazandırmak zorunda kalacaktır.

ABD sonunda Rusya ile de çatışmak zorunda kalmayı göze almayacağı gibi, bizim Rusya’yı da karşımıza aldığımız unutulmamalıdır.

Bundan sonra aynı politikayı sürdürerek bu kez ABD ve AB’yi de kaybetmek yerine biraz daha yumuşak çizgide ve kendi ülkemizdeki terörü, sınır ötemizde bize yönelen tehdidi ön plana almamız akıllıca olacaktır. Esad’ın “Türkiye’nin Suriye iç savaşında muhalifleri desteklemesine” karşılık “ben de PKK’ya destek veririm” dediğini, kuzey illerini PYD’ye kendisinin bırakarak çekildiğini unutmamalıyız.

Yazının devamı...

Vicdan mı dediniz?

PKK terörü azgın şekilde devam ederken HDP’liler Meclis’te Başbakan Davutoğlu’nun yolunu keserek konuşmak istemişler.

Korumalar tarafından engellenince bir HDP milletvekili “Sayın Başbakan insanlar ölüyor, biraz vicdanınızı dinleyin. Bu ülkeyi siz yönetiyorsunuz” diye bağırmış.

İnsanların ölüyor olması Türkiye’nin yıllardır çözmeye ve önlemeye çalıştığı bir acıdır ama bunun sorumlusu kim acaba?

HDP bir yandan Güneydoğu’da yaz aylarından beri görülmemiş şiddette devam eden PKK saldırılarına destek verir ve partinin Eş Genel Başkanı cinayetlerin nedeni konusunda “Kobani’de ne olduysa burada aynısı olacak” derken “vicdan”dan nasıl söz edebiliyor?

Barış değil, çözüm!

Ak Parti Hükümeti yıllarca Öcalan’ı ve HDP’yi muhatap alarak “çözüm süreci” yürüttü. Sonra birden bu süreç bitti, Batı medyası ve AB bu olayları süren terör nedeniyle her gün hatırlatıyor.

AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Mogherini daha 2 gün önce “Türkiye’nin barış sürecine geçmesini destekliyoruz. Bu süreç Türkiye’de barış ve istikrarın sağlanması için tek çözümdür” dedi.

Türkiye bir “savaş” içinde değil, “terör saldırıları”yla karşı karşıyadır. Süreç “barış” değil, “çözüm” sürecidir. Bu acımasız terör sürerken “ortak bir süreç” yürütülmesi ise ancak hayal olabilir.

HDP’liler Başbakan’ın önünü keseceklerine 7 Haziran seçiminden sonra PKK terörünün “sivil ve çocukları, okul, cami ve hastaneleri bile hedef alan” kanlı saldırılara neden başladığını açıklamak durumundadır.

‘Muhatap alınmayacaklar’

Bunu açıklarken Dolmabahçe’de “sürecin sonuna geldik” açıklamalarından sonra ne olduğunu, terör saldırılarının (üstelik IŞİD’in saldırılarıyla) neden başladığını, Demirtaş’ın “Kobani”yle karşılaştırma yaptığı sözlerini, çözüm sürecinde hangi karar aşamasına gelindiğini, buradaki kendi sorumluluklarını açıklamaları da gerekir.

Unutmamaları gereken nokta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Önümüzdeki süreçte ne bölücü terör örgütü ne de onun güdümündeki parti asla muhatap alınmayacaklar” sözüdür.

Temmuz’dan bu yana süren ve kendilerinin de yanında yer aldığı PKK terörünün nedenlerini, yeni anayasadan beklentilerini açıklayabilir, terörün durması için çalışabilecekken Türkiye’ye Rojova (Suriye Kürdistanı) örneği vermekle “tekrar muhatap alınmayı” sağlayamazlar.

Türkiye sınırındalar…

PKK ve onu destekleyen HDP’nin Suriye’de PYD-YPG ile olan bağlantıları, Rusya, Suriye Hükümeti, ABD ve AB ülkelerinin PYD-PKK’ya desteği biliniyor.

Cenevre’de başlaması planlanan Suriye barış görüşmeleri ABD ve Rusya “PYD’yi de masaya davet etmek istediği için” ertelendi.

Bu ülkeler Türkiye’nin PKK terörü yüzünden ne kadar şehit ve sivil kaybı yaşadığını görmek, kabul etmek zorundadır.

Haftalardır ABD-Rusya, Esad ve Barzani’nin PKK-PYD’ye “IŞİD’i öne sürerek” verdikleri bombardıman ve silah desteklerini yazıyorum. Dün de ‘Batı ülkelerinin PKK-PYD’ye yaptığı silah yardımlarıyla terörün asla bitmeyeceğini’ belirttim.

Milliyet yazarı Nihat Ali Özcan “Türkiye sınırındaki 47 bin PKK-PYD’liye Batı ülkelerinden silah yağdığını, malzemelerin bir kısmının Türkiye üzerinden gittiğini” yazmış.

Yazının devamı...

Koç ve ülke sorunları!

Mustafa Koç’un cenaze töreninde ve duasında insanlar sel oldu aktı, sokaklara caddelere sığmadı. Halkın, sevenlerinin aileye başsağlığı dilemek için oluşturduğu uzun kuyruklar bitmek bilmedi.

Kalabalık arasında konuştuğum bir vatandaş “Ben aileden hiç kimseyi tanımıyorum ama onların ve Mustafa Bey’in bu ülkeye yaptığı iyilikleri biliyorum. O nedenle burada bulunmayı görev bildim” diyordu.

O sadece bireysel yardımlarla değil, her alanda ülkesine sağladığı büyük katkılarla, demokrasiye, Cumhuriyet’e, Atatürk’e, değerlerimize olan saygısıyla da gönüllerde yerini almıştır.

Böylesine büyük bir sevgiyle ebediyete uğurlanan değerli iş adamımız Mustafa Koç’a bir kez daha Allah’tan rahmet, ailesine sabırlar diliyorum. Yeri cennet olsun.

Çember daralıyor

Hayatının baharında 23-25 yaşında terörle kaybettiğimiz şehitlerin, ailelerinin, evlatlarının acısı da dayanılır gibi değildir.

Artık PKK terörü öyle bir hale geldi ki, her gün izlediğimiz şehit cenazeleri toplumu “normal yaşamını sürdüremez” bir mutsuzluk psikolojisine getirdi.

Türkiye’de terör adı altındaki bu vahşetin Suriye ile yakından bağlantılı olduğu, PYD-YPG ile PKK’nın sıkı bağları herkes tarafından bilinmektedir.

Bununla birlikte ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın konuşmaları, “PYD ile ortaklıklarının süreceğini” anlatmış olması, Rusya’nın sınırlarımızda yaptıkları Türkiye’nin çevresinde oluşan tehlikeli çemberin daraltıldığını gösteriyor.

ABD, Rusya, Suriye hükümeti ve AB ülkeleri topluca PYD-YPG’ye, dolaylı olarak da PKK’ya yardımı sürdürüyorlar.

Binlerce silah…

Nitekim verdikleri bu destek Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Davutoğlu ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu tarafından dile getiriliyor.

Son olarak Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu “YPG’nin de Cenevre’de yapılacak olan Suriye ile ilgili toplantıya katılmasını” isteyen ülkelere bunun son derece tehlikeli olduğu, terör örgütlerinin müzakere heyetleri içinde olmaması gerektiği açıklamasını yaptı.

Fakat ortada “müzakere heyeti içinde olmalarından” çok daha tehlikeli gelişmeler var.

Bakan bu açıklamayı yaparken Çekoslovakya Bakanlar Kurulu, Barzani’nin peşmerge güçlerine binlerce silah ve milyonlarca mermi göndereceklerini duyurdu.

Işid mazereti!

Bu silahlar daha önce de ABD ve diğer ülkelerden PYD’ye, peşmergeye gönderildi.

Silahların pazarlarda satıldığı Avrupalı gazeteciler tarafından “markalarıyla” ortaya çıkarıldı.

Sonunda rahatça PKK’ya ulaşacak silahlar ve mühimmat sürekli olarak takviye edildiğine göre PKK’nın kanlı saldırılarda silah sıkıntısı yaşamayacağı açıktır. Batı ülkeleri kendilerine de zarar veren IŞİD’in silah kaynaklarını kurutmaya çalışırken, bu konuyu dikkatle izlerken PKK terör örgütünün silah kaynağını bizzat güçlendirmektedir.

Hükümet bu çelişkiyi son konuşmalarda ABD ve AB’ye bir ölçüde anlatılmaya çalıştı. Gayretimizin bir sonuç vermeyeceği ise son gelişmelerle görülüyor.

Türkiye’yi Ortadoğu kaosuna sürüklemek için aralıksız terör uygulayan PKK ve IŞİD’e karşı yalnız kalmak istemiyorsak bu konuyu ısrarla gündemde tutmaktan vazgeçmemeliyiz!

Yazının devamı...

© Copyright 2024

Gazete Vatan Gazetecilik ve Matbaacılık A.Ş.